‘VLTCHEK’İN‘GERÇEK’ DÜNYASI
Kendini genç bir Ernest Hemingwayolarak gören Çekoslovakya doğumlu ABD’li yazar Andre Vltchek, Rus-Çin karması ressam bir anne ile nükleer fizikçi Çek bir babanın oğlu olarak 1962 yılında Stalingrad’da dünyaya geldi. Çocukluğu, soğuk savaş yıllarında Prag’da geçti. Sonra ABD’ye yerleşerek, Yahudi kökenli bir piyanistle evlendi. Amerika’nın insanlık dışı emperyalist politikalarından bıkarak ülkeyi terk etti. Savaş muhabiri ve yazar olarak 130 ülke dolaşan Vltchek, Der Spiegel, Asahi Shimbun, The Guardian ve birçok uluslararası yayında yazmaya devam ediyor. Birçok belgesel filme de imza atan yazarın ülkemizde Bilim-Gönül Yayınları’ndan“Küresel Terör, Sömürgeleşme ve Batı Yalanları”, “Batı Terörü ve Propagandası”, “Okyanusya: Pasifik Adalarındaki Vahşi Batı Sömürgeciliği” isimli kitapları çıktı.
‘Okyanusya’ kitabında, Pasifik Adaları’nın zengin doğal kaynakları sebebiyle sömürgeci güçlere olan bağımlılığını, yerel memurların yozlaşmışlığını, nükleer denemelerin ada insanlarına bıraktığı acı mirası anlatan yazar, uluslararası ormancılık firmalarının ormanları yok etmesine, ABD’nin hizmetindeki paralı ordunun zorbalıklarına ve Tuvalu gibi küresel ısınma yüzünden sular altında kalma tehlikesi olan adalara dikkat çekiyor.
“Küresel Terör, Sömürgeleşme ve Batı Yalanları” kitabında ise Afrika, Okyanusya, Asya ve Ortadoğu bölgelerinde, Batı tarafından desteklenen askeri darbelerden, işgallerden söz eder.
Mentoru ve yakın dostu Noam Chomsky, Vltchek’in “Batı Terörü ve Propagandası” kitabı önsözünde şöyle yazar: Vltchek çok az sayıda insanın bildiği gerçek dünyayı hepimizin gözlerinin önüne seriyor. Özellikle Batı’nın utanç veren tarihi kökleri açığa çıkıyor. Batı’nın diğer devletler üzerindeki vahşetleri Vltchek’in bir yazarda nadir rastlanan kavramasıyla okuyucuya gösteriliyor.
Amerikalı yazar, medeniyetin, küresel terör ve sömürgeleşme üzerine inşa edildiğini söylüyor
Vltchek: Batı uygarlığı savaşlardan besleniyor
Vltchek’le, Nobel Barış Ödülü ve Çin, postmodernizm ve kültür emperyalizmi, ılımlı İslam ve Endonezya, Troçki’nin Istanbul’daki sürgün yılları, 12 Eylül’den Silivri’ye, Pramoedya’dan Obama’ya kadar Türkiye’nin gündemiyle örtüşen birçok konuyu konuştuk…
1970’lerin Japonyası’nda geçen‘Aurora’ adlı kurgusal romanının son redaksiyonu için İstanbul’u seçenAndre Vltchek’le Arnavutköy’de başlayan bu sohbet röportaj, Pera Müzesi’nde, ‘Ara Cafe’de ve ada vapurunda çay molalarıyla devam etti, Arkeo Pera kitabevinde bir sergide soluklandı, Karaköy-Kadıköy hattındaki vapurda isli Haydarpaşa’nın gölgesinde demlendi, Silivrikapı, da bir sema gösteriminde başımızı döndürdü, Vltchek’in Fransa, Ruanda, Kenya, Tayland, Hindistan, Japonya seyahat hattında devam etti, Çin’de sonlandı…
Arnavutköy’ün arka sokaklarında yürüyoruz Vltchek’le. 3. çıkar köprüsüne karşı bir semt girişimi olarak kurulan ‘Boğaziçi Arnavutköylüler Derneği’nin örnek olan eylemlerini ve hızla kaybolan tarih dokusunu anlatıyorum. Balıkçı lokantalarıyla ünlü Arnavutköy’ün her köşesinden besili bir kedi çıkıyor karşımıza. Kedim Fidel’le tanışıyor, ‘Che’ adını verdiği Lima’daki kedisinden bahsediyor, gülüşüyoruz. Evimin köşesinde 30 sene önce Ulaş Bardakçı’nın öldürüldüğü yeri gösteriyorum. “…makineli tüfekle o kadar çok taradılar ki, karnından asfalt gözüküyordu…” diye anlatan o günün tanığı komşumun sözlerini aktarıyorum. Türkan Saylan’ın evinin önünde duraklıyoruz. ‘Çağdaş’kelimesine bile tahammül edemeyen yasakçı zihniyetin eğitime vurduğu darbeden ve buna karşılık 60 yıl önce Köy Enstitüsü mezunu babamın gördüğü aydınlanmacı eğitimden bahsediyorum, şaşırıyor… Vapurla karşı sahile geçiyoruz, çayını yudumlarken kendisine ilk sorumu soruyorum...
Buket Şahin: 2010 Yılı Nobel Barış Ödülü Çinli Liu Xiaobo’ya verildi. Ödülün Liu Xiaobo’ya verilme sebebinin insan haklarıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmadığını ifade ediyorsunuz. 2010 Nobel Barış ödülü ve Batı medyasının Çin’i karalama taktiğini nasıl açıklıyorsunuz?
Andre Vltchek: Çin sistemi komünisttir ve kendi dinamikleri içinde demokratiktir. Hatta Avrupa ve ABD sistemlerinin demokrasi anlayışından çok daha demokratiktir. Batı’ya göre Çin kültürel olarak çok daha zengindir. Kültür ve sanatın dejenere ve yetersiz olduğu, yatırımcıların talep oyunlarına teslim olmuş Avrupa’yla karşılaştırılınca, Çin sanatı çok gelişmiştir; toplumun şekillenmesi ve ileriye gitmesi için kendini yeniler, yollar arar. Çin sanatı hem kendi ülkesini hem de yabancı emperyalizmi çok sıkı eleştirir. Sanat insanlar için çarpışır, öncülük yapar. Ne zaman Çin veya Venezüella’ya gitsem Batılı sanatçılar için çok üzülürüm. Amaçlarını kaybetmiş, kendilerini soyutlamış, kendi halkından boşanmış görünürler. Umurlarında olan tek şey göstermelik bir hareketlilik, yaşlanmaya ve yalnız kalmaya dair sorunsallıklar, egoist klişelerdir. Bütün bunların, doğal olarak piyasa fundementalistleri ve küresel Batı diktatörlüğünün çok başarılı olarak uygulanan oyununun sonucu olduğunu anlamalıyız.
Buket Şahin: Batı’nın bu sistematik oyunlarına gelmemekle ve emperyalizmin son oyunu küreselliğe meydan okumakla Çin hükümeti bence de akılcı bir politika izliyor...
Andre Vltchek: Batı, yüzyıllardır dünyayı yağmalıyor, gezegendeki bütün kıtaları kontrol etmeye çalışıyor, propaganda sistemini geliştiriyor. Farzedelim ki, hâlâ emperyalizmin kurallarına uymayan bir ülke var ve Batı bu ülkeyi çizmesinin altına almak istiyor... Batı’nın yapması gereken nedir? Propaganda kampanyasını başlatarak ülkeyi tahrik eder. Yıllar süren bu uygulamadan sonra, baskı altındaki söz konusu ülke saldırganlaşır, yüzleşir. Bunun üzerine Batı, yok insan hakları, özgürlük, özerklik, yok demokrasi falan gibi bahanelerle işgalini meşrulaştırmaya çalışır veya muhalefeti desteklemeye başlar... Bu sistem Kore’de ve Güney Amerika ülkelerinde yıllarca kullanılmıştır. Bu tip provokasyonlar çok büyük olan, özünde barışçıl ve kökleri Batı’dan çok daha derinlere ve eskilere giden bir kültüre sahip Çin’e karşı uygulanamaz. Çin bu oyunu bozacaktır.
Buket Şahin: 2009 yılında Venezüella’nın başkenti Caracas’ta düzenlenen ‘Medya Terörüne Karşı Latin Amerika Buluşması’nda halkın medya çarpıtmalarına karşı nasıl bilgilendirileceği tartışılmıştı. Kaleme alınan ortak ‘Caracas Deklarasyonu’nda Latin Amerikalı uzmanlar medya terörünün egemenlik kurma stratejileri ve hegemonyası üzerine karar almışlardı. Ortadoğu ve Avrupa ülkelerinde böyle bir kolektif çalışmanın olduğunu sanmıyorum...
Andre Vltchek: Ben zaten ABD ve AB arasında şiddet açısından bir fark görmüyorum. Aksine Chomsky’nin dediği gibi ABD, AB’nin sömürgecilik ağacının yalnızca bir dalıdır, uzantısıdır. ABD yeni bir şey yapmıyor. Şu an da daha edepsiz ve saldırgandır. Yalnızca şekli değişiktir. Özü ise Avrupa’dan geliyor.
Çin’e seyahat eden herkes Batı’daki medya kampanyasının bir yalan olduğunu bilir. ‘BBC World’ muhabirleri ve diğer medya toptancıları objektif gazeteciler gibi değil, aşırı dinciler gibi konuşur ve hareket ederler. Kasıtlı olarak, gerçeğin kendisini görmektense, kendi çıkarlarını öne çıkaracak gereksiz detaylar üzerine konsantre olurlar. Gerçeğin kendisini bilerek göz ardı ederler ve kendi dogmatik gerçeklerini öne almak için, küçük ve gereksiz detayları haber yaparlar. Örneğin, küçük ve kimsenin bilmediği bir köye giderler. Komünist sistem sayesinde konut, okul, hastane ve yolların yapıldığı bu köyün nasıl modern bir kasabaya dönüştüğünü aktarıp sistemi öveceklerine, plana karşı çıkan ve inşaat işçileriyle kavga ederek merdivenlerden düşen adamı haber yapmak için karısını günlerce kovalarlar! Batı için, Çin, yeryüzünün en tehlikeli ülkesidir. Çünkü çok başarılı bir komünist ülkedir! Karşımızda dünyanın en hızlı trenlerini yapan, en modern ve şık donanımlı kültür merkezleri ve havaalanları olan bir ülke var... En büyük halk parklarını açan, çevreciliğe en çok önem veren teknolojileri geliştiren. Daha iyi hizmet etmek için halk sağlığı sistemini reforme eden... Bu ülke, gerçek yurtseverlik ve halka hizmet hırsıyla dolu bir ülkedir. Ve bu ülke komünist! Elbette Batı dehşet içinde izliyor olan bitenleri.
Buket Şahin: Batı’nın yüzyıllardır süren büyüklük kompleksi, baskıcı tavrı ve sorgulanması bile yasak kültürel emperyalizmi devam ediyor. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra emperyalizm, küreselleşme adı altında postmodernist etkisiyle sanat akımlarına da müdahale etmeye, sanatçıları yönlendirmeye başladı...
Andre Vltchek: Postmodernist edebiyat anlayışı da, sözcüklerin dokusunu, kimyasını bozmaktadır. Dokusal olarak, çürüyen kapitalist-emperyalizmin yıkıcı, gerici boyutundan başka bir şey değildir. Edebiyatta, anlatı sanatının çölleşmesidir. Yavan, içi boşaltılmış bir özgürleşme masalıdır. 2010 yılının en çok satan New York’lu yazarı James Patterson: “Hikâye bulmak kolay ama cümle kurmak zor, sözcüklerden hoşlanmam” diyerek kitaplarını bir yazarlar ekibine yazdırıyor. Yılda 70 milyon dolar kazandığı halde, yazarlar ekibinin kendisine borçlu olduğunu söylüyor Guardian’daki söyleşisinde. “Çünkü”diyor Patterson, “Onlar benden çok şey öğreniyorlar.” Günümüzde popüler kültür birey yaşamının her alanında açık veya örtük bir tarzda hegemonya kurmuş durumdadır.
‘İşgallerin savunma için olduğu söylenir’
Savaşların yalan söyleyerek yapıldığını söyleyen Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, Nobel Barış Ödülü’nün kirli geçmişine dair şunları aktarmıştı:
...Obama’nın Nobel Barış Ödülü konuşması, savaşı göklere çıkaran, öven bir konuşmaydı. Savaşı çıkaranlar“çalmak için öldürüyorum” diyecek kadar dürüst değildir. “Öldürülmemek için öldürüyorum. Savaşım kendimi savunmak için” derler. Bu yalan ta Hitler zamanından beri böyledir. Hitler“Polonya’dan gelecek bir saldırıyı önlemeli, onlar bizi işgal etmeden biz onları işgal etmeliyiz, barış için oradayız” demişti. Bütün savaşlar‘savunma’ adına yapıldıkları yalanını söylerler. Benzer mantıkla aynı ifadeyi Obama tekrarladı, Nobel töreninde savaşa övgüler düzdü. “Bizim savaşlarımız haklı savaşlardır, haksız suçlu savaşlar başkalarının yaptığıdır, bizimki değil” demiştir. Aynı Nobel Barış ödülünü daha önce Şili demokrasisini katleden, Salvador Allende’nin katili Henry Kissingeralmıştı ve tarihe geçen şu meşhur demecini vermişti: “Kendi halkını korumak adına hiçbir ülkenin komünist olmasına izin veremeyiz”. ABD başkanı ve özgürlük şampiyonu olarak tarihe geçen Wilson da Nobel Barış ödülüne layık görülmüştü. Sessiz sinema döneminde, Hollywood’da en çok iş yapan ve binlerce zencinin inşa ettiği ve adına da, sanki inadına Beyaz Saray denilen yerde gösterilen ilk film olan “Bir Milletin Doğuşu” için Başkan Wilson, KKK’yi (Ku Klux Klan) göklere çıkaran bir konuşma yapmıştı. Bu ödülü alan bir diğer ABD başkanı da Teddy Roosevelt’dir. Savaşı öven bir kitap bile yazarak “savaşlar insan doğasını temizler, çünkü savaşlar kötü insanları cesur insanlar yapar”demiştir. Besbelli gerçek değeri hiç olmayan bir ödüldür Nobel Barış Ödülü. Ve Obama’nın Nobel kabul konuşması da aynen kendisinden önce gelen ABD başkanları gibidir, savaşı yüceltmiştir hep…
...Dinlerin beraberinde getirdiği feodalizm ve baskıcılığın Dalay Lamagibi insanları kısıtlamadığı bir dünyada yaşasak nasıl olurdu? Dünyanın en eski ve büyük uygarlığı Çin büyük bir gülümsemeyle, dileyen vatandaşlarına bağımsızlık veren ve yurttaşlarının gereksinimlerini düşünen tek ülke olmasaydı iyi olmaz mıydı? Benim bildiğim dünya böyle değil. Özellikle Çin’in bulunduğu Asya-Pasifik Bölgesi’nde barbarlık sınır tanımıyor. Tüm dünyadaki çatışmalı bölgelerde haber yaptıktan sonra dünya basınının‘Tibet’teki bağımsızlık hareketlerini bastırdığı için’ Çin’e histerik bir şekilde ve barbarca nasıl saldırdıklarını gördüğümde donakalıyorum. Çin’in eylemlerini savunmak için söylemiyorum bunları. Amacım konuyu ait olduğu yere, 21. yy’ın çerçevesine yerleştirmek. Daha 11 yıl kadar önce Endonezya ordusunun (TNI) Doğu Timor’da küçük bir dağ kasabası olan Ermera’ya giriştiği toplu katliamın ertesine tanık olmuştum. Hemen hemen herkes tutuklanmış, ordu girerek küçük kızlar ve büyük anneler de dahil olmak üzere herkese tecavüz etmişti. Bölgede bulunduğum için ben de tutuklanmıştım. Güvenli bir bölgeye ulaşır ulaşmaz ABD, Avustralya ve Avrupa’daki büyük gazeteler ve TV kanallarıyla bağlantıya geçtim. Hikâyeme ve işgal edilen bu küçük ülkenin içinde bulunduğu zor duruma kimse ilgi göstermedi. İşgal en nihayetinde ABD ve Avustralya’nın icazetiyle gerçekleşmişti. Endonezya hemen hemen tüm komünistleri ve yüz binlerce Çin kökenli vatandaşı öldürüp sendikaları yok ettikten sonra iyi bir müttefik olduğunu kanıtlamıştı...
Vltchek, emperyalistlerin egemenliklerini sürdürmek için dini kullandıklarını söylüyor
Sömürünün dâhiyane formülü: Ilımlı İslam
“Din emperyalizmince türetilmiş ‘New Age: Yeniçağ Tarikatları’ sayılan ‘Moon’ ‘Scientology’, ‘Falun Gong’ ve ‘Gülen Hareketi’ tarikatları arasında ekonomik yapılanma bakımından da büyük benzerlikler vardır.”
Vltchek, efsane yazar Endonezyalı Pramoedya Ananta Toer’le son görüşmeyi yapar ve onun hakkında ‘Sürgün’ adlı bir kitap yazar. Suharto diktatörlüğünü anlatan ‘Terlena: Bir Ulusun Parçalanması’ adlı bir de belgesel çeker. Bu belgeselde Pram’ın hayallerindeki Endonezya’nın 40 yıl önce öldüğünü, işbirlikçi Suharto askerlerinin çizmesi altında ezildiğini, zalim bir hırsızlığın ağırlığı altında parçalara ayrıldığını, şiddet yanlısı dinbazlar ve rantçı kapitalizmin sonucu çürüdüğünü aktarır.
Pram’ın sürgününden 45 yıl sonra Silivri toplama kampında bizim Pram’larımız yaşıyor… “Küresel Terör, Sömürgeleşme ve Batı Yalanları” kitabının “Endonezya’da Cihad, Köktendinci İslam ve Dini Höşgörüsüzlük” başlıklı bölümünde, Vltchek, Suharto döneminden bu yana laiklik karşıtı ‘İslami Muhafızlar Cephesi’nin (FPI) Cakarta’daki Ulusal Anıt önünde saldırdıkları laikleri, polisin müdahale etmediği ve izleyici kaldığı üniversite öğrencilerine yapılan saldırıları tek tek anlatır. FPI’nın ‘sapkın ve kâfir’ olarak adlandırdığı barlara, farklı din mensuplarına ve özellikle laik gruplara yaptıkları sistematik yıldırıcı eylemleri şöyle yazar:
“...2008 de çıkan ‘elektronik bilgi ve işlem yasası’ sadece pornografiyi yasaklamıyor. Yasa gereğince internette din karşıtı mesajları yayımlayanlar da 6 yıla kadar hapis ya da 1 milyar rupiah para cezasına çarptırılıyor (yaklaşık 110 bin dolar). ‘Yanlış haber mi?’ İktidarın sevmediği her şey ‘yanlış’tır...”
“...Şırınga edilen Suudi paraları ve yüksek dozda Vahabi inancı yüzünden bütün Güneydoğu Asya’da ve hatta Çin’de bile Sünni Ortodoks inancı her yere yayılmakta...” diye anlatır. Cakarta’daki vurdumduymaz uluslararası diplomasi ve medyanın, dünyanın bu en kalabalık nüfuslu dördüncü ülkesini ‘hoşgörülü ve ılımlı’ bir devlet olarak gösterdiğini anlatır. Yersiz bir haçlı ahlak seferi başlatıldığını ve bu paravanın arkasında tavana vuran gıda fiyatlarını, genel çaresizlik duygusunu, yolsuzluğa karşı mücadelenin durma noktasına geldiğini dile getirir.
Yıllar önce Malezya ziyareti sonrası geçtiğim Endonezya’da seçim arifesinde başkan adaylarının sözlerinden çok eşlerinin türbanlı posterleri gündemdeydi. ABD nüfusuna eş, 230 milyon nüfusla dünyanın en büyük Müslüman ülkesi olan Endonezya’da türbanın nasıl politik bir simge haline geldiğini izlemiştim.
Fetullah Okulu |
Amerika’nın dünya egemenliğini sürdürmek için CIA’nın kontrolünde faaliyet gösteren işbirlikçi tarikatları ve türetilmiş dinlerine bakalım. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Sovyetler’in boşalttığı alana göz diken ABD-İngiltere emperyalizmine hizmet etmek için finanse edilen ‘Fethullah Gülen Hareketi’ ve CIA laboratuvarında yaratılmış ‘Ilımlı İslam’ projesi, emperyalizmin İslam coğrafyasındaki ayağını oluşturdular. ABD’nin tayin ettiği ve CIA pasaportu taşıyan 3000 dolar maaşlı öğretmenlerin kontrolündedir Fethullah Gülen okulları. Amerikancı İslamcılar için her şey satılıktır. En iyi pazarladıkları ve kullanabilecekleri malzeme din olduğu için dini satıyorlar okullarda. Siz hiç ılımlı Hıristiyanlık veya ılımlı Yahudilik diye bir şey duydunuz mu?! Son röportajında, Gülen’i ‘radikal’ ve ‘tehlikeli’ görmediğini vurgulayan CIA ajanı Graham Fuller, “Onun hareketi belki İslami, siyasi ve sosyal düşünüşün tekâmülü noktasında en ümit verici olandır” şeklinde konuştu. ‘Moon’ tarikatının basın organı Washington Post yazarı Jeff Stein de yazısında Gülen’in başlattığı hareket için ‘ılımlı’ sıfatını kullandı. Benzer şekilde ‘Intelligence Online: Sanal İstihbarat’, Gülen’in tüm dinlere hoşgörüyü savunan görüşleriyle hareketini El Kaide ve diğer radikal gruplarla doğrudan rekabete soktuğunu ifade ederek arka çıktılar...
Din emperyalizmince türetilmiş “New Age: Yeniçağ Tarikatları” sayılan “Moon” ‘Scientology’, ‘Falun Gong’ ve ‘Gülen Hareketi’ tarikatları arasında ekonomik yapılanma bakımından da büyük benzerlikler vardır. Fethullah Gülen’in kasetlerinde bizzat ifade ettiği, “devleti ele geçirme taktikleri”, aynen Çin’i parçalamak için finanse edilen “Falun-Gong” hareketinde de mevcuttur. Amerika, küresel egemenliğini kullanmak için bu dinleri ve tarikatları kullanmaktadır.
Andre Vltchek, ısrarla bir Mevlana gösterisi görmek istediğini belirtiyor. Silivrikapı’da ‘Evrensel Mevlana Âşıkları’ gösterimini izledikten sonra tramvayla Çemberlitaş’taki ‘Çorlulu Ali Paşa Medresesi’ne varıyoruz. Cadı kazanı adlı bitki çayını içerken soruyorum:
Buket Şahin: Obama ve Hillary’nin Endonezya’ya yaptıkları son resmi ziyaretlerde ılımlı İslamı ve işbirlikçi hükümetleri göklere çıkardılar. ‘Japan Focus’ta yayımlanan son yazınızda, onların söylediklerinin tam tersine, ülkede dini hoşgörüsüzlüğün son noktaya geldiğini anlatıyorsunuz. Cakarta’daki ‘Syarif Hidayatullah’ adlı Devlet İslam Üniversitesi’nde ilkokul mezunu olduğu kuşkulu Fethullah Gülen’in düşüncelerinin sunulduğu bir seminer düzenlendi. CIA güdümündeki ılımlı İslamın uygulamalarının Endonezya ve Türkiye’de birbiriyle örtüştüğü apaçık ortada. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?
‘Dünyayı kandırıyorlar’
Andre Vltchek: Hem Hillary hem Obama ılımlı İslamı övmektedirler. Her yerde olduğu gibi, Endonezya için de yalan söylüyorlar. Obama’nın geçmişine bakalım: Babası yenilikçiydi, hatta bazıları Kenyalı Marksist bir ekonomist olduğunu kabul eder. Obama’nın annesi, onun Endonezyalı memur olan üvey babasıyla Hawaii’de tanışır, evlenirler. 1967 yılında hep beraber Cakarta’ya taşınırlar. Şimdi düşünelim; 1965 yılında, ABD İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın en kanlı askeri darbesini destekledi, çoğunluğu yasal ve demokrat Endonezya PKI partisinin komünist üyeleri, Çinli azınlıklar, sanatçılar, öğretmenler ve aydın sınıftan oluşan yaklaşık 3 milyon insan katledildi.
Genç Obama ve annesi Cakarta’ya tam da bu zamanda, geldiler. Obama çok mutluydu, annesi de öyle! O faşist ülkede büyürken ne kadar mutlu olduğunu her seferinde duygulanarak dile getirir. Bu arada Obama’nın askeri üs olan Posh Menteng semtinde yaşadığını da belirteyim! Şimdi 2 ile 2’yi yan yana koyalım. 1965 ve 1966’daki katliamları kim yaptı? Ordu. Başka kim? Din adamları. Fakat komünist aydınlara karşı yapılan katliamlar sadece Müslümanlar tarafından yapılmadı, Bali adasında en korkunç ve fanatik katliamlar yapıldı, ada halkının yüzde 10’u Hindularca katledildi.
Hillary en son Cakarta’yı ziyaret ettiğinde, Endonezya, bir Hıristiyan okuluna saldırı sonucu sokaklara düşen çoğu yaralı öğrenci haberleriyle çalkalanıyordu. Çoğunluğu Papualı veya Maluccalı olan çocuklara yapılan eylem, ırkçılık ve dini hoşgörüsüzlüğün sonucuydu. Batı hiçbir şey olmamış gibi davrandı ve hiçbir Batılı medya bu olayları yazmadı. Aynı dönemde kiliseler yakıldı ve liberal İslam grubundan aşırı olmayan Müslümanlara saldırılar düzenlendi. Endonezya’nın laik anayasasını korumak için ülkenin dört bir yanından gelen protestocular, aşırı İslamcılar tarafından dövüldü ve polis hiçbir müdahalede bulunmadı. Peki Hillary ne dedi? Laik ve hoşgörülü Endonezya’ya övgüler dizdi, dünyanın en büyük Müslüman ülkesindeki kadınlara yapılan düzenlemeleri beğendiğini söyledi.
Endonezya Başbakanı Susilo Bambang Yudhoyono eski Suharto dönemi generalidir. Karısı 1965 katliamı baş sorumlusu generalin kızıdır. Endonezya turbo-kapitalist bir ülkedir, ülkenin bir zamanlar eşsiz olan doğasını Batılı maden, petrol ve tomruk şirketlerine yağmalatmaktadır. Getirinin hiçbiri halka gitmez, kendisine ‘elit’ denmesinden hoşlanan hırsız işadamları, ordu ve sözüm ona ‘demokratik yollardan seçilmiş’ kişiler tarafından çalınmaktadır. Din, halkın bugünü ve geçmişi değil, sadece geleceğini düşünmesinden emin olmak ister. Yasaklanan komünist partiyle birlikte ‘sosyal’ olan hiçbir şeyle ilgilenmemelerini ister. Hepsi düzenin çarkına uyumludur.
Buket Şahin: Ilımlı İslamın mimarı, Gülen’in ABD vizesine bizzat onay veren Graham Fuller “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabında, Türklerin Kemalizmi terk edip ılımlı İslamı benimsemesini öneriyor...
Andre Vltchek: Endonezya ve Türkiye’nin çok ortak noktaları var. Örneğin, Batı’nın çıkarları için din meselesini nasıl kullandığı. Türkiye’nin yenilikçi ve laik entelektüelleri Endonezya’ya gitmeli ve çıplak gözleriyle ‘en kötü senaryo’yu, din, iş dünyası ve emperyalizmin işbirliğiyle ne hale geldiğini görmeliler. Bununla birlikte, dürüst olarak şunu ifade etmek isterim, bir politik analist olarak değil, bir şair ve romancı olarak: Daha yeni İstanbul’da bir hafta geçirdim ve dünyanın en güzel şehirlerinden biri bence.
Buket Şahin: İstanbul’u mekân tutan -veya zorla tutturulan- nice efsane kalemler var tarih boyunca. Cervantes, Hemingway, Melville, Agatha Christie gibi… Dört yıl boyunca sürgün yaşayan ve dönemin en önde gelen entelektüelleriyle Büyükada’daki konakta buluşmalar yapan Troçki gibi…
Andre Vltchek: Hemingway dışındakileri bilmiyordum. Cakarta ise gezegenin en çirkin yerlerinden biridir. Küçültmek için söylemiyorum, zira vahşi kapitalizm, onu bu hale getirmiştir. İstanbul hâlâ tarihi dokusunu ve sanat olaylarını korurken, Cakarta da bunların hepsi yok edildi, yağmalandı.
Vltchek’e göre Türkiye’ye gerçek özgürlük, Atatürk’ün öngördüğü ideallerle gelebilir
‘Emperyalist güçler iktidarları kullanıyor’
‘Dünya tarihi AKP tipi kukla hükümet örnekleriyle dolu’ diyen Andre Vltchek, Türkiye’deki gelişmeleri endişeyle izlediğini söylüyor.
Vltchek’le röportajımızın son buluşması Pera Müzesi’nde gerçekleşiyor. Çarlık Rusyası döneminin en sevdiği ressamıIlya Repin’in tablosu önünde hasretini çektiği sanat şehri Leningrad’dan bahsediyor. Sergiyi gezdikten sonra İstiklal Caddesi boyunca çay molaları için müdavimi olduğum mekânlarda durakladık. Taksim meydanına yaklaşırken solda bir binanın üst katlarında yer alan ve 90. yılını kutlayan ‘TKP’ofisini gösterdim kendisine. Kırmızı tramvayla Galatasaray meydanına geri geldik ve Ara Kahve’de ‘kahve’ molası verdik. 1950’lerin İstanbulu’nu yansıtan bir Ara Gülerfotoğrafı önünde söyleşiye devam ettik...
Buket Şahin: Bir savaş muhabiri olarak Endonezya, Peru, Meksika, Sri Lanka, Nepal, Hindistan, Doğu Timor, Tayland, Ruanda, Filistin’de, emperyalizmin beslediği iç savaşları ‘canlı’ yayımladınız, belgeseller çektiniz. Yugoslavya iç savaşı sırasında Türkiye’yi sık sık ziyaret ettiniz. Geçen 20 yıllık süre içinde bir gazeteci olarak Türk dış politikası size nasıl görünüyor?
Andre Vltchek: Bosna savaşı sırasında İstanbul’a sık sık tatile gelirdim. Bosna çatışmasını daha iyi irdelemek, daha doğrusu Batı’nın, Avrupa’daki en iyi ve en son komünist ülke Yugoslavya’yı parçalamaktaki gerçek amacının köklerine inmek için… İstanbul’un arka sokaklarını dolaşırken ‘Drina Köprüsü’ kitabının Yugoslav yazarı İvo Andriçh’i okurdum. Bu şehri, muhteşem güzelliğinin ötesinde tarihin her katmanına sahip olduğu için çok seviyorum. Düzinelerce özgün kültür hâlâ temsil ediliyor. O günlerde, Osmanlı’nın nasıl işlediğini ve Balkanlar’ın buradan nasıl gözüktüğünü hayal etmeye çalışırdım.
Buket Şahin: Bir gezgin olarak benim için de en güzel ödül kedilerin ve martıların beklediği masal şehir İstanbul’a dönmektir...
Andre Vltchek: Bir sonraki kitabımı Boğaz’a bakan bir evde yazmak isterim. İstanbul bir yazar için ilham veren eşsiz bir şehir. Türkçe konuşamıyorum, ama birçok Türk dostum var ve ülkenizdeki siyasi olayları yakından takip ediyorum. Politik ve dini gidişatta Türkiye’nin hem kendi coğrafyasında, hem tüm dünyada çok önemli bir konuma geleceğini gören birisi olarak çok daha yakın takip etmem gerekir. Yakın dostum Noam Chomsky de ülkenize geldi.
Buket Şahin: ‘3D Yanılgısı’ adını verdiğim ‘Din, Darbe, Demokrasi’ kavramlarının içi boşaltılarak dayatıldığını acı çekerek izliyoruz. Karşıdevrimi yaşayan Türkiye’de özgürlük çığlıkları atılıyor ama kimse eşitlikten bahsetmiyor, bir zamanlar solcu geçinen ödenekli kalemler adeta yalakalık için yarış ediyorlar. Türk solu ve demokrasisi en çok yarım-aydın dediğimiz bu devşirmelerden zarar gördü, hâlâ görmekte...
Andre Vltchek: Beni şoke eden, Türkiye’nin laikler ve dinciler arasında veya Batı’dan medet umanlarla Doğu’daki Türk bağlantılarını tercih edenler arasında nasıl bölündüğü. Beni en çok üzen, İstanbul’da yaşayan çoğu entelektüelin, din bağnazlarıyla sadece Batılı düşünceler sayesinde mücadele edileceğini düşünmeleri. Demek istediğim, Batıcı politik ve sosyal kurumlarda yerleşmiş düşünceler. Köklü bir kültürden gelen ve sorunlarının yanıtlarını bu kültürde araması gereken Türkiye’nin Avrupa veya ABD’den dikte edilmesine hiç ihtiyacı yok! Bir gün, Türkiye’nin de ‘gerçek özgürlük’ ve ‘sosyal adalet’için mücadele eden ülkeler kulübüne katılmasını umuyorum. Latin Amerika’da bunun birçok esin kaynağı örnekleri vardır! Lenin deyince, SSCB çok kötü bir değişim geçirmiştir Gorbaçov’dan bu yana. Buna tanık olmamak için Rusya’ya gitmeyi reddediyorum. Endonezya’daki süreçle Türkiye arasında çok benzerlikler var. CIA aynı taktikleri uyguluyor. Bunu önlemek için tek yol, Türk solunun örgütlenerek yeni bir siyasi güç oluşturması. O zaman İstanbul’a daha sık gelirim, hatta yardım etmek için gelirim!
Yeni düzen mantığı
Buket Şahin: Antiemperyalist bir yazar olarak, 2010’un son günlerine damgasını vuran WikiLeaks’in bir CIA-MOSSAD oyun planı olduğu konusunda ne düşünüyorsunuz? Bizim başbakanın da adı geçen belgelere göre İsviçre bankalarında sekiz gizli hesabı olduğu açıklanıyor. 1989 yılında İsviçre’nin önde gelen UBS bankasında uzun dönem ‘swift’ denen para transfer işlemleri konusunda staj yapmıştım. Gizli hesapların özelliğine dair sıkı bir ön eğitimden geçirilmiştik, bilgi sızdırılması durumundaki yaptırımları bilirim ve hiçbir hesabın şeffaf olamayacağını da; zira şahsa ait değil, numaralandırılmış hesaplardır…
Andre Vltchek: Hayal kırıklığı yaratabilir ama şahsen komplo teorilerinin takipçisi ve hayranı değilim. Belki de gerçeğin kendisinin hayal gücümüzün ötesinde çok daha korkunç olduğuna inandığımdan. WikiLeaks, Vaşington’daki hükümetle elçilikleri arasındaki diplomatik kablolu yazışmaları aktarıyor. Gerçekçi olalım: İnsanlığa karşı işlenmiş en büyük suçlar elçilikler tarafından yaratılmamıştır, hatta diplomatlar arasında tartışılmamıştır! Burada söz konusu olan genelde yüksek eğitimli ve sıkı bir diplomasi eğitiminden geçerek atandıkları ülkede tahribat kontrolünü ve diplomatik bilgileri derleyerek analiz eden kişilerin yazışmalarıdır. Sivil ve askeri darbeleri planlayan, ölüm timlerini finanse eden, ulus devletleri ve dünyanın birçok yerini tahrip edenler diplomatik kablo kullanmazlar. Sızan bu belgeleri okuyarak Amerika ve Batı’nın dış politikasını değerlendirmek saçma olur. Her ne kadar bu belgelerde fesatlıklar görsek de özellikle Afrika’da diplomatların Kenya’da rejim değişikliğine dair tartışmaları gibi. Sızan bilgiler bize içinde yaşadığımız dünyayı analiz etmekte yardımcı olabilir ama kesinlikle gerçek tam resmi göstermez…
Buket Şahin: Batı uygarlığının savaşlardan beslendiğini söylediniz. İslam ülkeleri tek tek iç savaşa sürüklenirken, Suudi Arabistan ve ipleri ABD’nin elinde olan Türkiye’deki faşist uygulamaları göz ardı eden Avrupa ve ABD medyasının tutumu ile savaşan Ortadoğu ülkelerine dair ne söyleyeceksiniz?
Andre Vltchek: Batı’nın daimi müttefikleri Bahreyn ve Suudi Arabistan monarşileri yerinde sayıyor, haklısınız. Öte yandan, Saddam yönetimindeki Irak ve Kaddafi yönetimindeki Libya zalim diktatörlükler olmasına rağmen bölgede en yüksek ‘İnsani Gelişme Göstergesi’ sağlayan ülkelerdi. Yeni-sömürgecilik mantığına göre hareket eden Batı emperyalizmi, elbette petrol gelirini insani gelişmelere harcayan sosyal diktatörlüklere tahammül edemeyecek ve yok edecekti. Libya’da ne olacak, bilinmiyor, ancak hükümet karşıtı ve kumaşını kimin dokuduğu bilinmeyen Kaddafi karşıtı güçler de en az hükümet kadar zorbalık yapıyor. Mübarek’in Suharto’dan ne farkı vardı? Eğer Türkiye’de de halkçı bir direniş olacaksa, neye karşı savaşıldığının altı iyi çizilmelidir. Türkiye’de militan İslamcılığa karşı savaşan laikler Batılı bir yönetimin hayalini kuruyorlar. Bence bu çok garip, zira, Mısır, Suudi Arabistan, Afganistan ve Endonezya örneklerinde ispatlandığı üzere, militan İslamcılık ve Batı emperyalizmi en yakın işbirlikçilerdir. Türkiye için gerçek özgürlük, ancak devrimci, antiemperyalist Atatürk’ün idealleri doğrultusundaki sosyal devlet ve sosyalist anlayışla gerçekleşebilir, günümüzde, yeniden uyanan Latin Amerika ve Asya’nın bazı bölgelerinde olduğu gibi…
BİTTİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder