Ermeni azınlık Birinci Dünya Savaşı’nın başında ve çeşitli aşamalarında Türk ve Müslüman kıyımını gerçekleştirdi
Gerçekler hep göz ardı edildi
Türk ve Müslüman halkın silahla hedef alınması ve çarpışan üç Osmanlı ordusunun ulaşım yollarının Ermeni egemenliğinin gerçek tehdidi altına girmesi askeri bir soruna yönetimsel bir çözüm gerektirdi.
Türk ordularının güvenliğine Ermeni tehdidinin kanıtları yalnız Osmanlı değil, Rus, İngiliz, Fransız, Amerikan ve Alman belgeliklerinde, hatta Ermeni yayınlarında vardır. Ancak, ayrıntılı olarak ele alan ve yabancı imzalarla yayımlanmış inceleme çok azdır.
Önce, 1915 dolayındaki Ermeni-Türk ilişkileri konusunu bu yazıda sınırladığımı belirtmeliyim. Burada bu geniş konunun genelde boşlanan ama çok önemli olan bir yanına, ayrıntılarına bir ölçüde inerek değinmek istiyorum. Eldeki belgeler ve bilgiler ışığında yanlış bulduğum şudur: Batılı yazarların önemli bir bölümü 1915’teki Ermeni ayaklanmasının Osmanlı güvenliği için gerçek bir tehlike oluşturmadığını, Ermenilerin silah kullanımının bir avuç insanın ufak tefek olaylarıyla sınırlı kaldığını, Türklerin bu tehdidi çok abarttığını ve böylece Ermeni azınlığın çoğunluğunu “tehcir”, yani yerinden etme gibi bir kararın gereksiz olduğunu, ayrıca böyle bir uygulamanın örneği de bulunmadığını savunuyor ve bu görüşlerini yineleyip duruyorlar.
“Budunsal temizlik”
Bu eksik vurguya karşı söylenmesi gerekenler de özetle şunlardır:
1- Ermeni azınlık Birinci Dünya Savaşı’nın başında ve çeşitli aşamalarında toplam altı haneli sayılarla anlatılan bir Türk ve Müslüman kıyımını gerçekleştirdi.
2- Osmanlı devletinin yalnız o zamanki geniş toprakları üstünde değil, kimi Ermenilerin ve yandaşlarının “Batı Ermenistan” demeyi yeğledikleri Doğu Anadolu’da her ilde kesin olarak azınlıktaydılar ve Ermeni olmayanlara “budunsal temizlik” uygulayarak kendilerine bir yurt edinme kanlı çabası içindeydiler.
3- Yurttaşı oldukları devletin savaş düşmanları olan Çarlık Rusyası, Britanya ve Fransa ile çok yakın silah, askeri eğitim, para ve uyumlu saldırı eylemleri çerçevesinde, Üçüncü, Dördüncü ve Altıncı Osmanlı Ordularının güvenliğini gerçekten tehdit ettiler.
4- Bu orduların savaş için gerekli ulaşım yollarını kullanılamaz duruma soktular.
5- Ermenilerin yerini değiştirme uygulaması zorunluydu ve bu nedenle yapıldı.
6- Böylesine bir yer değiştirmenin dünya ve Osmanlı yakın tarihinde örnekleri vardı.
7- Türk ve Müslüman halkın silahla hedef alınması ve çarpışan üç Osmanlı ordusunun ulaşım yollarının Ermeni egemenliğinin gerçek tehdidi altına girmesi askeri bir soruna yönetimsel bir çözüm gerektirdi.
8- Egemen Ermeni yanlısı yayınlarda bu gerçekler göz ardı ediliyor ve kimi ülkelerde bunları söylemek bile para ve hapis cezası getiriyor.
Türklerin kaygıları gerçek
Bu yazımın temel amacı özellikle Türklerin güvenlik kaygısının ne denli gerçek olduğunun ayrıntılarına inmektir. Bu gerçeğin tehlike algılamasına ve kimi Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesine açıklık getirmesi gerekir.
Türk ordularının güvenliğine Ermeni tehdidinin kanıtları yalnız Osmanlı değil, Rus, İngiliz, Fransız, Amerikan ve Alman belgeliklerinde, hatta Ermeni yayınlarında vardır. Ancak, ayrıntılı olarak ele alan ve yabancı imzalarla yayımlanmış inceleme çok azdır.
Konunun ekseni
Kafkas cephesinde konuşlanan 3. Osmanlı Ordusu,
Suriye ve Filistin’i korumakla görevli 4. Ordu ve sonra
Irak denilen topraklarda çarpışan 6. Ordunun güvenliğinin tehdit altına girmesi, çarpışan bu üç ordunun ulaşım yollarının tıkanması, kanlı Ermeni saldırılarının yaygınlaşması ve bunların doğurduğu sonuçlardır.
Birinci Dünya Savaşı’ndaki asker ve sivil Türk yetkililerinin yasal, törel, meslekten gelen ve insancıl bir güvenlik algılaması ve bir lojistik anlayışı vardır. Sorunun temeli budur. Balakian, Dadrian, Hovannisian ve Kevorkian örneği Ermeni yazarlarla Chalian, Ternon, Walker, Lang ve Melson gibi yandaşlarının değinmedikleri ama tartışmanın “olmazsa olmaz” yanı da budur. Büyük çoğunluğun bu bağlantılar konusunda yeterince bilgileri olduklarını sanmıyorum. “Özür” imzacılarının tümüne yakınının bundan habersiz olmaları konunun uzmanlarını şaşırtmaz.
Japon kökenli Amerikan yurttaşları
Nazi Almanyası’nda soykırıma uğrayan Yahudi azınlık ve Pearl Harbor baskını sırasında her biri yerlerinden zorla koparılarak toplama kampına atılmış olan Japon kökenli Amerikan yurttaşları kendi devletine karşı ellerine silah almamışlardı. Osmanlılarda Ermeni azınlık öyle değildi. Savaş 1914’te başlamadan önce bile, Ermenilerin “siyasi parti” diye ileri sürdükleri Hınçak ve Daşnak örgütleri gizli oluşturulmuş terörist kuruluşlardı.
K.S. Papazian ile Prof. Louise Nalbantian gibi bilinen Ermeni yazarları onların “terörist” kimliğini açıkça belirtiyorlar. Yaklaşık yirmi beş yıl önce Papazian’ın kitabını yer yer özetleyen ve sözü sık sık da ona bırakan (üç yabancı dilde) ufak bir kitap çıkarmıştım, Nalbantian’ın doktora çalışmasına kendi yayınlarımın birçok yerinde göndermeler yaptım.
Emperyalist yayılma siyaseti güden Rusya, Britanya ve Fransa gibi ülkeler bu terörist örgütlenmeleri desteklediler, onları şiddete yönelttiler ve Ermeni olmayanlara karşı türlü suçlar işlemelerinden doğrudan ya da dolaylı destek oldular.
Kimlerin nerede yanlışlar yaptıklarını çok yönlü olarak sormak gerekir. Bu arada, emperyalizmin katkısını gereği gibi değerlendirmemek bağışlanamaz.
Bu konudaki geniş kaynakçayı, hele kuramsal doğruları ve uygulayıcıların yer yer itiraflarını elden geçirmeden sinsi, aşamalı, geniş açılımlı ve uzun geçmişi olan dış müdahaleleri küçümsemek gerçekçi değildir.
Kanlı olaylar zinciri
Bu dış müdahale ve kanlı olaylar dizisinin ilk adımı Fransız Katolik ve Amerikan Protestan din yayıcılarının Hıristiyan (Gregoryan) Ermenileri onların Türklerden ve öteki Müslümanlardan din ve ırk nedeniyle üstün olduklarına inandırmalarıydı.
Bunu silah ve askeri eğitim sağlanması, Ermeni olmayan Osmanlı hedeflerine saldırılması, olayların parasal ve diplomatik destekle Avrupa ve Amerikan basınına sürekli olarak Hıristiyan Ermeni yanlısı biçiminde yansıması izledi.
Bu denli dış müdahaleler ve Ermeni azınlığı saldırılara itme yabancı emperyalist devletlerin yayılma siyasetinin ayrılmaz bir parçasıydı. Söz konusu devletler sonraki kanlı olayların baş sorumlusudurlar. Öte yandan, gene bu Batılılar benzer müdahalelerin kendilerine yapılmasını hiç hoşgörüyle karşılamadılar. Örneğin, ABD (yalnız kendi devlet sınırları içinde değil) kuzeyde Kanada’dan güneyde Patagonya’ya değin tüm Batı Yarıküresi’ne (kendi dışında) başka hiçbir devletin müdahalesini kabul etmeyeceğini daha 1823’te Monroe Kuramı’yla açıklamadı mı?
Kendi sömürgeleri ve yarı-sömürgelerinde bile dış müdahaleyi yasaklamış olan emperyalist devletler Osmanlı’nın kendi toprağında diledikleri gibi cirit attılar. Bu yaklaşım Ermenilerin şiddete yönelmelerinin altyapısıydı. Ermeni kardeşleri Van, Sasun, Adana, Erzurum ve Kudüs’te Türk öldürürken örneğin (Yale Üniversitesi’nde okuttukları) Vahan Kardeşyan New York’ta yönettiği Ermeni Basın Merkezi’nde Sinop’tan Muğla’ya bir çizgi çekerek doğusunda kalan Anadolu’yu “Büyük Ermenistan”a katan ve Karadeniz, Akdeniz ve Hazer Denizi çıkışlı haritaları Paris Barış Toplantısı’na ve Sèvres’e yolladı.
Bu haritaların yabancı başkentlerde çizildiği o karanlık yıllarda, doğudaki ve güneydeki üç ordumuz yalnız kendilerini değil, devleti de koruma çabası içindeydiler. Silahlı Ermeni saldırıları bu ordulardan ikisini doğrudan ve birini de dolaylı biçimde son derece olumsuz olarak etkiledi. Tüm Osmanlı güçleri daha birkaç yıl önceki iki Balkan Savaşı’ndan çok şey yitirerek çıkmışlardı. Eldeki yiyecek ve gereç savaştığı orduların en alt düzeydeki gereksiniminden daha azdı. Ekmekten pirince az türden yığım ancak birkaç aylıktı. Tüfek ve top mermisi savaşmak zorunda olduğu ordularınkinden çok daha azdı. Yabancıların yaptıkları demiryollarının temelinde onların kazancı yattığından, Türk ordusunun askeri gereksinimi hiç düşünülmemişti. Geri kalan yollar da kolay aktarıma fazla uygun değildi.
Savaşmak için lojistik destek şart
Oysa, hiçbir ordu yeterli ve kolay sağlanabilir yiyecek, ilaç, onarım, yedek parça, savaş gereçleri, insanla hayvan bakımı ve bunları yerlerine götürecek ulaşım ağı olmadan savaşamaz.
Bu türlü lojistik altyapısı askeri başarının koşuludur. Devlet yöneticileri ve ordu komutanları savaşmakla görevli olan askerlerine yiyecek, hayvanlarına yem, yaralılarına bakım, onarım için araç-gereç ve ulaşım amacıyla tren, yol, telgraf ve telefon hizmetleri sağlamak zorundadırlar. Gerçek şu ki, dış destekli ve yoğun Ermeni saldırıları bu lojistiği çok zorlaştırmış, yer yer çökertmiş, kimi durumlarda toptan ortadan kaldırmıştır.
Savaş başlamadan önce Alman askeri örgütlenmesine uygun olarak kurulmuş olan Osmanlı orduları ulaşım yolları ağı içine alınmıştı. Doğudaki ve güneydeki üç ordudan her birinin kendi ulaşım örgütlenmesi, ayrıca bunu düzenleyecek olan denetmenliği vardı. Her ordunun ve onunla birlikte lojistik merkezlerinin sorumluluk alanının genişliği birkaç yüz kilometreyi kapsıyor, bin kilometreye yaklaşıyordu. 3. Ordu’nun daha 1914 yazında oluşturulan lojistik merkezi önce Erzurum’da, sonra da Erzincan’da kurulmuştu. Ekmek için fırınları, gereç koruncakları, onarım işlikleri, temel eğitim yerleri, amele taburları, taşınabilir hastaneleri, (at, katır, öküz ve deveden oluşan çok sayıda) hayvan için bakım birimleri, taşıma araçları ve tren vagonları vardı
Çatışmalar 1 Kasım 1914’te başlamıştı
Sıcak çatışmalar 1 Kasım 1914’te başladığında, geriden desteği cephelere ulaştırma ve yaralıları bakım yerlerine hemen taşıma zorlukları belirdi. Başlangıçta 3. Ordu hizmetinde 106.608 asker ve 53.794 hayvan bulunuyordu.
Kafkas cephesindeki Ruslarla ilk büyük çatışma bize 33.000 ölü, 10.000 yaralı ve 7.000 savaş tutsağına patladı. O denli ki, daha yaşlılar ya da çok gençlerden yeniden askere alma girişimleri başladı. Ama bunu da Sarıkamış’ta çoğu ölmüş ve yaralı toplam 58.000 askerimizin savaş dışı kalması izledi. Rusların Malazgirt, Tortum ve Van saldırıları 3. Ordu’yu daha güç durumlara soktu. Kuzeydeki Sıvas-Erzincan-Erzurum yolu bozuk ve dondurucuydu.
Doğu sınırındaki 3. Ordu’nun Sarıkamış girişiminin başarılı olmaması gibi, güneyde 4. Ordu’nun Süveyş Kanalı’nı aşıp Mısır’ı İngilizlerin elinden alma “hesabı da çarşıya uymadı.” Bu orduya geriden yardım edecek bir lojistik ağı vardı ama kuzeydekine göre çok daha uzun mesafeyi kapsayan taşıma işini üstlenecek olan demiryolunda sakıncalar bulunuyordu.
Gerçi, tren çizgisi Pozantı’dan uzakta Medine’ye değin uzanıyordu ama arada iki kopukluk vardı: Pozantı’da 54 ve biraz ileride Osmaniye’de de 36 kilometrelik. Taşınacak olanları önce vagonlara koymak, ilk kesintide indirip hayvanlara yüklemek, yeniden vagonlara taşımak, ikinci kesintide bir daha indirmek, gene hayvanların sırtına yerleştirmek ve daha ileride vagonlara istiflemek zorunluluğu vardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder