17 Mar 2014

Kutuplaşma saplantısı, hezeyanı ve yanılsaması

Televizyonlardaki entelekdübek kavga programlarının biçim ve içerik düzeyi, katılanların ilkellik şahikaları midemi bulandırıyor. Neredeyse katılanların tamamı boş kavramlarla, klişelerle konuşuyor.
Son zamanlardaki en gözde, en moda, en yanıltıcı klişe: “Kutuplaşma”. Güya siyasetçiler ve aydınlar Türkiye’yi kutuplaştırıyormuş. Ülkede barışı sağlamak için yapılması gereken ilk iş bu kutuplaşmaya son vermekmiş...
Hele bu klişeyi AKP yağlama-yıkama servisinin elemanlarının ağzından duyunca kusasım geliyor. Hele Hüseyin Yayman gibi, Abdülkadir Selvi gibi medrese talebelerinin ağzından duyunca...
12 Mart gecesi Haber Türk ve CNN Türk’ü izlerken iki kez (mecazi olarak) kustum: Birincisi Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında, ikincisi Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölgesi’nde...
Fatih Altaylı’nın karşısında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu. Aziz Kocaoğlu’nun entelektüel düzeyi karşısındaki insanı eziyor. Fatih Altaylı işi tatlıya bağlamak, güya tarafsızlığını göstermek için hemen klişeye sarılıyor: Kutuplaşma! Aziz Kocaoğlu, yorum getiriyor ama Miyase İlknur’un CNN-Türk’te, Tarafsız Bölge’de verdiği net cevap değil.
Tarafsız Bölge’de, AKP kalemşorlarının en Abdurrahman Çelebisi Abdülkadir Selvi, hükümetin çıkardığı bunca hırgürden ve mugalatadan sonra Kutuplaşma Barış Çubuğu’nu yakıyor. Miyase İlknur, benim aylardır beklediğim cevabı haykırıyor: “Kutuplaştırmanın mimarı Başbakan Erdoğan’dır!”

Şimdi gelelim şu Kutuplaşma işinin kısa tarihçesine:
Taha Akyol, Fatih Altaylı ve Abdülkadir Selvi gibi medya vasatlarına... Taha Akyol güya amatör tarihçi...
Evet, bu ülkede bir kutuplaşma var ama bu yeni değil, AKP ile başlamadı, AKP bu tarihsel kutuplaşmayı din sosuna banarak iktidara geldi. Aslına bakarsanız, kutuplaşmanın oluşturucusu da bizzat kullanılan din ve din adamı siyasetçi, siyasetçi din adamı!...
Zihinleri açmak için kutuplaşmanın adını-sanını vererek, tanımlamasını yaparak konuşalım:
Kutuplaşma denen şeyin bir ucunda Cumhuriyet ve cumhuriyetçiler var. Öteki ucunda Karşı Devrimciler, cumhuriyet karşıtları, muhalifleri ve düşmanları.
“Kutuplaşma”nın bir ucunda Cumhuriyet Devrimleri var, öteki ucunda geleneksel istemezükçüler.
Yapılacak ilk yanlışlık, iki tarafı eşit bir olgu-gerçek olarak ele almak. Neden? Çünkü Cumhuriyet bir taraf değil, Türk ulusunun kurduğu devletin rejiminin adı. Bir statükonun adı. 29 Ekim 1913 tarihinde resmen temeli atılmış, bir kurucu halkı, bir meclisi, anayasası olan, uluslararası devletler hukukuna göre kurulmuş, Birleşmiş Milletler ve örgütlerinin, Avrupa Parlamentosu ve örgütlerinin üyesi bir devlet. Bu devlet ve rejimi yasal bir konum ve durumdur. Bu bir olumlu statükodur. Bütün devletlerin statükosu gibi.
Dolayısı ile Cumhuriyet, bir devlet rejimi olarak, çift ağızlı (devlet ve rejim) bir meşru durumu temsil etmektedir.
Bu cumhuriyetin anayasasına ve yasalarına göre kurulmuş siyasal partiler, kendilerine kuruluş kaynağı ve dayanağı olan anayasa ve yasalara karşı olamazlar. Siyasal partiler kuruluş dilekçeleriyle cumhuriyet devletinin açık-seçik statükosunu kabul etmişlerdir. Bu statüye karşı olamazlar.
Kutuplaşmadan söz eden kalın kafalılar ilkin bu gerçeği anlamak ve kabul etmek zorundadırlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası ve yasalarına göre seçime girip iktidara gelen bir parti, sonsuza kadar iktidarda kalmayı hayal bile edemez. Seçim kazanarak iktidara gelen bir siyasal parti, devletin rejimini değiştirmek gibi darbeci bir siyasal zihniyete sahip olamaz. Oysa R.T. Erdoğan 1993 yılında bakın ne buyuruyor:
“Demokrasi bugüne kadar bazen bir amaç bazen ise araç olarak görülmüştür. Hem araç hem amaç olarak yorumlayanlar olmuştur. Bize göre ise de demokrasi ancak bir araçtır. Hangi sisteme gitmek istiyorsanız, bu düzenin seçiminde bir araçtır. Yani demokrasi ile düzenler değişir, düzenler gider. Tabii bunun demokrasiyle gerçekleşmesi, halkın iradesinin tecelli etmesi güzel bir şey.” (Metin Sever-Cem Dizdar, 2 Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Yayınları, 1993, s.419)
***
Anlaşıldı mı Vehbi’nin kerrakesi? Demek ki, Milli Görüş gömleğini çıkarma hokkabazlığı yapan R.T. Erdoğan, seçimle geldiği iktidarda, TC Anayasası’nın 2. maddesinde yazılı olan cumhuriyet niteliklerini değiştirebileceğini düşünmektedir. Hiçbir devlet, hiçbir cumhuriyet, hiçbir demokrasi böyle bir nankör saldırıya izin vermez.
Cumhuriyet; anayasasıyla, yasalarıyla kendi varlığını, satükosunu korumak zorundadır. Cumhuriyetçi partiler, devlet kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve cumhuriyetçi vatandaşlar da doğal olarak birer savunucu ve garantör olarak Cumhuriyet’in yanında yer alırlar, almak zorundadırlar. Bu bir “Kutup” ya da “Cephe” değildir!
Cumhuriyet’in statükosu uluslararası bir meşruiyete sahiptir. Cumhuriyeti savunanların durumları da yasal ve meşrudur. Bu nedenle, konumları doğaldır. Bu durumu “kutup” saymak ne demek? Bir devletin rejimini kutup saymak, devletler hukukuna aykırı değil mi? Demek ki TC Anayasası’nın İkinci Maddesi’nde yazılı olan ilkeleri (Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti) savunanların bir kutup oluşturduğunu iddia etmek, iddia sahiplerini yasadışına iter.

Ama olgular ve gerçekler, Cumhuriyet karşısında, AKP’nin simgelediği bir karşı cephenin bulunduğunu kanıtlıyor. İşte bu cepheye “Kutup” adı verilebilir. Gayri meşru, anayasa ve yasadışı, illegal bir kutup. Rüşveti bile şeriata göre meşrulaştıran bir yıkıcı kutup.
Bu kutup II. Selim’den itibaren bütün değişim ve ilerleme hareketlerine karşı çıkan “istemezükçüler” kitlesinden oluşmaktadır. Güya Osmanlı geleneği hayranı ve yeni bir Osmanlı düzeni kurmayı hayal eden AKP ve ataları, aslında, yenileşmek ve gelişmek amacıyla reformlar yapan Osmanlı’nın da karşısındadır.
Osmanlı Devleti’ni yıkan hastalığın virüsü Ulema (İlmiye) Sınıfı’dır, bu sınıfın eğitim ve öğretim gördüğü Medrese’dir.
R.T. Erdoğan, Cumhuriyet’in kökünü kazımak için kendi medresesi olan İmam-Hatip okullarını silah olarak kullanıyor.
Türkiye’de tek bir kutup vardır: Başında Necip Fazıl’ın Başyücesi R.T. Erdoğan’ın bulunduğu darbeci İslamcı kutup!

Hiç yorum yok: