20 Ara 2007

Necip HABLEMİTOĞLU


Necip HABLEMİTOĞLU’nun 5. Ölüm Yıldönümünde Dilimizin Ucuna Gelenler
Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU

Türkiye’de kendi ülkenizin çıkarlarından yana yazan ve konuşan bir aydınsanız iftiraya, hakarete uğrayarak, sürekli tehdit edilerek sonunda ölüme mahkumsunuzdur. Üstelik en kötüsünden. Ya evinizin önünde alçakça kurşunlanırsınız ya da aracınıza bomba yerleştirilerek yok edilirsiniz. Bir süredir yeni başka yöntemlerde kullanılmaya başlandı. Kaza denebilecek düzmece durumlar, bazen de gerekirse faili belli olaylar yaratılıyor. İşte tam da bu noktada paranoyak olarak damgalanabilirsiniz. Çünkü Türkiye’de olup biteni değerlendirmeniz de istenmemektedir.
Türkiye son 20-25 yıldır kendisine giydirilmeye çalışılan giysilerin içine uydurulmaya çalışılıyor. Bu işin başındakiler meseleyi aydınlar üzerinden çözmeyi başarmaya çok yaklaşmış durumdalar. Türkiye’de yaşamını sürdürmek isteyen bir “aydın”sanız önce geçmişin komünistlerinden olmanız, zamanla sıkı bir liberale, hatta neo-liberale ve islamcıya dönüşmeniz gerekiyor. Ama yetmez. Yanısıra asker ve Türk düşmanı, Amerikan ve Avrupa hayranı olmanız, ulusalcılığı, bayrağı, şehitlik kavramını, Atatürk’ü, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan ilkeleri, tarihinizi, vatanın bölünmez bütünlüğünü, bağımsızlığınızı ince ince aralarına sıkıştırılan hakaretlerle tartışmaya açmalısınız. Yaşanan süreçte halkından bu kadar kopuk ve ulusunun çıkarlarına bu denli kör bakan bir aydın kitlesi de sanıyorum dünyanın hiçbir yerinde yaratılamadı.

Necip Hablemitoğlu bunların hiç biri değildi. 48 yıllık yaşamı boyunca ne bayrağına, ne tarihine, vatanına, ne de sımsıkı bağlı olduğu bu topraklara hiç ihanet etmedi. Hepsinden önemlisi namusluydu. Zihnini, düşüncelerini satışa çıkarmadan yaşadı. Yaşamının son 5-10 yıllık döneminde bütün çabası bu topraklarda bağımsızlığımızı ve varlığımızı yok etme çabası içindeki odakları anlatmak oldu. Sayısız konuşma yaptı, kitaplar ve makaleler yazdı. En önemlisi Üniversitede öğrencilerine Cumhuriyet Tarihimizi ve Atatürk Devrimlerini yalın, samimi ve güncel bilgi ile harmanlayarak anlattı. Üniversitelerin entelektüel yetiştirme amacına en iyi hizmet edenlerden biri oldu. Tarihe iz düştü.
18 Aralık 2002’de öldürülmesinin ardından Türkiye’de bir çok kesim ya kendi dünya görüşü, benimsediği siyasi bakış açısı ya da hizmet ettiği yerlerin manüplasyonları ile Necip’in kimliğine ilişkin yorumlar yaptı. Dedikodu biçiminde spekülatif saçma sapan, yalan yanlış bilgi ortalıkta dolaştı durdu. Kendisini hiç tanımadığını bildiğim, luzumsuz çeşit çeşit insan konuştu, sanki bildikleri varmış gibi. O günlerde çok sinirlenmiştim, şimdi onlara acıyorum. Öyle zavallı ve küçükler ki... Hele bazı medya kuruluşları Necip’i değersizleştirmek için ellerinden geleni yaptılar. “Derin araştırmacı vuruldu” diye başlık attılar. Okurken şöyle demiştim; “...derinin alası sensin, sizin gibi medyadan daha derin hiçbir şey yok bu Türkiye’de...”. Kaldı ki, son birkaç yıldır da bunu zaten herkes anladı. Necip’in söylediklerini başkaları da bugün daha ileri boyutları ile anlatıyorlar. Oysa Necip konuşup yazarken kendisine kuşku ile bakılması için her türlü çaba gösterilmişti.
Kimse öldürülen insanların ailelerini düşünmüyor. Ben de, kızlarımız da ve hatta Necip’te ne için öldürüldüğünü çok iyi biliyoruz. Tıpkı Necip’ten öncekilerin bildikleri gibi. Bizim için acı olan, Necip’in yokluğunun dışında, bunu bilerek ve Türkiye’de olup biteni sadece seyrederek yaşamak zorunda oluşumuz. Bunun dayanılmaz bir ağırlığı var yüreklerimizde. Öyle içimize işlemiş ki bu ölümler, ben Necip için bir cenaze töreni düzenleyebildiğimize bile şükrettim. Eskiden başına bir şeyler gelebileceğini düşündüğümde kanım çekilirdi. Şimdilerde “... ya cenazesini bulamasa idik, ya kaçırılsaydı, yıllarca kayıp olarak kalsaydı ne yapardık...” diye düşündüğümde; ölümün bile tercih edilebilir bir şeklinin olduğunu daha iyi anlıyorum.
Devletin bu olayı soruşturmakla ve çözmekle görevli, hatta bundan birinci derecede sorumlu kişi, kurum ve kuruluşları ise, kör, sağır ve dilsiz. Sanki böyle bir olay hiç yaşanmamış gibi. Çoğu zaman diliyorum ki, aile olarak bizim yaşadığımız acının aynısını yaşayarak hepsi de görsünler. Buna dönemin siyasi iradesi içindekiler de dahildir. Allahın cezası hepsinin yakasına yapışsın. Ne güncel yaklaşım(!) değil mi? Nerede hukuk, adalet ? Henüz biz karşılaşmadık. Biz daha Allahın laneti üzerlerine olsun deme aşamasındayız. Failler 5 yıldır bulunmayınca, hatta mecliste defalarca yöneltilen sorulara “ hazırlık soruşturması sürüyor “ gibi traji komik, belki de alaycı demeliyim, yanıtlar verilince, anlıyoruz ki, işimiz Allaha kalmış. Devletin kurumları çok meşgul. Necip Hablemitoğlu gibi “ halkla iç içe, kemalist, ulusalcı, gözüpek, emperyalizm karşıtı, dar mesleki ve kişisel arzularına yenik düşmemiş, kalbi vatan sevgisi ile çarpan” toplum için ciddi “ organik aydın “ özellikleri taşıyan bir gazeteci kökenli bilim insanının “ öldürülmüş olması kimseyi rahatsız etmiyor, yazık!!!
İçi boş ve başkaları adına yürütülen ülke içi siyasal yaşama hükmeden diğer aydın geçinenlerin ise hiç derdi değil. Çünkü onların ülkemiz içindeki yaşam koşullarından bağımsız olarak elde ettikleri konumları, seslerini duyurma ortamları, yazmaları, konuşmaları vs. ama içerden ama dışardan koruma altına alınmış durumda. Türkiye’deki yeni birey olma normlarını inşa etme ve fikirsel özerklik imajı yaratma aktörleri olarak çok meşguller. Türkiye’nin organik aydınları 3-4 yılda bir öldürülüyormuş ne gam... Zaten organik aydınların onlara göre varlığı da sakıncalı. Türkiye’de 80’lerde başlayan ilk dalgada aydınlar yeni ekonomik modelin ve askeri darbenin dağıttıklarının düzenlenmesi hedefine yönlenirlerken, ikinci dalgada bir AB üyeliği hedefi ile insan hakları, eşitlik, yenileşme, sivil toplum gibi amaçlar için dışardan gelen fonları, vakıf yardımlarını alma yarışına girdiler. Üçüncü dalgada ise, Türkiye’yi demokratikleş(tir)me çalışmaları içinde mevcut siyasi iradenin yanında yer aldılar. Necip Hablemitoğlu ikinci dalganın tepe noktası yaptığı günlerde öldürüldü. Bu ilginç yeni aydın modeli ile doku uyuşmazlığına yol açabilecek diğerlerinin de sonları böylece hazırlanmış oldu. Kimi öldürüldü, kimi tehdit edilerek korkutulup susturuldu, kimisi de işlerini kaybetme korkusu ile yazmayı ve konuşmayı bıraktılar.
Peki şimdi ne olacak ? Kaybedecek bir canı olanlar için sorun yok. Şu günlerde olup bitenler karşısında gerçekte düşünmesi gerekenlerin, bu noktaya gelişimizde katkıda bulunanlar olduğunu düşünüyorum. Artık onlar için bile yaşam alanları Türkiye’de giderek daralmaktadır.

Hiç yorum yok: