15 Ara 2008

MİLLİ REFLEKSLERİN YOK EDİLMESİNE KATKI


Can Dündar'ın belgeseli Atatürk'ün kişiliğine ve O'nun kişiliğinde var olmuş Türk milletine karşı girişilen en kapsamlı psikolojik saldırı örneğidir. Bu nedenle belgeselin yarattığı asıl tahribatın da bu psikolojik cepheden geleceğini görmemiz gerekiyor. Ama nasıl? Can Dündar'ın siyasi referansının tümüyle Şeriatçılar olduğunu görmüştük.
Can'ın psikoloji referansı ise Vamık Volkan adlı bir psikiyatrist.
Nitekim Can Dündar Hürriyet'ten Ayşe Arman'a verdiği röportajda Vamık Volkan'dan etkilendiğini itiraf ediyor. İtiraf ettiği etkilenmenin kaynağı bir kitap.Adı: "Ölümsüz Atatürk" Kitap 1984'te ABD'de "Immortal Atatürk" adıyla yayınlanıyor.


On yıl sonra Türkiye'de yayınlanıyor ve yasaklanıyor.Fakat 1998'de serbestçe satılmaya başlanıyor. Adından anlaşılabilecek bir kitap değil, çünkü kitap Atatürk'ün ölümsüzlüğünü vurgulamıyor. Kitabın temel tezi Atatürk'ün ne kadar sıradan bir insan olduğunu göstermek.Yani tıpkı Can gibi Atatürk'ün "insani" yanlarını vurgulamak.Ve onun "büyüklüğünü" böyle göstermek! Ancak psikiyatrist, Atatürk'ü sıradan bir hastası gibi incelemeye koyuluyor ve Atatürk'ün ne kadar sıradan bir ruh hastası olduğunu ispatlıyor!
Volkan'a göre Atatürk babasını küçük yaşta kaybedip ilk bunalıma giriyor. Ondan sonra annesi başka bir adamla evleniyor ve eve gelen bu adamla birlikte bunalım kökleşiyor. Bunun temelinde ise Mustafa'nın annesine olan "odipal bağlılığı" var! Aslında Can'ın belgeselindeki temel ve örtük mesaj da bu. Atatürk denilen adam sözde bizim atamız, yani bir anlamda hepimizin babası ama aslında onun babası yok! Nitekim Can'ın belgeselinde ikide bir Mustafa'dan "yetim" olarak söz ediliyor! Ve yine Mustafa'nın annesine darılması anlatılıyor belgeselde, çünkü Atatürk'ün anası, yani bizim o başörtülü gülümseyen fotoğrafından hatırladığımız Zübeyde Hanım, "eve başka bir erkek getiriyor"! Evet, belgeselde anlatılan dil aynen böyle, ortada Zübeyde Hanım'ın "yeniden evlenmesi"ne değil "eve yeni bir erkek getirmesi"ne vurgu var! Farkındaysanız tez Vamık Volkan'dan aktarılma olduğu gibi..
Peki Can buradan nereye varmaya çalışıyor? Atatürk'ün aslında çocukluğundan itibaren sorunlu biri olduğuna.
Nitekim belgesel boyunca Atatürk, mutsuz, yalnız, bunalımlı bir tip olarak çizilmiş. Ancak bunlar anlık ya da dönemsel melankoliklikler değil. Atatürk çocukluğundan ölümüne derin bir melankoli içinde gösteriliyor.
Atatürk'ün sürekli içki ve sigaraya olan düşkünlüğü de örtük başka bir mesajı veriyor: Mustafa sadece annesine karşı odipal bir bağlılık içinde değildir aynı zamanda oral bir kişiliğe sahiptir!
Şimdi bu iki kavrama bakalım. Birincisi Freud'un "odipus kompleksi" olarak bilinen ve çocuğun anneye olan bağlılığını cinsel bağlılıkla açıklayan teori.
İkincisi ise yine Freud'un çocukluk evrelerini ayırdığı ilk evre olan "oral evre", yani ağız bağlılığı. Mesela çocukların iki yaşına kadar anne memesine olan bağlılık dönemi. İşimiz elbette psikoloji tartışmasına girmek değil, Freud'un kavramlarını tartışmak da değil. Ama bu kavramlar Atatürk için neden kullanılıyor onu tartışmak. Her iki kavram da Vamık Volkan'ın kitabında Atatürk'ün kişiliği olarak konuluyor.
Şöyle ki:
Atatürk annesine olan aşkının yerine vatanı koyuyor. Nitekim "büyük validemiz" diye söz ettiği vatana olan aşkı aslında anasına olan aşkıdır!Yine ana memesine olan hasretini de rakı kadehi ve sigara ile gidermektedir!
Can, belgeselinde bunları çok açıktan dillendirmemiş ama anlaşılan o aşama için vakit henüz erken diye düşünmüş. Yine de Can, Vamık Volkan'dan esinlendiğini iddia ettiğine göre çok yakında o meselelere de geleceği kesin.
...
Aslında Can'ın geveleyip de söyleyemediği şeyin ne olduğunu az çok anlayabiliyoruz: Herhalde Mustafa'dan sonra sırada Zübeyde belgeseli var. O zaman tabularla mücadele eden Can Dündar'dan bir daha ki belgeselinde yine Şeriatçıların Zübeyde Hanım hakkındaki yalanlarını gerçekmiş gibi sunmasını bekleyebiliriz.
Şeriatçılar ne derler Atatürk için?
Veled-i zina!
Yani piç!
Vamık Volkan
En son Refah Partisi'nin bir milletvekili bu lafı etmiş sonra da yurtdışına kaçmıştı. Ama Can Dündar'ın belgeselinde faydalandığı Şeriatçıların temel tezidir bu. Onlar Atatürk'ün annesinin aslında bir fahişe olduğunu ve Selanik genelevinde çalıştığını yayarlar.Hatta uydurma bir de belge basar dururlar. Peki böyle bir gerçek var mıdır? Elbette bütünüyle uydurmadır ama insanları bir yalana inandırmak da mümkündür. Zaten Can'ın misyonu da budur.Belgesel boyunca Şeriatçı yalanları gerçekmiş ve hatta belgeymiş gibi sunmamış mıdır?

Kısacası uyanık olmak gerekmektedir ve bu belgesel türü saldırıların sonunun nerelere kadar gideceğini iyi öngörmek gerekir. Aslında mesele son derece basittir. Batılı emperyalistler yok etmek istedikleri uluslara saldırırken o ulusların önderlerinden başlarlar işe. Çünkü ulusal bütünlüğü sağlayan ulusal önderdir.
Bunu gayet iyi bilen emperyalistler bu noktada psikoloji bilimini de yardıma çağırırlar. İşte Vamık Volkan bu tür bir psikiyatristtir. Kendisi Kıbrıs Türküdür ama Amerika'nın hizmetindedir.
Çok uzun yıllardır ABD başkanlarının psikiyatri danışmanlığını yapmaktadır. CIA için çalışmaktadır.
Görevi ise aslında bilimsel bir çalışmadır.Vamık Volkan, ABD'nin bölmek, parçalamak ve yutmak istediği coğrafyalarda yaşayan uluslarla ilgilenir. O ulusların psikolojisini inceler.Ve "uluslar nasıl birbirini boğazlamaz"ın teorisini geliştirir. Yani görünürdeki amaç etnik kinleri, nefretleri incelemek, onları ortadan kaldırmaktır
Mesela Ermenilerle Türkler arasında ulusal bir düşmanlık mı var, orada Vamık girer devreye ve bu düşmanlığın kökenlerini inceler. Peki inceleme dediğimiz şey nedir? Burada izlenen yol ulusal ya da etnik düşmanlıkların ortadan kaldırılması değil, ABD'nin tehdit olarak gördüğü ulusların ulusal bilinçlerinin, tarihlerinin ve benliklerinin sorgulanması, aşındırılmasıdır. Kısacası milli duygunun yok edilmesidir etnik psikiyatrinin görevi.
....
İşte bizi ilgilendiren şey de budur.
Bir ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve refleksini nasıl yok edersiniz?
Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi vardır, o ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarsınız.
Yani o ulusun tarihini yeniden tartışırsınız.
Mesela Türkler kendilerini kahraman bir ulus olarak mı görüyorlar?
O zaman onlara ne kadar korkak bir ulus olduklarını göstermek gerekmektedir!
Ya da Türkler atalarını, yani Atatürk'ü çok mu yüceltiyorlar?
O zaman onlara Atatürk'ün ne kadar sıradan biri olduğunu gösterin.

Biz savaş meydanlarında kazandıklarımızı tartışma ve anlaşma masalarında kaybediyoruz.
Farkındaysanız son on yıldır tam da böylesi bir dönemden geçiyoruz. Sözde demokratlık, tartışma kültürü adına neyi tartışıyoruz ve bizden neyi kabul etmemiz isteniyor? Diyorlar ki siz soykırımcı bir milletsiniz!
Ermenilere soykırım uyguladınız. Biz diyoruz ki hayır uygulamadık! O zaman uyanık emperyalist diyor ki: Tamam madem uygulamadınız, bunu hemen reddetmeyin, tartışalım, öyle bir sonuca varalım. Size mantıklı geliyor, nasılsa biz suçsuzuz, tartışmadan galip ayrılırız diyorsunuz. Ama tartışma masası kurulduğunda hiç de ortada eşit bir tartışma şansı olmadığını görüyorsunuz. Bir bakıyorsunuz, tüm televizyonlar, gazeteler, aydınlar sizin Ermenileri katlettiğinizi yaymaya başlıyor. Kanıtları var mı? Elbette yok! Ama yalan bir kez yayıldı mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı çok oldu mu, gerçeğin sesi çıkmaz oluyor. Hayır diyorsunuz, gerçekleri bir de biz anlatalım. Ama anlatamıyorsunuz, çünkü tüm propaganda kanalları size kapatılmış. İşte o zaman anlıyorsunuz tartışmaya açmak denilen tuzağı. Çünkü bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetleri yüksek insanlar bile "acaba" demeye başlıyor! Acaba gerçekten Ermenileri biz mi katlettik? Yani ulusal benlikte ilk kırılma yaşanıyor...


....
Psikolojik harbin etkisi çok büyük bir hızla bu şekilde yayılıyor. Sonra sıra Kürtlere geliyor! Sizden tartışmanızı istiyorlar. Tartışma başlıyor ve yine kaybediyorsunuz...


Bir düşünelim son dönemde neleri tartışmaya açtırdık ve neredeyiz. Bugün Misak-ı Milli'yi pek önemsemiyoruz.
Kırmızı çizgileri umursamıyoruz. Türk dilinin önemi kalmamış.
Bu ülkede federasyon da olabilir. Ermenilerden özür dileyebiliriz.
Kürtlere biraz toprak verebiliriz..Kısacası ulusal varlığımıza ait hayati her alanda ve konuda kaybetmiş durumdayız.
...
Peki sıra neye geldi?
Sıra Atatürk'e geldi. Çünkü önemli olan ulusal önderi yok etmektir. O halde tüm önderlere yapılanı Atatürk'e de yapalım. O'nun ne kadar zalim bir diktatör olduğunu tartışalım. O'nun aslında zaafları olduğunu tartışalım. Hatta O'nun anasını bile tartışalım. Evet, emperyalistlerin gündeminde bu vardır.
Tartışın diyorlar biz sizin atanızın anasını tartışmak istiyoruz! Sonra? Sonra da sıra sizin ananıza gelecek!
Hepinizinkine gelecek!
....
Ondan sonra Can Dündar çıkıyor ağlamaklı, diyor ki tamam tartışın benim belgeselimi ama biraz insaflı olun, önce izleyin sonra eleştirin! Acıyacaksınız neredeyse adama.
Sonra dört bir koldan saldırıyorlar; korkacak ne var ki, izleyin önce, inanmazsanız inanmazsınız! İsterseniz eleştirin!
Mondros Antlaşması
İşte asıl psikolojik harp cephesi de burada kuruluyor! Yıllar öncesine gidiyorsunuz... Mondros imzalanmış.
Sonra düşman askerleri İstanbul'a çıkartma yapmaya başlıyor. Milyonlarca Türk sadece izliyor! Demek ki önemli olan ilk adım, işgali izlettirebilmekmiş! Ama aynı zamanda bir de masa! Tartışacaksınız. Tartışma masasında bizim sadrazam emperyalistlere yalvarıyor, biraz acıyın diye. Peki izleyerek, tartışarak nereye varabilirsiniz? Emperyalistler aslında şu anda beyinlerimize ve yüreklerimize yüzyılın çıkartmasını yapıyor. Mehmet Akif, Çanakkale için ne diyordu "Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya." Ya şu Can'ın belgeseli? Sizce daha büyük bir çıkartma değil mi?
Çıkartma sürerken iki tavır var alınacak. Biri İstanbul'da işgalcileri karşılayan ve onlardan tokat yiyen bir Osmanlı paşası olabilirsiniz. Ya da Dolmabahçe'den çıkartmayı izleyen bir padişah. Belki de evinin perdesini kapatan sıradan ve suskun bir Türk...
Ama aslında hepsi aynı kapıya ve aynı kişiliğe çıkar. İzlersiniz!Her şeyi! Ya da ilk kurşunu atan Hasan Tahsin olursunuz.Hasan Tahsin'e kadar bu ülkede düşmana hiç kurşun atılmadığını bilmek ne kadar utanç verici aslında!

Peki Hasan Tahsin'i ne kadar tanıyoruz? Hasan Tahsin'i Hasan Tahsin yapan nedir? "İlk kurşun"dan önce de kurşun atmıştır Hasan Tahsin. Tarihin garip cilvesi Hasan Tahsin Avrupa'dadır ve bir filme gider.Filmde Türkler aşağılanmaktadır. Hasan Tahsin bu filmi izlemez. "Önce izleyeyim sonra eleştireyim" demez.
Ya ne der?
Türk'e küfredenin canına okurum der! Ve çıkarır silahını ateş eder beyaz perdeye! Film orada biter!
...
Hasan Tahsin'in insani ve sıradan yanıdır bu. Hiçbir insan kendisine, anasına, babasına, atasına, milletine, bayrağına küfür ettirmez. En basit insan gerçeğidir. İlkokulda bir çocuğun anasına küfretmeye kalkarsanız, sizinle anasının durumunu tartışmaz, bunun cevabı suratınıza yiyeceğiniz yumruktur.
Neden?
Çünkü çocuğun en insani ve sıradan yanıdır bu! İşte Can'ın insani denilen belgeselinin bam teli de burası.
Diyor ki Can ben sizin atanıza küfredeceğim ve siz de izleyeceksiniz! Medeni bir şekilde izleyeceksiniz!
Çıtınız çıkmayacak.Sinemaya girecek ve orada size gösterilen yerde oturacak ve izleyeceksiniz. Çıtınız çıkmasın, sinemadasınız! Çıkınca fikrinizi söyleyin. Peki çıkınca eleştirirseniz? O zaman Can'ın medyası başlar bağırmaya: Linç ediyorsunuz Can'ı. Peki Can'ın canı can da Atatürk'ünki patlıcan mı? Can'ın medyası onu savunacak da Atatürk'ün medyası atasını savunmayacak mı?Henüz büyümemiş bir çocuk çıkıp da oyunu bozmayacak mı?
....
Psikoloji bilimi ne diyor peki bu konuda? Başka bir psikiyatristimiz insani boyuta açıklık getiriyor. Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat diyor ki, ulusal refleks aslında şartlı reflekstir. Yani öğrenilmiş reflekslerdir. Mesela Atatürk'ü sevmek, bayrağı sevmek, İstiklal Marşı'nda duygulanmak, şartlı reflekslerdir ve bunlar tartışma konusu değildir.
Çocukluktan öğrenilir ve ölene kadar da korunur. Ama bazı haller vardır ki o şartlı refleksleri kaybedersiniz.
İşte Can'ın belgeseli tam da bu iş için yapılmış. Pavlov, deneyini köpeklerle yapıyordu. Can bizimle. Diyor ki sinema zili çalınca içeri girecek ve izleyeceksiniz. Ağır gelebilir size ama kendinizi tutun.
Peki sonra?
Ondan sonra alışacaksınız. Şartlı refleksinizi, yani atanıza sahip çıkma refleksinizi yavaş yavaş yitireceksiniz.
Önce Can bir belgesel yapacak; tartışacaksınız. Sonra bir başkasını izleyeceksiniz. Sonra açıktan Atatürk'e küfür ettiklerinde, büstlerini yıktıklarında, bayrağınızı yaktıklarında yine izleyeceksiniz. Çünkü yavaş yavaş şartlı refleksinizi kaybediyorsunuz.
...
Ama kimi aklıevvel uyanıklar, hem de kendilerine Atatürkçü diyenler, başka telden çalıyor. Bunlar diyor ki; dediğiniz doğru ama biz Pavlov'un köpekleri değiliz.Yani bilincimiz refleksimizden önce gelir. Vay be diyorsunuz, ne bilinçli insanlar...
Peki bu bilinçli insanlarımız ne diyor? Halk izlemesin ama ben izleyeceğim! Neden? Eleştirmek için!
Peki belgeselin ne olduğunu bilmiyor musun?Can Dündar'ın ne olduğunu bilmiyor musun?
Biliyorum ama olsun, ben izleyeceğim. İyi diyorsunuz izle. Sonra çıkıyor filmden ve diyor ki, ben izledim kimse bu filme gitmesin? Neden peki? Zararlı olabilir!

Aslında Atatürkçümüz kendisini üstün bir insan olarak görmektedir. Sıradan insanlar etkilenebilir zararlı filmden ama kendisi etkilenmez! Bu değişik bir türdür. Pavlov'un köpekleri vardı, Can'ın koyunları. Can zili çalıyor ve sözde Atatürkçü, entel tayfa filme giriveriyor! Can deney yapıyor! Koyunumuzun temel derdi aslında sürüden ayrılmak!
Ama Ata'nın sürüsünden ayrılırken Fethullah'ın sürüsüne katıldığının farkında değil. Kendince üstün bir uğraş içinde. Bilimlerin şüpheyle geliştiğini düşünüyor. Bu şüphenin kendisini bilimsel bir doğruya götüreceğine inanıyor. Deneyi yapanın kendisi olduğunu sanıyor ama aslında deneyin kendisi üzerinde yapıldığından habersiz bir koyun. Bilimsel bir şüphe değil, düpedüz merak onunki. Ama insanın başına ne gelirse ya meraktan gelirmiş ya meraktan derler. Bizim koyunumuzunki o hesap.
Karşısındaki Can duygusal çocuk değil, aslında bir kasap! Koyun can derdinde ama Can et derdinde! Her bir koyundan 10 YTL geldi miydi deney tamamdır.Atatürkçülere her şeyi izletebilirsiniz. Üstüne bir de paralarını alırsınız. Bizimki filme girer çıkar, ama hâlâ farkında değildir yapılan deneyin. Can canlığını yaptığı sürece koyun bulacaktır karşısında. Mesela Atatürk hakkında bir porno film çekse yine gider bizim koyunlar meraktan! Deseniz insaf ne olduğu belli işte, bu film porno. Derler ki olsun ben gidip pozisyonları eleştireceğim. Bizimkilerin Mustafa merakı o hesap... Ama hayatta tek bir pozisyon var şu an. Ya Can'ın müşterisi olursunuz ya da Can'ın müşterisi olmazsınız.
Mail kutuma düşen bir yazı.

Hiç yorum yok: