Tarık Zafer Tunaya, II. Meşrutiyet'in "Cumhuriyetin Laboratuvarı" olduğunu söylemiştir. Aslında II. Meşrutiyet'in "Cumhuriyeti kuranların eğitim alanı" olduğunu söylemek daha yerinde olacaktır. Bu çağda binbir felaket ve bozgun arasında, İttihatçıların deneme yanılma metoduyla ulaştıkları ilk menzil, imparatorluğun batışı olmuştur. Cumhuriyet, işte tam bu noktadan geriye bakılarak alınan derslerle kurulmuştur. Bunu asla unutmamak gerekir!
'Ayrılıkçı' ayaklanmalar
II. Abdülhamit, 13 Şubat 1878'de Meclis-i Mebusan'ı dağıtarak Kanunu Esasi'yi askıya aldığında, aslında bir gölgeyi bertaraf etmişti. Çünkü ortada kâğıt üstünde dahi ne gerçek bir parlamenter sistem ne de onu sahiplenecek bir vatandaş katılımı vardı. II. Abdülhamit 30 yıl kadar sürecek olan istibdadında kitlesel anlamda bakıldığında dişe dokunur bir halk direnişiyle karşılaşmamıştı. II. Abdülhamit'in istibdadının sonunda Arnavutluk'tan çekilen sürpriz birkaç tehdit telgrafına bakarak anayasayı raftan indirmesi, sadece bir yıla yakın bir zaman kazanmasına yetebilmişti. Anayasayı raftan indirmesinden 8 ay sonra 31 Mart Vakası patlayacaktı. Erzurum'da, 1907 yılında yeni vergilerin konması üzerine çıkan ve çarşının bir hafta kapalı kalmasına sebep olan kargaşalığa bakarak yapılan genelleme ve çıkarsamalar yanıltıcıdır. 1908'de Firzovik'te Arnavutların yaptığı toplantının bir halk ayaklanması olarak gösterilmesi ise o günün ajitasyon koşullarına belki uymaktaydı ama tarihsel olarak ciddi bir muhalefet sayılamazdı. Öte yandan imparatorluk çapındaki kıpırtı ve ayaklanmaların ağırlığının ayrılıkçı hareketlerde olması, bu hareketleri iktidara karşı halk ayaklanmaları olarak görmemizi engeller. Nitekim Batılı güçler kendi topraklarında eylem yapan bir avuç Jöntürk'ün sık sık tekrarladığı, II. Abdülhamit rejiminde Müslüman ahalinin de en az gayrimüslimler kadar ezildiği iddiasıyla işte bu sebeple hiç ilgilenmemiştir.
Jöntürklerin efsane ismi Ahmet Rıza Bey'in Paris'te 6 yıl boyunca pozitivizmle zaman harcayıp ara sıra da padişaha devletin ıslahı hakkında layihalar sunarken birdenbire Meşveret gazetesini çıkarmaya başlaması, ilginçtir, Ermeni ayaklanmalarının başladığı 1895 tarihine rastlar. Ahmet Rıza Ermenileri desteklerken kullandığı dil yüzünden Abdülhamit'le mahkemelik olur ve bu vesileyle de başta Clemenceau kardeşler olmak üzere siyaset dünyasının ünlü isimleriyle sıcak ilişkiler kurar. Mütareke yıllarında Ahmet Rıza, başta Fransa başbakanlığına kadar çıkmış Clemenceau olmak üzere dost sandığı isimlere mektuplar yağdırmışsa da çok geçmeden kimsenin ona kulak asmadığını hayretle görecektir. Yabancı güçlerle el ele çalışmak o tarihlerde herhalde ayıp sayılan bir şey değildi. Nitekim Ahmet Rıza'nın en büyük rakibi Mizancı Murat, gazetesini Mısır'da yayımlamak için Büyük Britanya Başbakanı Salisbury'den izin aldığını hiç saklamamıştır. Adı her nedense Türk dostuna çıkmış olan Salisbury ise bu sıralar Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanma projelerinin tarihteki en ciddi örneğini sunmak üzeredir.
Satın alınamayan isimler: Ahmet Rıza ve Dr. Nâzım
II. Abdülhamit Jöntürklerle mahkeme salonlarında hesaplaşmanın onların reklamı olacağını çabuk fark etmiş ve hasımlarını birer birer satın almayı tercih etmişti. Ahmet Rıza'nın bir efsane haline gelmesi, satın alınamayan pek az isimden biri olmasından kaynaklanır. Onun da 1908 sonrası nasıl II. Abdülhamit'in karizmasına kapıldığı, Mütareke yıllarında ise Vahdettin'in sadrazamı olmayı hayal ettiği için gözden düştüğü malumdur. O dönem kimseye eyvallahı olmamakta Ahmet Rıza'dan da dişli olan Dr. Nâzım, 1926'da İzmir suikastına karıştığı iddiasıyla idam edilecektir. Önemli bir başka isim Lübnanlı bir Maruni olan Halil Ganem ise Fransa'da geçimini başka yollardan sağlayabildiğinden Saray'ın sadakasına muhtaç olmamıştır.
TARİHTE BUGÜN
Şehit diplomatımız İsmail Erez
Türkiye'nin Paris Büyükelçisi İsmail Erez, 24 Ekim 1975'te Paris'te, makam şoförü Talip Yener'le birlikte Bir Hakeim Köprüsü çıkışında çapraz ateşe tutularak şehit edildi. Cinayeti, henüz iki gün önce Viyana'da şehit edilmiş olan Büyükelçi Daniş Tunalıgil cinayetinde olduğu gibi "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" (JCAG) yani Taşnak bağlantılı bir örgüt üstlenmişti. Nedense önce JCAG'ın cinayeti üstlenmesinin katillerin gerçek etnik kökenini gizleme amaçlı olduğu iddia edildi. Daha sonra da olay, başka cinayetler gibi ASALA'nın hesabına yazıldı. Özellikle Fransa ve ABD'deki legal konumları dolayısıyla Taşnakların üzerlerine gidilemeyişi, Türk kamuoyunda ASALA'nın tek Ermeni terör örgütü olduğu gibi yanlış bir kanının yerleşmesine ve ardından da bilinen efsanelerin uydurulmasına sebep oldu. Bugün böylesi bir kamuflaja gerek kalmadı. "Elbette eyleme geçeceklerdi, yoksa dertlerini kim dinlerdi?" gibi inanılamayacak sözlerin akademisyenlerce TV'lerde sarf edilmesi de artık kimsenin itirazına yol açmıyor!
ŞEHİT EDİLEN DİPLOMATLARIMIZ
Mehmet BAYDAR
Bahadır DEMİR
Daniş TUNALIGİL
İsmail EREZ
Talip YENER
Oktar CİRİT
Taha CARIM
Necla KUNERALP
Beşir BALCIOĞLU
Ahmet BENLER
Yılmaz ÇOLPAN
Galip ÖZMEN
Neslihan ÖZMEN
Şarık ARIYAK
Engin SEVER
Reşat MORALI
M. Savaş YERGÜZ
Cemal ÖZEN
Kemal ARIKAN
Kani GÜNGÖR
Orhan GÜNDÜZ
Erkut AKBAY
Nadide AKBAY
Atilla ALTIKAT
Bora SÜELKAN
Galip BALKAR
Dursun AKSOY
Cahide MIHÇIOĞLU
Işık YÖNDER
Erdoğan ÖZEN
Evner ERGUN
Çetin GÖRGÜ
Çağlar YÜCEL
Haluk SİPAHİOĞLU
|
II. Abdülhamit karşıtları
İstanbul'da yapılan ve hangi gayeye hizmet ettiği hâlâ doğru dürüst bilinmeyen 1896 teşebbüsü Abdülhamit'i çok fazla ürkütmüş olmalıdır ki, bütün şüphelileri başta pek iyi bilinen Fizan olmak üzere çeşitli yerlere sürer. Bu sürgünler arasında bulunan en ilginç isim ise yıllar sonra Şeyh Said isyanıyla bağlantısı öne sürülerek idam edilen Seyyid Abdülkadir'dir. O yıllarda Kürtlerin II. Abdülhamit'i eğitim politikası sebebiyle Türkçü, muhaliflerini ise kozmopolit olarak gördükleri biliniyor.
1897'de Harbiye'de ortaya çıkarılan direniş hücrelerinden ikisinin adının "Hüseyin Avni Paşa" ve "Süleyman Paşa" olması ise bu muhaliflerin aidiyetini ve niyetlerini açıkça ortaya koymaktadır. Neticede bu iki paşa Abdülaziz'in tahttan indirilmesi olayında askerin başında olan paşalardı. Süleyman Paşa ayrıca Mithat Paşa'nın yanında tek samimi meşrutiyetçi olmak ve II. Abdülhamit'i sarayında tehdit ederek meşrutiyeti ilan ettirmek gibi bir üne de sahipti. Tutuklanan Harbiyelilerden 78 kişi "Şeref Vapuru"yla Trablusgarp'a sürüldüler ve tarihe Şeref Kurbanları olarak geçtiler.
1899 yılında II. Abdülhamit karşıtlarına padişahın öz yeğeni Prens Sabahattin de katılır. Babası ve kardeşi de onunladır ama Prens Sabahattin'in yanında figüran sayılırlar. Prensin prens olmayıp da sultanzade olduğu tartışması ise cidden teferruattır. Sabahattin, Osmanlı İmparatorluğu'nda ıslahat yapmak için yabancı müdahalesinin şart olduğunun en ateşli taraftarı olur. Mütareke yıllarında İngilizlerin elinde bir kuklaya dönen prensi pirleri sayan liberallerimiz bu olayları yorumlamakta çok zorlanmaktadırlar. Sabahattin'in Ermenilere olan sempatisi ise Ahmet Rıza gibi duygusal alanda kalmaz; iki ünlü Jöntürk kongresinden sonra tamamen Ermenileri desteklemeye koyulur. Buna rağmen Ermenilerin mesafeli davranması herhalde prensin büyük şansıdır! Sabahattin'in yakın mesai arkadaşı İsmail Kemal ise İstanbul'da yapılması düşünülen askeri darbe için çalmadığı kapı bırakmadıktan başka Yunanistan Kralı'nın yanına giderek ondan bu işin finansörü olmasını bile istemiştir. 5 yıl kadar önce Osmanlılar karşısında büyük bir bozgun yaşamasına rağmen Kral'ın İsmail Kemal'i kovduğu bilinir. Bu macera, kendisinin bugün Arnavutluk'un milli kahramanı olarak tanınmasına engel olmamıştır.
Abdülhamit devrildiğinde emperyalistlerden kurtulacaklarına inanmışlardı.
Ne var ki, sivil kolun bu şekilde daha kaç yıl uğraşırsa uğraşsın II. Abdülhamit'i yerinden kıpırdatamayacağı açıktı. Nihayet silahlı ayaklanma 3 Temmuz 1908'de Makedonya'daki bazı askerlerin kendi kafalarına göre dağa çıkmasıyla başladı. Bu askerler zaten her gün dağlarda komitacı avına çıktıklarından aslında onlar için değişen fazla bir şey de yoktu. Dağa, Rus Çarı ile İngiltere Kralı'nın 9 Haziran 1908 Reval buluşmasında Türkiye'yi parçalama pla
nı yaptıklarını sanmaları nedeniyle çıkarlar. O günlerde Resneli Niyazi, Enver ve daha birçokları, eğer II. Abdülhamit'i devirirlerse emperyalist planların dürülerek rafa kalkacağı inancındadırlar. Mithat Paşa da 1876'da anayasa peşinde koşarken aynı inancı taşımaktaydı.
Bazen, dedelerinin bir cihan imparatorluğuna hükmetmiş olmaları çökme devrinde torunların laneti olabiliyor, onların akıllarını başlarından alıp tutarlı davranmalarını engelleyebiliyor. Tarih göstermiştir ki, bir Mustafa Kemal'in çıkıp 1 Aralık 1921'de Meclis kürsüsünden Panislamcılık ve Pantürkçülük hakkında "Haddimizi bilelim" diyebilmesi için çok daha beterlerinin yaşanması gerekmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder