20 Eki 2011

Takriri Sükûn mu?


DÜNYADA BUGÜN
Ali Sirmen

PKKnin son kapsamlı saldırıları üzerine tansiyon yine yükseldi, kamuoyunun tepkisi giderek artıyor, eylemler bir iki gün içinde durmayacağına göre, halk tepkisinin daha artarak tehlikeli boyutlara ulaşması mümkün.
Bu ortamda, sorumlular tarafından söylenecek sözlerin fazla bir anlam taşımadığını düşünüyorum.
Bu arada, Başbakanın konuşması bende anlam verememenin de ötesinde, endişe yarattı. Terörle mücadelede başarısız olan iktidarın, bu başarısızlığına kılıf ararcasına muhalefete ve basına yüklenmesi, onlara terörün yorumu konusunda ders vermeye kalkması ciddi biçimde endişeyi muciptir.
Bu iktidarın terör karşısındaki başarısızlığının eninde sonunda, kamuoyunun daha da geniş ölçüde tepkisini çekmesi kaçınılmaz görünüyor, Başbakan da bu gerçeği kavramış olduğu izlenimini veriyor. Bu durumda, “Halkın tepkisi göğüslenmesi daha da güç boyutlara varmadan önce, olayların önünü kesemeyeceğine göre, kendisine yöneltilen eleştirilerin yolunu tıkamayı mı düşünüyor acaba Başbakan?” sorusu ciddi olarak gündeme geliyor.
Anımsanacağı üzere, Cumhuriyetin ilk Kürt ayaklanması Şeyh Sait isyanı üzerine, ılımlıFethi Okyarın yerine başbakanlığa getirilenİsmet İnönü (3 Mart 1924) Takriri Sükûn Yasasını Meclise sevk ederek geçmesini sağlamıştı. (4 Mart 1925)
İnönünün daha önce kabul ettiremediği sıkıyönetim ilanıyla birlikte, biri isyan bölgesinde diğeri merkezi Ankara olmakla birlikte bütün Türkiyede faaliyet gösterecek iki İstiklal Mahkemesinin kurulmasını da içeren Takriri Sükûn Kanunu genel nizamı tesis etmek gerekçesiyle kabul edilirken hem basın denetim altına alınmış hem de kanunun kabulünün üzerinden tam üç ay geçince Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da kapanmıştı.
PKKnin Kürt ayaklanması gösterisine dönüştürmeye çabaladığı olayların bugünkü tutum ile denetim altına alınmasını beklemek hayaldir.
İktidar da olayların dış uzantıları da olduğunu kabul etmekte, fakat bu dış uzantılar karşısında alınması gereken önlemleri ve son olayın da temelinde yatan Irak sınırından sarkmaları önleyecek askeri tedbirlere başvurmakta aciz kalmaktadır.
Gerçi olayın hemen ertesinde, TSKnin sınırı geçtiği yönünde haberler gelmişse de, bunun dışarıda odaklanmış güçlerin kökünü kazımaya yönelik kapsamlı bir operasyondan çok, bir takip hareketi olduğu izlenimi edinilmektedir. Hiç değilse şimdiye dek kapsamlı bir operasyon belirtisi görülmemiştir.

Bundan önceki sınır ötesi harekâtların gerçekten sadre şifa olmayıp, daha çok kamuoyunun havasını almaya yönelik hareketler oldukları izlenimi de yaygın.
Öte yandan Bekir Bozdağın TBMMde yaptığı konuşmada ileri sürdüğünün aksine, terörün tırmanmasının bugün vardığı aşamadan, dokuz yıldır işbaşında olan bugünkü hükümet sorumludur.
Unutmayalım ki, AKP iktidara geldiği zaman terör eylemleri en alt düzeye inmiş bulunmaktaydı.
Bu durumdan istifade etmesi gereken iktidar, tam beceriksiz bir tutum içinde, elverişli zamanı heba etmiştir.
ABye verilen gereksiz tavizlerle, ordunun alandaki üstünlüğünü yitirmesine neden olacak durumların doğmasına neden olunmuş ve arazide üstünlüğün PKKye geçmesiyle terör ile mücadelede önemli mevzi kaybına yol açılmış, öte yandan da, Kürt sorununun siyasi çözümüne yönelik çok elverişli eylemsizlik ortamından yararlanılmayarak siyasi açıdan da hata yapılmıştır.
Türkiyenin demokratik kurumlarının kuşatılması operasyonunun son aşaması olan 12 Eylül 2010 referandumundan sonra, 12 Haziran 2011 seçimleriyle artık rejimi cendereye alma aşamasına gelmiş olan iktidarın, terörü bahane ederek yeni bir Takriri Sükûn dönemi başlatmasından çekinenlerin aşırı kötümser olduklarını söylemek bu durumda pek de mümkün olmasa gerek.

Hiç yorum yok: