31 Oca 2014

Efendiye “Selam”…

Çıkış arayan güzel kardeşim,

Başarı istiyorsun…

Kaybetmekten bıktın…

Efendiye gidiyorsun…

Sana diyor ki, “senin, sen olarak başarmana asla izin vermeyeceğim. Sen, sen olarak kalamazsın, O’na benzeyeceksin. O’nun sunduklarından fazlasını sunacaksın ayaklarımın dibine. Bu da yetmez, çünkü sana hiç mi hiç güvenmiyorum. Şu adamı getirip başa geçireceksin. Bu dediklerimi yaparsan belki düşünürüm sana icazet vermeyi.”

Geri dönüp düşünüyorsun…

Doğru nedir?

Bak güzel kardeşim, sana bir örnek vereyim;

Hüseyin Medine’den Küfe’ye gideceği zaman, onu seven herkes gelir ve ona “yapma!” der. “Bilmiyor musun? Bu Emevi dölü sana ve atana düşmandır. Küfeliler ise babanı ne kadar sahiplendilerse, seni de o kadar sahiplenirler. Gitme! Sen, son kalenin, kalan son muhafızısın.”

Hüseyin cevap verir,

“Ben bunları bilmiyor muyum sanıyorsunuz? Allah’a yemin olsun ki, hile ve desiseyi Ebu Süfyan’ın çocuklarına öğretecek kadar iyi bilirim. Ancak ben onların yaptıklarını yapamam. Hile ve desise ile Allah’ın dinini kirletemem.

Eğer bu gün, zulmün din haline gelmesine, ibadet diye Firavunlara secde edilmesine, çıplak ayaklıların feryatlarına sessiz kalır ve Yezidin yaptığı gibi ahlaksızlığı din diye kuşanırsam iktidar için ve zalimleşirsem, “dinsizin hakkından, imansız gelir dersem”, kıyamete kadar hakkın namusunu savunmak için kimse kılını kıpırdatmaz artık. ‘Hüseyin bile iktidar olmak için namussuzlardan medet umduğuna göre, biz de zalime boyun eğip, onun taktiklerini benimseyelim’, der insanlar. Hayır. Vallahi ben bu gün nefsimin lime lime edileceğini bilsem de, hakkı haykıran tek kişi olarak kalacağımı bilsem de, doğrunun aydınlığını, karanlığın iktidarına değişmeyeceğim.”

Gider ve Kerbela’da, herkesin iktidarın gölgesinde bir yer aradığı o karanlık günlerde, hakikatin meşalesini, dağlanan sinesinde bir Şehbal gibi yeşertir. Onun ve dostlarının Kerbela’daki yalnızlığı, zulüm iktidarının çoğunluğunu mahveder. Ve insanlık bilir ki, iktidara sahip olan Nemrutlar, Firavunlar ve Calutlar, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, bir İbrahim, bir Musa, bir Hüseyin çıkar ve haykırır;

Evet, biz mağlup olmuş olabiliriz…

Evet, sen Tanrılığını ilan etmiş olabilirsin ve bu güce tapan ekseriyet sana secde ediyor olabilir…

Ama ben varım ve buradayım…

Ve tek başıma da kalsam, hakikatin meşalesini tutan el olacağım…

Sen, bizleri kendin yapamayacaksın.

Tarih sana tabi olanları yutacak ama bu aydınlık meşalesini, her türlü baskıya rağmen, tutanları abideleştirecek.

Güzel ağabeyler, kardeşler ve dostlar!

Zalimin silahını kuşanmak zafer getirebilir. Ancak o zaman zaferi kazanan hakikat olmaz, gene kazanan zulüm olmuş olur.

“İktidarın yolu namussuzla, namussuzca mücadeleden geçer” diyenler, yanılmışların ta kendileridirler.

Ey bu topraklardaki insanlara böcek muamelesi yapan efendi!

Şunu çok iyi bil,

Bizler iktidar için gömlek değiştiren yılanlardan değiliz.

Bizler, her parti ve grup içerisinde, zamanı gelinceye kadar sinsice beklettiğin ve şartlar olgunlaşınca harekete geçirdiğin köpeklerinden de haberdarız.

Biz bu dünyada zengin olmak için yaşamayız. O yüzden paran sökmez bize.

Biz bu dünyada iktidar koltuklarında semirmek için var olmadık. İcazetinle boyun eğdiremezsin.

Biz bu dünyada hazlarının esiri olmuş zavallılar da değiliz. Şantajların havada kalır.

Bizler son nefesine kadar devraldığımız hakikat ve adalet sancağını taşımakla yükümlü, sana göre deli, ışığın savaşçılarıyız.

Ölürüz, dövülürüz, aç kalırız ama iktidar için sana secde etmeyiz.

Planların gene havada kalacak göreceksin.

Bu kumaştan, çocuğuna adını verdiği hocasına, sırf iktidar için ihanet edecek adam çıkmaz, bu kumaşı giyenler “Erkan Mumcularına” da kanmaz. Biz senin B planlarına aşinayız 919’dan beri.

Bu kumaştan Mustafa Kemaller çıkar. Bizden onun kokusu gelir. Ağzımız Hüseyin’le beraber haykırır, Muhammed’in nefesiyiz biz.

Bak! Bir avuç kaldık. Ama hala bizden korkuyorsun. Çoğunluğa sahip olsan bile huzursuzsun. Bin dereden su getiriyorsun devşirmek için evlatlarımızı. Zira sen de çok iyi biliyorsun ki, bu toprakları kanlarıyla sulamışların genlerini taşıyanlar nefes aldıkça, sana tapanlar, bokböcekleri gibi eşinecekler mezbelelerde.

Bizi çok iyi tanırsın sen, babamızı da tanırdın. Biz Sakarya’da firar eden %50’nin değil, mitralyöze ciğeriyle saldıran eğri burunlu 300 uşağın kanındanız. Biz, işgal altındayken İstanbul, kızlarını İngiliz subaylarına sunan deyyusların değil, kaputuna sarılıp, taşların üzerinde geceleyen Mustafa Kemal’in evlatlarıyız. Annelerimiz bize, “seni düşman kollarında çırpınırken görmektense, şerefle ölürüm daha iyi” diyen aslan parçalarından gebe kaldı.

O yüzden korkuyorsun bizden ve korkmakta haklısın da.

Ahi yurdudur Anadolu, Yunusla atar nabzımız, Hacı Bektaş karşı tepelerden izler bizi. Irmaklarımızı dinle! akarken “Allah” derler, vadilerimizde “Hu” diye eser meltem bile. Allah orada, burada, uzakta değildir, ta en derin yerindedir tertemiz gönlümüzün. Gönlümüz, bu sebepledir ki kanmaz senin yobaz softalarına, yâr iledir her daim.

Bayramdır, şeb-i arûsdur bize ölüm.

İşte bu yüzden, zalimlerin eliyle ve yöntemiyle ve akıldâneliğiyle gelecek zafer, bize züldür.

Şerefsizce muzaffer olmaya, kahramanca şehit olmayı tercih etmişiz biz.

Gayrısını sen düşün…

Kendimizi ve değerlerimizi ve bizi biz yapan her şeyi verip iktidarı alacaksak, koy ki olmayıversin iktidar…

Hep denedin, Hep yenildin…
Olsun…
Bir daha dene, bir daha yenil…
Bu kez daha iyi yenil… 
S. Beckett

Hiç yorum yok: