5 Ocak 2012 akşamı saat 19.55’te Haber Türk televizyonunda, aklı başında, değer verdiğim bir köşe yazarını da dinleyince, toplumsal bir şizofreninin yaşandığını kabul etmekten artık kaçınamayacağımı gördüm ve üzüldüm.
Dolduruşa gelerek kafayı üşütmek
Şizofreni tıbbi bir kavram, nedenleri hastanın beynindeki maddi süreçlerle açıklanıyor.
Toplumsal şizofreni ise bir dolduruşa gelme durumudur. “Kafayı üşütmek” deniyor ya, toplum olarak kafanın üşütülmesinden söz ediyoruz.
Bu Ergenekon davaları familyasının kamuoyu ayağı, işte bu zemine basmaktadır.
Sevgili köşe yazarı arkadaşım, “İnternet Andıcı davasını hukuki açıdan daha çok ciddiye aldığından” söz ederken, İnternet Andıcı’nın gerçek olduğuna gönderme yapıyor.
İnternet Andıcı’nın gerçek olması ile suçun gerçek olması arasındaki ilişkiye gelince, işte şizofreni veya kafanın üşütülmesi dediğimiz olay burada başlıyor.
Çünkü milleti aydınlatacak yazarlarımız dahi Andıç gerçeği ile suç gerçeğini birbirinden ayıramayacak kadar dolduruşa gelmiş durumdadırlar.
Kafayı üşütmenin güncel tanımı
Biraz da böyle olmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Çünkü televizyonlarda laf etmek için, Ergenekon tertibine biat mecburiyeti çökmüştür insanlarımızın beyinlerine.
Bugün Türkiye’de kafayı üşütmek, Cumhuriyetin yıkılması sürecine Fethullahçı kafasıyla bakmaktır.
Bugün Türkiye’de kafayı üşütmek, Cumhuriyetin yıkılması sürecine Fethullahçı kafasıyla bakmaktır.
Cumhuriyeti savunanlar dahi, hukukçu olmaya teşebbüs edince, Fethullahçı olup çıkıyorlar.
Yargı değil karşıdevrimin terörü
Vay sen irticaya karşı mısın, öyleyse darbecisin!
Cumhuriyeti “müdafaa” vazifesi, “darbecilik” diye tanımlanınca, “birinci vazife” sorumluluğunu taşıyan komutanlar beyaz bayrak çekmişler ve 2007 yılında ayağa kalkan milyonlarca halkı yalnız bırakmışlardır. Ve ortada müdafaa edilebilecek bir Cumhuriyet kalmamıştır. Böylece Mafya-Tarikat rejimi, kendi “yargı”sını kurmuş, teröre başlamıştır. Şu yaşadığımız, yargı değildir; karşıdevrimin terörüdür.
Olaya “Siyaset-Ordu” çelişmesi ekseninde bakan sevgili kardeşim de Fethullah Gülen’in kucağında konuşuyor.
Yaşanan olay, Siyaset-Ordu cepheleşmesi değildir. Cumhuriyeti yıkan Mafya-Tarikat sınıfları ile ayak altında kalan halk arasındaki çelişmedir.
Andıcın varlığı ve suçun varlığı
Biz neyi tartışıyoruz?
Andıç var mı yok mu, bunu mu tartışıyoruz?
Yoksa suç var mı yok mu bunu mu tartışmalıyız?
Herkesin dolduruşa geldiği ve usavurmanın kaybedildiği olay budur!
Ekmek bıçağı ve cinayet bıçağı
- Bakın bıçak var!
- Evet bıçak var ama ortada ölü yok, yaralı da yok! O bıçakla ekmek kesilmiş!
- Olsun bıçak var ya, ölü olmasına gerek yok, öyleyse gel bakalım içeri!
- Evet bıçak var ama ortada ölü yok, yaralı da yok! O bıçakla ekmek kesilmiş!
- Olsun bıçak var ya, ölü olmasına gerek yok, öyleyse gel bakalım içeri!
Ekranlarda gece yarılarına kadar “Andıç” üzerine ahkâm kesenler, neyi tartışmadıklarını biliyorlar mı acaba?
Sorsanız onlara, “peki arkadaş şu Andıçla işlenen suçu bir tanımlar mısın” diye, hangisi bir tanım verebilecektir.
Unutulan suç iddiası: Hükümeti devirme girişimi ve bu amaçla örgüt yönetmek veya üyesi olmak.
Andıç ise, irticai ve bölücü faaliyetlerle ilgili bilgi toplamak ve kamuya yaymakla ilgili.
Karşıdevrim döneminde “suç” oldu
Bunun neresi suç?
Tersine irtica ve bölücülüğü etkisiz kılmak, anayasal bir güvenlik görevidir.
TSK, Cumhuriyeti ve vatanı korumayacak da ne yapacak?
Libyalı yoksulu çöle gömen NATO harekâtının fedailiğini mi yapacak, yoksa Irak ve Suriye gibi komşularımızda kardeş kavgası kışkırtan tertiplerde mi görev yapacak?
Komuta kademesinin topuk selamıyla alacağı görevler bunlar mı olacak?
O zaman bu millet, onlardan utanacaktır!
Herkes görevini Fethullah-Abdullah-Tayyip üçlüsüne göre tanımlarken kendini de tanımlamış olur!
Görevini savunamayan zavallı generaller!
Toplumsal olarak kafanın üşütüldüğü bu noktaya gelinmesinde, kuşkusuz en başta Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ gibi komutanların ağır sorumluluğu vardır. Bu tür komutanlar, irticaya ve bölücülüğe karşı güvenlik görevlerini bile adam gibi savunamamış ve hem kendilerini, hem TSK’yi bu hallere düşürmüşlerdir.
Kafayı üşütme suçunun ortakları
Ergenekon, Balyoz, Andıç davalarında yargılananlar da bu kafayı üşütme suçuna iştirakten yargılansalar yeridir.
Çünkü hep izledik ve gazetelerden de izlemeye devam ediyoruz:
Vallahi tanışmam!
Billahi telefon irtibatımız yok!
Tillahi o derneğe gitmedim!
Arkadaş sana yüklenen suç,
- Tanışmak değil!
- Telefon irtibatı değil!
- Derneğe uğramak değil!
- Açık oturuma katılmak değil!
- Telefon irtibatı değil!
- Derneğe uğramak değil!
- Açık oturuma katılmak değil!
“Meselâ deduk!”
Ergenekon dizisi davaların hepsinde, sorgulanan bir bıçak hikâyesi var. Çoğunda o bıçak bile sanal!
Ama ortada ne ölü var, ne de yaralı!
Cinayet yok, ama bıçak tartışılıyor.
Çoğu davalarda bıçak da yok!
“Meselâ deduk” olayı!
GENELKURMAY BAŞKANI’NIN KOZMİK FOLT PLANI:
4 Temmuz 2010 tarihli Aydınlık dergisinde, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ‘un Beşiktaş Savcılığında Sorgulanmasını mizahi bir kurguyla yazmıştık. O kurgu, “Türk Ordusu Kuşatmayı Nasıl Yaracak” başlıklı kitabımızda da yer alıyor (s. 95-111). Yeniden incelenmesini öneririm. Bu süreç, darbeciliği tasfiye süreci değil, Türkiye’yi bölme ve karşıdevrim sürecidir. Bunu öğrenmek için ille de hapishaneye girmek gerekmiyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder