Kapitalizmin zırhı olarak anılan sosyal demokrasiyi, günümüz
koşullarında, yeniden tanımlamak, gerektiği gibi anlamak ve bu düşünce
sistemine uygulanabilir bir nitelik kazandırmak gerekiyor. Marksizm ile
yollarını ayıranlar yeni bir siyasal düşünce modeli yaratmak amacı ile
kapitalizmi esas alan ama kapitalizmin toplumsal yaşamın ve insanın doğasına
aykırı acımasız sömürü vetiresini törpüleyerek toplumsal yaşamı herkes için
yeniden düzenlemek amacı ile yola çıkmışlardı. Adam Smith sonrasında
"Bırakın gelsinler, bırakın geçsinler"anlayışı ile üretim aracı
sahiplerine sonsuz bir özgürlük tanıyan yaklaşım 1929 ekonomik krizi ile bir
deprem yaşadıktan sonra kendini sorgulamaya ve Roosevelt döneminin "new
deal-yeni düzen" uygulamaları ile vahşi kapitalizme gem vurma sürecini
başlattı. İşte sosyal demokrasinin ekonomik ve siyasal özgürlüklerin yeterli
olmadığı görüşü bu dönemden sonra önemsenmeye ve kapitalizmin çökmesini
önlemek, ekonomik ve siyasal özgürlüklerin yaşayabilmesi için mutlaka toplumun
varsıl olmayan kesimine sosyal refah ve yaşama gücü verecek önlemlerin
sağlanması siyasetin gündemine, gitmemek üzere, oturdu.
Sosyal demokrasiyi ekonomik ve siyasal özgürlükleri bir veri
olarak kabul ederken bu özgürlüklerin toplumun önemli bir bölümünü yoksulluğa
tutsak etmesini reddeden bir düşünce sistemi olarak anlamak gerekir. Üretim
araçlarının sahiplerinin ürettiklerini satın alacak gücü olmayan bir toplum
kapitalist sistemin çökmesine neden olacağından üretenlerin karşısındaki
tüketenlerin insanca yaşayabilecekleri bir düzeyde olması kapitalist sistem
için çok önemlidir. Bu nedenle sosyal demokrasiye kapitalist sistemi koruyan
"koruyucu zırh" nitelemesi yapılmaktadır. Kapitalist sistemin yaşayabilmesi
için refahın toplum katmanlarına yayılması ve bireylerin sosyo-ekonomik güven
içinde olması önemlidir. Bunu sağlayacak düşünce sisteminin adı sosyal
demokrasidir.
Anayasamızın 2. maddesinde ifadesini bulan "sosyal
devlet" kavramı sosyal demokrasi anlayışının özüdür. Sosyal demokrasi
insanın insana kul olmayacağı bir sosyal, siyasal ve ekonomik düzenin adıdır.
Bu düzende insan "kul" değil toplumun özgür ve eşit bireyidir. İnsan
onuruna yakışan bir yaşamının olması doğal hakkıdır. Sağlık, konut, iş, eğitim
alanlarında tüm olanaklara sahip olmalı, gelecek korkusu yaşamadan, siyasal ve
ekonomik zulmün önünde eğilmek zorunda kalmadan güven içinde yaşamalı ve
yaşatılmalıdır. Bu bağlamda özgürlükleri kısıtlayarak ekonomik kalkınmayı
sağlamayı amaçlayan komünizm ve sonsuz özgürlük içinde aynı amaca ulaşmayı
amaçlayan kapitalizm ile karşılaştırıldığında aynı amacın toplumun sosyal
refahı ve sosyo-ekonomik güvenceleri sağlanarak sosyal demokrasi ile
gerçekleştirilmesi düşüncesi insanlık onuru ile örtüşen daha güvenli bir sistem
olarak öne çıkmaktadır.
Sosyal demokrasi ama nasıl?
Toplumsal yaşamın özgür ve bireysel yaşamların güvence
içinde olduğu bu siyasal düşünce nasıl gerçekleştirilecek ve bu gerçekleşmenin
avadanlıkları neler olacaktır sorusu günümüzde yanıtlanması gereken çok önemli
bir sorudur. Bu sorunun yanıtlanması özellikle Türkiye için çok önemlidir.
Çünkü Türkiye hızla klasik demokrasinin çemberi dışına çıkarılmak, temel hak ve
özgürlükler bir İslam Devleti'nin kuruluşuna kurban edilmek istenmektedir. Bu nedenle
ülkemiz siyasetcileri ve aydın yurtseverleri sosyal demokrasiyi iyi özümsemeli
ve alanda gerekli adımları atmalıdırlar.
Sosyal demokratik düzen bu düşünceyi özümsemiş bir siyasi
parti tarafından kurulacaktır. Bu nedenle bu partinin kadrolarının sosyal
demokrat düşünceyi yaşama geçirecek kadrolardan oluşması çok önemlidir. Bu
kadroların aracı, tefeci, emperyalist işbirlikçilerden, büyük sermaye
savunucularından arınmış olması gerekir. Bu kadrolar emeğin ideolojik
aydınlarından, toplumculardan, emekçiler ve onların örgütlerinin
temsilcilerinden, toplumsal çıkarları önemseyen hükümet dışı örgüt
(non-governmental organizations) temsilcilerinden oluşması gerekir.
Sosyal demokrat partide kadro kadar program da önemlidir.
Sosyal demokrat düzenin temel yapı taşlarını oluşturacak programlar uzmanlar
tarafından hazırlanmalı ve mutlaka seçmenlere kurulacak düzenin ilkeleri
örnekleri ile anlatılmalıdır. Bu konuda yaşadığım bir deneyimi paylaşmak
isterim. 1967-68 yıllarında Doğan Avcıoğlu'nun yayınladığı YÖN dergisinde
yazılar yazıyor ve sıkca Avcıoğlu'nun bürosunu ziyaret ediyordum. Büronun
duvarlarına monte edilmiş raflarda bir sürü klasör vardı. Merak edip
sorduğumda," bu dosyalarda iktidar olduğumuzda uygulayacağımız hükümet
programının yasa taslakları var" diye yanıtlamıştı. Avcıoğlu askerin sol
bir darbe yapacağını ve kendisinin Başbakan olacağı beklentisi içinde idi. Bu
program hazırlığı beni çok etkilemişti ve sonraki yıllarda bu hazırlığın
önemini Ecevit'e, Baykal'a ve Kılıçdaroğlu'na anlattığım halde hiç birisinin
böyle bir çalışma ve hazırlık yaptığına tanık olmadım.
İktidar ön hazırlık ister
1973 seçimlerinden sonra koalisyon hükümeti kuran CHP'nin
Bakanları TBMM koridorlarında bizlerden kamu kuruluşlarına müdür ismi
önermemizi istedikleri zaman CHP'nin iktidara ne kadar hazırlıksız olduğunu
hüzünle izlemiş ve başarısızlığın ayak seslerini duyar olmuştum. Durum bugün de
değişmiş değil ve CHP yöneticileri iktidar olmayı hayal bile etmediklerinden
olacak bu yolda hiçbir hazırlıkları olmadığını biliyorum. Sağlam kadroları ve
tutarlı bir programı olduğunu varsayalım bir sosyal demokrat parti nasıl
iktidar olacaktır. Ülkemizin seçmeninin önemli bir çoğunluğu tutucudur. Bu
tutucu kesimin köklü bir dindarlığı vardır. Sosyal Demokrat Parti din kartını
kullanarak siyaset yapamaz çünkü görevi varsayılan öteki dünyada ki yaşamı
değil bu dünyadaki yaşamı bireyler için güvenli yapmak, sömürüyü yok etmektir.
Sosyal Demokrat Partinin temel dayanağı emekçiler ve onların örgütleri ile
emeğin yandaşı aydınlar, toplumun aydınlanmasına yaşamlarını adamış
yurtseverler olmalıdır. Bu kesim içinde en önemli siyasal güç kaynağı emekçiler
ve onların örgütleridir. Ülkemizde geçimini emeği ile sağlayan yaklaşık 18
milyon işçi ve memur vardır. Tarım kesiminde ve kendi hesabın çalışan örgütlü
kesimi de hesaba katarsak bu sayı 20 milyonu aşar. Ataerkil bir toplum
olduğumuza göre be kesim bireylerinin etkileyebileceği eş oylarını da
düşünürsek karşımıza Sosyal Demokrat Partiye oy verecek büyük bir potansiyel
çıkmaktadır. Bu potansiyel işlenirse sosyal demokrasinin iktidarı kaçınılmaz
olur.
Sosyal demokrasinin oy tabanı
Bu kesime siyasal işlerlik kazandıracak ve oylarını böyle
bir partiye kim ve nasıl yönlendirecektir? Bu konuda sorumluluk öncelikle Sosyal
Demokrat olduğunu savlayan partinin yöneticilerine sonra da işçi ve memur
sendikalarının yöneticilerine düşmektedir. 6356 sayılı Sendikalar ve Tolu İş
Sözleşmesi Yasasının sendikaların faaliyetlerini düzenleyen 26. Maddesinde
"sendikalar siyasetle uğraşamaz" diye bir hüküm yoktur. Maddenin 5.
bendinde,"kuruluşlar tüzüklerinde belirlenen amaçları dışında faaliyette
bulunamaz" hükmünü doğru yorumlamak ve sendikaların siyasal faaliyette
bulunabileceği sonucuna varmak gerek çünkü yasanın 1. Maddesi işçi sendikalarına
"çalışanların ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma şartlarını
belirleme" görevini bir amaç olarak vermiştir. Bu amacım sadece toplu
sözleşme düzeni içinde belirlenemeyeceği açık olduğundan ekonomik ve sosyal
koşulların belirlendiği üst alana, yani siyasal ortama, ilişkin çalışmalar
yapabilmelerini de kabul etmek gerekir.
Sendika yöneticilerinin siyasi faaliyetini sadece siyasal
söylem, hükümeti eleştirmek olarak algılamaları dar bir yaklaşım olur.
Sendikaların bu bağlamdaki temel görevi eğitimler yolu ile üyelerine bir sınıf
bilinci verme ve onların seçmen olarak davranış biçimini şekillendirmek
olmalıdır. İşte bu noktada sendika yöneticilerimiz ürkek güvercinler gibi
davranmakta üyelerini siyaseten bilinçlendirme ve yönlendirme konusunda cesur
bir tavır sergileyememektedirler. Nedenleri çok yüzeyseldir: "üyelerimiz
tutucudur. Onları siyaseten yönlendirmeye kalkarsak istifa eder ve işkolumuzda
kurulu rakip sendikaya giderler"
İşçi ve memur sendikalarının en büyük sorunu bu eğitim
sorumluluğundan kaçıştır ve zoru başaracaklarına, siyasette etkili, yön verici
bir oy gücü yaratacakları yerde, işin kolayına kaçıp, iktidarların koltuk
altına sığınıp sorunlarını çözmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle işçi ve memur
sendikalarının büyük çoğunluğu, özelikle AKP döneminde, özgür sendikalar
olmaktan vazgeçip biat eden sendikalar konumuna gelmişlerdir. Bu davranış bir
Sosyal Demokrat Partinin yaşam alanına çok büyük darbe vurmakta ve onun iktidar
olma umudunu yok etmektedir.
Partinin yaygın siyasal eğitim programı olmalıdır
Sendika yöneticilerinin bu aymazlığı karşısında Sosyal
Demokrat Parti yöneticilerinin yapabileceği bir şey yok mudur? Iskalanan asıl
sorun da budur. Sosyal Demokrat olduğu savındaki parti kendi seçmen kitlesini,
kendi oy gücünü kendisi yaratmalıdır. Sendikaların yapmadığını kendisi
yapmalıdır. Emekçilere açılmalı, onları eğitmeli, onları sandığa taşıyarak
kendi iktidarının kaldırım taşlarını döşemelidir. Geçmişte Sayın Ecevit ile
bunu CHP'de yaptık. 1968 yılında ısrarla benim CHP üyesi olmamı istedi. 274-275
sayılı yasaların çıkarılmasında ki büyük katkısından dolayı ona olan saygımdan
önerisini kabul ettim ve 45 ilde İşçi Büroları kurarak partinin üye profilini
değiştiremeye başladık. İlçe ve İl Merkezlerinde eğitim çalışmaları yaptık, grev
çadırlarına partinin varlığını taşıdık İl Genel ve Belediye Meclislerine
işçilerin, sendika yöneticilerinin seçilmesini sağladık ve 1973 seçimlerinden
birinci parti olarak çıktık. Bu birinciliğin en önemli nedenlerinden biri
emekçilere açılımın başarı ile sergilenmesi olmuştu.
Bugün vahşi kapitalizmi frenleyen, üretim özgürlüğü içinde
sosyal refahı sağlayarak sosyal devleti kuracak olan Sosyal Demokrat bir
partinin varlığına her zamandan daha çok ihtiyaç vardır. Bu tanımı yaşama
geçirecek ve bu inançla iktidar olma çabasında olan bir parti var mı sorusu bir
çok insanın kafasında yanıtı olmayan bir soru olarak yer etmiştir. Geçmişinden
ders almayı becerebilse bu tanıma en yakın parti CHP dir denebilir ama CHP ne
kadrosu, ne sosyal demokrat bir alternatif program üretememiş olması ve ne de
doğal tabanı olması gereken emekçileri kucaklayamamış olması nedeni ile bu
yakıştırmadan çok uzaktadır.
Ülkemiz büyük bir hızla tek adam yönetimine giderken
demokrasinin temel yapı taşlarını yok etmektedir. Sosyal Demokrat düzen bu
nedenle ülkemiz için acilen kurulmalıdır. CHP ırkçı bir söylemi kullanarak
"titreyip kendine gelmelidir" çünkü, bu konuda en büyük sorumluk bu
devletin kurucu partisi ve ana muhalefet partisi olması nedeni ile CHP'ye
düşmektedir. 2014 yılında üç seçim olasıdır. Bu nedenle CHP bu yazıda sözü
edilen ögeleri önüne koyup kendine çeki düzen vermelidir. Bunu yapamazsa ve
2014 yılında büyük bir düş kırıklığı yaşar ve bu ülkenin yurtseverlerine bunu
yaşatırsa korkarım bu yönetim partinin sonunu hızla hazırlamış ve yeni bir
Sosyal Demokrat Partinin kuruluşunu gündeme getirmiş olacaktır.
TBMM de birlikte çalışma olanağı bulduğum rahmetli Turan
Güneş'ın bir sözünü günümüz CHP yöneticilerine hatırlatmak isterim; "kumar
ütmek için oynanır, siyaset iktidar olmak için yapılır".CHP veya herhangi
sol bir parti iktidar olmayı kesin bir hedef olarak almalı çünkü ülkemizin
Kemalist ilkeleri ve çağdaş yüzü hızla karartılmak isteniyor. Bu ülkenin çok
acele bir sol iktidara ihtiyacı var. Bunu sağlamak için özellikle solda olmayan
CHP'nin sol bir parti olarak çok ciddi bir değişimi yaşama geçirmesi gerekir.
CHP yöneticileri derisini değiştiremeyen yılanın mutlaka öleceğini
bilmelidirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder