2 Kas 2011

'Din'le 'Kitap'tan…

Cumartesi, 29 Ekim 2011 06:13
Kur’an-ı Kerim “Alak Suresi” ile başlar. Klasik çeviriler, maalesef kitabın ilk suresinde ciddi hatalar yaparak, metnin doğru anlaşılmasını engelliyor. Hatta bu sure, uydurulmuş hadislerle gölgelendiğinden, asli manası görünmez kılınıyor...
Nasıl başlıyor Kur’an?
“İkra bismi Rabbikelleziy Halak,
Halakel insan emin Alak...”
Bu girizgâhın doğru çevirisi şu şekildedir;
“Topla-dağıt, Yaratıcı Efendi’nin ismiyle, (1)
Ki o insanı, ilgiden/alakadan yaratmıştır... (2)”
Ve devam ediyor:
“Topla-dağıt, senin efendin en cömert olanıdır (3)
Kalem ile öğreten de (4)
İnsana bilmediğini öğreten de (5)
Sakın öyle düşünme! İnsan muhakkak azar! (6)
Servet ve zenginliği, başkalarıyla alakayı kesmesine neden olduğunda (7)”
Esasında, “servet ve iktidar” eleştirisi ile biten bu pasajda 2 temel olguya işaret edilir:
Bilgi tekelciliği (ruhbanlık) Mal-mülk tekelciliği (kenz)
Bu 2 olgunun, yaratılış fıtratına aykırı olduğu yani insanlar arası alakayı kesme nedeni olduğu açık açık söylenir.
Toplumda bireyler arası yabancılaşma ya da başkalaşmanın kökleri de bu 2 temel üzerinde yükselir. Kapitalizmin 2S, 2Ş kuralı; insanın 4 prangasıdır:
Servet, siyaset, şehvet ve şöhret...
İşte bunlar, Kur’an deyimiyle tağuti simgelerdir. Tasavvufta kullanılan “eşek” deyimi de buna işaret eder. Eşek, yabancılaşmanın sonucudur. Lakin hayvanlar; kendilerini tam manası ile tanıyamadığından, yabancılaşmaya örnek teşkil edebilirler.
Kedilerin kuyruğunu kovalaması, kendisini tam manası ile tanıyamama noktasına örnek olabilir.
Ancak insan, kendisini, dolayısıyla toplumu tanır, tanımalıdır...
İşte bu tanıma, etkileşimi doğurur. Etkileşim, alakadır. Fıtri olan durumdur. Ahlak/yaratılış ilkesidir.
O halde, en büyük ahlaksızlık, yabancılaşmadır. Ve yabancılaşma noktasında en sağlam tespitlerden birini Mevlâna yapar:
“Yolunu kaybedersen eşeği takip et, ne yöne giderse zıttına git, doğru yol odur.”
Raina ve unzurna...
Bakara Suresi, 104. Ayet: “Ey iman edenler! ‘Raina’ demeyin, ‘unzurna’ deyin/‘Bizi davar gibi güt’ diye konuşmayın, ‘Bize bak’ diye konuşun ve dinleyin. Kafirler için korkunç bir azap vardır.”
Raiyeleşme (eşek sürüsü haline dönüşme), sosyo-psikolojik temelde; farklılıkların kabulü ile oluşur. Bu psikolojinin tabana yayılabilmesi için çok yol denenir. Mesela, Allah ile dikey ilişki kurulur. Allah ile dikey ilişki kurarsanız, halkla da dikey ilişki kurarsınız. Bu, sizin toplumsal sınıflara bakışınızı etkiler. Ancak Anadolu aydınlanmasının yansıttığı kamucu tutumu inşa eden görüş, Allah ile yatay ilişkidir. Çünkü o görüşe göre Allah, yarattığında tecelli eder. Ve insan, Rabb’in sıfatlarını yarattıklarında seyreder...
Bu ilişki biçimi, Şeyh Bedrettin, Pir Sultan üretir. Lakin öteki ilişki biçimi ise piskopos ve molla yaratır.
Allah’ın yüzü yoksullar...
İnsan Suresi, 9. Ayet: “Biz size yalnız ve yalnız Allah yüzü için yediriyoruz. Sizden bir karşılık da bir teşekkür de istemiyoruz.”
“İnnema nut’imukum livechillahi la nuriydu minkum cezaen ve la şukuren.”
Ayette geçen “livechillahi” ifadesi, sizlerin de bildiği “vech/surat” manasındadır. Muhtaçlar, yoksullar Allah’ın yüzüdür. Bu ilişki biçimi “dikey” değil, yataydır. İstiğna/ihtiyaçsızlık değil, alaka/ilgidir.
İşte, İslam’ın henüz ilk suresi; bu denklemi öngörmekte. Lakin, bu hakikatler mistik kelimeler ile örtülmüş durumda. İdareimaslahatçılık ya da farklılıklardan beslenen “dikey ilişki” madrabazlığının bütün oyununu bozan bir enginlik...
En cömert olan Allah’tır. Çünkü yeryüzündeki hiçbir nimet için “kredi kartı ya da senet” istememiştir. Ancak yeryüzünün “sahte tanrıları”, para baronları, kenzolar; rabb olduklarını iddia etmekteler.
Bize yediremezler...

Hiç yorum yok: