Balyoz davasında, sanıklar ve avukatları tarafından ortaya
çıkartılan ''küfür'' eylemi bini geçti. Kafirlerin sayısı ise her geçen gün
artıyor. Bu artış ayni adla (Balyoz) zincirleme soruşturmaların açılması ve
kavuşturma aşamasına gelindiğinde davaların 1. Balyoz davası ile
birleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Duruşmaları izleyen sayın Levent Kırca,
''Balyoz davasında oynanan oyunun on adet Moliere'in eserine bedel olduğu''
yolunda yorum yaptı.
Bir makalenin kapsamında Balyoz Davası'nda tespit ettiğimiz
''küfür eylemlerini ve kafirleri ayrıntısı ile anlatmamız, tanıtmamız elbette
olanaksızdır. Ancak konuya ilişkin yapacağımız bir güncelleşme ile
sıralayacağımız ilginç tespitlerin çok kişiyi şaşırtacağından eminim.
Tespitlerimizin belki de birilerine bir dizi filmi senaryosu için ilham kaynağı
olabilir. Şimdi tespitlerimize geçelim:
Birinci Balyoz Davası
*Birinci Balyoz davası 11 No.lu CD'de yer alan imzasız,
hangi bilgisayarda hazırlandığı bilinmeyen sahte dijital plan ve belgelerin
gerçek olduğu ön yargısı ile açıldı. İddia makamı bu dijital belgelerin gerçek
olduğuna ilişkin tek bir kanıt gösterememiştir. Aynı CD'de gerçek, ancal suç
unsuru bulunmayan belgelerin bulunması, CD'nin gerçek olduğu sanısını
uyandırmaya yöneliktir. Sahte dijital belgelerin üzerindeki üst veri
bilgilerinin (meta data) gerçek olduğu da özel görevli savcı ve hakimler
tarafından kabullenilmiştir. Oysa başta ben olmak üzere bir çok sanık
tarafından, ilk sorgulamadan itibaren bu verilerin, biraz bilgisayar bilgisi
olanlar tarafından değiştirilmesinin çok kolay olduğu anlatılmıştır.
*Sanıklar sahte dijital belgelerin içeriğinde yüzlerce zaman
mekan hatası bularak söz konusu CD'nin Ağustos 2009'dan sonra hazırlandığını
kesin olarak kanıtlamışlardır.
*11 no.lu CD'nin üzerindeki yazının dahi sahte olduğu,
sanıklardan birinin el yazısından seçmece harflerin makine ile (torna
tezgahında olduğu gibi) CD üzerine kopyalandığı yerli ve yabancı bilirkişi
raporları ile kanıtlanmış ve özel bir sunum ile mahkemede gösterilmiştir.
*Savcıların, dava konusu, suç unsuru taşıyan dijital
belgelerin 1. Ordu Karargahı'ndaki bilgisayarlarda hazırlanmadığını ortaya
koyan, ''teknik bilirkişi raporunu'' yok ederek, dava dosyasına koymadıkları
tespit edilmiştir. 07 Eylül 2010 tarihli
*Adı geçen rapor 24 şubat 2010 tarihlidir. Raporun Beşiktaş
Adliyesi'nde ilgililere teslim edilmek üzere görevli bir polis memuruna
verildiğine ilişkin belge mevcuttur. Aynı tarihli Bnb. Erdoğan'ın faraziyeye
dayanan bilirkişi raporu dayanak yapılarak Balyoz davası ile ilgili geniş çaplı
tutuklamalar yapılmıştır. Bnb. Erdoğan'ın raporun, ''kendisine verilen dijital
belgelerin gerçek olduğu'' faraziyesine dayandırıldığı, raporun en başında
açıkça yer almaktadır.
*Savcılar iddianamelerinde, sahte dijital belgelerde yer
alan bilgilerin gerçekliğini araştırmak için çeşitli kurumlarla yazışmalar
yaptıkları ve bu yazışmalara verilen cevapların dijital belgelerde yazılı olan
bilgilerle uyumlu olduğunu belirtmektedirler. Oysa kurumlardan gelen yanıtların
dijital belgelerdeki bilgilerle örtüşmediği açıkça görülmektedir. Örnek olarak
birkaçını sayalım. Dijital belgelerde yer alan en az 279 öğrencinin
üniversitede belirtilen tarihlerde kaydının bulunmadığı, siyasi partiye üye
olarak gösterilen 69 kişinin üye olmadığı, çeşitli şirketlerde çalıştığı
belirtilen 130 kişinin çalışmadığı, vakıflardan sekiz adedinin kuruluş
tarihinin daha sonraki yıllar da gerçekleştiği, bir kısım şirket adlarının 2003
yılından sonraki adları ile listelerde yer aldığı, bir kısım polis, emniyet
müdürü ve kamu personelinin sözde darbe planının gerçekleşmesinde görev alması
dijital belgelerde yer almasına karşılık bu personelin önemli bölümünün Temmuz
2003'den sonra belirtilen görev yerlerine atandıkları resmi belgelerle
kanıtlanmıştır.
*Sanıklar tarafından bunlara ilave yüzlerce çelişki
bulunarak mahkemede sunulmuş olmasına rağmen hakimler bunları hiç dikkate
almamışlardır. Ayrıca savcılar kurumlardan gelen resmi yazıların dijital
belgelerin sahteliğinin ortaya çıkmasını anlamak için, bu belgeleri dava
dosyasına koymadıkları, adli emanete kaldırdıkları kelimenin tam anlamıyla
''kafirlik'' yaptıkları tespit edilmiştir. Bu belgelere sanıkların ulaşabilmesi
ancak 10 ay sonra talebimizle mümkün olabilmiştir. Bu belgelerde de yüzlerce
sayfanın eksik olduğunu ayrıca belirtelim.
*05-07 mart tarihlerinde yapılan seminere ilişkin bir
Tümgeneral başkomutanlığında hazırlanan çok kapsamlı rapor savcı ve hakimler
tarafından hiç dikkate alınmamış, hatta okunmadığı belirlenmiştir. Okunmadığı
bu raporun içinde bulunan resmi seminer raporunun Genelkurmay Başkanlığı'ndan
tekrar istenmiş olmasından anlaşılmaktadır. Rapor, dava konusu suç unsuru
taşıyan belgelerin sahteliğini ortaya koyduğu gibi, seminerin resmi cereyan
tarzı planına uygun olarak icra edildiği, semineri ses kayıtları ile örtüştüğü
açıkça belirtilmiştir.
*Başta bir kısım emniyet mensubu ile bir kısım savcıların
Balyoz'u kurgulayan çeteye yardım ettikleri veya çeteye dahil oldukları, dava
dosyasında bıraktıkları parmak izleri ile Özel Görevli 10. Ağır Ceza
Mahkemesi'nin üyelerine gösterilmesine karşılık, mahkeme asıl suçluları bulma
yolunda hiçbir gayret sarfetmemiş, yapılan suç duyurularına itibar etmemiştir.
*Birinci Balyoz davasının daha duruşmaların başlangıcında
çökmesi, davayı kurgulayanları telaşa düşürmüştür. Davanın uzatılmasının yolunu
Gölcük ve Eskişehir'de müsait buldukları mekanlara sözde yeni (!) deliller
ekmekte buldukları anlaşılmıştır. Özel görevli yargıçlarımız anılan yerlerde
bulunan imzasız sahte belgelere itibar ederek, tutuksuz yargılanan Balyoz sanıkları
hakkında tutuklama kararı vermekte tereddüt etmemiştir.
Yarın Eskişehir ve Gölcük'te bulunan
sahte kanıtlardan çarpıcı örneklerle nasıl bir sonuca ulaşıldığını göstermeye
çalışacağım.
Bir türlü hazırlanamayan iddianame Gölcük'te bulunan
delillere dayandırılacak. Bu konuda özel görevli savcı ve hakimlerimizin
anlaşılan bir acelesi yok. Nasıl olsa sözde bu yeni (!) deliller bahane
edilerek 1. Balyoz davası sanıkları tutuklanmış, deliller asıl görevini yapmış
durumda. Şimdi bu delillere ilişkin birkaç çarpıcı tespitte bulunalım:
*Gölcük'te Balyoz davaısna ilişkin suç unsuru bulunan
deliller esas itibariyle 1 no.lu CD ile 5 numaralı ''Hard Disk'' tir. Balyoz
ana davasında sav ve sahteliği kanıtlanmış 11 no.lu CD'deki bütün sahte dijital
veriler Gölcük'te bulunan 1 no.lu CD'nin de içerisindedir. İlave bir iki
dijital imzasız belgenin sahteliği de mahkede kanıtlanmıştır.
*5 no.lu hard disk donanmadaki ana bilgisayarın 2007 yılında
arşive kaldırılan hard diskidir. Hard diskte donanmaya ait resmi belgeler
bulunmaktadır. İçindeki suç unsuru taşıyan imzasız belgelerin ana bilgisayarda
hiçbir izi yok iken gerçek belgelerin izi (MAG değeri) bulunmaktadır.
*Söz konusu hard diskin Deniz Kuvvetleri tarafından 2004
yılında satın alınarak Gölcük'teki donanma komutanlığına tahsis edildiği belgelenmiştir.
Suç unsuru taşıyan belgeler 2002-2003 yıllarına aittir. Bu sahte dijital
belgelerin bu hard diske 2007 yılından sonra yüklendiğini göstermektedir.
*Bilirkişi heyeti tarafından dijital belgelerin sahte olduğu
belirlenmiştir. Bu husustaki rapor savcılığın ve mahkemenin elinde olmasına
rağmen itibar edilmemiştir. Donanma Komutanlığı'nın bilirkişi heyeti tarafından
hazırlanan bu rapora itibar etmeyen mahkeme, raporun doğru olup olmadığını
tahkik için, başka bilirkişilere göndermemiştir.
*Suç unsuru bulunan dijital verilerde yüzlerce zaman-mekan
çelişkisi bulunmakta, örneğin 2005 yılında hizmete giren bir savaş gemisinde
görevli bir astsubaya sözde 2003 yılında hazırlanmış dijital belgede görev
verilmektedir.
Kafirlerin Daniskası Baransu
Kafir kelimesini dinsel anlamda değil, Arapça olan kelimenin
gerçek karşılığı olan ''hakikatleri inkar eden, gizleyen'' anlamında
kullandığımı öncelikle belirteyim. Balyoz davasının kotarılmasında ''yandaş
basının'' nasıl rol oynadığını biliyoruz. Bu konuda başrol oynayan Taraf'ın
yazarının kafirliklerinden hala vazgeçmemiş olması çok ilginç. 10 ekim 2011
tarihli köşe yazısında yaptığı ''iğrençliği'', kısa bir alıntı yaparak ortaya
koyalım. Yazının başlığı ''Balyoz hakimine muhalefet şerhim. Bakın 1. Ordu
Komutanlığı'nın 5-7 mart 2003 tarihinde icra edilen seminerin ses kayıtlarında
neler geçtiğini nasıl anlatıyor:
''... Kaldı ki ses kayıtlarında tankların nereye
konuşlanacağı, kimlerin gözaltına alınacağı, hangi siyasilerin cezaevine
gireceği, AKOM'un sıkıyönetim merkezi olacağı, belediyelere askerlerin
atanacağı, alışveriş merkezlerine el konacağı gibi fiili olarak masaya
yatırılmış ve hayata geçirilmiş binlerce konu var.''
Bunlar iğrenç iddialar. Bu iddiaları ortaya atıp da ispat
edemeyene, ''şerefsiz, haysiyetsiz'' yakıştırmasından başka ne denir? Varın siz
karar verin. Ses kayıtlarının tamamı dava dosyasında mevcut. İki buçuk gün
süren seminerin her dakikasında neler konuşulduğu benim verdiğim emirle kayda
alınmış. Bu tür iddiaları ortaya atmanın şerefsizlikten öte ''vatan hainliği
suçu'' olduğunu bilmiyor mu? Özel görevli mahkemeye suç duyurusunda bulunduk.
Hep beraber ne işlem yapılacağını göreceğiz.
Sonuç
Balyoz davasında sanıklar maddi gerçeği apaçık ortaya
çıkarmalarına rağmen, hakimler ve savcılar gerçekleri görmezlikten gelerek,
pervasızca usul hataları da yaparak, sanıkların olabildiğince parmaklıklar
ardında tutulmasında iman etmiş oldukları görülüyor. Bu kararlılıklarında
belirli çevrelerin yaptığı telkinlerin ve desteğin katkısı olduğunu akla
getiriyor. İktidarın hakim ve savcıları özel bir zırh ile donatmasının onları
cesaretlendirdiği yadsınamaz. İki katlı bu zırhın birinci katı, çıkarılan özel
bir yasa ile savcı ve hakimlerin pervasızca adil yargılama ilkesini
çiğnediklerinde haklarında tazminat davası açılmasının önünün kapatılmasıdır.
Zırhın ikinci katı ise, haklarında sanıklar tarafından HSYK'ya çok suç
duyurularının sonuçlarının kendi konumlarını etkileyemeceğine olan güvendir.
Özel görevli hakim ve savcıların üzerlerindeki çift katlı zırgın, işlenen suça
dayanıklı olamayacağını, zaman aşımına ve hatta girmeden bir gün bedel ödemek
zorunda kalacaklarına inanıyorum. Ortada işlenen hukuk cinayetlerinin ötesinde
kurgulanan dava ile ülkenin ulusal güvenliği ağır darbe yemiştir. Devlet sırrı
niteliğindeki belgelerin ortalığa saçılması, gizli planların ifşa edilmesi,
TSK'nın en seçkin kadrolarının hiçbir yasal kanıt olmadan parmaklıklar ardına
konması ''vatana ihanet'' değil mi?
Bugün terörün azdırılmasının ardında teröristler ile yapılan
pazarlıkların yanı sıra, ordunun itibarsızlaştır, moralini bozmaya yönelik
kampanyaların, terörle kahramanca savaşmış, kanlarını akıtmış olanların
parmaklıklar ardına haksız, hukuksuz olarak tutulmasının payı sizce yok mudur?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder