Tetikçiler biliniyor, ama arkasındakiler açığa çıkmadı!’
- Cinayetler de aynı odak tarafından mı yönlendirildi?
- İranlı istihbaratçılar Türkiye’ye geldiler, eğittikleri elemanlara gerekli emirleri, silahları ve parayı verdiler. Cinayetler işlendi!
Onlara göre, “Allah’ın emridir” suikastlar, bombalamalar.
- Kudüs Ordusu’nun Hizbullah ile bir bağlantısı var mıydı?
- Kudüs Ordusu’nun, Güneydoğu Anadolu’daki silahlı “gerilla” birimini (“Hizbullah” diye anıldı) kuranlar da İran’da eğitildi. Onların içerdeki ilişkilerini ortaya çıkarmak için çalışan Gaffar Okkan öldürüldü. Kudüs Ordusu örgütünü yönetenler, mahkeme dosyalarına 2000 yılında geçti. Hizbullah konusunda da “Tetikçiler biliniyor, ama arkasındakiler açığa çıkmadı!” propagandası yanıltıcıdır. Yanıltıcıdır; çünkü bilerek ya da bilmeyerek örgütün arkasında Türkiye’nin devlet güvenlik kurumlarının bulunduğu izlenimi uyandırılarak İran’ın sorumluluğu sisler altına itilmektedir. Örneğin, “Hizbullah” denilen örgütü jandarmanın kurduğu kolaylıkla ileri sürülmektedir. Bu savı ilk ortaya atan PKK idi.
‘İran’da eğitim görüp Türkiye’ye dönüyorlar’
- Burada asıl sorgulanması gereken, bir dış istihbarat örgütünün Türkiye’de aktardığınız gibi çalışma yapabilmesi, değil mi?
- Evet, asıl sorgulanması gereken, bu kadar açıkta çalışmış, elemanları sayısız kere İran’a gidip gelmiş bir örgütün 1990-99 yılları arasında, seri cinayetleri bu denli kolayca işleyebilmesidir. Bundan daha önemlisi, İran-Türkiye eleman trafiğini yöneten, Tahran’da yaşayan, İran’ın dış propaganda radyosunda çalışan, yazıları Türkiye’de açık adıyla yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti uyrukluların adları, 2000 yılında, mahkeme dosyasında yer almıştı. Mahkemelerce bu kişilerin en azından ifadelerine başvurmak için bir girişimde bulunulmamış olması, büyük bir eksikliktir...
- İran ile olan bağlantılar o dönemde sıklaşıyor, öyle mi?
- Düşünün bir kere; Türkiye’den bazı kişiler, resmi olarak pasaport alıyorlar, sınır kapılarından İran’a gidiyorlar, eğitim görüyorlar ve Türkiye’ye dönüyorlar. Amaçlarını, yayınlarında hiç çekincesiz belirtiyorlar. İran’dan hocalar konferanslara geliyorlar, bunların arasında Humeyni’nin kızı da var. Bu rahatlığın nedenini o dönemlerde ülkeyi yönetenlere sormak gerekmiyor mu?
- Kuşkusuz gerekiyor. Nedir bu? Kasıt mı, ihmal mi? İran bağlantılı bu gizli çalışmalar, devletin içindeki kimi görevlilerin işine mi geliyor?
- “Terörle mücadele” ettiğini ileri süren bir ülkeye, komşudan terör eylemcileri, diplomat maskeli operatörler rahatça girip çıkarken devletin güvenlik kurumlarının habersiz olduğu düşünülürse, orada devletin kurumsal olarak varlığından söz edilemez.
Bu yüzden güvenlikle ilgili kurumlar görevlerini eksik de olsa yerine getirmiş olabilirler. Ancak iktidar sahibi seçilmişlerin titiz davrandıklarını söylemek güçtür. Siyasal iktidarlar ya seçilmiş devlet yöneticilerinin, devletler arası ilişkilerdeki çıkarları ön plana almış olmaları da bir başka olasılıktır.
‘Suikastçılar izlenmedi’
IŞIK KANSU
ANKARA - Araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım;Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcuve Ahmet Taner Kışlalı’ya yönelen suikastları gerçekleştirenlerin, önceden deneme gereği kimi yerleri bombaladıklarını anımsattı. Devleti yönetenlerin, o dönemde İran kaynaklı terörün PKK terörü kadar önemli olduğunu kabul edip yalnızca bu konularla ilgili birimler oluşturulmamasını eleştiren Yıldırım, “Cinayetler işlendi, öldürülenlerin önderlikleri, yol göstericilikleri, örnek alınası mücadele güçleri ortadan kalktı” dedi.
Yıldırım; Aksoy, Üçok, Mumcu ve Kışlalı suikastlarına ilişkin sorularımıza şu karşılıkları verdi:
- Dosyada hükümlülerin Türkiye’de hiç izlenmeden çalışma yapabildiklerine ilişkin ipuçları var mı?
- Yalnızca Ankara’daki olayları ele alırsak suçlular işe Muammer Aksoy’u öldürmekle başlamadılar. Deneme gereği bazı yerleri bombaladılar. Diyanet Vakfı’nın satış yerini yaktılar. Hac olaylarında, militanları kanlı bir saldırıyla etkisizleştiren Arabistan devletine tepki duyarak Ankara’da bir diplomatik görevliyi, Gazze olaylarına karşılık da İsrail elçilik görevlisini ve Amerikalı bir teknisyeni öldürdüler. Örgütün serbestçe yayın yaptığı, Ankara’nın merkezinde lokaller açtığı, eğitim kursları düzenlediği düşünülürse, ne ölçüde izlendikleri de anlaşılabilir.
- Sanırım, hükümlüler işledikleri cinayetleri yargılama sırasında tümüyle reddetme gibi bir tutum içine de girmediler...
- Her davada olduğu gibi “Umut Davası” adı verilen yargılama sürecinde de, başlangıçta böyle bir tutum almışlar; ama daha sonra bazıları“pişmanlık yasasından” yararlanmak için ya da ideolojik kararlılıkla eylemlerini reddetmemişlerdir.
- Kudüs Ordusu’nun hedefinde neden Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı vardı?
- Şurası açıktır ki; bu kişiler, “İslam devrimi”girişimleri önünde önemli engeller oluşturabilecek, toplumda saygınlığı ve etkinliği tartışılmaz yazar, araştırmacı ve bilim insanlarıdır. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel ilkelerine, araştırmalarıyla, konuşmalarıyla, yazıları ve kitaplarıyla, sahip çıkan Uğur Mumcu’nun varlığı,İslam devrimi önünde en büyük engeldi. Uğur Mumcu yalnızca ilkeleri korumakla kalmıyor; somut olayların izini sürerek, kanıtlarını sergileyerek devletin kurumlarını da bu konularda sürekli olarak göreve çağırıyor; yöneticilerini uyarıyordu. Hem de hiçbir kişi, örgüt ve kurumdan çekinmeden!
Mumcu tek başına savaştı
- Sizce Uğur Mumcu’nun, cinayeti gerçekleştirenler açısından en rahatsız edici yanı neydi?
- Devletin temel yapısını değiştirmek için kestirme bir yola gidilmekteydi. İktidarı ele geçirmenin önündeki en büyük engel olan Silahlı Kuvvetleri kökten ele geçirmek için bir yöntem geliştirilmişti. Belirli çevrelerin, cemaatlerin, tarikatların yönlendirmesine çok, ama çok açık olan din esaslı liseleri bitiren gençlerin Harp Okulu’na girmesinin önünü açmak için yasa tasarısı hazırlanmaktaydı.
Uğur Mumcu, işte bu değişikliğe karşı, neredeyse tek başına savaşıyordu. Son yazılarından birinin de bu konuda olduğunu unutmamak gerekir. Cinayet sonrası tepkiler üzerine bu yasa değişikliği gerçekleştirilememiştir.
- Çetin Emeç ve Turan Dursun’u katleden ekiple Ankara’da cinayet işleyenler arasında bir bağ var mı?
- İstanbul’daki suikastçılar ayrı bir gruptur. Onlar da pek çok kez İran’a gidip gelmişler. Birbirinden bağımsız görünen; ama bazen akrabalıklarla, geçmiş örgütsel bağlarla birbirleriyle ilişkili olabiliyorlar. Gruptan gruba geçenler de var. Ancak en önemlisi, İran ajanlarının suikastlarda, adam kaçırmalarda grupları ya da kişileri birbirinden habersiz kullanmış olmalıdır. Bir başka yöntem de geçerlidir: Kişiler, yayınlarda hedef gösterilebiliyor, eylemci gruplar da “vaziyetten vazife çıkararak” cinayet işleyebiliyorlar. Bu yönteme “yerinde zuhur” diyorlar.
İranlı ajanlar, başka ülkelerde gerçekleştirdikleri suikastlarda benzeri yöntemler kullanmışlardır. Öncelikle o ülkelerde öldürülecek kişileri izleme, istihbarat toplama çalışmaları gerçekleştirilmiş; daha sonra diplomatik maskeli gruplar silahları taşımış; vurucu gruplar ayrıca ülkeye girmiş ve işi tamamlamış; silahlar yine diplomat maskelilerce ülkeden çıkarılmıştır.
Yıldırım, konuyla ilgili birimler oluşturulması sağlansaydı cinayetlerin önlenebileceği ihtimaline dikkat çekti
‘Devlet ihmalkâr davrandı’
© “Muammer Aksoy’un katledilmesinden sonra iz sürülseydi, diğer cinayetler engellenebilir miydi?” diye sorduğumuz Yıldırım, “Kısacası devleti yönetenler, bu işlerin PKK terörü kadar önemli olduğunu kabul edip yalnızca bu konularla ilgili birimler oluşturulmasını sağlasalardı” diye cevap verdi.
IŞIK KANSU
ANKARA - Araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım,Muammer Aksoy’un katledilmesinden sonra gerekli birimler oluşturulsaydı diğer cinayetlerin engellenebileceğini söyledi. Yıldırım; Aksoy, Üçok, Mumcu ve Kışlalı suikastlarına ilişkin sorularımıza şu karşılıkları verdi:
- Muammer Aksoy’un katledilmesinden sonra iz sürülseydi, diğer cinayetler engellenebilir miydi?
- İz sürülmek bir yana, sınır geçişlerine, yasal görünümlü çalışmalara, eylem zincirlerinde başı çekenlere, yurtdışıyla iletişim kayıtlarına, yayın merkezlerine, diplomat maskeli yabancılara, kültür merkezlerinden çıkıp özel lokal ya da vakıf merkezlerinde, kitapçı dükkânlarında buluşanlara…Daha da önemlisi Tahran’da yerleşik Türkiye Cumhuriyeti uyruklu kişilerin ilişkilerine, yurtiçi bağlantılarına dikkat edilseydi… Kısacası devleti yönetenler, bu işlerin PKK terörü kadar önemli olduğunu kabul edip yalnızca bu konularla ilgili birimler oluşturulmasını sağlasalardı…
- İhmal mi?
- En hafif nitelemeyle “ihmal” ya da “savsaklama”denilebilir. Siyasetçinin ideolojik etkisiyle, siyasal çıkar hesaplarıyla, teknolojik olanaksızlıklar, daha da önemlisi Cumhuriyetin ilkelerine sahip çıkacak denli iyi yetiştirilmiş personel eksikliği yan yana gelince sonuçlar böyle oluyor. İşin özü, cumhuriyet devletinin varlığını sürdürecek ideolojik eksiklik ve dirayetsizlik, dikkatsizlik, yabancı devletlerle yapılan işbirliğine güvenerek içeriyi ihmal etmek…
- Savsaklamaya bir örnek verebilir misiniz?
- Devlet yöneticileri İran’la ekonomik ilişkilerden medet umdukları için İran yönetimini sıkıştırmamış olabilirler. Bakanların İran gezilerinde “İranlı yetkililerin önüne terörist eğitim kamplarını gösterir harita ya da krokiler konulduğu” haberlerde birkaç kez yer almıştı. Ancak sonuca yönelik bir gelişme olmuyordu. Çıkar deyince, İranlı ünlü gazeteci Amir Taheri, İran-Irak savaşı sırasında Avrupa’dan silah yükleyen TIR’ların Türkiye’den geçtiğini yazıyordu. Ayrıca İran’daki PKK kamplarını da unutmamak gerekiyor.
- Soruşturma kilidini açan anahtar, sanırım İstanbul’daki Hizbullah operasyonunda bulundu. Küdus Ordusu’nun şifresini çözen Hüseyin Velioğlu’nun bilgisayar kayıtları mıydı?
- Doğrudur. İstanbul’daki Tevhid-Kudüs ekibinden bir kişi Hüseyin Velioğlu’nun örgütüne geçmek için yazı yazmış. Bu yazının kaydı da bilgisayar belleğinde bulunmuş. Yazıda, Uğur Mumcu’yu kimlerin öldürdüğünden söz etmiş. Kayıt çözüldükten kısa süre sonra güvenlik görevlileri kişileri izlemeye başlayıp kısa sürede toplamış.
- Bu kayıtlara daha önce ulaşılamaz mıydı?
- Daha önce de belirttiğim gibi, ortalıkta gezinen, açıktan örgütlenen, eylemlere katılan, İran’a gidip gelen bu kişiler, İranlı diplomat maskeli Kudüs Ordusu subayları izlenseydi…
- Ya da şöyle sorayım, niye daha önce ulaşılamadı? Aynı soru, kasıt mı, ihmal mi?
- Bu sorunuzun belgeli bir yanıtı yok; çünkü bu yönde bir soruşturma yapılmamış. Ancak şurasını unutmamalı ki, Türkiye’deki İran İslam devrimi yolunu benimseyenler yalnızca yargılanan ya da firardaki militanlar değildir. Onca yıldır çalışmaların, örgütlenmenin, propagandanın, ideolojik eğitimin sonucunda, çok sayıda insan İran’ı İslam devriminin merkezi olarak kabul etmiş; Ayet-ul-Allahları devrimin rehberi olarak benimsemiştir. Bu durumda, kasıt, ihmal, ciddiyetsizlik, sistemsizlik iç içe geçmiş olabilir.
- Yakalananlar hüküm giydi. Ya yakalanamayanlar, kaçaklar?.. O konuda bir bilgi var mı?
- Uğur Mumcu’nun öldürülmesi olayına katılan Oğuz Demir ile ilgili bir gelişme yok. İran’da ilişkileri kurmaya yardımcı olanlardan Mehmet Ali Akbulut’un da nerede olduğu bilinmiyor. İran’a giden militan adaylarını konuk eden, istihbaratçılarla buluşturan Selahattin Eş Çakırgil, İran radyosunda çalıştı; halen Türkiye’deki gazetelerde, İslam devrimcilerinin internet sitelerinde güncel yazılar yayımlıyor. Davada, bu kişilerin en azından ifadelerinin alınması için Dışişleri Bakanlığı’ndan bir istekte bulunulduğunu belirtir kayıt yok. Zamanaşımına uğramaması için 2009’da bu kişilerle ilgili yeni bir dava açıldı.
Okkan yaşasaydı durum başka olurdu
IŞIK KANSU
ANKARA - Araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım,Muammer Aksoy’un katledilmesinden sonra gerekli birimler oluşturulsaydı diğer cinayetlerin engellenebileceğini söyledi. Yıldırım, Aksoy, Üçok, Mumcu ve Kışlalı suikastlarına ilişkin sorularımıza şu karşılıkları verdi:
- Gaffar Okkan’ın Hizbullah’ın çözülme sürecinde yeri neydi?
- Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, Hizbullah ve İslam devrim örgütlenmesini uzun süredir izlemekteydi; hatta Beykoz’daki ev baskınını yerinde izlemişti. Daha sonra operasyonları sürdürmüş, zanlılar listesinden söz etmişti. İzlediği militanları birer casus, yani yabancı devlete bağlı militanlar olarak ilk kez o nitelemiş ve Uğur Mumcu’nun katillerini bulacağını bildirmiş, bu eylemleri “uluslararası eylem” olarak nitelemişti. Operasyonları sürdürürken Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü olan 24 Ocak’ta görevli arkadaşlarıyla birlikte öldürüldü. Gaffar Okkan, çalışmalarını Türkiye boyutunda sürdürebilecek bir üst görevde olsaydı, olaylar çok değişik bir yönde gelişebilirdi.
- Cinayetlerin arka planında başka yabancı devletlerin, özellikle CIA’nın bulunduğu da hep ileri sürüldü...
- Uğur Mumcu’nun izlediği, açığa çıkardığı kirli olaylara karışanlar, silah ve uyuşturucu tüccarları, bu ticaretten pay alan kişiler, örgütler, foyasını meydana çıkardığı CIA görevlileri ve içerdeki ortakları, ona hakareti görev bilen muhbir liberaller, onun öldürülmesine üzülmüş olamazlar! Onun yılmaz bir Kemalist ve bağımsızlık sevdalısı olması nedeniyle yabancı devletlerle ilişkilerin bozulmasından hoşlanmayan sivil-asker yöneticiler de kuşkusuz vardır. Sırf bu yüzden onu askeri mahkemelerde yargılamışlar, subay olmasını engelleyerek “sakıncalı piyade”yapmışlardır. Böyle düşünenler, dosya takipçisi olamayan, barışçı, hoşgörülü Bahriye Üçok’un,Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülme gerekçelerini açıklamakta güçlük çekeceklerdir. Ancak cinayetler, suikastlar kesin delillere göre çözümlenebilir; önyargılara ya da siyasal inançlara göre değil. Öfkelerimize kapılarak İran İslam devrimcilerinin yayılma politikalarını görmezden gelemeyiz. Uğur Mumcu için“İslamcılarla alıp veremediği yoktu” demek, onun tam bağımsızlıkçı karakterine, ömür boyu sürdürdüğü savaşımı görmezden gelmek ve daha da acısı cinayeti işleyenleri ve işletenleri aklamak demektir.
- Kudüs Ordusu’nun Türkiye’den İran’da eğitildiği söylenen üyelerinin, İran dışındaki kimi istihbarat örgütleri, örneğin CIA tarafından devşirilmiş kişilerden oluştuğunu ileri süren çevreler de oldu. Ne diyorsunuz?
- Kanıtsız varsayımlar yalnızca komplo teorisyenliğine yarar. Kanıtsız mantıksal kurgularla gerçekleri sis altında bırakmak ve İran istihbaratını bu kadar yeteneksiz sanmak aldatıcı olur. Ne ki, CIA’nın ülkemizde sağlam, deneyimli bir şebekesi olduğunu söylemek yanlış olmaz. CIA’nın bu cinayetlerle ilgili bilgisi olmaması da tuhaf olurdu. Ayrıca cinayetlerin Amerika’nın ulusal devletleri sarsıcı “din hürriyeti”operasyonuna yardımcı olduğu da bir gerçektir; ama buradan ABD’nin Kudüs Ordusu’nu yönettiğini çıkarmak, gerçekleri çarpıtmak isteyenlere yardımcı olur.
- Öldürülenler yaşasaydı son yirmi yıldır ne yaparlardı?
- Muammer Aksoy yaşasaydı, en evvel yurdumuzun öz kaynaklarının yabancılara peşkeş çekilmesini engellemek için hem insanları örgütler, hem de yasal savaşımı sonuna dek sürdürürdü. Bahriye Üçok yaşasaydı; militanlar, İran İslam devrimine inanmış sözde eğitimciler fakültelerde, din işlerinde o denli kolayca çalışamazlardı. Ayrıca Bahriye Üçok, kim bilir kaç aydın düşünceli ilahiyatçı yetiştirip hurafecilerin keyfini kaçırırdı. Ahmet Taner Kışlalı yaşasaydı, son on yılda Cumhuriyetin temel ilkelerine sahip çıkan kim bilir kaç genç yönetici, akademisyen ve gazeteci yetişirdi. Uğur Mumcu yaşasaydı, pek çok şey olurdu; ama her şeyden önce gazetecilik ilkelerine sonuna dek bağlı, nice genç gazeteciye önderlik ederdi de, örümcek ağları o kadar kolay örülemezdi. Hepsinden önemlisi Uğur Mumcu, geçmişten çıkardığı dersleri de göz önüne alarak ihtilalcilik tuzaklarına dikkat çekerdi. Belki de nice değerli insan, Amerikan İslamcılarının zindanlarına düşmezdi.
- Cinayetler de aynı odak tarafından mı yönlendirildi?
- İranlı istihbaratçılar Türkiye’ye geldiler, eğittikleri elemanlara gerekli emirleri, silahları ve parayı verdiler. Cinayetler işlendi!
Onlara göre, “Allah’ın emridir” suikastlar, bombalamalar.
- Kudüs Ordusu’nun Hizbullah ile bir bağlantısı var mıydı?
- Kudüs Ordusu’nun, Güneydoğu Anadolu’daki silahlı “gerilla” birimini (“Hizbullah” diye anıldı) kuranlar da İran’da eğitildi. Onların içerdeki ilişkilerini ortaya çıkarmak için çalışan Gaffar Okkan öldürüldü. Kudüs Ordusu örgütünü yönetenler, mahkeme dosyalarına 2000 yılında geçti. Hizbullah konusunda da “Tetikçiler biliniyor, ama arkasındakiler açığa çıkmadı!” propagandası yanıltıcıdır. Yanıltıcıdır; çünkü bilerek ya da bilmeyerek örgütün arkasında Türkiye’nin devlet güvenlik kurumlarının bulunduğu izlenimi uyandırılarak İran’ın sorumluluğu sisler altına itilmektedir. Örneğin, “Hizbullah” denilen örgütü jandarmanın kurduğu kolaylıkla ileri sürülmektedir. Bu savı ilk ortaya atan PKK idi.
‘İran’da eğitim görüp Türkiye’ye dönüyorlar’
- Burada asıl sorgulanması gereken, bir dış istihbarat örgütünün Türkiye’de aktardığınız gibi çalışma yapabilmesi, değil mi?
- Evet, asıl sorgulanması gereken, bu kadar açıkta çalışmış, elemanları sayısız kere İran’a gidip gelmiş bir örgütün 1990-99 yılları arasında, seri cinayetleri bu denli kolayca işleyebilmesidir. Bundan daha önemlisi, İran-Türkiye eleman trafiğini yöneten, Tahran’da yaşayan, İran’ın dış propaganda radyosunda çalışan, yazıları Türkiye’de açık adıyla yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti uyrukluların adları, 2000 yılında, mahkeme dosyasında yer almıştı. Mahkemelerce bu kişilerin en azından ifadelerine başvurmak için bir girişimde bulunulmamış olması, büyük bir eksikliktir...
- İran ile olan bağlantılar o dönemde sıklaşıyor, öyle mi?
- Düşünün bir kere; Türkiye’den bazı kişiler, resmi olarak pasaport alıyorlar, sınır kapılarından İran’a gidiyorlar, eğitim görüyorlar ve Türkiye’ye dönüyorlar. Amaçlarını, yayınlarında hiç çekincesiz belirtiyorlar. İran’dan hocalar konferanslara geliyorlar, bunların arasında Humeyni’nin kızı da var. Bu rahatlığın nedenini o dönemlerde ülkeyi yönetenlere sormak gerekmiyor mu?
- Kuşkusuz gerekiyor. Nedir bu? Kasıt mı, ihmal mi? İran bağlantılı bu gizli çalışmalar, devletin içindeki kimi görevlilerin işine mi geliyor?
- “Terörle mücadele” ettiğini ileri süren bir ülkeye, komşudan terör eylemcileri, diplomat maskeli operatörler rahatça girip çıkarken devletin güvenlik kurumlarının habersiz olduğu düşünülürse, orada devletin kurumsal olarak varlığından söz edilemez.
Bu yüzden güvenlikle ilgili kurumlar görevlerini eksik de olsa yerine getirmiş olabilirler. Ancak iktidar sahibi seçilmişlerin titiz davrandıklarını söylemek güçtür. Siyasal iktidarlar ya seçilmiş devlet yöneticilerinin, devletler arası ilişkilerdeki çıkarları ön plana almış olmaları da bir başka olasılıktır.
‘Suikastçılar izlenmedi’
IŞIK KANSU
ANKARA - Araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım;Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcuve Ahmet Taner Kışlalı’ya yönelen suikastları gerçekleştirenlerin, önceden deneme gereği kimi yerleri bombaladıklarını anımsattı. Devleti yönetenlerin, o dönemde İran kaynaklı terörün PKK terörü kadar önemli olduğunu kabul edip yalnızca bu konularla ilgili birimler oluşturulmamasını eleştiren Yıldırım, “Cinayetler işlendi, öldürülenlerin önderlikleri, yol göstericilikleri, örnek alınası mücadele güçleri ortadan kalktı” dedi.
Yıldırım; Aksoy, Üçok, Mumcu ve Kışlalı suikastlarına ilişkin sorularımıza şu karşılıkları verdi:
- Dosyada hükümlülerin Türkiye’de hiç izlenmeden çalışma yapabildiklerine ilişkin ipuçları var mı?
- Yalnızca Ankara’daki olayları ele alırsak suçlular işe Muammer Aksoy’u öldürmekle başlamadılar. Deneme gereği bazı yerleri bombaladılar. Diyanet Vakfı’nın satış yerini yaktılar. Hac olaylarında, militanları kanlı bir saldırıyla etkisizleştiren Arabistan devletine tepki duyarak Ankara’da bir diplomatik görevliyi, Gazze olaylarına karşılık da İsrail elçilik görevlisini ve Amerikalı bir teknisyeni öldürdüler. Örgütün serbestçe yayın yaptığı, Ankara’nın merkezinde lokaller açtığı, eğitim kursları düzenlediği düşünülürse, ne ölçüde izlendikleri de anlaşılabilir.
- Sanırım, hükümlüler işledikleri cinayetleri yargılama sırasında tümüyle reddetme gibi bir tutum içine de girmediler...
- Her davada olduğu gibi “Umut Davası” adı verilen yargılama sürecinde de, başlangıçta böyle bir tutum almışlar; ama daha sonra bazıları“pişmanlık yasasından” yararlanmak için ya da ideolojik kararlılıkla eylemlerini reddetmemişlerdir.
- Kudüs Ordusu’nun hedefinde neden Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı vardı?
- Şurası açıktır ki; bu kişiler, “İslam devrimi”girişimleri önünde önemli engeller oluşturabilecek, toplumda saygınlığı ve etkinliği tartışılmaz yazar, araştırmacı ve bilim insanlarıdır. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel ilkelerine, araştırmalarıyla, konuşmalarıyla, yazıları ve kitaplarıyla, sahip çıkan Uğur Mumcu’nun varlığı,İslam devrimi önünde en büyük engeldi. Uğur Mumcu yalnızca ilkeleri korumakla kalmıyor; somut olayların izini sürerek, kanıtlarını sergileyerek devletin kurumlarını da bu konularda sürekli olarak göreve çağırıyor; yöneticilerini uyarıyordu. Hem de hiçbir kişi, örgüt ve kurumdan çekinmeden!
Mumcu tek başına savaştı
- Sizce Uğur Mumcu’nun, cinayeti gerçekleştirenler açısından en rahatsız edici yanı neydi?
- Devletin temel yapısını değiştirmek için kestirme bir yola gidilmekteydi. İktidarı ele geçirmenin önündeki en büyük engel olan Silahlı Kuvvetleri kökten ele geçirmek için bir yöntem geliştirilmişti. Belirli çevrelerin, cemaatlerin, tarikatların yönlendirmesine çok, ama çok açık olan din esaslı liseleri bitiren gençlerin Harp Okulu’na girmesinin önünü açmak için yasa tasarısı hazırlanmaktaydı.
Uğur Mumcu, işte bu değişikliğe karşı, neredeyse tek başına savaşıyordu. Son yazılarından birinin de bu konuda olduğunu unutmamak gerekir. Cinayet sonrası tepkiler üzerine bu yasa değişikliği gerçekleştirilememiştir.
- Çetin Emeç ve Turan Dursun’u katleden ekiple Ankara’da cinayet işleyenler arasında bir bağ var mı?
- İstanbul’daki suikastçılar ayrı bir gruptur. Onlar da pek çok kez İran’a gidip gelmişler. Birbirinden bağımsız görünen; ama bazen akrabalıklarla, geçmiş örgütsel bağlarla birbirleriyle ilişkili olabiliyorlar. Gruptan gruba geçenler de var. Ancak en önemlisi, İran ajanlarının suikastlarda, adam kaçırmalarda grupları ya da kişileri birbirinden habersiz kullanmış olmalıdır. Bir başka yöntem de geçerlidir: Kişiler, yayınlarda hedef gösterilebiliyor, eylemci gruplar da “vaziyetten vazife çıkararak” cinayet işleyebiliyorlar. Bu yönteme “yerinde zuhur” diyorlar.
İranlı ajanlar, başka ülkelerde gerçekleştirdikleri suikastlarda benzeri yöntemler kullanmışlardır. Öncelikle o ülkelerde öldürülecek kişileri izleme, istihbarat toplama çalışmaları gerçekleştirilmiş; daha sonra diplomatik maskeli gruplar silahları taşımış; vurucu gruplar ayrıca ülkeye girmiş ve işi tamamlamış; silahlar yine diplomat maskelilerce ülkeden çıkarılmıştır.
Yıldırım, konuyla ilgili birimler oluşturulması sağlansaydı cinayetlerin önlenebileceği ihtimaline dikkat çekti
‘Devlet ihmalkâr davrandı’
© “Muammer Aksoy’un katledilmesinden sonra iz sürülseydi, diğer cinayetler engellenebilir miydi?” diye sorduğumuz Yıldırım, “Kısacası devleti yönetenler, bu işlerin PKK terörü kadar önemli olduğunu kabul edip yalnızca bu konularla ilgili birimler oluşturulmasını sağlasalardı” diye cevap verdi.
IŞIK KANSU
ANKARA - Araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım,Muammer Aksoy’un katledilmesinden sonra gerekli birimler oluşturulsaydı diğer cinayetlerin engellenebileceğini söyledi. Yıldırım; Aksoy, Üçok, Mumcu ve Kışlalı suikastlarına ilişkin sorularımıza şu karşılıkları verdi:
- Muammer Aksoy’un katledilmesinden sonra iz sürülseydi, diğer cinayetler engellenebilir miydi?
- İz sürülmek bir yana, sınır geçişlerine, yasal görünümlü çalışmalara, eylem zincirlerinde başı çekenlere, yurtdışıyla iletişim kayıtlarına, yayın merkezlerine, diplomat maskeli yabancılara, kültür merkezlerinden çıkıp özel lokal ya da vakıf merkezlerinde, kitapçı dükkânlarında buluşanlara…Daha da önemlisi Tahran’da yerleşik Türkiye Cumhuriyeti uyruklu kişilerin ilişkilerine, yurtiçi bağlantılarına dikkat edilseydi… Kısacası devleti yönetenler, bu işlerin PKK terörü kadar önemli olduğunu kabul edip yalnızca bu konularla ilgili birimler oluşturulmasını sağlasalardı…
- İhmal mi?
- En hafif nitelemeyle “ihmal” ya da “savsaklama”denilebilir. Siyasetçinin ideolojik etkisiyle, siyasal çıkar hesaplarıyla, teknolojik olanaksızlıklar, daha da önemlisi Cumhuriyetin ilkelerine sahip çıkacak denli iyi yetiştirilmiş personel eksikliği yan yana gelince sonuçlar böyle oluyor. İşin özü, cumhuriyet devletinin varlığını sürdürecek ideolojik eksiklik ve dirayetsizlik, dikkatsizlik, yabancı devletlerle yapılan işbirliğine güvenerek içeriyi ihmal etmek…
- Savsaklamaya bir örnek verebilir misiniz?
- Devlet yöneticileri İran’la ekonomik ilişkilerden medet umdukları için İran yönetimini sıkıştırmamış olabilirler. Bakanların İran gezilerinde “İranlı yetkililerin önüne terörist eğitim kamplarını gösterir harita ya da krokiler konulduğu” haberlerde birkaç kez yer almıştı. Ancak sonuca yönelik bir gelişme olmuyordu. Çıkar deyince, İranlı ünlü gazeteci Amir Taheri, İran-Irak savaşı sırasında Avrupa’dan silah yükleyen TIR’ların Türkiye’den geçtiğini yazıyordu. Ayrıca İran’daki PKK kamplarını da unutmamak gerekiyor.
- Soruşturma kilidini açan anahtar, sanırım İstanbul’daki Hizbullah operasyonunda bulundu. Küdus Ordusu’nun şifresini çözen Hüseyin Velioğlu’nun bilgisayar kayıtları mıydı?
- Doğrudur. İstanbul’daki Tevhid-Kudüs ekibinden bir kişi Hüseyin Velioğlu’nun örgütüne geçmek için yazı yazmış. Bu yazının kaydı da bilgisayar belleğinde bulunmuş. Yazıda, Uğur Mumcu’yu kimlerin öldürdüğünden söz etmiş. Kayıt çözüldükten kısa süre sonra güvenlik görevlileri kişileri izlemeye başlayıp kısa sürede toplamış.
- Bu kayıtlara daha önce ulaşılamaz mıydı?
- Daha önce de belirttiğim gibi, ortalıkta gezinen, açıktan örgütlenen, eylemlere katılan, İran’a gidip gelen bu kişiler, İranlı diplomat maskeli Kudüs Ordusu subayları izlenseydi…
- Ya da şöyle sorayım, niye daha önce ulaşılamadı? Aynı soru, kasıt mı, ihmal mi?
- Bu sorunuzun belgeli bir yanıtı yok; çünkü bu yönde bir soruşturma yapılmamış. Ancak şurasını unutmamalı ki, Türkiye’deki İran İslam devrimi yolunu benimseyenler yalnızca yargılanan ya da firardaki militanlar değildir. Onca yıldır çalışmaların, örgütlenmenin, propagandanın, ideolojik eğitimin sonucunda, çok sayıda insan İran’ı İslam devriminin merkezi olarak kabul etmiş; Ayet-ul-Allahları devrimin rehberi olarak benimsemiştir. Bu durumda, kasıt, ihmal, ciddiyetsizlik, sistemsizlik iç içe geçmiş olabilir.
- Yakalananlar hüküm giydi. Ya yakalanamayanlar, kaçaklar?.. O konuda bir bilgi var mı?
- Uğur Mumcu’nun öldürülmesi olayına katılan Oğuz Demir ile ilgili bir gelişme yok. İran’da ilişkileri kurmaya yardımcı olanlardan Mehmet Ali Akbulut’un da nerede olduğu bilinmiyor. İran’a giden militan adaylarını konuk eden, istihbaratçılarla buluşturan Selahattin Eş Çakırgil, İran radyosunda çalıştı; halen Türkiye’deki gazetelerde, İslam devrimcilerinin internet sitelerinde güncel yazılar yayımlıyor. Davada, bu kişilerin en azından ifadelerinin alınması için Dışişleri Bakanlığı’ndan bir istekte bulunulduğunu belirtir kayıt yok. Zamanaşımına uğramaması için 2009’da bu kişilerle ilgili yeni bir dava açıldı.
Okkan yaşasaydı durum başka olurdu
IŞIK KANSU
ANKARA - Araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım,Muammer Aksoy’un katledilmesinden sonra gerekli birimler oluşturulsaydı diğer cinayetlerin engellenebileceğini söyledi. Yıldırım, Aksoy, Üçok, Mumcu ve Kışlalı suikastlarına ilişkin sorularımıza şu karşılıkları verdi:
- Gaffar Okkan’ın Hizbullah’ın çözülme sürecinde yeri neydi?
- Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, Hizbullah ve İslam devrim örgütlenmesini uzun süredir izlemekteydi; hatta Beykoz’daki ev baskınını yerinde izlemişti. Daha sonra operasyonları sürdürmüş, zanlılar listesinden söz etmişti. İzlediği militanları birer casus, yani yabancı devlete bağlı militanlar olarak ilk kez o nitelemiş ve Uğur Mumcu’nun katillerini bulacağını bildirmiş, bu eylemleri “uluslararası eylem” olarak nitelemişti. Operasyonları sürdürürken Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü olan 24 Ocak’ta görevli arkadaşlarıyla birlikte öldürüldü. Gaffar Okkan, çalışmalarını Türkiye boyutunda sürdürebilecek bir üst görevde olsaydı, olaylar çok değişik bir yönde gelişebilirdi.
- Cinayetlerin arka planında başka yabancı devletlerin, özellikle CIA’nın bulunduğu da hep ileri sürüldü...
- Uğur Mumcu’nun izlediği, açığa çıkardığı kirli olaylara karışanlar, silah ve uyuşturucu tüccarları, bu ticaretten pay alan kişiler, örgütler, foyasını meydana çıkardığı CIA görevlileri ve içerdeki ortakları, ona hakareti görev bilen muhbir liberaller, onun öldürülmesine üzülmüş olamazlar! Onun yılmaz bir Kemalist ve bağımsızlık sevdalısı olması nedeniyle yabancı devletlerle ilişkilerin bozulmasından hoşlanmayan sivil-asker yöneticiler de kuşkusuz vardır. Sırf bu yüzden onu askeri mahkemelerde yargılamışlar, subay olmasını engelleyerek “sakıncalı piyade”yapmışlardır. Böyle düşünenler, dosya takipçisi olamayan, barışçı, hoşgörülü Bahriye Üçok’un,Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülme gerekçelerini açıklamakta güçlük çekeceklerdir. Ancak cinayetler, suikastlar kesin delillere göre çözümlenebilir; önyargılara ya da siyasal inançlara göre değil. Öfkelerimize kapılarak İran İslam devrimcilerinin yayılma politikalarını görmezden gelemeyiz. Uğur Mumcu için“İslamcılarla alıp veremediği yoktu” demek, onun tam bağımsızlıkçı karakterine, ömür boyu sürdürdüğü savaşımı görmezden gelmek ve daha da acısı cinayeti işleyenleri ve işletenleri aklamak demektir.
- Kudüs Ordusu’nun Türkiye’den İran’da eğitildiği söylenen üyelerinin, İran dışındaki kimi istihbarat örgütleri, örneğin CIA tarafından devşirilmiş kişilerden oluştuğunu ileri süren çevreler de oldu. Ne diyorsunuz?
- Kanıtsız varsayımlar yalnızca komplo teorisyenliğine yarar. Kanıtsız mantıksal kurgularla gerçekleri sis altında bırakmak ve İran istihbaratını bu kadar yeteneksiz sanmak aldatıcı olur. Ne ki, CIA’nın ülkemizde sağlam, deneyimli bir şebekesi olduğunu söylemek yanlış olmaz. CIA’nın bu cinayetlerle ilgili bilgisi olmaması da tuhaf olurdu. Ayrıca cinayetlerin Amerika’nın ulusal devletleri sarsıcı “din hürriyeti”operasyonuna yardımcı olduğu da bir gerçektir; ama buradan ABD’nin Kudüs Ordusu’nu yönettiğini çıkarmak, gerçekleri çarpıtmak isteyenlere yardımcı olur.
- Öldürülenler yaşasaydı son yirmi yıldır ne yaparlardı?
- Muammer Aksoy yaşasaydı, en evvel yurdumuzun öz kaynaklarının yabancılara peşkeş çekilmesini engellemek için hem insanları örgütler, hem de yasal savaşımı sonuna dek sürdürürdü. Bahriye Üçok yaşasaydı; militanlar, İran İslam devrimine inanmış sözde eğitimciler fakültelerde, din işlerinde o denli kolayca çalışamazlardı. Ayrıca Bahriye Üçok, kim bilir kaç aydın düşünceli ilahiyatçı yetiştirip hurafecilerin keyfini kaçırırdı. Ahmet Taner Kışlalı yaşasaydı, son on yılda Cumhuriyetin temel ilkelerine sahip çıkan kim bilir kaç genç yönetici, akademisyen ve gazeteci yetişirdi. Uğur Mumcu yaşasaydı, pek çok şey olurdu; ama her şeyden önce gazetecilik ilkelerine sonuna dek bağlı, nice genç gazeteciye önderlik ederdi de, örümcek ağları o kadar kolay örülemezdi. Hepsinden önemlisi Uğur Mumcu, geçmişten çıkardığı dersleri de göz önüne alarak ihtilalcilik tuzaklarına dikkat çekerdi. Belki de nice değerli insan, Amerikan İslamcılarının zindanlarına düşmezdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder