7 Nis 2013

Çözüm sürecinde Türkiye çözülüyor


Son aylarda Türk kamuoyu “çözüm”, “açılım”, “süreç” gibi kavramlarla yoğun bir bombardıman altında.
Aslında ne olduğunu, kapalı kapılar ardında ne pazarlıklar yapıldığını Başbakan ve başteröristten başka kimse bilmiyor.
Konu bir ulusal güvenlik sorunu fakat ulusun yapılanlar hakkında bilgisi yok.
Ancak bu güne kadar yapılan açıklamalar ve yalanlanmayan haberlerden yola çıkarak bilinenleri bir araya getirip resmin tamamını görmek mümkün.
Bilinenler şunlar: Türkiye Cumhuriyeti devleti, 30 yıldır kendisine karşı silahlı isyan eden bir örgütü muhatap olarak almış ve örgütün başı ile pazarlık masasına oturmuştur.
Bu pazarlıktan beklenen sonuç, örgütün terör eylemlerine son vermesidir. Bu maksatla teröristler yurt dışına çıkarak suçlarının cezasını almaktan kurtulacaklardır. Öcalan’ın nevruz açıklaması bu anlaşmayı doğrulamaktadır.
Söz konusu pazarlıklar yeni anayasa yapım süreci ile eş zamanlı olarak yapılmakta, örgüte verilen tavizlerin anayasal güvence altına alınmasına çalışılmaktadır.
Bunlara karşı bilinmeyen tek şey, örgütün eylemlerine son verme karşılığında neler istediği ve AKP’nin bunların hangilerini verdiğidir.
Değerlendirme
Bir sorunun çözümü için ilk adım “sorunun tanımlanması”, ikinci adım ise “çözümün tanımlanması”dır. Hastalığa yanlış teşhis koyarsak doğru tedavi yapamayız.
Görüldüğü kadarıyla, hükümet sorunu sadece “terör sorunu” olarak tanımlamış ve çözümü de “terörü sonlandırmak” olarak belirlemiştir. Oysa asıl sorun teröre indirgenecek kadar basit değildir.
Karşı karşıya olduğumuz sorun, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) bir parçası olan etnik bölücü silahlı bir isyan hareketidir. Terör, isyancıların başvurduğu güç kullanma yöntemidir. Yöntemin kendisi tehdit olmaz. Asıl tehdit BOP’un bir enstrümanı olarak örgütü destekleyen ve koruyan emperyalizmdir. Bu nedenle sorunun kaynağı olan emperyalizmle yüzleşmeden sorun çözülemez.
Terör eylemlerinin sonlandırılması, belki seçimlerden önce hükümete siyasi avantaj sağlayabilir, fakat “isyan” sorununu kesin olarak çözmez. Örgüt yurt dışında varlığını sürdürür, hatta güçlenebilir, arkasındaki destek kesilmezse tehdit olmaya devam eder.
Bir hukuk devletinde, suç işleyenler mahkemelerde yargılanır ve suçları sabit görülürse cezalandırılırlar. 30 yıldır pek çok suç işlemiş bir örgütün elemanlarına “ülkeyi terk edin, cezadan kurtulun” demek adalet duygusu ile bağdaşmaz, mağdurların ve ailelerinin yaralarını sarmaz.
Silahları ile ülkeyi terk edecek teröristler, kendi egemenlik alanımızdan çıkıp Barzani’nin kontrolündeki Kuzey Irak’taki kukla devletin (dolayısıyla ABD’nin) kontrolüne gireceklerdir. Bu durum, askerliğin kurallarından birisi olan “düşmanla temasın muhafazası” kuralına aykırıdır. Terörist başının mesajındaki “çekilme bir son değil bir başlangıçtır” ifadesi tehdidin süreceğini göstermektedir.
“Süreç” denilen olay, Suriye’de iç savaşın sürdüğü ve bu ülkedeki Kürtlerin de (Irak’ta olduğu gibi) merkezi otoriteden kopma olasılığının arttığı bir döneme rastlatılmıştır. Teröristler ülkeyi terk ettikleri takdirde, sadece Irak’a değil; Suriye‘ye de gidebilirler ve 1980 öncesinde olduğu gibi bu bölgede üsler elde ederek zaten kevgire dönen Suriye sınırından ülkemize rahatlıkla sızabilirler. Bu durumda Türkiye, yanlış Suriye politikasının bedelini terörle mücadelede cepheyi genişletmekle ödeyebilir.
Olmayan bir örgütün işlenmemiş suçları ile ilgili olarak uydurma delillerle insanları yıllardır tutuklu olarak hücrelerde tutan AKP iktidarı, 30 yıldır binlerce insanımızı öldüren terör örgütünün elemanlarına “kaçın kurtulun” diyerek, ayrıcalık sağlayamaz. Bu durum Anayasanın “kanun önünde eşitlik ilkesi”ne aykırıdır.
Amaç “Ne pahasına olursa olsun terörü bitirmek” olmamalıdır. Ödenen pahanın bunu ödeyecek olan halk tarafından bilinmesi demokrasinin gereğidir. Aksi takdirde terör örgütüne “isteklerinin tümünü kabul ediyorum, yeter ki eylemlerine son ver” denilirse örgüt amacına ulaşmış olur. Bu durumda her şehit cenazesinde söylenen “terörle bir yere varılmaz” sözü anlamsız kalır. Verilen tavizler sonucu, terörle bir yere varıldığı gibi, örgüt lideri yeni anayasayı dikte ettirmek cesaretini dahi bulur.
Terör örgütü amacına ulaşırsa bu uzun vadede daha çok kanın dökülmesine yol açar.
Bir silahlı mücadelenin sonunda yenen taraf, yenilen tarafı isteklerini kabul ettirmek için masaya oturtur. 30 yıllık mücadelede TSK büyük fedakârlıklarla terör örgütünü yenmiştir. Buna rağmen devletin yenilen taraf gibi terörist başı ile masaya oturması ve onun isteklerini yerine getirmesi kabul edilemez. Verilen mücadeleyi boşa çıkartır.
“Süreç”in sonunda terör eylemlerinin durdurulması karşılığında yeni anayasada Türklük kavramımın çıkartılması, genel af, özerklik, ana dide eğitim gibi düzenlemeler yapılırsa bir “çözüm” olur ama, çözülen terör sorunu değil; Türkiye Cumhuriyeti olur.
Anayasaya terör örgütünün isteği doğrultusunda bir virgül dahi konulması bu anayasayı başlangıcında lekelemiş olur. Böyle bir olasılık “bölücü-gerici anayasasına daha yüksek sesle “hayır demeyi gerektirir.
Son Güncelleme: Pazartesi, 25 Mart 2013 19:34

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder