24 Eki 2012

Balyoz'da edilen küfürler ve kafirler


Öteden beri birilerine çok kızdığımda küfür olarak kullandığım kelime en çok “eşek” olagelmiştir. Bu benzetmenin gerçek bir küfür olmadığını yen öğrendim sayılır. İnsan parmaklıklar ardına düşüp hukuk cinayetlerinin göz göre göre cüppelilerce nasıl pervasızca işlenmekte olduğunu gördükçe, ''küfür kültürü'' de zenginleşiyor. Arapça kökenli küfür kelimesinin Türkçede kullandığımız anlam ile bir ilgisinin bulunmadığını, ''kafir'' ile ilgisinin bulunduğunu öncelikle belirtmek isterim. Davalar nedeniyle dinin aslına ve de Arapçaya merak salan sevgili avukatımızın belirttiğine göre, küfür Arapçada ''gerçeği gizlemek'', kafir ise gerçeği gizleyen, kabullenmeyen anlamına geliyormuş.
Balyoz davasında, sanıklar ve avukatları tarafından ortaya çıkartılan ''küfür'' eylemi bini geçti. Kafirlerin sayısı ise her geçen gün artıyor. Bu artış ayni adla (Balyoz) zincirleme soruşturmaların açılması ve kavuşturma aşamasına gelindiğinde davaların 1. Balyoz davası ile birleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Duruşmaları izleyen sayın Levent Kırca, ''Balyoz davasında oynanan oyunun on adet Moliere'in eserine bedel olduğu'' yolunda yorum yaptı.
Bir makalenin kapsamında Balyoz Davası'nda tespit ettiğimiz ''küfür eylemlerini ve kafirleri ayrıntısı ile anlatmamız, tanıtmamız elbette olanaksızdır. Ancak konuya ilişkin yapacağımız bir güncelleşme ile sıralayacağımız ilginç tespitlerin çok kişiyi şaşırtacağından eminim. Tespitlerimizin belki de birilerine bir dizi filmi senaryosu için ilham kaynağı olabilir. Şimdi tespitlerimize geçelim:
Birinci Balyoz Davası
*Birinci Balyoz davası 11 No.lu CD'de yer alan imzasız, hangi bilgisayarda hazırlandığı bilinmeyen sahte dijital plan ve belgelerin gerçek olduğu ön yargısı ile açıldı. İddia makamı bu dijital belgelerin gerçek olduğuna ilişkin tek bir kanıt gösterememiştir. Aynı CD'de gerçek, ancal suç unsuru bulunmayan belgelerin bulunması, CD'nin gerçek olduğu sanısını uyandırmaya yöneliktir. Sahte dijital belgelerin üzerindeki üst veri bilgilerinin (meta data) gerçek olduğu da özel görevli savcı ve hakimler tarafından kabullenilmiştir. Oysa başta ben olmak üzere bir çok sanık tarafından, ilk sorgulamadan itibaren bu verilerin, biraz bilgisayar bilgisi olanlar tarafından değiştirilmesinin çok kolay olduğu anlatılmıştır.

*Sanıklar sahte dijital belgelerin içeriğinde yüzlerce zaman mekan hatası bularak söz konusu CD'nin Ağustos 2009'dan sonra hazırlandığını kesin olarak kanıtlamışlardır.
*11 no.lu CD'nin üzerindeki yazının dahi sahte olduğu, sanıklardan birinin el yazısından seçmece harflerin makine ile (torna tezgahında olduğu gibi) CD üzerine kopyalandığı yerli ve yabancı bilirkişi raporları ile kanıtlanmış ve özel bir sunum ile mahkemede gösterilmiştir.
*Savcıların, dava konusu, suç unsuru taşıyan dijital belgelerin 1. Ordu Karargahı'ndaki bilgisayarlarda hazırlanmadığını ortaya koyan, ''teknik bilirkişi raporunu'' yok ederek, dava dosyasına koymadıkları tespit edilmiştir. 07 Eylül 2010 tarihli
*Adı geçen rapor 24 şubat 2010 tarihlidir. Raporun Beşiktaş Adliyesi'nde ilgililere teslim edilmek üzere görevli bir polis memuruna verildiğine ilişkin belge mevcuttur. Aynı tarihli Bnb. Erdoğan'ın faraziyeye dayanan bilirkişi raporu dayanak yapılarak Balyoz davası ile ilgili geniş çaplı tutuklamalar yapılmıştır. Bnb. Erdoğan'ın raporun, ''kendisine verilen dijital belgelerin gerçek olduğu'' faraziyesine dayandırıldığı, raporun en başında açıkça yer almaktadır.
*Savcılar iddianamelerinde, sahte dijital belgelerde yer alan bilgilerin gerçekliğini araştırmak için çeşitli kurumlarla yazışmalar yaptıkları ve bu yazışmalara verilen cevapların dijital belgelerde yazılı olan bilgilerle uyumlu olduğunu belirtmektedirler. Oysa kurumlardan gelen yanıtların dijital belgelerdeki bilgilerle örtüşmediği açıkça görülmektedir. Örnek olarak birkaçını sayalım. Dijital belgelerde yer alan en az 279 öğrencinin üniversitede belirtilen tarihlerde kaydının bulunmadığı, siyasi partiye üye olarak gösterilen 69 kişinin üye olmadığı, çeşitli şirketlerde çalıştığı belirtilen 130 kişinin çalışmadığı, vakıflardan sekiz adedinin kuruluş tarihinin daha sonraki yıllar da gerçekleştiği, bir kısım şirket adlarının 2003 yılından sonraki adları ile listelerde yer aldığı, bir kısım polis, emniyet müdürü ve kamu personelinin sözde darbe planının gerçekleşmesinde görev alması dijital belgelerde yer almasına karşılık bu personelin önemli bölümünün Temmuz 2003'den sonra belirtilen görev yerlerine atandıkları resmi belgelerle kanıtlanmıştır.
*Sanıklar tarafından bunlara ilave yüzlerce çelişki bulunarak mahkemede sunulmuş olmasına rağmen hakimler bunları hiç dikkate almamışlardır. Ayrıca savcılar kurumlardan gelen resmi yazıların dijital belgelerin sahteliğinin ortaya çıkmasını anlamak için, bu belgeleri dava dosyasına koymadıkları, adli emanete kaldırdıkları kelimenin tam anlamıyla ''kafirlik'' yaptıkları tespit edilmiştir. Bu belgelere sanıkların ulaşabilmesi ancak 10 ay sonra talebimizle mümkün olabilmiştir. Bu belgelerde de yüzlerce sayfanın eksik olduğunu ayrıca belirtelim.
*05-07 mart tarihlerinde yapılan seminere ilişkin bir Tümgeneral başkomutanlığında hazırlanan çok kapsamlı rapor savcı ve hakimler tarafından hiç dikkate alınmamış, hatta okunmadığı belirlenmiştir. Okunmadığı bu raporun içinde bulunan resmi seminer raporunun Genelkurmay Başkanlığı'ndan tekrar istenmiş olmasından anlaşılmaktadır. Rapor, dava konusu suç unsuru taşıyan belgelerin sahteliğini ortaya koyduğu gibi, seminerin resmi cereyan tarzı planına uygun olarak icra edildiği, semineri ses kayıtları ile örtüştüğü açıkça belirtilmiştir.
*Başta bir kısım emniyet mensubu ile bir kısım savcıların Balyoz'u kurgulayan çeteye yardım ettikleri veya çeteye dahil oldukları, dava dosyasında bıraktıkları parmak izleri ile Özel Görevli 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin üyelerine gösterilmesine karşılık, mahkeme asıl suçluları bulma yolunda hiçbir gayret sarfetmemiş, yapılan suç duyurularına itibar etmemiştir.
*Birinci Balyoz davasının daha duruşmaların başlangıcında çökmesi, davayı kurgulayanları telaşa düşürmüştür. Davanın uzatılmasının yolunu Gölcük ve Eskişehir'de müsait buldukları mekanlara sözde yeni (!) deliller ekmekte buldukları anlaşılmıştır. Özel görevli yargıçlarımız anılan yerlerde bulunan imzasız sahte belgelere itibar ederek, tutuksuz yargılanan Balyoz sanıkları hakkında tutuklama kararı vermekte tereddüt etmemiştir.
Yarın Eskişehir ve Gölcük'te bulunan sahte kanıtlardan çarpıcı örneklerle nasıl bir sonuca ulaşıldığını göstermeye çalışacağım.
Bir türlü hazırlanamayan iddianame Gölcük'te bulunan delillere dayandırılacak. Bu konuda özel görevli savcı ve hakimlerimizin anlaşılan bir acelesi yok. Nasıl olsa sözde bu yeni (!) deliller bahane edilerek 1. Balyoz davası sanıkları tutuklanmış, deliller asıl görevini yapmış durumda. Şimdi bu delillere ilişkin birkaç çarpıcı tespitte bulunalım:
 
*Gölcük'te Balyoz davaısna ilişkin suç unsuru bulunan deliller esas itibariyle 1 no.lu CD ile 5 numaralı ''Hard Disk'' tir. Balyoz ana davasında sav ve sahteliği kanıtlanmış 11 no.lu CD'deki bütün sahte dijital veriler Gölcük'te bulunan 1 no.lu CD'nin de içerisindedir. İlave bir iki dijital imzasız belgenin sahteliği de mahkede kanıtlanmıştır.
*5 no.lu hard disk donanmadaki ana bilgisayarın 2007 yılında arşive kaldırılan hard diskidir. Hard diskte donanmaya ait resmi belgeler bulunmaktadır. İçindeki suç unsuru taşıyan imzasız belgelerin ana bilgisayarda hiçbir izi yok iken gerçek belgelerin izi (MAG değeri) bulunmaktadır.
*Söz konusu hard diskin Deniz Kuvvetleri tarafından 2004 yılında satın alınarak Gölcük'teki donanma komutanlığına tahsis edildiği belgelenmiştir. Suç unsuru taşıyan belgeler 2002-2003 yıllarına aittir. Bu sahte dijital belgelerin bu hard diske 2007 yılından sonra yüklendiğini göstermektedir.
*Bilirkişi heyeti tarafından dijital belgelerin sahte olduğu belirlenmiştir. Bu husustaki rapor savcılığın ve mahkemenin elinde olmasına rağmen itibar edilmemiştir. Donanma Komutanlığı'nın bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan bu rapora itibar etmeyen mahkeme, raporun doğru olup olmadığını tahkik için, başka bilirkişilere göndermemiştir.
*Suç unsuru bulunan dijital verilerde yüzlerce zaman-mekan çelişkisi bulunmakta, örneğin 2005 yılında hizmete giren bir savaş gemisinde görevli bir astsubaya sözde 2003 yılında hazırlanmış dijital belgede görev verilmektedir.
Kafirlerin Daniskası Baransu
Kafir kelimesini dinsel anlamda değil, Arapça olan kelimenin gerçek karşılığı olan ''hakikatleri inkar eden, gizleyen'' anlamında kullandığımı öncelikle belirteyim. Balyoz davasının kotarılmasında ''yandaş basının'' nasıl rol oynadığını biliyoruz. Bu konuda başrol oynayan Taraf'ın yazarının kafirliklerinden hala vazgeçmemiş olması çok ilginç. 10 ekim 2011 tarihli köşe yazısında yaptığı ''iğrençliği'', kısa bir alıntı yaparak ortaya koyalım. Yazının başlığı ''Balyoz hakimine muhalefet şerhim. Bakın 1. Ordu Komutanlığı'nın 5-7 mart 2003 tarihinde icra edilen seminerin ses kayıtlarında neler geçtiğini nasıl anlatıyor:

''... Kaldı ki ses kayıtlarında tankların nereye konuşlanacağı, kimlerin gözaltına alınacağı, hangi siyasilerin cezaevine gireceği, AKOM'un sıkıyönetim merkezi olacağı, belediyelere askerlerin atanacağı, alışveriş merkezlerine el konacağı gibi fiili olarak masaya yatırılmış ve hayata geçirilmiş binlerce konu var.''
Bunlar iğrenç iddialar. Bu iddiaları ortaya atıp da ispat edemeyene, ''şerefsiz, haysiyetsiz'' yakıştırmasından başka ne denir? Varın siz karar verin. Ses kayıtlarının tamamı dava dosyasında mevcut. İki buçuk gün süren seminerin her dakikasında neler konuşulduğu benim verdiğim emirle kayda alınmış. Bu tür iddiaları ortaya atmanın şerefsizlikten öte ''vatan hainliği suçu'' olduğunu bilmiyor mu? Özel görevli mahkemeye suç duyurusunda bulunduk. Hep beraber ne işlem yapılacağını göreceğiz.
Sonuç
Balyoz davasında sanıklar maddi gerçeği apaçık ortaya çıkarmalarına rağmen, hakimler ve savcılar gerçekleri görmezlikten gelerek, pervasızca usul hataları da yaparak, sanıkların olabildiğince parmaklıklar ardında tutulmasında iman etmiş oldukları görülüyor. Bu kararlılıklarında belirli çevrelerin yaptığı telkinlerin ve desteğin katkısı olduğunu akla getiriyor. İktidarın hakim ve savcıları özel bir zırh ile donatmasının onları cesaretlendirdiği yadsınamaz. İki katlı bu zırhın birinci katı, çıkarılan özel bir yasa ile savcı ve hakimlerin pervasızca adil yargılama ilkesini çiğnediklerinde haklarında tazminat davası açılmasının önünün kapatılmasıdır. Zırhın ikinci katı ise, haklarında sanıklar tarafından HSYK'ya çok suç duyurularının sonuçlarının kendi konumlarını etkileyemeceğine olan güvendir. Özel görevli hakim ve savcıların üzerlerindeki çift katlı zırgın, işlenen suça dayanıklı olamayacağını, zaman aşımına ve hatta girmeden bir gün bedel ödemek zorunda kalacaklarına inanıyorum. Ortada işlenen hukuk cinayetlerinin ötesinde kurgulanan dava ile ülkenin ulusal güvenliği ağır darbe yemiştir. Devlet sırrı niteliğindeki belgelerin ortalığa saçılması, gizli planların ifşa edilmesi, TSK'nın en seçkin kadrolarının hiçbir yasal kanıt olmadan parmaklıklar ardına konması ''vatana ihanet'' değil mi?

Bugün terörün azdırılmasının ardında teröristler ile yapılan pazarlıkların yanı sıra, ordunun itibarsızlaştır, moralini bozmaya yönelik kampanyaların, terörle kahramanca savaşmış, kanlarını akıtmış olanların parmaklıklar ardına haksız, hukuksuz olarak tutulmasının payı sizce yok mudur?

Hiç yorum yok: