12 Kas 2011

KURTULUŞ SAVAŞI’NDA HAKKÂRİ-ŞIRNAK KÜRTLERİ

 Pazar, 06 Kasım 2011 07:22
Bu yazının konusu, Eylül 1924 tarihinde gerçekleşen Nasturi isyanına karşı yapılan tedip harekâtına, Türk Ordusu ile beraber Şırnak ve Hakkâri Kürt aşiretlerinin bir bütün olarak katılmasıdır. “Kurtuluş Savaşı’nda Hakkâri ve Şırnak Kürtleri” dedik çünkü harekât; 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması’nın sonuca bağlamadığı Musul meselesini, Türkiye lehine çözme çabalarının doğrudan bir sonucu olarak yapılmıştır. Harekât sırasında da Türkiye ve İngiltere karşı karşıya gelmiştir. İngiliz uçaklarının Ordu’nun ikmal kollarını bombalaması sonucu çok sayıda askerimiz şehit olmuştur. Bütün bunlar 1924 yılında yapılan Nasturi Harekâtı’nın, Kurtuluş Savaşımızın doğrudan bir uzantısı olduğunu göstermektedir. Genelkurmay’ın da, Nasturi Harekâtını o zaman, Kurtuluş Savaşımızın bir parçası olarak gördüğünün kanıtı; yerli halktan yararlılığı görülen kişilere “İstiklal madalyası” verilmesini kararlaştırmasıdır.
Kürtlerin kurtuluş mücadelesi
Kürtler Kurtuluş Savaşı’na katıldı mı? Türkler ile Kürtlerin birlikte Kurtuluş Savaşı’nı verdikleri, Cumhuriyeti birlikte kurdukları; Türk olsun, Kürt olsun; “ortak vatan”dan, “ortak gelecek”ten, “bir millet” olmaktan bahseden herkesin; görüşlerini savunurken dayandıkları en önemli gerekçelerden biridir.
Bu “gerekçe” gerçekten de önemlidir. Kurtuluş Savaşımız çağ başlatan bir olaydır. “Sosyalist Devrimler ve Ulusal Kurtuluş Savaşları Çağı”nın Ekim Devrimi ile birlikte açılmasını sağlamıştır. Dünya çapında etkileri olmuştur.
Keza Cumhuriyet Devrimimiz de ezilen bir dünya ülkesinde 20. yüzyılda başarılmış en önemli devrimler arasındadır. Böylesine önemli iki eylemi beraberce yapmış olmak, başlı başına önemli bir zeminin varolduğunu göstermeye yeterlidir.
Gerçek böyle olduğu içindir ki Türk ile Kürt arasına kama sokmak isteyenler, her şeyden önce iki halkın yakın geçmişindeki bu büyük ortak devrimci eyleme saldırmışlardır. Son yıllarda özellikle propagandası yapılan fikir; “Kürtlerin Kurtuluş Savaşı’na katılmadığı, Cumhuriyet’e karşı oldukları”; dolayısı ile Türkiye Cumhuriyeti ile bir ilgilerinin olmadığı tezidir. Burada amaç, Türkler ile Kürtlerin yollarına bir millet olarak devam edebilmelerinin, ortak bir gelecek yaratmalarının söz konusu olmadığını göstermektir.
Ülkemiz üzerindeki emperyalist senaryolarda olmazsa olmazlardan olan Türklerle Kürtler arasındaki etnik çatışma; ancak ve ancak ortak bir geleceği olmayan topluluklar söz konusu olduğu zaman mümkün olabilir.
Doğudan da çok şehit var
İddia sahiplerinin; tezlerini kanıtlamak için tarihi olgulara müracaat etmek diye bir dertleri yok. Onlar son 28 yıldır PKK eylemleri sonucu verilen binlerce şehidin yarattığı hassasiyeti, “Kürt düşmanlığı”na dönüştürmek derdindeler. Emirlerine girdikleri emperyalizmin ve kaderini emperyalizmle birleştirmiş olan çevrelerin, kendilerine vermiş olduğu görevi ancak bu şekilde yerine getirebilirler.
Oysa normal olarak, 1920’lerin koşullarında, doğu ve güneydoğu illerinden olan yurttaşların en az olduğu batı cephesinde bile bütün şehitliklerde (Çanakkale, Sakarya, Kocatepe, Dumlupınar) Türkiye’nin bütün illerinden ve elbette doğu ve güneydoğudan da şehitlerimiz vardır.
Öte yandan bilindiği üzere Kurtuluş Savaşı sadece batı cephesinde değil, doğu ve güney cephelerinde de verildi. Ve Birinci Dünya Savaşı’nın bizim açımızdan daha en başından bir Kurtuluş Savaşı olduğunu düşünürsek -Bağımsızlık savaşının başlangıç tarihi 1915 yılıdır- doğu cephesinde Çarlık Rusya’sına ve Ermenilere, Güney cephesinde İngilizlere ve Fransızlara karşı yapılan savaşlar göz önüne alındığı zaman, doğu illerimizin Kurtuluş Savaşı’nda verdiği şehitlerin batı illerinden daha az olmadığı görülecektir.
Türkler-Kürtler aynı cephede
Antep, Maraş, Urfa cephesinde Türkler ve Kürtler birlikte savaştılar. Antep savunmasının kahramanlık destanı olan Karayılan türküsünde nakarat sözleri bu birlikteliği tarihe maletmiştir. “Vurun Kürt uşağı namus günüdür.”
Doğu cephesinde ise 1915 yılındaki Sarıkamış faciasından başlayarak her aşamada Türkler ve Kürtler omuz omuza savaşmıştır. 1917 yılına kadar süren savaşın ilk evresinde yerel Ermeni güçleri ile birlikte hareket eden Çarlık ordusu, batıda Sivas, Dersim ve Trabzon hattına dayanmış, Güney’de ise Van ile Bitlis’i almış ve bu şehirlerin ötesine geçmiştir. Van’ın güneyinde Rus işgal birlikleri Hakkari’ye de geçmiş ve Revandüz’e kadar ilerlemiştir. Bahsedilen işgal bölgesi dahilinde kalan doğu anadolu halkının çoğunluğu Kürt olduğu için, özellikle Ermeni birliklerinin yaptığı katliamlardan en çok zarar görenler Kürtler olmuştur.
Savaşta verilen kayıplar dışında sivil halktan Kürt yurttaşlarımızın kayıpları yüzbinlerle ifade edilmektedir. Nuri Dersimi, Kinyas Kartal, Bedirhanilerden Kamil Bey ve Süleymaniyeli Kürt yazar Muhammed Emin Zeki, Birinci Dünya Savaşındaki Kürt kayıpları konusunda ayrıntılı bilgi vermektedir. (Bkz. Mehmet Perinçek, Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları) Muhammed Emin Zeki, Ermenilerin öldürdüğü sivil halktan Kürtlerin sayısını 500 bin olarak yazmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Çarlık Rusya’sının Şam Konsolosu olarak görev yapan, savaş sırasında ise, özel olarak Kürtlerle ilişki konusunda görevlendirilen Boris Şahovski, Rusya’nın devlet olarak Ermenilerle ilişkiye öncelik vermesi ve Ermenilerin Kürtlere yönelik katliamcı politikalarından dolayı Kürtleri kaybettiklerini ve bu yanlış politikanın sonucunda, Kürtlerin Türklerle birlikte hareket ettiğini yazar.
Türklerle birlikte...
Güney cephesinde olduğu gibi doğu cephesinde de Türkler ile Kürtler doğal müttefik olmuşlardır. Kürtlerin yaşadığı illerin önemli bir kısmının, emperyalist devletler arasında daha savaş öncesinde varılan mutabakat gereği Ermenilere bırakılmış olması, bu doğal ittifakın maddi zemini olmuştur. Nitekim, 1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşmasına göre belirlenen Ermenistan ve Kürdistan sınırları, bunun kanıtıdır.
Kurtuluş Savaşı’nın, ilk başarısını doğu cephesinde elde etmesi; birinci olarak Rusya’da gerçekleşen ekim devriminin yarattığı elverişli ortam, ikinci olarak Türkler ile Kürtler arasındaki kader birliğinin sonucu olan beraberlikle mümkün olmuştur.
Kurtuluş Savaşı sırasında, İstanbul hükümetinin ve Halifenin; Kuvay-i Milliye’ye karşı halkı isyana teşvik çağrılarının sonucunda batıda tam 23 isyan meydana gelirken, doğuda sadece Koçgiri isyanının olması, Kürtlerin Kurtuluş Savaşı’nda Türklerle birlikte hareket ettiğinin en büyük kanıtıdır.
Irak Kürtleri, İngiltere ile değil, Ankara ile birlikte hareket etmek istiyorlardı.
Şeyh Mahmut Berzenci’nin arayışı, İngilizlere karşı mücadelesi; bu gerçeğin en büyük kanıtıdır...
İngiltere, Türkiye’nin bırakın Musul halkının desteğini, kendi sınırları içindeki Kürtlerin bile desteğine sahip olmadığını kanıtlamaya çalışmıştır
Kurtuluş Savaşı’nda Hakkâri ve Şırnak Kürtleri” yazı dizimiz  “Irak Cephesi”yle devam ediyor.  Irak cephesinde Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı günlerde, Musul hâlâ Osmanlı kuvvetlerinin elinde bulunuyordu. Musul’daki ordu komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa, İngiliz kuvvetlerinin şehri boşaltması ültimatomuna boyun eğdi. Kendisinin sağ salim Nusaybin’e geri çekilmesinin sağlanması karşılığında şehri ve elbette vilayeti İngilizlere teslim etti.
Aynı dönemde Süleymaniye’de Şeyh Mahmut Berzenci, İngiliz işgalini kabul etmedi ve işgalcilere karşı savaştı. Şeyh Mahmut Berzenci daha sonra İngilizler tarafından yakalanarak Basra’ya götürüldü ve hapsedildi.
Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nın zafere ulaşmasından sonra İngiltere açısından yeni bir durum ortaya çıktı. Elbette İngiltere Anadolu’ya ilişkin emellerinden hiçbir zaman vazgeçmedi. Ama ileri sürdüğü Yunan kuvvetlerinin yenilgisinden sonra, Irak’taki mevzileri, özellikle petrol rezervlerinin olduğu Musul vilayetini elde tutmak daha önem kazanmıştı.
Etkili Kürt arayışı
Musul vilayetini, Nasturi azınlığa dayanarak elde tutmak mümkün değildi. Çünkü Nasturiler bölge nüfusunun küçük bir kısmını oluşturuyordu, Kürtler ise büyük çoğunluğunu.
Bu aşamadan sonra İngiliz emperyalizminin bölgeye ilişkin politikasında öncelikler değişti. Irak’ın kuzeyinde bulunan Kürtlere muhtariyet, hatta gerekirse ayrı bir devlet statüsü (Sovyet belgelerinde, İngiltere’nin Kürtler için düşündüğü bu devlet, “tampon devlet” diye geçmektedir) vermek,  bu “devleti” Türkiye ve İran Kürtlerini kazanmak için bir sıçrama tahtası olarak kullanmak İngiliz politikasının esası oldu. İngiltere o zaman, bu politikayı uygulayarak, Musul petrollerini elde etmenin ötesinde bir başarı elde edemedi. Ama tam 70 yıl sonra 1991’de Birinci Körfez Savaşı’nın ardından ABD bölgeye yerleşti ve İngiltere’nin 1920’lerdki politikasını neredeyse bire bir hayata geçirmek için çalışmaya başladı. Önce Irak’ın kuzeyinde fiili bir “Kürt devleti” kurdu. Sonra bu devletin Türkiye, İran ve Suriye’ye doğru genişletilmesi programını uygulamaya başladı.
-1920’lerde Suriye, Fransa’nın elinde olduğu için projeye dahil değildi. Bugün bağımsız Suriye var ve onun için hedefte- 20 yıldır bu program uygulanıyor ve en azından Türkiye’ye ilişkin hedeflere varma noktasında epey bir mesafe alındığı da bir gerçek.
İngiltere, yeni politikasını, ancak kendisi ile işbirliği yapmayı kabul edecek etkili Kürt liderlerin olması durumunda uygulayabilirdi. Basra’da hapis tutulan Şeyh Mahmut ile konuşuldu ve şeyh 1922 yılında “Kürdistan Meliki” sıfatıyla Süleymaniye’ye gönderildi.
Ama Şeyh Mahmut Berzenci İngiltere ile işbirliği yapmak yanlısı değildi. Süleymaniye’ye döndükten bir müddet sonra İngilizlere yeniden baş kaldırdı. Şehri terk ederek dağlara çekildi ve bu arada Ankara’daki Kemalist Hükümet ile temasa geçerek destek istedi. Irak Kürtleri İngiltere ile değil, Ankara ile birlikte hareket etmek istiyorlardı. Şeyh Mahmut Berzenci’nin arayışı, İngilizlere karşı mücadelesi; bu gerçeğin en büyük kanıtıdır.
Lozan Antlaşması ve Musul
Bu arada 1920 yılında Ankara’da toplanan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Musul ve Süleymaniye’nin; milletvekillerini seçerek göndermiş olduğunu da belirtelim.
Lozan barış görüşmeleri sırasında en büyük tartışmalar, Musul sorunu, borçlar ve Boğazlar konusunda cereyan etmiştir. Bilindiği üzere bu üç konuda da nihai bir anlaşmaya varılmamıştır. Bu konuların ileriki yıllarda ele alınıp çözülmesi kaydıyla antlaşma imzalanmıştır.
Bu konular içinde en acil olan Musul konusudur. Türkiye-Irak sınırının nereden geçeceği konusunu halletme işi Milletler Cemiyeti’ne havale edilmiş, cemiyetten bir heyetin bölgeye giderek inceleme yapması ve gerekirse bir “plebisit” (halk oylaması) ile Musul vilayetinin kaderinin belirlenmesi kararlaştırılmıştır. Dolayısı ile 1923 ve 1924 yılları boyunca Türkiye’nin ve İngiltere’nin bölgeye ilişkin politikaları, sonuç olarak; Musul vilayeti halkının, diğer ülkeyi istemediği iddiasını kanıtlama esasına oturmuştur. İngiltere bir yandan Musul vilayetindeki Kürtler ve diğer etnik topluluklardan halkın Türkiye’yi istemediğini kanıtlamaya çalışırken; öbür yandan Türkiye sınırları içinde bulunan Nasturileri ve Batıcı Kürt feodallerini kışkırtarak; Türkiye’nin bırakın Musul halkının desteğini, kendi sınırları içindeki Kürtlerin bile desteğine sahip olmadığını kanıtlamaya çalışmıştır. İngiltere bu amacı doğrultusunda öncelikle Hakkâri Nasturilerini Türkiye’ye karşı ayaklandırmaya çalışmıştır.
Öncelikli mesele sınır
Genelkurmay Başkanlığı, 7. Kolordu Komutanlığı’nın 31 Ağustos 1924 tarihinde, İngilizlerin Nasturilere yönelik kışkırtmaları ve olası doğrudan müdahalelerini bildiren raporuna, Türkiye’nin görüşü olarak şu politikanın izlenmesinin doğru olacağını, cevabi olarak bildirmektedir:
Genelkurmay, öncelikli meselenin; halihazırdaki sınırın nereden geçeceği konusunda İngiltere ile olan anlaşmazlığın Türkiye lehine çözümüne dikkat çekmektedir. İngiltere Şemdinan, Çölemerik (Hakkâri) ve Beytüşşebap “güneyi yakınından” geçecek bir hattın güneyinin Irak’a bırakılmasını istemektedir. Anılan bölgede Nasturiler yerleşik bulunmaktadır. Buna karşılık Türkiye’nin isteği ise, “halen itibari sınır kabul edilen Hakkâri ili güney hududuna kadar” Türk ordusu ile yerleşmektir. Genelkurmay Musul meselesinin görüşüleceği 20 gün sonrasına kadar (20 Eylül 1924) bu sorunun çözülmesini istemektedir. Bunun için de derhal harekete geçilmesi gerekmektedir ve emirde, “Fazla miktarda aşiretin yararlı bir şekilde harekâta katılmasının sağlanması önemlidir” denilmektedir. (s. 77-78)

İngilizlere baş kaldırdı

Mustafa Kemal, Büyük Taarruz’a hazırlandığı 1922 bahar aylarında, Antep savunmasının ünlü milis komutanlarından Yarbay Özdemir Bey’i, Musul cephesindeki mücadeleyi yürütmek üzere Revanduz’a gönderdi. Özdemir Bey, 1922 yazında Revanduz ve çevresindeki Kürt aşiretleri ile birleşerek İngilizlere karşı son derece başarılı bir mücadele verdi. Revanduz’un yanı sıra Köysancak ve Ranya, Kuvayi Milliye güçlerinin eline geçti.


Özdemir Bey, 29 Eylül 1922 tarihinde Yüzbaşı Fevzi Bey başkanlığında bir heyeti, görüşmeler yapmak üzere Süleymaniye’de Şeyh Mahmut Berzenci’ye gönderdi. Şeyh’in cevabını ise 3 Kasım 1922 tarihli şifreli telgrafla Şark ve Elcezire Cephe komutanlarına, ehemmiyetine binaen harfiyen notuyla bildirildi. Söz konusu telgrafta, önce Yüzbaşı Fevzi’nin Kuvayi Milliye’nin Musul’un kurtarılmasına yönelik planları konusunda Şeyh Mahmut’a verdiği bilgi anlatılmaktadır. Sonra Şeyh Mahmut Berzenci’nin görüşleri, bizzat onun ağzından şöyle ifade edilmiştir:
Ben bir Müslüman’ım, Hükümeti Osmaniye’nin hadimi ve bendesiyim. İngilizlerden görmüş olduğum zulüm ve hakareti hiçbir zaman da unutmak imkansızdır.
1919 yılında İngilizlere karşı savaştığı zaman bütün aşiretlerin kendisini yalnız bıraktığından yakınan Şeyh Mahmut, bu sefer baş kaldırdığında Ankara Hükümeti’nin kendisine ne ölçüde destek vereceğinden emin olmak ister. Şöyle demektedir Şeyh Mahmut Berzenci:
İngilizler bana Kerkük’ü, Erbil’i, Akre’yi; velhasıl Musul vilayetinin kendi işgalleri altında olan her noktasını teslim etmeyi ısrarla teklif ediyorlar ve diyorlar ki: ‘Türkler de kendi işgalleri altındaki Revanduz’i size teslim etsinler.’ Şu tekliflerinin ve istiklal vaatlerinin kamilen hizip, riya, sırf İslam arasına fesat ve nifak sokarak kendilerine ait tek bir neferi bile feda etmek istemediklerinden Kürtlerle Türkler arasında bir muharebe açmak ve iki tarafı birbirine kırdırmak ve bu yüzden kendi menfaatlerini temin etmek istiyorlar. Ben bu tekliflerini türlü türlü hilelerle geçiştiriyorum ve Hükümeti Seniye’den (Ankara, TBMM Hükümeti) ciddi bir talimat almak üzere vakit kazanmak istiyorum.
En zor koşullarda bile Türklerle


İngiliz emperyalizminin vaatlerini elinin tersiyle itmek ve Türklerle en zor koşullarda bile birlikte olmak iradesini ortaya koymak. İşte İngiliz işgali altında bile Şeyh Berzenci’nin almış olduğu bu tavır, Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlerin tavrının ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Mahmut Berzenci, aynı görüşmede daha sonra ne yapması gerektiği konusunda çeşitli alternatifler olduğunu söyler. Şark ve Elcezire Cephesi Komutanlıklarına gönderilen telgraftan okuyoruz:


1. Eğer Süleymaniye, Kerkük kasabaları ile Cebeli Hamrin hududunu muhafaza ve intizamı temin edebilecek muntazam bir hükümet kuvvetiniz mevcut ise hemen süratle Süleymaniye üzerine yürüyünüz. Derhal Süleymaniye’deki Nemrut Mustafa ve hempasının kollarını bağlar, Cebeli Hamrin’e kadar olan bütün araziyi işgal eder ve size teslim ederim.
2. Bu kuvvetiniz yoksa isterseniz sadakatimi ispat etmek üzere bu gece eşyalarımı yükler, ailemi alır, Hükümeti Seniye’nin göstereceği bir memlekete giderim.
3. Bu hareketimden bir fayda memul değilse, hükümet bana firar sureti ile top ve zabitan ve bolca mühimmat verirse, ben de kuvvetli olduğumu her vechile bir iş yapabileceğimi takdim ve tahmin edersem, muntazam askere dahi hacet görmeden kendi kendime bu hareketi yaparak Hududu Milli’yi istirdat eder, oralarda Hilali Osmaniye tetviç eder ve kıtaatı assumle gayret eylerim. Eğer sırf aşayire (aşiretlere) istinaden bu hareketler yapılacak olursa büyük hacalet ve felaketlere sebebiyet verilir. Gayei hükümetler, menafi İslamiye heder olur gider.
4. Talep ettiğim kuvveti hükümet ve miktarı kafi mühimmatınız mevcut değilse, eğer münasip görürseniz, bir taraftan mevcut gayri kafi kuvvetinizi muvakkaten (geçici olarak) daha gerilere çekip arkadan süratle takviye kıtaatı ile miktarı kafi cephane celp ediniz. Ben de aynı zamanda İngilizlerle zahiren (görünüşte) ve siyaseten birlikte çalışmış olayım, mümkün olursa kendilerinden top, tayyare ve mühimmat alayım. Hükümet kuvveti, hareket eder etmez bu mühimmat ve silahları hemen kendi aleyhlerinde istimal edeyim. (Murat Güztoklusu, Musul Özdemir Harektı, Pozitif Yayınları, 2008, s. 149, 151, 152, 153)
Görüldüğü üzere Şeyh Mahmut Berzenci’nin her durumu göz önüne alarak önerdiği 4 hareket önerisi vardır. Her öneride değişmeyen tek şey, Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nın başarısı ve Musul vilayeti olarak İngilizleri yenip Türkiye ile birleşmektir.

Ayaklanma ve bastırma

Şırnak-Hakkâri bölgesinde bulunun Kürt aşiretlerinin tamamı Nasturilere karşı ordunun yanında yer almıştır. Aslında burada İngilizlere karşı demek daha doğru olacaktır. Çünkü herkes ve en başta Kürt aşiretleri karşıdaki esas gücün İngilizler olduğunu bilmektedir

Nasturilere yönelik tedip harektı kararı alındıktan sonra hızla hazırlıklara girişilmiş, askeri birlikler ve aşiret kuvvetleri belirlenen yerlerde toplanmış 19 Eylül günü başlayan harekt 10 gün gibi kısa bir süre içinde hedefine ulaşmıştır.
7 Ağustos 1924’de Çal bölgesi aşiretlerinin durumunu yerinde görmek isteyen Hakkri Valisi Halil Rıfat Bey ve yanındakiler Hangediği mevkiinde Nasturiler tarafından pusuya düşürülür. Çatışmada 1 binbaşı ile 3 er şehit edilir.
Lozan Antlaşması yeni imzalanmıştır ve Musul meselesi 1 yıl içinde çözülmek üzere bırakılmıştır. İngilizlerin Hakkri üzerinde bulunan Nasturileri ayaklandıracağı bilgileri gelmektedir. Hatta Genelkurmay’a gelen bilgilerde Nasturilerin gerçekte isyan etmek istemedikleri ama İngilizler tarafından kışkırtıldıkları, Türk Ordusu’nun harekete geçmesi durumunda birkaç gün dayanabilirlerse güneyden yardım geleceği vaadinde bulunduğu anlaşılmaktadır. (Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, s: 96-97)
Dahası bırakın Türkiye sınırları içinde kalan Nasturileri, Genelkurmay raporlarına göre Irak’ta kalan Nasturiler de İngiliz işgalinden rahatsızdır. Harekât bittikten sonra yazılan raporlarda; Güney Nasturilerinin durumuna değinilmekte; “Savaş yıllarının yol açtığı sıkıntılar ve İngilizlerin kötü yönetiminden dolayı Türkiye ile birlikte hareket etmek istiyorlar” denilmektedir.
Harekât öncesi durum
“Tedibi düşünülen” Nasturilerin bulunduğu bölgenin sınırları raporlarda şöyle ifade edilmektedir: “Kuzeyi, Beytüşşebap güneyi ile Hakkâri güneyi arasında uzanan hat
“Doğusu, Oramar ve Çal’ın batı sınırı,
“Güneyi, Umadiye güneyi,
“ Batısı, Gılıgoyan aşiretleri ve Merinar Dağı ile sınırlı, geçilmesi güç olan bölgedir.”
Bu bölgede yaklaşık 1000 kişi kadar olan Nasturi kuvvetini bastırmak için yeteri kadar askeri yığınak yapılmasının yanı sıra, Genelkurmayın ve hükümetin üzerinde ısrarla durduğu nokta, Kürt aşiretlerinin harekâta katılmasının sağlanmasıdır. Hükümet 14 Ağustos 1924 günü toplanmış “Aşiretlerden ve Sımko’dan (İranlı, Şikaki aşireti reisi İsmail Ağa) faydalanmak için Genelkurmay’ca ileri sürülen tedbirlerin” uygun görüldüğünü bildirmiştir.
Önemli bir nokta ise şudur: Hükümet, Nasturi isyanını tedip hazırlıklarını yürütürken bölge halkı içinde, hedefin “Musul’u geri almak” olduğunu propaganda etmiştir. Bölge halkının İngiliz işgaline duyduğu tepkiyi bu şekilde değerlendirmeye çalışmıştır. Öte yandan Genelkurmay; Nasturi isyanının bastırılması ve hedeflenen bölgeyi, Musul görüşmeleri açısından “sorunsuz” hale getirme çalışmalarını yaparken en azından şimdilik “statüko sınırını” aşmak niyetinde değildir. Ama harekât sırasında eğer İngilizler sınırı aşarak bizim birliklerimize saldırırsa, o zaman Musul’a kadar gitmek gerektiği de Genelkurmay raporlarında belirtilmiştir.
Bu çalışmaların sonrasında Şırnak-Hakkâri bölgesinde bulunun Kürt aşiretlerinin tamamı Nasturilere karşı ordunun yanında yer almıştır. Aslında burada İngilizlere karşı demek daha doğru olacaktır. Çünkü herkes ve en başta Kürt aşiretleri karşıdaki esas gücün İngilizler olduğunu bilmektedirler.
Sınır güvenliği aşiretlere
Genelkurmay; aşiretlerin harekete geçirilmesi için yapılan çalışmaları şöyle özetlemektedir: “Harekâta katılan aşiretlere, iaşelerinin sağlanması, örtülü ödenekten münasip ikramiyeler, hilat, dürbün vs. verilmesi, içlerinde olağanüstü yararlılıkları görülenlerin harp veya istiklal madalyası ile taltifi gibi teşvik edici bazı hususlar dikkate alınmıştır.” (s:81)
Şimko İsmail Ağa
Elbette aşiretlerin iaşe, ikramiye vs. dolayısı ile harekâta katıldıklarını düşünmek gerçekçi değildir. Şeyh Mahmut Berzenci ve Sımko gibi, o zaman bölgede son derece etkin olan Kürt liderlerin İngilizlere karşı Ankara’nın yanında olmaları da aşiretlerin davranışını belirlemede etkili olmuştur. Ankara’nın bütün cephelerde Kurtuluş Savaşı’nı zaferle sonuçlandırmış olması da göz önüne alınması gereken başka lehte etkendir.
Genelkurmay, Musul vilayeti için düşündüğü muhtemel harekât için Sımko’ya özellikle önem vermiştir. Bir Ağustos ayında harekâta hazırlık çerçevesinde aldığı tedbirler arasında Sımko’nun aşiretinin Başkale İlçesi’ndeki 11 metruk köye yerleştirilmesini ve sığındığı sırada meydana gelen zararının karşılanması için de örtülü ödenekten 3000 Lira verilmesini de sağlamıştır.
Harekâtın hazırlık döneminde bölgedeki aşiretlerden, durumu belirsiz olan tek aşiret Goyanlar’dır. Genelkurmay, Goyanlar’ın en azından tarafsız durmalarının sağlanması için çalışmış ama harekât başladıktan sonra Goyanlar da harekâta katılmışlardır.
Harekâta katılanların askeri gücü
18 Ağustos 1924 tarihinde harekât için toplanmış olan askeri birlikler ile “aşiret erleri”nin sayısı, 7. Kolordu tarafından hazırlanan raporlarda ve bu raporlara dayanılarak verilen Genelkurmay emrinde şöyle belirtilmektedir.
1. Başkale Grubu: 28. Piyade alayı, 9. Tümenden bir grup dağ bataryası, 5. Van sınır taburu, 6. Çölemerik hudut taburu, 8. Aşiret tümeni (toplanabilen). (Diğer gruplardan farklı olarak  buradaki “aşiret tümeni”nde sayı verilmemiş.)
2. Çölemerik Grubu: 1. Piyade alayı, 1 dağ bataryası, 1.000 aşiret eri.
3. Beytüşşebap Grubu: 6. alay, 18. alay, bir kudretli 2 dağ bataryası, bir süvari bölüğü,  400 aşiret eri.
4. Harbur Grubu: 1. süvari tümeni (11. 14. 21. süvari alayları), 1 dağ bataryası, 800 aşiret eri.
5. Cizre Grubu: 5. süvari alayı, 1 Sahra bataryası, 1 dağ bataryası, 400 aşiret eri.
Nasturi harekâtında, asker sayısından daha fazla “aşiret eri” vardı.
Bölge halkının bir bütün olarak ordu ile birlikte hareket etmesi, orduyu rahatlatmış ve bütün gücünü isyan bölgesine vermesini mümkün kılmıştır. Nitekim Genelkurmay raporlarında “Cizre sınır taburunun Dicle yakınındaki görevini aşiretlere bırakmak suretiyle Cizre doğusunda toplanmaktan” bahsetmesi bu rahatlığın sonucudur. Cizre tarafında “sınır güvenliği” aşiretlere bırakılmıştır.

Harekât sırasında aşiretler

Nasturilere yönelik tedip harektı 19 Eylül günübaşlayıp 10 gün gibi kısa bir süre içinde hedefine ulaşmıştır.Burada hiçbir yorum yapmadan Genelkurmay Raporlarında yer aldığı haliyle gün gün aşiret kuvvetlerinin ne yaptığını aktarmak en doğrusu olacaktır:

9 Eylül 1924: Keravi aşireti reisi İsmail Ağa 6 Eylül 1924’te Çölemerik’e gelmiş, bütün aşiretiyle hizmete hazır olduğunu ve grup Çölemerik batısındaki Lehvin güneyindeki sırtlara gelince, aşireti ile katılacağını belirtmişti. (s: 8889)


10 Eylül 1924: Aynı gün 1. Süvari Tümen Komutanı’nın daha önceleri Gılıgoyan aşireti reisleri ile yaptığı temas ve telkinler neticesi bu aşiretin yapılacak askeri harekatımız aleyhinde bulunmayacağı, Hodriş-Nasturi hattı doğusunda bulunan 45 Nasturi köyü dolayısı ile 1. Süvari Tümeni Çelki köprüsü bölgesinde toplandığı sırada bu aşiretin de Hodriş-Nasturi bölgesinde toplanacağı sırada bu aşiretin de Hodriş-Nasturi bölgesinde toplanacağı öğrenilmişti. (s: 91)


13 Eylül 1924: Süleymaniye Milletvekili Fettah Bey komutasında 1. Süvari Tümeni’nde bir bölük Şırnaklı ve ayrıca Gürürlülerden toplanacak 200 kişilik kuvvetin, Billur-Gürür yolu ile 15 Eylül’de Rumiye’ye vararak Beytüşşebap Grubu ile irtibat kurması 1. Süvari Tümeni’nce tertiplenmişti. (s: 959)


13 Eylül 1924: 11. Süvari alayı ile Şırnak aşiretleri öncü olarak Bisbin’den hareketle Şiranis, Banike, Balona, Damga üzerinden Çekli Köprüsü Bagoga bölgesine gelecek 21. Süvari alayı ile bir dağ bataryası 14. Eylül’de büyük kısım olarak öncüyü takip edecek, bu olaydan bir Süvari bölüğü ile bir kısım Şırnak aşireti erleri sağ yancı olarak Birkan, Birsivi, Avkini, Baruşki, Bernuna, Çiraga üzerinden Bagoga’ya gidecek, 14. Süvari alayından bir bölük ile Goyanlıların Gürür aşiretinden 200 kişiden mürekkep Fattah Bey müfrezesi ile 12 Eylül’de Harbul’dan hareketle Billur üzerinden Rumiye’ye gidecek ve buradan Beytüşşebap grubu ile irtibat kuracak. (s: 95)
15 Eylül 1924: Bu arada Gavdan, Menhuran, Pavrız, Bardino, Kiravi aşiretleri gruba gelerek hizmete hazır olduklarını bildirmişler ve bunlardan 500600 silahlının harekata iştirakı mümkün görülmüş, ayrıca dehalet eden Zeşiriki aşiretinin de 300 tüfekle hizmete hazır olduğu öğrenilmişti.
11. Süvari alayı, bir topçu takımı ve Şırnaklılar’dan 150 aşiret erinden mürekkep müfreze keşif yapmak, Goyanlılarla birleşmek ve duruma göre geçit hazırlamak üzere Tugay Komutanı Ethem Bey’in komutasında 1516 Eylül gecesi Bagoga’ya varmış... (s: 98)
16 Eylül 1924: Tugay Komutanı Ethem Bey’in komutasında Şırnak ve Goyan aşiretleri ile 11. Süvari alayı Çelki ve Bagoga’dan Harbur suyunu geçerek Aşağı Tayyari bölgesine ilerleyecek ve Aşita istikametinde taarruza başlayacak. Fettah Bey müfrezesi gece saat 03.00’da Harbur suyunu geçerek Bize, Alamon, Kiranos bölgesindeki Nasturilere karşı harekta geçecek... (s: 99)
17 Eylül 1924: Diğer Goyanlılar ile Şırnaklılar ise Alamon, Kiranos güneyinden ve Arot üzerinden Aşita’ya ilerleyecek, büyük kısım Şırnaklılar’ı takip edecek, 21. Süvari alayının diğer kısımları Bagoga’da kalacaktı. (s: 100)
19 Eylül 1924: Takip maksadı ile... 11. Süvari alayı, Şırnak ve Goyan aşireti kuvvetleri ile grup kararghı Arot üzerinden Aşita istikametine ilerlemişti. 14. Süvari alayından bir bölükle aşiretlerden ayrılan bir kısım kuvvet Arot’un güneyindeki sırtları elinde bulundurmuştu.
Takibe memur 14. Süvari alayı, 21. Süvari alayı (2 bölük noksan) bir batarya ve Hüsam Ağa’nın komutasındaki Gürürlüler Aşita’nın güneybatısında sırtlarda yeniden düşman ateşine maruz kalmış ve açılan karşı ateş üzerine ... Aşita’ya kadar ilerlemiş... (s: 102)
20 Eylül 1924:  Arot Dağı’nda geceleyen 11. Süvari alayı ve burada bulunan aşiretler hareket ederek saat 10.00’da Aşita’ya geldiler ve Beytüşşebap grubu ile kararghı birleştiler. (s: 103)
Daha sonraki günlerde, özellikle bugünkü Irak sınırı içinde kalan bölgeden gelen bazı isyancılarla yapılan çatışmaları hariç tutarsak, hareket esas olarak tamamlanmıştır. Genelkurmay raporlarından da görüleceği üzere, Kürt aşiret erleri harektın her aşamasında bulunmuşlardır. Çatışmalara katılmışlar, bugünkü Irak sınırımızın belirlenmesinde tayin edici bir rol oynamışlardır.
Bölgedeki aşiretlerin vatan savunmasındaki görevi Nasturi harektının tamamlanması ile bitmemiştir. Savaş ile belirlenen sınırın korunması diye bir görev vardır. Genelkurmay belgelerinden okuyalım: Zap ile Harbur arasında teşkili gereken hudut taburunun, sadece bu bölgeye konacak karakollarımıza dayanarak ve güneye karşı bir perde teşkil edeceği için aşiret erlerinden kurulmasına... (s: 114) Görüldüğü gibi harekt sırasında Cizre’deki sınır, oradaki aşiret kuvvetlerinin korumasına bırakılmış, buradaki askeri birlik isyan bölgesine kaydırılmıştı. Harekt sonrası ise Zap ile Harbur arasındaki sınır güvenliği aşiret kuvvetlerine emanet edilmiştir.


Çarşamba, 09 Kasım 2011 11:00
Nasturilere İngiliz desteği
Irak Kürtlerinin, Kuvayi Milliye güçleri ile birlikte verdikleri mücadelenin başarısızlıkla sonuçlanması, Türklerin ve Kürtlerin bugün sınırlarımız dışında kalan bu Misak-ı Milli topraklarında da büyük bir ortak mücadele verdikleri gerçeğini ortadan kaldırmaz
İngiltere’nin bütün derdinin, yakında başlayacak olan Musul görüşmelerinde ve bölgeye inceleme için gelecek olan Milletler Cemiyeti heyeti öncesinde, Nasturileri kullanarak karışıklık çıkarmak ve böylece; kendi içindeki sorunları halledemeyen Türkiye’nin, Musul üzerinde hak iddia edemeyeceği tezini güçlendirmek olduğunu belirtmiştik. Bu politikasına uygun olarak İngiltere, bir yandan hakimiyeti altında olan bölgede Kürtlerin direnişini bütün gücüyle bastırırken, öte yandan elinden geldiğince Nasturi harektını baltalamak için çalışmış ve bu arada askeri tedbirlere de başvurmuştur.

Türkiye harekt boyunca savaşan birliklerine iaşe ve cephane tedarikini Cizre Şiraniş hattı üzerinden yapmıştır. İngilizlerin kontrolü altındaki bölgeye yakın olan bu ikmal yolu İngiliz uçakları tarafından sürekli olarak bombalanmıştır. 14 Eylül günü yapılan bombalamada Türk kuvvetleri 3 şehit, 12 yaralı vermiştir. (s. 97)

20 Eylül’de yapılan bombalamada ise aralarında 8. Bölük Komutanı Üsteğmen Sadullah da olmak üzere 6 er şehit verilmiş ve 25 yaralı olmuştur. (s. 103)
Sürekli uçaklarla yapılan bombardımana karşı çare olarak Genelkurmay belgelerinde; iaşe ve cephane taşıyan grupların gece yolculuk yapmaları istenmiştir.
27 Eylül günü İngilizlerin kontrolü altındaki Umadiye’den, sayısı 500’ün üzerindeki ve makineli tüfeklerle silahlandırılmış bir Nasturi kuvveti süvari alayına saldırmış ve geri çekilmek zorunda bırakmıştı.
Bu çatışmalar Ekim ayı başında Türkiye’nin en başında olmasını istediği sınırın, İngilizler tarafından da kabul edilmesiyle birlikte sona ermiştir. Ama bir “çözüm” değildir. Genelkurmay’ın Nasturi isyanı ile ilgili raporu şu cümle ile bitmektedir:
“Gerçekte Türk kuvvetleri, ne asiler üzerinde ve ne de Musul meselesinin nihai çözümüne etkili olacak bir başarı elde edebildiler.”
Kuzey Irak’ta İngilizlerle savaş
1922 ve 1923 yıllarında İngilizlere karşı esas savaş, bugünkü Kuzey Irak’ta veya 100 yıl önceki adıyla söyleyecek olursak Osmanlı Devleti’nin Musul vilayetinde verilmiştir. İlk direniş ateşi, Şeyh Mahmut Berzenci tarafından 26 Mayıs 1919 tarihinde Süleymaniye’de yakılmıştır. Berzenci, İngiliz görevlileri esir almış ve Kerkük üzerine yürümüştür. Mustafa Kemal bu direnişi coşkuyla karşılamış ve Şeyh Mahmut Berzenci’ye kendisini kutlayan ve desteğini belirten bir telgraf göndermiştir.
Bu ilk direniş başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Şeyh Mahmut daha sonra 1922 yılının sonlarında kendisini ziyaret edecek olan Kuvayi Milliye Heyeti’nin başkanı Yüzbaşı Fevzi Bey’e “Aşiretler beni yalnız bıraktı” diyecektir.
1920 yılında ise bir Türkmen kenti olan Telafer ayaklanır İngiliz sömürgecilerine karşı. Yine Surçi ve Zebari gibi bazı aşiretler İngiliz hakimiyetini hiçbir zaman kabul etmemişler ve İngilizler bu aşiretlerin etkin olduğu Revanduz bölgesinde hakimiyet kuramamışlardır. Revanduzlular sürekli olarak Anadolu’daki milli kuvvetlere haber yollayarak yardım istemişlerdir. Talep üzerine, Elcezire Bölge Komutanlığı 9 Ağustos 1921 günü Binbaşı Şevki Bey komutasında 3 subay ve 100 erden oluşan bir birliği Revanduz’a göndermiştir. Revanduz, dolayısıyla, en başından, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından 3 ay öncesine kadar Kuvayi Milliye güçlerinin elinde olmuştur.
Mustafa Kemal, 1 Şubat 1922 tarihinde, Antep savunmasının ünlü milis komutanlarından Yarbay Özdemir Bey’i Revanduz’a gitmekle görevlendirmiştir. 22 Haziran’da Revanduz’a varan Özdemir Bey, daha önceden gönderilmiş olan birlikle birleşmiş ve daha sonra yapılan takviye ile 250 kişilik bir askeri birlik oluşturmuştur. Murat Güztoklusu, “Musul, Özdemir Harekâtı” adlı kitabında, Özdemir Bey’in 1922 Ağustos’unda yerel Kürt aşiret kuvvetleri ile birlikte 5 bin kişilik bir kuvvete komuta ettiğini yazmaktadır.
Ağustos sonu ve Eylül ayında (1922) Özdemir Bey yerel kuvvetlerle birlikte İngilizlere karşı başarılar kazanmış, Köysancak ve Ranya’yı kurtarmıştır.
Özdemir Bey, bundan sonra bir yandan o zaman tekrar Süleymaniye’ye dönmüş olan Şeyh Mahmut ile ilişkiye geçer, öte yandan Elcezire ve Şarl Cephesi Komutanlıklarından takviye yardımı ister. Kış bastırmadan Cizre, Zaho, İmadiye, Revanduz yolunu kontrol altına almak istemektedir. Çünkü diğer yol; Hakkâri-Revanduz yolu Kasım-Mayıs ayları arasında kapalıdır.
Bu arada batıda Büyük Taarruz başarıya ulaşmış, İzmir kurtarılmış, milli kuvvetler İstanbul ve Trakya’ya doğru ilerlemektedir. İngiltere uzlaşma yanlısıdır. Ankara’nın bu koşullarda Irak’ta yeni bir cephe açılmasını uygun bulmadığı anlaşılıyor.
Özdemir Bey’in takviye kuvvet talebi yanıtsız kalır.
Bu arada Lozan görüşmeleri başlamıştır. Üzerinde anlaşma olmayan en önemli konuların başında “Musul” gelmektedir. Görüşmeler tıkanır ve kesilir. Bu arada İngiltere, Irak’ın kuzeyine büyük bir askeri yığınak yapar. Kraliyet Hava Kuvvetleri (RAF-Royal Air Force), 100 uçaklık bir filo ile saldırıya katılır.
Uçakların bir bombardıman aracı olarak bu yoğunlukta kullanılması ilk defa olmaktadır. İngilizler Mart ayından başlayarak, uçak bombardımanı eşliğinde önce Revanduz’a, Özdemir Bey kuvvetlerine, sonra Süleymaniye’de Şeyh Mahmut Berzenci’ye saldırır.
Bu üstün askeri kuvvet karşısında Özdemir Bey’in ve Şeyh Mahmut Berzenci’nin yapabileceği fazla bir şey yoktur. Sonuçta Lozan görüşmelerinin 2. turunun başladığı 23 Nisan 1923 günü Revanduz İngiliz kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir.
Irak Kürtlerinin Kuvayi Milliye güçleri ile birlikte verdikleri bu mücadelenin başarısızlıkla sonuçlanması, Türklerin ve Kürtlerin bugün sınırlarımız dışında kalan bu Misak-ı Milli topraklarında da büyük bir ortak mücadele verdikleri gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Barzani’nin arkasında ABD var
Barzanilerin tarihi; ezilen bir dünya ülkesinde etnik sorunu silah zoruyla çözmek isteyenlerin hazin ve ibret verici tarihidir. Şeyh Abdüsselam Barzani, Ruslar ve İngilizlere dayanarak Osmanlı Devleti’ne karşı mücadele etti. Ruslar tarafından maaşa bağlanmıştı. 1914 yılında Musul’da idam edildi. Ondan sonra aşiret reisliğini ele alan Şeyh Ahmet de aynı yoldan devam etti. I Dünya Savaşı’nda bütün Kürtler Ruslarla işbirliği yapan Ermenilerle mücadele ederken, Şeyh Ahmet Ermenilerle işbirliği yaptı (Bkz. Mehmet Perinçek, Sovyet Belgelerinde Kürt İsyanları, Kaynak Yayınları). Ayrıca Barzani aşireti, İngiltere’nin Irak işgali sırasında, bu işgalci güç ile işbirliği yapan nadir Kürt aşiretlerinden biridir. 1922 baharında Akra’da İngiliz işbirlikçisi Seyit Taha’yı ziyaret eden Şeyh Ahmet Barzani, İngilizlerle anlaştı. Böylece HakkriRevanduz ulaşımı Barzaniler tarafından kesilmiş oldu. Revanduz’dan geri çekilmek zorunda kalan Özdemir Bey, bundan dolayı, RevanduzHakkri yolunu kullanamamış, İran üzerinden dolaşarak Türkiye’ye dönmek zorunda kalmıştı.
Barzanilerin yabancı güce dayanma politikası daha sonra da devam etti. Irak’a karşı silaha sarılan Molla Mustafa Barzani’nin dış destekçileri, İran Şahı ve ABD idi. İran Şahı 1975 yılında Irak ile anlaşınca Molla Mustafa ABD’ye kaçmak zorunda kaldı.
Sülalenin son temsilcisi Mesut Barzani ise geleneği devam ettiriyor. ABD’nin güvenilir dayanağı...
Musul sorununun ‘nihai çözümü’ için uygulanamayan planlar
Ordu’dan verilecek  usta erler, 8. Aşiret Tümeni’nden verilecek aşiret erleri ve  kendi aşiretinden katılacaklarla beraber Sımko, yaklaşık bin 500 kişilik bir kuvvetle Revanduz’a gidecektir. Plan, Ankara’nın 1924 yılında çok ciddi olarak Kuzey Irak’taki halkı ayaklandırarak Musul meselesini çözmeye niyetlendiğini göstermektedir. Genelkurmay raporunda, Sımko’nun Revanduz’u alması durumunda, Cemiyeti Akvam nezdinde Türkiye’nin “Bunu yapanlar asker değil milli kuvvetler” deme olanağını elde edeceği belirtilmektedir
Genelkurmay raporlarından öğreniyoruz ki Ankara, Kurtuluş Savaşı yıllarında ve hemen sonrasında Musul vilayetinin kurtarılması için çeşitli girişimlerde bulunmuş ve ayrıntılı planlar hazırlamıştır. 1920 yılında Yarbay Özdemir Bey komutasındaki bir Türk birliğinin sivil kıyafetlerle Revanduz bölgesine gittiği ve buradaki yerli Kürt halkı ile birlikte İngilizlere ve Nasturilere karşı son derece başarılı bir mücadele verdiği bilinmektedir. Özdemir Bey, daha sonra Ankara’nın bütün kuvvetini Batı cephesine yığmak, Irak’ta yeni bir cephe açmamak veya o günün koşullarında İngiltere ile doğrudan bir sıcak çatışmaya girmek istememesi üzerine geri çağrılmıştı.
Ama Türkiye; Musul’a ilişkin iddiasından vazgeçmemiş ve Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan bu bölgeyi anavatana katma çalışmalarını durdurmamıştır. Genelkurmay belgelerinde bu konuda yapılan çalışmalardan bahsedilmektedir. Belgeler, Irak Kürtlerinin de Türkiye ile beraber hareket etme konusunda çok istekli olduklarını göstermektedir.
İran Kürdü Sımko
Nasturi isyanının bastırılmasında Genelkurmay’ın önceden planladığı gerekli bütün hazırlığı yaptığı ama uygulamadığı en önemli düşüncesi; o sırada Van’ın Başkale İlçesi’ne aşireti ile birlikte yerleştirilmiş (11 köy) İran Kürtlerinden Şikaki aşireti reisi İsmail Ağa’nın (Sımko) harekâtla birlikte bugünkü Irak’a girmesi, oradaki Kürtlerle birleşerek İngilizleri ve Nasturileri bölgeden atmasıdır. Sımko, o sırada Kuzey Irak’ta İngilizlerle çatışma halinde olan Berzenci’nin kuvvetleriyle birleşecektir. Türkiye gereken desteği verecek ve Musul sorunu bu şekilde temelli olarak çözülmüş olacaktır.

Aşirete asker desteği
Genelkurmay belgelerinde bu konuda yazılanları aktarmak yararlı olacaktır: “Bu aşiretin (Sımko-Şikakiler) kullanılmasından beklenen başlıca fayda; Cemiyet-i Akvam’ın 20 Eylül’de başlayacak müzakereleri sırasında Revanduz’a fiilen hakim olarak oradaki ahali ile beraber İngiliz işgalini tanımayacaktı. Bu sürecin içinde harekâta iştirak edecek kıtalar da Hakkâri ili güney sınırına varmış olacaklardı. Bu arada Rumiye havalisinde toplanan Nasturilerin Sımko’nun Revanduz’a girmesine engel olmaları ihtimali dikkate alınmış olduğu için de Sımko’nun Nasturilerin böyle bir hareketini derhal kırması ve süratle en geç 20 veya 21 Eylül’de Revanduz’a varmış olması gerekti.” (s. 82)
Sımko’nun sadece kendi aşiretinin kuvvetiyle bu büyük işi başaramayacağını düşünen Genelkurmay, Ordu’da yeteri kadar askerin de Sımko ile beraber Revanduz harekâtına katılmasını kararlaştırmıştır:
“Sımko’nun bu harekâtı yapabilmesi için kendisine; Van ve Çölemerik sınır taburlarından güvenilir birkaç subay, bir doktor, 400-500 usta er, birkaç telefoncu, hastabakıcı, keza 8. Aşiret Tümeninden 500-600 aşiret eri, İran sınır komiserliğinden seçilecek bir komutanın yardımcı verilmesi uygun görülmüştü. Sımko’nun emrine verilecek bütün askeri personelin sivil kıyafetli olması, İran dahilinde ve Revanduz bölgesinde kimliklerini saklayarak ve ne şartlar altında kalırlarsa kalsınlar aldıkları görevi asla belli etmemeleri de şarttı. Bunlardan başka Van’a gelecek olan 28. Alay’dan 6 hafif makineli tüfeğin sivil kıyafetli erleri ile birlikte atlı olarak Sımko emrine verilmesi ve daha sınırı geçmeden müfrezeye katılmaları hususu da düşünülmüştü.” (s. 82)
Türkiye oyunu bozdu
Ordu’dan verilecek usta erler, 8. Aşiret Tümeni’nden verilecek aşiret erleri ve kendi aşiretinden katılacaklarla beraber Sımko, yaklaşık bin 500 kişilik bir kuvvetle Revanduz’a gidecektir. Bu büyük bir kuvvettir ve Ankara’nın 1924 yılında çok ciddi olarak Kuzey Irak’taki halkı ayaklandırarak Musul meselesini çözmeye niyetlendiğini göstermektedir.
Genelkurmay raporunda devamla, Sımko’nun emrinde bin 500 kadar silahlı sivilin Revanduz’u alması durumunda, Cemiyeti Akvam nezdinde Türkiye’nin “Bunu yapanlar asker değil milli kuvvetler” deme olanağını elde edeceği belirtilmektedir.
Sımko’nun Revanduz’a gitmesi önceden planlandığı üzere 20-21 Eylül tarihlerinde gerçekleşmez. Ama Genelkurmay 27 Eylül tarihinde “Harekâttan sonra ne yapacağız?” diye soran 7. Kolordu Komutanlığı’na verdiği cevapta özetle şunları söylemektedir:
“İngiltere’nin politikası; Musul sorunu görüşülürken Türkiye’de bir ihtilal ortamı yaratmak, Nasturi isyanıyla da halkın Ankara yönetimini istemediğini kanıtlamaktı.
Ama Türkiye Nasturi isyanını bastırarak İngiltere’nin bu oyununu bozmuştu. Öte yandan İngiltere’nin beklediği ve olması için çalıştığı ihtilal ortamı ise hiç olmadı!”
İsyanlardan sonra görüş değişti
Genelkurmay; İngiltere’nin bundan sonra görüşmeleri mümkün olduğu kadar uzatmak isteyeceğini ve bu arada Türkiye’de ihtilal ve fesat ortamı yaratmak için çalışacağı tahlilini yapmaktadır.
Buna karşılık Türkiye’nin izleyeceği politikanın ise İngiliz hakimiyet bölgesindeki halkı örgütleyerek ve harekete geçirerek İngiltere’nin Musul’a hakim olmadığını ve halkın İngiltere’yi istemediğini kanıtlamaya çalışmak olacağı belirtilmektedir.
‘Mahalli teşkilat kurulmalı’
“Ancak bunu muntazam kuvvetlerle yapmak, durum dolayısı ile mümkün olmadığına göre özel bir teşkilatla yapmak zaruri idi. Bu arada;
Süleymaniye bölgesinde Şeyh Mahmut’un direnmesini sağlamak için Süleymaniye grubuna her şekilde ve vasıta ile yardım edilmeli;
Sımko Revanduz’a gönderilmekte olduğuna göre, hem Revanduz grubu tekrar faaliyete geçirilmeli ve hem de en emin şekilde Süleymaniye grubuna yardım edilmeli;
Kolorduca alınacak özel tertibatla Zaho, Umadiye, Sencar, Musul bölgelerinde de mahalli teşkilat kurulmalı ve teşkilat devamlı suretle takviye ve idame edilmeli;
Musul’un batı ve güney bölgelerinde sakin ve daima İngiliz idaresine karşı olan ve ayaklanan Elabit kabileleri ile irtibat kurmak ve Acemi Paşa’dan da faydalanmak sureti ile bu kabilelerin direnme teşkilatı takviye sayesinde İngilizlerin zorla işgali yüzünden Musul’da meydana gelen asayişsizlik, İngilizlerin zor kullanarak dahi başaramayacakları derecede ve kuvvette idame olurdu.” (s. 190)
Genelkurmay; alttan alta gizli olarak yapacağı bu çalışmanın İngiltere tarafından sessizlikle karşılanmayacağının farkındadır. Böyle bir çalışma karşısında İngiltere’nin ne gibi bir karşılık vereceği üzerine tahminlerini belirttikten sonra karşı hamle olarak yapılacakları da yazmaktadır:
Karşı hamle...
“İngilizler bu durumun devamına engel olmak için şiddetli tedbirler alabilecekleri gibi bu arada, statüko sınırı kuzeyinde kalan kıtalarımıza daha kuzeyine dahi hava taarruzları yapmaları pek muhtemeldir. Böyle bir hal; şiddetle ve derhal protesto edilerek tekrarlanması halinde hava taarruzlarına engel olmak için İngiliz tayyare karargâhları, baskın tarzında yapılacak seri bir harekâtla tahrip olunacaktı. Ancak bu kesin tedbirleri almaya şu sıra bir zorunluluk olamayacağına göre, kıtalar Genelkurmay’dan emir verilmedikçe hududa tecavüz etmeyeceklerdi.” (s. 109-110)
Nasturi isyanı sırasında Türkiye’nin Musul sorununun çözümüne ilişkin görüşü özetle böyledir. Bu görüşün isyan sonrasında adım adım değiştiği, 6 ay sonra meydana gelen Şeyh Sait isyanı ile birlikte ise tamamen terk edildiği anlaşılmaktadır. Harekât sonrasında Musul konusunda nasıl hareket edileceği konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Örneğin 3. Ordu Müfettişi Cevad Paşa, sınır dışında kurulacak özel teşkilatın mahzurlu olacağını düşünürken, 7. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa; “Tedip harekâtından sonra Musul’un geri alınmasını yarıda bırakırsak, bu döner bizi vurur. Aşiretleri kaybederiz” demektedir.
 Cuma, 11 Kasım 2011 07:54
Türkiye, doğrudan bir askeri harekâtla Irak’ın kuzeyine girmese de Sımko ve Şeyh Mahmut Berzenci’nin mücadelesine vereceği örtülü  destek ve halkın İngilizlere  karşı örgütlenmesine el altından  yapacağı katkı ile sorunu kendi lehine çözebilme olanağına sahipti. Bütün bunlara rağmen böyle bir “çözüm” yoluna başvurmamasının nedenleri arasında, Şeyh Mahmut Berzenci ve Sımko gibi bir yanıyla önemli bir prestije sahip, öte yandan Kürt milliyetçisi özellikleri olan iki liderin önemli rol oynadıkları bir bölgenin Türkiye’ye dahil olması durumunda “başının ağrıyabileceği” gibi bir değerlendirmenin yapılmış  olduğunu insana düşündürüyor
Musul konusunda nasıl hareket edileceği konusunda farklı görüşlerin ortaya çıktığına dün değinmiştik. 3. Ordu Müfettişi Cevad Paşa sınır dışında kurulacak özel teşkilatın mahzurlu olacağını düşünürken, 7. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa ise “Tedip harekâtından sonra Musul’un geri alınmasını yarıda bırakırsak, bu döner bizi vurur. Aşiretleri kaybederiz” görüşünü savunuyordu.
Geçen aylar içinde Cevad Paşa’nın düşüncesinin Ankara’da hakim olduğunu biliyoruz. Sımko’nun, emrine önemli bir kuvvet verilerek Revanduz’a girmesini öngören plan; 2 Ekim’de Genelkurmay tarafından iptal edildi. Ordu’dan emrine verilen birlikler kıtalarına geri döndü. Emirde Sımko ile ilgili olarak, ileride Revanduz için yeni bir karar verilmesi durumunda değerlendirilmek üzere bulunduğu yerde kalması istenmektedir. (Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, s. 114)
Peki Türkiye Musul politikasını neden değiştirdi?
Elbette Türkiye tam 11 yıl süren (1911-1922) savaşlarından son derece bitkin ve harap bir şekilde çıkmıştı. Bu durumda Irak cephesinde İngiltere ile doğrudan bir savaş kolay kolay göze alınabilecek bir durum değildi. Bu anlaşılır ama sadece bu gerekçe sorumuza doyurucu bir cevap olmaktan uzaktır. İkincisi Şeyh Sait isyanının; Musul sorununun İngiltere lehine çözümüne olan etkisidir. Bu da çok önemli bir nedendir.
Şeyh Sait isyanından çıkan ders
Şeyh Sait isyanı Ankara’ya, dönemin en güçlü emperyalist devleti olan İngiltere’nin; Kürt sorununu kullanabileceğini göstermiştir. Türkiye, deyim yerindeyse Musul’u feda ederek İngiltere’nin Kürt sorununu kaşımaktan bir yere kadar vazgeçmesini sağlamıştır. En azından bu faaliyetini açıktan açığa yapmasını önlemiştir.
Bütün bunlar doğru. Ama yine de bu gerekçeler, Türkiye’nin Musul politikasının neden değiştiğini tam olarak açıklamıyor. Çünkü son derece elverişli bir durum var. Musul ve Süleymaniye bölgesinde bütün halk, Türkiye ile birleşmek istiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne temsilcilerini seçerek göndermişler.
Bölge halkının Türkiye ile birleşme isteği, sadece bunu istemenin ötesine geçmiş. Şeyh Mahmut Berzenci elde silah İngilizlere karşı ayaklanmış ve Türkiye ile bütünleşmek iradesini ortaya koymuş.
Şartlar uygundu
Türkiye’deki antiemperyalist savaş, bütün Kürtleri yanına çekmiş.  İran Kürtlerinden Sımko, İngiltere ile çatışıyor ve Türkiye’ye sığınıyor.
Özdemir Bey komutasında 1920 yılında bölgeye gönderilen birliğin halk tarafından sevinçle karşılanması ve orada bulunulan kısa süre içinde İngilizlere ve işbirlikçilerine karşı savaşta elde edilen başarılar, durumun ne kadar elverişli olduğunun bir başka kanıtını oluşturuyor.
Genelkurmay raporlarında, isim verilerek bölgenin hemen bütün illerinde gizli teşkilatlar kurulması yönündeki görüşünün de önemli bir maddi zemine oturduğu anlaşılıyor.
Bütün bu olumlu koşullar, Türkiye’nin, doğrudan bir askeri harekâtla Irak’ın kuzeyine girmese de Sımko ve Şeyh Mahmut Berzenci’nin mücadelesine vereceği örtülü destek ve halkın İngilizlere karşı örgütlenmesine el altından yapacağı katkı ile sorunu kendi lehine çözebilme olanağının olduğunu göstermektedir.
Bütün bunlara rağmen böyle bir “çözüm” yoluna başvurmamasının nedenleri arasında, Şeyh Mahmut Berzenci ve Sımko gibi bir yanıyla önemli bir prestije sahip, öte yandan Kürt milliyetçisi özellikleri olan iki liderin önemli rol oynadıkları bir bölgenin Türkiye’ye dahil olması durumunda “başının ağrıyabileceği” gibi bir değerlendirmenin yapılmış olduğunu insana düşündürüyor.
Şeyh Sait isyanının da bu yöndeki “kaygıları” büyüttüğünü varsaymak temelsiz değildir.
Özerklik kararı
O zaman Irak sınırları içinde kalan Kürtlerin, Türkiye’de kalan Kürtlerle kıyaslandığında milliyetçi talepler konusunda daha duyarlı olduğu da ayrı bir gerçektir.
Nitekim, 29 Ocak 1923 günü Özdemir Bey’in önerisi ile Süleymaniye’de 33 aşiret reisi ve önde gelen şahsiyetlerin katılımıyla bir kongre toplanır. Kongre, 10 madde olarak karar altına aldığı “özerklik” kararını alır ve bu kararı Ankara’ya bildirmek üzere bir heyeti yola çıkarır. Özdemir Bey de Şeyh Mahmut Berzenci önderliğindeki Irak Kürtlerinin özerklik talebine olumlu yaklaşılması taraftarıdır. Şark Bölge Komutanlığı 5 Mart 1923’te Özdemir Bey’e gönderdiği telgrafta; “Misak-ı Milli hudutlarımız dahilinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na muhalif hiçbir mevcudiyet ve teşkilat tanınamaz” der ve Özdemir Bey’den de buna uygun hareket etmesini ister. (M. Güztoklusu, age, s. 241)
BİTTİ


Hiç yorum yok: