Atatürk’ün son yedi yılı en yoğun, en hareketli, en canlı, en verimli yıllarıydı
Bu nasıl yalnızlık?
- Filmi savunan genç bir bilim adamı da, filmdeki iddiaya ek olarak, “Atatürk’ün son 7 yılını yalnız geçirdiğini” söylüyor. Ne dersiniz?
- Bu son 7 yılda neler olmuş, hızla ve kuşbakışı bakalım mı? Başlıca olayları saymaya başlıyorum:
1931 Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşu, tarih çalışmaları, Afet Hanım’la birlikte Vatandaş İçin Medeni Bilgiler’i yazması.
1932 ilk Türkçe Kuran’ın okunuşu, Türkçe ezan, Halkevleri’nin kuruluşu, 1. Tarih Kongresi, Türk Dil Kurumu’nun kuruluşu, dil çalışmaları, 1. Dil Kurultayı.
1933 üniversite reformu, Cumhuriyet’in 10. yıldönümü.
1934 Balkan Antantı’nın imzalanması, 1. Beş Yıllık Sanayi Planı’nın uygulanmaya başlaması, 2. Dil Kurultayı, yeni devrim kanunlarının çıkarılması, kadınlara seçme-seçilme hakkının verilmesi 1935 Türkkuşu’nun, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin, MTA’nın, Etibank’ın kurulmaları, köy eğitmenliğinin kurulması.
1936 DTC Fakültesi’nin eğitime başlaması, 1. Sanayi Kongresi, Konservatuvar’ın açılması, Montreux Sözleşmesi’nin imzalanması, 3. Dil Kurultayı.
1937 Hatay sorunu, ağır sanayinin kurulması, 2. Tarih Kongresi, Atatürk’ün bütün varlığını hazineye bırakması.
1938, Hatay sorunu dolayısıyla Mersin’e gelmesi, S. Gökçen’in Balkan turu, hastalığının artışı, Savarona’da kalması, iki kez Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi, Savarona’dan Dolmabahçe’ye geçmesi, vasiyetini yazması, C. Bayar’dan 2. Dört Yıllık Plan hakkında bilgi alması, 10 Kasım 1938 sonsuzluğa göçmesi.
Sonuç: Hiçbir yılı hareketsiz, sessiz ve de yalnız geçmemiştir. Bu yıllar Atatürk’ün en yoğun, en hareketli, en canlı, en verimli yıllarıdır. Maddi ve ma-nevi büyük atılımın, gelişimin önderi, yol göstericisi, destekleyicisidir.
- Genç bilim adamı bunları bilmez mi?
- Bildiği halde öyle diyorsa, hayret. Bilmiyorsa daha hayret!
Araştırmayanlar, bu konulardan elini, dilini çeksin; çocuklarımızın aklını kirletmesin
Bilmeyenler anlatmasın
TARİHİ İYİ BİLMİYORLAR
- Filmdeki iddiaları savunan başkaları da var. Onlar için ne diyorsunuz?
- Okuyorum, bazılarını anlamaya çalışıyorum, bazılarına şaşıyorum. Hele bazıları ilginç: Bunlara göre Atatürk ve dönemi hakkında yalan yanlış her şey söylenebilir. Ama gerçeklerin savunulmasını demokrasi karşıtlığıymış gibi görüyor, gösteriyorlar. Kemalizmi tekparticilik gibi sergilemeye çalışıyorlar. Demek ki Kemalizm hakkında toplu iğne başı kadar bir şey bilmiyorlar. Prof. Dr. Sina Akşin’in kitaplarını okumalarını dilerim. Bazıları Osmanlı özlemi içinde, Osmanlı tarihini iyi bilmiyor. Kimi gözü kapalı Batı hayranı, bunlar da Batı tarihini bilmiyorlar. Bu karışık durum sağlıklı bir çizgide olmadığımızı gösteriyor. Atatürk de elbette tartışılır, eleştirilir. Ama bunu uydurmadan, çarpıtmadan, saptırmadan, gerçeklere saygı göstererek, uygar, düzeyli bir üslupla yapmalıyız.
Vatanımızı borçlu olduğumuz bir insan olarak bu kadarcık bir saygıyı, özeni, inceliği hak etmiştir sanıyorum.
CAN DÜNDAR NE DİYOR?
- Can Dündar bunca açıklama, eleştiri, kınama ve benzeri tepkiden sonra ne diyor acaba?
- 15 Kasım günü saat 17.30’da Kanaltürk’te, Kırmızı Halı programında konuşuyordu. Şöyle dedi: “Eksiğimiz çok ama yanlışımız yok.”
- Film neredeyse baştan aşağı yanlış. Hayret kere hayret!
Mustafa filmindeki eksikleri tamamlayacağına, yanlışları düzelteceğine inanıyorum
CAN DÜNDARA SESLENİŞ
Oğlum, filmini iki kez izleyerek, gördüğüm eksikleri ve yanlışları, 60 yıllık emeğime, bilgime, çabama dayanarak açıkladım. Hiçbir akımın, takımın adamı olmadığımı herhalde bilirsin.
Amacım sadece doğruyu belirtmek, gerçeği savunmak.
Filmine ilişkin inciten, şaşırtan, üzen, çok düşündüren eksikleri ve yanlışları, bu yazıyla ayrıntılı olarak bilgine sunuyorum. Filmin bu haliyle gösterimde kalması kesinlikle doğru değil. Zaten sorunlar içinde olan halkımıza yeni sorunlar ekleme. Filmi gösterimden çekerek, eksiklerini tamamlayacağına, yanlışları düzelteceğine, incelikten yoksun anlatımları temizleyeceğine güveniyorum. Buna, evde bana verdiğin sözden dolayı değil, sana hâlâ inanmak ihtiyacını duyduğum için güveniyorum.
SENARYOYU YAYIMLA
Filmi böylece, bu haliyle korursan, gerekli değişiklikleri yapmazsan, yanlışta ısrar edersen, hele filmi değiştirmeden dış ülkelere yollayıp da gariban Türkleri incitirsen, bölersen, Türkiye karşıtlarını, Atatürk’ün iki kez yenip denize döktüğü gözü doymaz emperyalistleri sevindirirsen, bu güvenimi sürdürmeyi başaramam.
Can,
Mustafa’nın senaryosunun yayımlanacağını açıklamıştınız. Senaryoyu bir an önce yayımla ki filmi eksiksiz değerlendirebilelim. Daha gözden ve dikkatten kaçmış birçok eksik ve yanlış olduğunu sanıyorum. Yayımlanırsa okur, eksikleri, yanlışları saptayıp açıklayarak sana yine yardımcı olurum.
32. GÜN İÇİN KISA BİR NOT
32. Gün bir açık oturum gibi oldu. Sayın Mehmet Ali Birand’ın oturum yöneticisi olarak tarafsız olması gerekirdi. Genç yardımcısını ve filmi korumak için çaba gösterdi. Dostluğu anlarım ama kurallar dostluktan daha önemlidir. Çok mütevazı bir açıklamada bulunmama izin veriniz. Yaşayan eski bir iki yayıncıdan biriyim. Yayın türlerinin kurallarını ilk kez yazılı olarak saptayan, açıklayan da benim. Bu tür programları yönetenlerin tarafsızlığı programa güvenilirlik ve düzey sağlar. Bu hususu belirtmeden geçemedim.
Sayın Baskın Oran’ın programa niye katıldığını anlamadım. Dersine hiç çalışmadan gelmişti, önceden edinilmiş ciddi bir birikimi de yoktu. Program boyunca söylediklerinin büyük çoğunluğu tarihe, gerçeklere aykırıydı. Mustafa filmi hakkında bir program izlemek isteyen izleyicilerin haklarını yememek için susmayı tercih ettim. Ciddi kitaplara bakarak doğruları öğreneceğini ümit ederek burada da susacağım.
Ama bir noktaya değinmemek olmayacak. Sayın Baskın Oran, Atatürk hakkında ucuzun ucuzu bir fıkrayı yineledi. Atatürk çok uzun boylu, gür sesli bir babayiğit olarak anlatılırmış. Bir gün bu abartıların yapıldığı yerden geçmiş. Boyu kısa, sesi de inceymiş, üstüne üstlük bir de sütlü kahve istemişmiş filan. Bu tek fıkrayı Atatürk hakkındaki abartıların, Atatürk’ü totemleştirmenin tipik örneği olarak ileri sürdü. Özetle dedi ki: “Atatürk böyle büyütülerek anlatırsa, Atatürk’ün böyle olmadığı anlaşıldığı zaman büyük hayal kırıklığı yaratır.”
ÖĞRENCİLERİNE DE BÖYLE Mİ ANLATIYOR?
On binlerce kitaptan oluşan Atatürk edebiyatını ve Atatürk gerçeğini bu ucuz fıkraya indirgeyerek anlatmak ve eleştirmeye yeltenmek, akla ziyan bir tutum. Bu ucuz şakadan yola çıkarak Atatürk’ün totemleştirildiğini, İsa gibi yarı-tanrı olarak anlatıldığını söyledi ve ekledi: “Mustafa filmi Atatürk’ü insanlaştırıyor, totem olmaktan çıkarıyor.”
Çocuklarımıza, gençlerimize Atatürk böyle, bu ucuz fıkradaki gibi mi anlatılıyor? Ey öğretmenler, Atatürk’ü böyle dev gibi ya da yarı-tanrı gibi mi anlatıyorsunuz? Ey bilenler, böyle inceleme kitabı, ders kitabı, yardımcı ders kitabı, hikâye kitabı, gençlik ansiklopedisi var mı?
Yoksa Sayın Oran öğrencilerine de yakın tarihimizi böyle mi anlatıyor?
NE OLUR!
Çanakkale’yi, Milli Mücadele’yi bilmeyenler bunları anlatmasın ne olur! Anadolu’nun o tarihteki durumunu, devrimlerin amacını, anlamını bilmeyenler de, doğru ile yanlışı, yalanı, uydurmayı ayırt edemeyenler de Cumhuriyeti anlatmasın ne olur! Atatürk’ü bütün yönleri ile özenle, saygıyla inceleyip kavramamış olanlar Atatürk’ü de hiç anlatmasın ne olur!
Bilmeyenler bu konulardan elini, dilini çeksin, çocuklarımızın aklını ve yüreğini kirletmesin, ne olur!
ATATÜRK’E YAKARIŞ
Bizi affet
Ey sevgili Atatürk!
Sana padişah/halife olman teklif edilmişti. Kabul etseydin haremin olacaktı, hazinen olacaktı, sarayların olacaktı, mutluluk ve keyif içinde bir ömür sürecek, içkini (afiyet olsun!) sarayında, gizli içeceğin için kimse de bu konuda olur olmaz konuşmayacaktı. Ama sen bu teklifi elinin tersiyle ittin. Milletinin geleceği için devrimler yolunu açtın. Bu nedenle kaç kez ölüm tehlikesi atlattın, iftiralara uğramayı göze aldın. İstedin ki yurttaşların bağımsız olsun, ilkellikten, bilgisizlikten, onursuzluktan, yoksulluktan, hurafelerden, din ve çıkar sömürücülerinden kurtulsun, ilerlesin, gelişsin, her alanda kalkınsın, ortaçağdan çıksın, çağının ve hayatın güzelliklerini paylaşsın, dilediği gibi ibadet etsin, huzur içinde yaşasın, bir daha da Batı’nın kölesi olmasın.
Ama biz seni, idealini, başarılarını, halkımıza, gençlerimize anlatmayı beceremedik. Araştırıp öğrenebilirlerdi ama doğruyu, gerçeği araştırma hevesini de, alışkanlığını da veremedik.
Bu konudaki beceriksizliğimizin son örneği de Mustafa adlı film. Bu filmi yapanlara, destekleyenlere, övenlere, seni, Milli Mücadele’yi, Cumhuriyetin neleri başardığını öğretemediğimiz anlaşılıyor.
Geleceği emanet ettiğin gençlerin birçok akımların, farklı düşüncelerin etkisi altında kalmalarını, bölünmelerini engelleyemedik. Gençlerimiz tarihsiz ya da sulandırılmış ya da tersine çevrilmiş bir tarihle yetişiyor. Kendi kahramanlarını unutturduk, çocuklarımızın başkalarının kahramanlarına hayranlık duymalarına yol açtık.
Aaah.
Senden sonra birçok zikzaklar çizdik. İzinden ayrıldık. Borçla kalkınmaya çabaladık. Bağımsızlığın milli ekonomi ile olan ilgisini unuttuk. Bağımsızlık duygusu zayıfladı. Anadolu aydınlanması gittikçe kararıyor. Emperyalizm konuşulmaz oldu. Batı karşısındaki aşağılık duygumuz yeniden hortladı. Kendimize güvenimiz sarsıldı. Senin, özü yurtseverlik, toprak, tarih ve yazgı kardeşliği olan milliyetçilik görüşünü canlı tutamadık. Birliğimiz, dirliğimiz sorunlar içinde. Seni de sana benzemeyen büstlere dönüştürdüler. Bu gidişin nelere mal olacağını tarih açıklıyor ama kimse tarihe kulak vermiyor.
Bütün bunlardan dolayı senden, aziz anından, derin bir utanç içinde özür diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder