Ülkemiz aydınının az bildiği bir kavram olan ehlisünnet
kavramı, genelde peygambere uyanlar, onun hal, tavır ve sözlerini hayatına
rehber edinenler şeklinde anlaşılır. Yani Sünniler, peygamberin sünnetine
uyanlar anlamı taşır çoğunluğun zihninde.
Peki, Sünni olmayanlar peygambere ve onun sünnetine
uymuyorlar mı? Yani Sünni olmayan Şia veya Aleviler sünneti inkâr mı ediyorlar?
Öncelikle bilinmelidir ki İslam öncesi Araplarının Araplık
şuuru yoktu. Bireyin aidiyeti ulusuna değil kabilesine idi. Arapların kabile
asabiyesi (biz olma duygusu) anlaşılamadan İslam tarihine bakıldığında ne
İslam, ne de yaşanan hiçbir tarihi olay anlaşılamaz. Bir kitabın konusu
olabilecek bu girift mevzua girecek değiliz. Ancak bu günlerde üzerinde çok
fazla konuşulan Ehlisünnet-Şia kavramın nerden çıktığını anlatmakta yarar var.
Halife Ömer, kendisinden sonra istikrarın sağlana bilmesi
için altı kişilik bir şûranın halifenin kim olacağına karar vermesini vasiyet
eder. Bu altı kişi, Ali, Osman, Talha, Zübeyr, Saad b. Vakkas ve Abdurrahman b.
Avf idi. Oğluna şöyle der;“bu altı kişiyi bir odaya koy. Aralarından birini
halife seçmeleri konusunda uyar. Sen de kılıç elinde kapıda bekle. Eğer bir
isim üzerinde anlaşarak çıkarlarsa o kişiye biat et. Yok, anlaşamadan çıkarlarsa
hepsini öldür.” Bu isimlere dikkat edilecek olursa o dönemde insanların aidiyet
duygusuyla bağlı oldukları kişilerdir.
Şûra toplanır, ancak Talha ve Zübeyir gelemez. Abdurrahman
b. Avf önce Ali’ye sorar;” Allah’a Resulüne ve imameyn’in sünnetine uyacağına
söz ver sana biat edeyim. İmameyn’den kasıt ilk iki halife olan Ebubekir ve
Ömer’dir. Ali, “Allah’a ve Resulüne uyarım ama imameyn’in sünnetine uymak
konusunda söz vermem” der. Abdurrahman
b. Avf, Osman’a dönerek aynı soruyu sorar ve Osman kabul eder. Ali orayı terk
eder. Şûra’dan anlaşmadan ayrılırlar. Tabi kapıdakiler çıkanları öldüremez.
Sonrasında Ali ve Aliye bağlı olanlara Ali Şia’sı (Ali taraftarı), Ebubekir ve
Ömer’in sünnetine uyanlara ise Ehlisünnet dendi. Ancak Ali yanlıları da en az
diğerleri kadar peygamber sünnetine bağlıydılar. Buradaki sünnetten kasıt
peygamberin değil ilk iki halifenin sünnetidir.
Sonraki yıllar karanlık yıllardır. Kan, işkence, zulüm kol
gezer. Peygamberin oğulcuğum dediği Hüseyin katledilir. Çocukları esir edilir.
Kız kardeşi Zeynep Şam’da köle pazarında satılmak istenir. Ali soyu için acıklı
yıllardır.
İşte tüm bu olaylar üzerinde ehlisünnet konuşmaz. “O
insanlar sahabe idi, ihtilaflı olan iki grup da haklıdır, haklı olanlar iki
sevap, haksız olanlar ise bir sevap aldı”, derler. Ali yanlıları ise, “Hüseyin
katledilirken ve Zeynep köle pazarında satılırken sessiz kalan ulemanın hiçbir
sözüne güvenmeyiz” derler.
Devam ede gelen yıllarda ehlisünnet adeta İslam
toplumlarının sağ’ı, Aliciler ise sol’u olmuşlardır. Yani ehlisünnet İslam
toplumlarında orta yolun adıdır. Alicilik ise muhalefetin sığınağıdır. Bu gün
ehlisünnet diye bilinen birçok isim aslında ehlisünnet değildir o dönemde.
Mesela en bilineni Ebuhanife yaşadığı dönemde ehlisünnet değildir ama nedense
yüzde yirmisi bile Ebu Hanife’ye ait olmayan görüşler Hanefilik mezhebini
oluşturmuş ve Ebu Hanife bu mezhebin imamı oluvermiştir…
İktidar, varlığının teminatı olacak hadisleri uydurur.
Peygamberi gören herkes “gökteki yıldızlar” gibi telakki edilir. Kurandaki
yüzlerce münafıklardan bahseden ayet bir günah keçisine atfedilir. İbn-i Selûl
ve arkadaşları. Peki, kimlerdir bu arkadaşlar? Ehlisünnet gene susar. Sanki
onca ayet tek kişi için gelmiş gibi. Muaviye, hazret olur, Mekke fethinden
sonra Müslüman olmasına rağmen vahiy kâtibi yapılır, çocuklara “Bayezit” (yani,
yezidin babası- Muaviye) adı verilir, oğlu Yezit emir el müminin olur…
Şia ise merkezi otoriteden uzak yerlere gitmek zorunda
kalırlar. Genelde Horasan bölgesine ki, o bölge yeni fethedilmiş yerlerdir.
Şam’ın gadrinden uzakta biraz daha rahat yaşamak isterler. Ancak çöldeki
bedevilere yenilmeyi sindiremeyen Pers entelijansiyası’nın kucağına
düştüklerinden habersizdirler. Pers entelektüelleri ehlibeytin bu haklı davası
ve mazlum kaderi üzerine çöreklenir ve Alicileri biler… Alicilik adı altında
Yeni oluşan Arap medeniyetiyle örtülü bir savaşa girişirler.
Ehlisünnet İslam’ın ilk dönemlerindeki zulümlerin üzerine
sünger çekmekten vazgeçmelidir. Peygamber ailesine yapılanlar zulümdür ve bu
zulmü yapanlar bırakın Sahabe olmayı insan dahi olamazlar. Şiiler ise Ali ve
ailesine yapılanları kamuflaj olarak kullanan kadim Pers derin aklının
tortularını ehlibeyt yolunun ışığından ayıklamalıdırlar. Aksi takdirde fitne
sürekli pusuda bekleyen bir düşman gibi zayıf anlarımızı kollayacak ve
fırsatını bulduğunda kan akıtacaktır.
Anadolu’nun hikmeti bu konuda rehber olabilir “çağdaş
aydın”a. Sadece bakmaları yeterlidir. Tabi, anlamadıkları batı kavramlarını
devşirmekten veya rüyalar, menkıbeler ve ön kabullerle ilahi bilgiye sahip
olduğuna inanılan cühelanın eteğini öpmekten vazgeçe bilirlerse. Anadolu İslam
anlayışının temelini teşkil eden Fütüvvet ehlinin, sonraki dönemlerde
Bektaşilerin anladığı İslam, ne Şia, ne de Ehlisünnet değildir. Her ikisindeki
aşırılıkların törpülendiği, ilhamını hakikat ışığından alan bir Tanrı tasavvuru
ve o tasavvurun şekil verdiği dünya görüşü bin yıl bu toprağın insanına erdem
ve irfan sunmuştur… Ancak maalesef ki günümüzde gerçek Bektaşilik ve Ehlibeyt
yolunu anlatacak insanlar kalmadı. Bu yüzden “Fütüvvetname”lerin tozlu
sayfaları arasında birkaç on yıl boğuşmak gerekiyor. Sünnilik veya Şiilik
Anadolu insanına yabancı kavramlardır. Osmanlının ulemasını anlayamayan Anadolu
insanı Necef veya Kum ulemasının öğretilerini de sindirememiştir. Ne Muaviye’ye
Sahabe, Yezide Emir-el müminin diyen yarımada bedevileri, nede Ömer’e lanet
okuyarak ibadet ettiklerini sanan İran mollaları reçete sunamazlar
ortadünya’nın kronik hastalıklarına. Anadolu’ya dönmek zorundalar. Yunus’u,
Hacı Bektaş’ı anlamak zorundalar. Fütüvvet ehlini, ahileri tanımak zorundalar.
Onları bu günkü kısır fikirlerine şahit göstermekten vazgeçip, hikmetine ve
irfanına talip olmalılar. Bu günün insanına reçete olacak iktisadi, siyasi ve
ahlaki kavramların o bakılmayan tozlu raflarda olduğu bir sır değildir artık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder