2000'Lİ YILLARDA Erdal Atabek
Okulda din dersleri öğretmeni bu soruyu sormuş.
‘Aleviler parmak kaldırsın!’
Bu soruyu sadece bir öğretmen sormuyor.
Bizim kültürümüzde bir ‘sorgulama merakı’ vardır.
Nerelisin?
Kimlerdensin?
Ne iş yapıyorsun?
Evli misin?
Çocuk var mı?
İyi okuyorlar mı?
Çocukları olmuyor mu? Kusur kimde?
Kadın mı kısır, adamın mı çocuğu olmuyor?
Ev aldınız mı? Nerede? Kaç odalı?
Bitmez tükenmez bir ‘soruşturma’.
Çocuk okuldan gelir, anne sorar:
Bugün ne yedin?
Sınav oldunuz mu? Nasıl geçti?
Bu merak bizde ‘kişisel sorgulama’biçiminde güvenlik soruşturması olarak sürdürülür.
Özgüven eksikliği midir?
Toplumsal güvensizlik midir?
Dedikodu merakından mı kaynaklanır?
Bilinmez, merak da edilmemiştir.
Elbette soruların da sonu gelmez.
Giderek niteliği de değişmektedir.
Aleviler parmak kaldırsın!
Müslüman olmayanlar sayılsın.
Sünni misin? İtikadın sağlam mı?
Oruç tutanları bilelim.
Cumaya gidiyor musun?
Öğle namazı kaç rekât?
Böyle konuşmayın, dinsiz derler.
İnancın yok mu? Demek öyle.
Ayrımcılığın sonu yoktur.
Laik olmayan toplum din ayrımcılığı yapmak zorundadır.
Laiklik insanlar arasındaki din ayrımının günlük yaşamı etkilememesi için vardır.
Batı uygarlığı bu noktaya gelinceye kadar otuz yıl süren din savaşlarını yaşamıştır. “Ben dindarım, sen dinsizsin” kavgaları milyonlarca insanın ölümüne, kentlerin yıkımına yol açmıştır. Sonunda aklın yolu üstün gelmiş, laiklik ilkesi kabul edilmiştir.
Dinsel değerler toplum yaşamının ekseni olmaktan çıkarılmış, kişilerin ve cemaatlerin inancı olarak kabul edilmiştir. İnançların barış içinde yaşamalarının teminatı laikliktir.
Ölümcül Kimlikler, Amin Malouf’un daha önce de sözünü ettiğim yapıtıdır ve bu konuyu işlemektedir. Okunmasını özellikle öneririm.
Kimlik sorununu çözen toplumlar‘yetkin birey’ yetiştiren kültürlerin toplumlarıdır.
Yetkin birey, kendi kimliğini bir topluluk içinde tanımlamak zorunda olmayan bireydir. Kendi kimliğinin farkındadır, özgür düşünebilir, sorumlulukla yaşamını düzenleyebilir.
İşte, Atatürk’ün eğitim hedefinde yetişmesini istediği ‘sorumlu yurttaş’böyle bir yetkin bireydir.
Ama olamadı. Geleneksel toplulukçu kültür ağır bastı.
Toplulukçu kültür, özgür bireyi onaylamaz, kendini toplulukla tanımlayan bireyi olumlar. Bu kültürde birey, başkalarına benzemeye çalışır. Onların yaptığını yaparak, kendini silikleştirir, toplulukla varolmaya çalışır.
Topluluk kimlikleri de böyle güçlenir, yaygınlaşır ve olumlanır. Cemaatler, camialar, taraftarlar, yandaşlar böyle oluşur. Geleneksel toplulukçu kültürün kabulü budur.
İşte, o zaman da sorgulama başlar:
Söyle bakalım, sen kimlerdensin?
Bizden misin, onlardan mısın?
Alevi misin, Sünni misin?
Hanefi misin, Şafii misin?
Sürer gider.
Sürüp giden de budur.
Ulusallık çökünce cemaatçilik kaçınılmaz olur.
Yaşananların özü özeti budur. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder