10 Kas 2011

Hür Adam'ın Gerçek Öyküsü




Hür Adam'ın Gerçek Öyküsü - Sinan MEYDAN1950’lerden itibaren “Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı” çevrelerin bayrağı haline getirilen Said-i Nursi konusunda müthiş bir bilgi kirliliği vardır. Onunla ilgili kitaplarda efsaneyle-tarih iç içe geçirilmiş, tarih bilinçli olarak çarpıtılmıştır. Son zamanlarda adından çok söz ettiren “Hür Adam” filmi de maalesef  bu “çarpık tarihten” beslenmiştir.
  Said-i Nursi’nin ne kadar “Hür Adam” olduğunu anlamak için önce onu biraz tanıyalım:
  İşte Said-i Nursi’nin kısa hayat öyküsü:
  Said-i Nursi, Bitlis’in Hazan ilçesinin Nors köyünde 1873 yılında doğmuştur. Göbek adı Rıza olan Said-i Nursi’nin asıl adı SAİD-İ KÜRDİ’dir. Kendisi, köklerinin Hz. Muhammed’e dayandığını ileri sürmüştür.[1]
   Daha çocuk yaşlarda bölgede etkili olan Nakşibendi Tarikatı’na girmiştir. Mahalle Mektebi’nde okumuştur. Gençliği Medreseliler arasında geçmiştir. Düzenli bir eğitim öğretim hayatı olmamıştır.
   İstanbul’a ikinci gelişinde, II. Abdülhamit döneminde, 1907’de tutuklanarak bir süre “akıl hastanesinde” tedavi görmüştür.
   31 Mart Mürteci İsyanı’nın fitilini ateşleyen Derviş Vahdeti’nin Volkan gazetesinde ve Kürdistan Dergisinde yazılar yazmıştır.
   31 Mart İsyanı’na karıştığı iddiasıyla yargılanarak beraat etmiştir.
   Bezmi Nusret Kaygusuz, Meşrutiyet yıllarına ilişkin anılarında Said-i Nursi’den şöyle söz etmiştir:
    “İttihatçılar bu adamı çok şaşırtmışlardı. İptidada (önceleri) Said-i Kürdi’ye büyük bir paye verdiler. Güya Kürt meselelerinde ondan istifade edeceklerdi. Halbuki gösterilen saygıyı o kendi hakkı zannetti. Ve yükseklerden ötmeye başladı. Zamanın kutbu ve mehdisi tavrını takındı. Maaza, senelerden sonra da aklı başına gelmemiştir. Yeni bir tarikat iddiasında ve onun piri olmaya çalışıldığı işitilmektedir. Halen Nurcu diye maruftur (tanınmaktadır).”[2]  
   Nursi, Nakşibendi tarikatına mensup, İngiliz yanlısı Derviş Vahdeti ile birlikte siyasal İslamcı İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ni kurmuştur. Cemiyetin kuruluşu nedeniyle 3 Nisan 1919’da Ayasofya camiinde mevlit okutulmuştur.[3]
   Bir ara Teşkilatı Mahsusa’ya da üye olan Nursi, hem Kürdistan Teali Cemiyeti’nin hem de Kürt Neşriyat Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almıştır.[4]
   “HÜR ADAM” ALMAN ETKİSİNDE
    “Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Almanya’nın yanında savaşa girmiştir. Bu süreçte “tüm giderleri Almanlar tarafından karşılanan İslam Birliği propagandası bağlamında Alman malı Cihad-ı Ekber fetvasını kaleme alan kurulda, 1907’lerde temeli atılan ve Almanlarca beslenen İslam Birliği amaçlı Gizli İstihbarat Örgütü Teşkilatı Mahsusa’nın üyelerinden Said-i Kürdi (Nursi) de bulunuyordu.”[5]
   “Alman malı cihat fetvasının” yazarlarından Said-i Nursi, bir süre Rusya’da tutsak kalmış, daha sonra bir yolunu bulup 1918’de kaçarak Almanlara sığınmıştır.
   Nursi, Almanya’da kaldığı iki ay boyunca yaptığı konuşmalarda: “Türk-Alman, Alman-Türk tarih boyunca kadim dostturlar. Türkler Alman dostluğuna sadakatte çok hassasiyet gösteririler” demiştir.[6]
   Ancak Cengiz Özakıncı’nın ifade ettiği gibi: “Kitabın hiçbir yerinde Hıristiyan komutasında cihat yapılacağına ilişkin bir buyruk yoktu. Tersine, ‘Kendi dininizden olmayanları veli (dayanak, buyurgan) edinmeyin’ diyordu Tanrı. Maide Suresi’nin 51. Ayet’i böyleydi. Bu buyruğu görmezden gelince böyle olmuştu sonraları.”[7]
***
    Nursi, Kurtuluş Savaşı yıllarında, bu savaşın halifeyi kurtarmak için yapıldığını düşünerek, ancak savaşın sonlarında Ankara’ya gelmiştir (1922). Fakat bu mücadelede, sözüm ona “İslam karşıtı” bir hava sezerek Ankara’dan ayrılıp Van’a gitmiştir.(gönderilmiştir).
    1925’te patlak veren Şeyh Sait İsyanı’yla ilgili görülerek İstiklal Mahkemesi’nce sürgün edilmiştir. Önce Isparta’ya, sonra Kastamonu’ya ve Emirdağ’a, sürülmüştür.
   “HÜR ADAM” DEMOKRAT PARTİ VE ABD ETKİSİNDE
   Said-i Nursi, Isparta’da sürgündeyken Demokrat Parti iktidarı tarafından serbest bırakılmıştır. Kendisine tahsis edilen bir otomobille Demokrat Parti’nin propaganda gezilerine çıkmıştır.
   Said-i Nursi, 1950’lerde Amerikan destekli yerli işbirlikçilerle yeniden parlatılmaya başlanmıştır. Demokrat Parti’nin iktidar olduğu ve “Karşı Devrimin” başladığı o yıllarda Amerikan eksenli tüm politikaları basın yayın yoluyla halka benimsetmeye çalışan gazeteci, yazar Cemal Kutay, Özakıncı’nın deyişiyle: “Said-i Nursi’yi sindiği köşede bulup çıkarıp Amerika’nın izniyle Türk gençliğinin düşünsel önderi olarak parlatılıyordu. Çünkü Amerika, dünya üzerinde eskiden Almanya çıkarına çalışan bütün ajanları toplayıp kendi hizmetine koşmaya başlamıştı. Türkiye’de yapılan buydu” [8]
    Cemal Kutay, Said-i Nursi’yi parlatmak için yazdığı “Çağımızda Bir Asrı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said-i Nursi” adlı kitabında, bir taraftan Said-i Nursi’yi överken,  diğer taraftan Demokrat Parti iktidarının isteği doğrultusunda Said-i Nursi’yi nasıl arayıp bulduğunu, nasıl ortaya çıkartıp nasıl Amerikan isteklerine uygun bir din adamı olarak tanıttığını anlatmaktadır.[9]
   Aynı Cemal Kutay’ın 12 Eylül sonrasının “ateşli Atatürkçülerinden” biri olması da çok düşündürücüdür! 12 Eylülde “içi boşaltılan Atatürkçülüğü” topluma benimsetme görevi de yine Cemal Kutay’a verilmiştir belli ki.
***
    1950’de yoğun bir “dinsel söylemle” iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk politikaları da “din” alanında olmuştur. Demokrat Parti iktidara gelir gelmez, Atatürk döneminde Türkçeleştirilen ezanı, yeniden Arapçalaştırmıştır. Atatürk devrimlerini, “Halka mal olanlar ve olmayanlar” diye ikiye ayıran, milletvekillerine, “Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz” diyen Demokrat Parti lideri Adnan Menderes, 1951’de İzmir’de, Demokrat Parti II. Kongresi’nde, şunları söylemiştir: “Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılap softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Türkiye bir Müslüman devlettir ve Müslüman kalacaktır, Müslümanlığın bütün icaplarını yerine getirecektir.” Menderes’in 1951 yılındaki bu sözleri, Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiğinin çok iyi bir göstergesidir. Menderes’in, Müslümana Müslüman propagandası yaparak “oy uğruna” İslam dinini istismar ettiği çok açıktır. Demokrat Parti dönemine kadar İslamın baskı altında olduğunu söylemesi, ezanın Arapçaya çevrilmesini “Müslümanlığa dönüş” diye adlandırması ve Demokrat Parti’yi “İslamın bayrağı” gibi tanımlaması, bugün AKP’nin “din politikalarını” ve “din istismarını” çağrıştırmaktadır. Demek ki, “siyasal İslamcı iktidarların” ortak yönlerinden biri, aradaki zaman farkına rağmen, benzer bir “söylem” kullanmalarıdır.
   O günlerde Menderes’in bu “İslamcı” açıklamalarından etkilenen şair Necip Fazıl ise, “Menderes’in kölesi olmaya hazır olduğunu” söylemiştir:

  “ …Böyle bir sözü söyleyecek başbakanın kölesi olduğumuzu söylemekten şeref duyarız. Tekrar ediyoruz.; partimize, siyasi muhitimize, kabinemize, tezatlarımıza ve hatıra gelen gelmeyen her şeyimize rağmen, en saf ve halis tarafından azat kabul etmez köleliğimizi kabul buyurunuz.”
   Anlaşılan Necip Fazıl, Cumhuriyetin “kulluk” ve “kölelik” düzenine son vermiş olmasından hiç de memnun değildir ve Menderes’e “köle” olmanın hesaplarını yapmaktadır!
   1950’lerin sonunda ekonomik durumun bozulmasına paralel güç kaybeden Demokrat Parti, “İslamı daha çok kullanmaya ve ödünler vermeye başladı. 1957 seçimlerinde dinsel sloganları ağırlıklı kullanırken, Nurcularla da seçim ittifakına girdi. 1958’de ise yine Nurcuların anti-laik propagandalarına göz yumulurken radyodaki dini programlar artırılıyordu…. Başbakan Menderes 19 Ekim 1958’de Emirdağ’da yeşil tuğralı bayrakla ve Said-i Nursi tarafından karşılanmaktan memnuniyet duyuyordu…”[10] 
   1958 sonlarında Demokrat Parti lideri Adnan Menderes Said-i Nursi’yi yanına alıp il il dolaştırarak oy toplamaya çalışmıştır.
   1950’lerde sadece Said-i Nursi değil, daha önce Türkiye’deki Hitler örgütlenmesinde görev alan Alman güdümlü Cevat Rıfat Atilhan da Almanya yenilince rotayı Amerika’ya doğrultmuş ve 1950’lerde Amerikan güdümlü İslam çalışmalarına katılmıştır.[11]  
  Soğuk savaş döneminde Amerika’nın, kırk yıl önce Almanya için “cihat fetvası” yazan Said-i Nursi gibi İslamcılara çok ihtiyacı vardı. Amerika, bu İslamcıları şimdi de “Amerikan malı cihat fetvası” yazmaları için kullanacaktı.
  Özetle, Said-i Nursi sadece sıradan bir din adamı değildi, o Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyetin ilk yıllarında, yabancı güçlerin “İslamdan yararlanmak için” hep el altında bulundurdukları bir aktördü. Yani “Hür Adam” değil “Güdümlü Adam”dı.
  Cengiz Özakıncı bu geçeği, “Said-i Nursi hem eski Almancı, yeni Amerikancı, hem İslam birliği yandaşı, hem Osmanlıcı, hem Kürt, hem hilafetçi olması bakımından Amerika’nın Bullit tarafından kurallaştırılan soğuk savaş stratejisinin Türkiye’deki kanaat önderi ve ruhani lideri olup çıkmıştır. “ diye ifade etmiştir.[12]
   Onlarca ciltten oluşan Risale-i Nur adlı bir külliyata sahip olan Said-i Nursi, 24 Mart 1960’da Şanlı Urfa’da ölmüştür.[13]
   HÜR ADAMI PARLATMA YARIŞI VE KURTULUŞ SAVAŞI
   1950’lerdeki Said-i Nursi’yi “parlatma” sürecinde, öncelikle Said-i Nursi’nin “Kurtuluş Savaşı’na büyük katkılar yapmış bir din adamı” olduğu iddia edilmiştir. Kurtuluş Savaşı’nın gerçek önderi Mustafa Kemal’in bu savaştaki rolünü azaltmak ve Said-i Nursi’ye bu savaştan paye vermek amacıyla ortaya atılan bu iddia, tamamen “kurmaca” dır. 1950’lerde Türkiye’nin Amerikan çıkarları doğrultusunda İslamlaştırılmasıprojesi çerçevesinde  bu kurmaca tez, zorlama yorumlarla topluma enjekte edilmeye çalışılmıştır.
    Bu “kurmaca” tezi topluma enjekte etme konusunda rahmetli Cemal Kutay’ın büyük rolü olmuştur. Kutay’ın yazdığı Said-i Nursi kitabında anlattığı “belgesiz olayları” zaman içinde  tekrarlayan Said-i Nursi sempatizanı yazarlar, “kurmaca” bir Said-i Nursi Biyagrafisi ortaya çıkarmışlardır.
   Özellikle 12 Eylül 1980’den sonra köklü üniversitelerin İnkılâp Tarihi kürsülerini ele geçiren “Said-i Nursi sempatizanı” akademisyenlerce anlatılan bu kurmaca biyografi, uluslararası bir boyut kazanan Said-i Nursi konferanslarında dile getirilmiştir.
   Said-i Nursi’yi uluslararası alana taşıyan ise Prof Dr. Şerif Mardin olmuştur.Amerikan üniversitelerinde görev yapan Prof Mardin, İngilizce kaleme aldığı Said-i Nursi kitabında Said-i Nursi’yi yakın Türk tarihinin “en önemli figürlerinden biri” olarak anlatmıştır.
  1980 sonrasında Said-i Nursi’yi yeniden parlatma misyonunu yüklenen daha birçok akademisyen vardır. Bunlardan biri de Atatürk’ün üniversite reformuyla kurduğu ve Türkiye’nin en köklü üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi’nin Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Türkiye Cumhuriyeti Anabilim Dalı Başkanı Prof Dr. Cezmi Eraslan’dır. Eraslan, 1995’te İstanbul’da toplanan Bediüzzaman Said-i Nursi Konferansı’na “Milli Mücadelede Bediüzzaman Said-i Nursi” adlı bir bildiri sunmuştur. Prof Eraslan bildirisinde, “Nursi’nin risaleleri İstanbul Hükümetinin fetvalarına karşı Ankara’yı rahatlattıAtatürk de Nursi’nin mücadelesini gördü ve onu Ankara’ya çağırdı” demiştir.[14] Eraslan ayrıca Hatuvvat-ı Sitte’nin Kurtuluş Savaşı’na psikolojik bir destek sağladığını ileri sürerek uzun uzun bu durumu ayrıntılandırma yoluna gitmiştir.[15] Prof Eraslan, aynı bildirisinde Türk devrim tarihini alt üst etmeye de devam etmiştir.
   19 Mayıs 1919’un Kurtuluş Savaşı’nın ikinci aşaması olduğunu belirten Prof. Eraslan, böylece bir taraftan Said-i Nursi’ye Kurtuluş Savaşı’ndan paye verirken, diğer taraftan da Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünü azaltmayı amaçlamıştır. Yani bir taşla iki kuş...
   Yakın tarihi tersyüz eden Prof Cezmi Eraslan, adeta ödüllendirilircesine önceGenelkurmay direktifiyle kurulan Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAREM) üyeliğine daha sonra da Başbakanlığa bağlı Atatürk Araştırmaları Merkezi’nin başına getirilmiştir.[16]
   SAİD-İ NURSİ’NİN KURTULUŞ SAVAŞI’NA KATKISI MASALI
   1920, 1921 yıllarında Anadolu işgal altındadır. Mustafa Kemal Paşa bir taraftan kelle koltukta halkı örgütlemeye çalışırken, diğer taraftan İstanbul kaynaklı “nifak” hareketlerini etkisizleştirmeye çalışmaktadır. İngiliz destekli Şeyhülislam fetvalarıylaMustafa Kemal ve silah arkadaşları idama mahkûm edilirken, padişahın da onayıyla kurulan ve işgalci İngiliz istihbaratının desteğiyle eğitilen, saray altınlarıyla finanse edilen ve ulusalcı güçlere acımasızca saldıran Kuva-i İnzibati’ye karşı mücadele edilmektedir.
    Peki, Türk’ün ateşle imtihan edildiği o günlerde Said-i Nursi nerededir?
    Bu sorunun cevabını, 1950’lerde Said-i Nursi ile bizzat görüşen ve 1966 yılında yayınlanan “Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktrinleri” adlı bir kitap yazanSeyfi Güzeldere şöyle vermektedir:

   “Molla (Said-i Nursi) İstanbul’a geldiği vakit Mütareke olmuştu. Müslüman-Türk toptan tutsak gitmemek için yer yer birleşip tedbir arıyordu. O hemen, kardeşinin oğlu Abdurrahman’ın Çamlıca’daki köşküne yerleşti. Kitap dediği uyduruk serisini bütünlemeğe başladı. Molla, bu işlerle uğraşırken, Anadolu bağımsızlık savaşının kan ve ateşi içinde idi. Bir dergi, Molla’nın bağımsızlık savaşına katıldığını yazıyor. Doğru değil. O savaşın gazilerinden binlercesi bugün yaşamdadır. Yalnız benim tanıdığım 200 var. Biri diyebilir mi ki bu insan, değil silahla fikir yoluyla olsun bu savaşa katılmıştır.
   Önce kendi diyor ki, ‘Tutsaklıktan döndüm, İstanbul’da üç ay kaldım. 1918’in ortasından 1921’in ortasına gelelim. Sonbaharda ayrıldığını söylüyor. Demek 1922 olmaktadır. O zaman Molla’nın İstanbul’da beklemesinin açık gerekçesi oydu ki; Halife kazanırsa, zaten Halifeli, Türk ulusu kazanırsa Türk ola! Halifenin artık çöktüğünü görünce Ankara’dan geçip Van’a gitmiştir. (1922). (Zöhretunnur, sayfa 57)”[17]
   Said-i Nursi Mütareke dönemde dönemde İstanbul’da Kuva-i Milliye ile alakası olmayan örgütlere katılmıştır. Kürdistan Teali Cemiyeti, Müderrisler Cemiyeti (Teali İslam Cemiyeti), Yeşilay Cemiyeti ve Darül Hikmet’ül İslam gibi örgütlerde yer almıştır. Ancak bu örgütlerin çoğu, Mondros sonrasında, işgalcilere yardım etmek amacıyla kurulan “zararlı cemiyetler”dendir.
    Said-i Nursi, o zor Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’da Sunuhat(1920), Hakikat Çekirdekleri(1920), Nokta(1921), Rumuz(1922), İşaret(1922) gibi risaleler (küçük kitaplar)  yayınlamıştır. Nursi, bu eserlerinde Osmanlı’nın çöküşünü “Jön Türklerin İslam’dan uzaklaşmalarına” bağlamıştır.[18]
    İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın Bağdat’tan yazılan gizli raporunda, Kürtleri Türklere karşı kışkırtarak ayaklandırmak amacıyla kurulmuş olan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurucuları arasında Said-i Kürdi (Nursi)’nin de adı vardır.[19] Bu cemiyetin düzenlediği Koçgiri Ayaklanması, ulusalcı güçleri bir hayli uğraştırmıştır.
    Mondros Mütarekesi’nden sonra Kürtler bağımsız bir devlet kurmak için harekete geçmişler ve bu amaçla Kürdistan Teali Cemiyeti’ni kurmuşlardı. Bu cemiyetin kurucuları arasında Saidi Nursi de bulunmaktadır. Saidi Nursi diğer kurucular olan Müküslü Hamza, Botkili Halil İbrahim Bey’lerle birlikte Kürdistan’ı kurmak amacıyla kurulan bu cemiyete üye kaydetmektedir. Bu cemiyetin kurucuları arasında Bedirhan Emin Ali, Dersimli Miralay Halil Paşa, Ulemadan Hoca Ali, Mehmet Şükrü Sekban, Babanzade Fuat, Babanzade Şükrü gibi isimler de bulunmaktadır. Kürdistan Teali Cemiyeti’ne yönetim kurulu üyesi seçilen bu üyeler işgal güçlerinin ABD, İngiliz ve Fransız komiserlerini ziyaret ederek görüşmelerde bulunmuşlardır. ABD siyasi komiseri ile yapılan görüşmeye Seyyid Abdulkadir, Emir Ali Bedirhan, Mehmet Şükrü’nün yanı sıra, İttihatçıların güçlü zamanında kavmiyetçiliği reddeden daha sonra ise “sıkı bir kavmiyetçi olan” Saidi Nursi de katılmıştır. Nursi ve arkadaşları ABD’li komiserden  “Kürt milli haklarının sağlanması konusunda kendilerine yardımcı olmalarını”istemişlerdir.[20] Yani işgalci komutanı ziyaretin tek amacı “Kürt halkına ve kurulacak Kürt devletine yardımcı” olmalarını istemektir. Yani Saidi Nursi, Kurtuluş Savaşı sırasında işgalci otoriteye, emperyalizme direnmemiş, başkaldırmamış, Kürt halkının hakları konusunda “yabancılardan” isteklerde bulunmuştur.
  Saidi Nursi’nin  işgalci  güçlerin emperyalist amaçlarına karşı çıkmak yerine onlarla “uyum içinde olması” hatta onları Müslümanlar için kurtarıcı olarak görmesine güzel bir örnek de onun şu ifadeleridir:
  “…Küre–i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükunet ve müsamaha bulacağına (barış bulacağına) karar vermesi ve yeni doğan İslam devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırk beş sene evvel olan müddeayı ispat ediyor, kuvvetli şahit olur.”[21] Saidi Nursi, bu sözlerinde, “Dünyanın şu anki en büyük devleti Amerika’nın  bütün kuvvetiyle dini hakikatlere sahip çıktığını, Amerika’nın, Asya ve Afrika’da İslamiyetle beraber huzur ve saadet geleceğine karar verdiğini, Amerika’nın yeni doğan İslam devletlerini okşadığını ve onlarla ittifak ettiğini” bütün dünyaya ilan ediyor! Saidi Nursi’ye  göre bütün “Müslümanları okşayan Hıristiyan  Amerika”, dünyanın en büyük devleti olarak  aynı zamanda baş otorite idi. Nursi’nin bu sözleri, bugün onun yolundan giden Fethullh Gülen’in sözlerine ve yaşam biçimine nasıl da güzel örnek oluşturuyor…
   Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı’nın hazırlık döneminde toplanan ve bağımsızlık için neler yapılması gerektiğini kararlaştıran Erzurum ve Sivas Kongrelerini destekleyici hiçbir girişimi yoktur. Buna karşın Erzurum Kongresi’nin açılışını Müftü Hasan Fahri Efendi yapmış, Erzurum ve Sivas kongrelerine birçok gerçek din adamı katılmış, Kuvayı Milliye Cemiyetlerinin kurucularının neredeyse tamamı gerçek din adamlarından oluşmuştur. Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Havzalı İmam Sıtkı Hoca, Amasya Müftüsü Hacı Hafız Tevfik Efendi, Şair Mehmet Akif Ersoy, Ankara Müftüsü, Rıfat Börekçi Hoca vb. daha  çok sayıda gerçek din adamı Kurtuluş Savaşı boyunca hep “Ya istiklal ya ölüm” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında yer almışlardır.Ama “Kurtuluş Savaşı kahramanı” Said-i Nursi o günlerde ortalarda yoktur.
   Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı karşısındaki tavrı bu kadar açıkken, bazı çevreler, adeta tarihi tersyüz ederek, Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı yıllarında kaleme aldığı bir yazıyı kanıt gösterip, onun Kurtuluş Savaşı’na çok büyük katkı sağladığını iddia etme aymazlığını gösterebilmektedirler.
    HUTUVVAT-I SİTTE’NİN ABARTILAN ROLÜ
   Said-i Nursi, Darül Hikmet-i İslamiye’de görevliyken İstanbul Müftüsü Dürrizade’nin Anadolu’daki ulusalcıları “dinsiz, zındık” ilan eden ve idam edilmelerinin dinen “caiz” olduğunu ileri süren fetvasına karşılık Hutuvvat-ı Sitte adlı bir kitapçık yayınlamıştır. İşte  bazı çevreler, Said-i Nursi’nin ulusal kuvvetlere karşı yapmadığını bırakmayan örgütlerin kurucusu veya yönetim kurulu üyesi olduğunu unutarak, onun kaleme aldığı bu kitapçıkla İstanbul’dan Kuva-i Milliye’ye destek olduğunu iddia etmektedirler!
   Nursi, bugün İslamcıların dört elle sarıldıkları bu kitapçığında sözü dönüp dolaştırıpfetva ilmen geçersizdir” demeye getirmiştir. İstanbul hükümetinin ve işgalci güçlerin her türlü imkânlarını seferber ederek Anadolu’daki Ulusal Hareket’i yok etmeye çalıştığı günlerde Nursi’nin bu “ilmi” açıklamasının Kurtuluş Savaşı’na nasıl bir destek sağladığı, örneğin en basitinden ulusalcılara karşı hangi haince girişimi önlediği belirtilmemiştir.
   Hükümetin idam fetvasına karşı çıkan Nursi’nin -üstelik Kürtler üzerinde bir nüfuz sahibi olduğunu da dikkate alırsak- İngilizlerin İslam dinini kullanarak Kürt aşiretlerini ayaklandırma girişimlerine engel olması, bu yönde yazılar yazması gerekmez miydi? Ama bırakın ayrılıkçı Kürt hareketlerine karşı yazı yazmayı, o bu ayrılıkçılığın odağı olan bir cemiyetin kurucu üyesi olmayı tercih etmiştir.
   Ayrıca, Kurtuluş Savaşı’ndan yana bir Said-i Nursi’nin İngilizler ve İstanbul Hükümeti isteğiyle kurulan ve sayısız yurtseveri zindanlara atıp, işkenceden geçiren Kürt Nemrut Mustafa başkanlığındaki uyduruk mahkemeye de itiraz etmesi gerekmez miydi? Daha da önemlisi bu mahkeme İstanbul’daki tüm vatanseverleri, ulusalcıları toplayıp zindana tıkarken acaba neden yazdığı kitapçıkla ulusalcılara yardım ettiği söylenen Said-i Nursi’yi de tutuklayıp zindana tıkmamıştır? Ancak akıl, mantık yoksunu çevreler bu soruya da kendilerince yanıt vermişlerdir. Şöyle ki: Said-i Nursi kerametini göstererek birden görünmez olmuş ve İngiliz askerlerin arasından geçip gitmiştir![22]
    İSLAMA VE İBADETE ÇAĞRI BİLDİRİLERİ
    Said-i Nursi’yi Kurtuluş Savaşı’na dahil ederek onurlandırma amacıyla kurgulanan tezlerden biri de Said-i Nursi’yi Ankara’ya Atatürk’ün çağırdığı iddiasıdır.[23] İddialara göre Atatürk Nursi’yi 18 defa Ankara’ya çağırmıştır! Ancak bun ayönelik hiçbir belge yoktur. Ayrıca Said-i Nursi’nin Ankara’ya çağrılmasının ve Ankara’da Atatürk’le görüşmesinin sözüm ona Nursi’nin “üstün özellikleriyle” hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü bilindiği gibi Atatürk Kurtuluş Savaşı yıllarında çok sayıda din adamını Meclis çatısı altında toplamış ve onlarla özel görüşmeler yapmıştır. Daha sonra Ankara Müftüsü olacak Rıfat Bey (Börekçi) bu din adamlarından sadece biridir. Ancak Atatürk, kısa süre içinde Said-i Nursi’nin, Ulusal Hareket’in önemini kavrayamamış ve bu harekete destek olabilecek bir yapıda olmadığını da anlamıştır.
   Said-i Kürdi Ankara’ya gelince ne mi yapmıştır? “İslam’a ve İbadete Çağrı” bildirileriyle Meclis’e gelip milletvekillerini namaza çağırmıştır. Oysa ki gerçek bir din adamı olarak Atatürk’ün diğer din adamlarından olduğu gibi ondan da beklentisi, bu zor zamanlarda doğru telkinlerle halkı manevi bakımdan bilinçlendirmesidir. Ancak o adeta Müslüman’a Müslüman propagandası yaparak ve İslam’ın “dinde zorlama yoktur” hükmünü hiçe sayarak, milletvekillerini namaza çağıran bildiriler dağıtmayı kendine görev bilmiştir. Nursi’nin milletvekillerini namaza çağıran bildiriler dağıttığı o günlerde vatansever gerçek din adamları, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinde canla başla Milli Hareket’in örgütlenmesi için çalışmaktadır. Hatta bazı din adamları bizzat cepheye giderek düşmanla vuruşmaktadır. (Örnek din adamlarınca kurulan Demiralay ve Çelikalay)
    Said-i Nursi risalelerinde 11 yerde:
   “Ankara’da Mustafa Kemal’in şiddet ve hiddetle divan-ı riyasete girip: ‘Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyler yazdın, içimize ihtilaf verdin.” demekte veiki parmağını ileriye doğru uzatarak Atatürk’e: Paşa, Paşa, İslamiyet’te imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü marduttur” dediğini iddia etmektedir.[24]
   Bu efsane sahne, evet iyi bir film sahnesi olabilir: Düşünsenize, adamın biri, yedi düvele başkaldıran Mustafa Kemal’in karşısına geçip kaşlarını çatarak, “Paşa Paşa…” diyerek Mustafa Kemal’e doğru parmağını  uzatıyor, hatta onu azarlıyor! “Vay be!..”dedirten bir manzara.. Ama hepsi o kadar!. Tamamen “gerçek dışı” olan bu sahnenin “tarihsel hiçbir değeri” yoktur, çünkü bu sahnenin, anlatıcısı Said-i Nursi dışında hiçbir tanığı ve belgesi yoktur.   
   Nursi’nin anlatıma göre:
   1.Said-i Nursi’yi yüksek fikirlerinden yararlanmak için Ankara’ya çağıran Atatürk’tür! Oysa ki daha 1920 yılından itibaren Atatürk’ün yanında başta Rıfat Bey olmak üzere Sünni ve Alevi İslam anlayışlarını çok iyi bilen birçok din adamı vardır. Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul kaynaklı fetvaları etkisizleştirmek ve verilen mücadelenin dine uygun olduğunu halka anlatmak için din adamlarına ihtiyaç duymuştur. Nursi’nin Ankara’ya geldiği 1922’de ise Kurtuluş Savaşı sona ermiştir.
   2.Atatürk namaza karşı çıkmıştır! Nursi’nin bu iddiası da kökten yalandır. Atatürk İle Allah Arasında adlı kitabımda bütün belgeleriyle ortaya koyduğum gibi Atatürk hiçbir zaman namaza karşı olmamıştır. Annesi ve yakın dostu Fevzi Paşa başta olmak üzere akrabaları, dostları ve arkadaşları arasında çok sayıda namaz kılan vardır.
   3. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur! Nursi’nin bu yorumunun da İslam diniyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü bilindiği gibi İslam dininde namaz kılmamak bir farzı yerine getirmemek demektir ki, bunun anlamı da dinden çıkmak veya hain olmak değil olsa olsa günahkâr olmaktır. Ancak Nursi, haddini aşarak namaz kılmayanın hain olduğunu ileri sürebilmiştir. Onun bu yorumu din dışıdır.
    Said-i Nursi daha sonra da Atatürk’ün, onun kerametinden korkarak kendisinden “özür dilediğini” iddia etmektedir! Ancak onun bu iddialarının kendinden başka hiçbir tanığı yoktur.
   Said-i Nursi Ankara’ya geldiğinde bir “dinsizlik fikriyle” karşılaştığını belirtmekte ve Ankara’dan ayrılmasını sözüm ona bu “dinsiz atmosfere” bağlamaktadır. Ancak Nursi’nin “dinsiz” dediği o meclisin yarıdan fazlası “din adamlarından” oluşmaktadır.
   Said-i Nursi, kendi ifadelerine göre bu “dinsiz atmosferin kaynağı olarak” gördüğü Mustafa Kemal Atatürk’ü de birçok defalar uyarmış, Nurcuların deyişiyle “Atatürk’e ders vermiştir”! Örneğin bir keresinde Atatürk’e, “içindeki şöhret hissini tatmin etmek istiyorsa bunu gayrimüslimleri ve haylaz kimseleri memnun edecek hareketlerle değil de bütün İslam dünyasını memnun edecek hareketlerle yapması gerektiğinisöylemiştir.[25] Nursi’nin bu sözleri, onun Atatürk’ü ve verdiği mücadeleyi hiç ama hiç anlamadığını göstermektedir. Çünkü Atatürk öncelikle gayrimüslimlere, “ecnebilere” karşı bir bağımsızlık savaşı vermiştir. İkincisi; işgalci İngiliz subayları ve yerli işbirlikçilerden daha “haylaz” kimse olamayacağına göre ve Atatürk onları da etkisiz hale getirdiğine göre Nursi’nin “haylaz kimseleri memnun etme” demesi de çok anlamsızdır. Ayrıca Atatürk’ün verdiği bağımsızlık mücadelesi tüm İslam dünyasını çok derinden etkilemiş, Hindistanlı Müslümanlar bu mücadeleye destek olabilmek için aralarında para toplayarak göndermişler ve Atatürk’e “Allah’ın kılıcı” unvanını vermişlerdir. Durum böyleyken Nursi’nin tüm bunlardan habersiz, Atatürk’ü, “İslam dünyasını memnun edecek hareketler yap” diye uyarmasının anlamı var mıdır?
   Said-i Nursi Atatürk’ün kendisini daha sonra da Ankara’ya çağırdığını belirtmektedir. Atatürk’ün “Hutuvat-ı Sittesi”ni çok beğenerek onu ödüllendirmek için Ankara’ya çağırdığını iddia eden Nursi, ayrıca Atatürk’ün Doğu illeri genel vaizliği makamına getirmek istediği Şeyh Sünüsi’nin Kürtçe bilmemesinden dolayı Kürtçe bilen Nursi’yi bu makama atamak istediğini ileri sürmüştür. Atatürk bu görev için kendisine 150.000 lira teklif etmesine karşın güya o 5.Şua’daki haberden dolayı bu çağrıyı reddetmiştir.[26]
   Peki, ama ne vardır bu 5. Şua’da?
   NURSİ: “ATATÜRK DECCAL VE SÜFYAN’DIR”
   Said-i Nursi yazılarında açık, gizli şekilde birçok yerde Atatürk’e saldırmıştır.
   Nursi’nin Atatürk’e yönelik saldırıları 5. Şua’yla başlamıştır. 
   Said-i Nursi, 1907 yılında yazdığını belirttiği 5.Şua’daki aşağıdaki  ifadelerin Atatürk’ü işaret ettiğini söylemiştir:
   “Ahirzamanda dehşetli bir şahıs sabah kalkar alnında ‘haza kafirün’ yazılmış bulunur’ diye hadis var deyip benden sordular. Dedim: ‘Bir acayip şahıs bu milletin başına geçer ve sabah kalkar başına şapka giyer ve giydirir.’ ‘Bu cevaptan sonra bana sordular.’
“Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı?”

‘Dedim:’Şapka başa gelecek, secdeye gitme diyecek; fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek, inşallah Müslüman edecek.’
“Sonra dediler, aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hadise ile SÜFYANolduğu bilinecek.”
“Ben de cevaben dedim: ‘Bir darbı mesel var. Çok israflı adama eli deliktir denir. (…) İşte o dehşetli adam, bir su olan rakıya müptela olur, onun ile hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak.”[27]
   Nurcuların, Nursi’yi aklamak için, “burada kastedilen Atatürk değildir” demelerine karşılık, onları yine Said-i Nursi yalanlamaktadır. Şöyle ki, Said-i Nursi Redoks’ta, Ankara’ya ikinci kez çağrıldığında neden gitmediğini açıklarken “…Ben Beşinci Şua aslının verdiği haberin bir kısmını orada bir adamda (Atatürk) gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım” diyerek 5. Şua’daki “Süfyan”ın Atatürk olduğunu ima etmiş ve “SÜFYAN ve bir İslam DECCALİNİN Mustafa Kemal olduğu Beşinci Şua’da anlaşılıyor”[28] diyerek de açıkça Atatürk’e süfyan ve deccaldemiştir. 
   Said-i Nursi’ye göre, Atatürk, “TEK GÖZLÜ DECCAL”dır; SÛFYAN’dır.[29]
   Peki, “Tek gözlü Deccal” nedir?
   “Deccal: Ahir zamanda gelecek ve Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr edip, İslamiyeti yıkmaya çalışacak ve dünyayı fesada verecek olan çok şerli ve mutlak küfür yolunda olan, dehşetli bir şahıs” olarak bilinmektedir.[30]
   Yine Said-i Nursi’ye göre Atatürk, “Nefret-i amme’ye layık adam; İslam’ın en büyük fitne-i diniyelerinden biridir.” Yani, “Halkın nefretine layık adamdır. İslam dinini yıkmaya çalışan kişilerin en büyüğüdür.”[31]
   Nursi, Denizli müdafaasında da açıkça Atatürk’e saldırmış, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünü azaltmaya çalışmıştır:

   “Bu dehşetli kumandan(Atatürk) deha ve zekâvetiyle ordunun müspet hesanelerini kendine alıp ve kendinin menfi seyyielerini o orduya vererek.(…) Ben kırk sene evvel beyan ettiğim bir hadisin o şahsa vurduğu tokada binaen, sabık mahkemelerimizde bana hücum eden bir müdde-i umumiye (savcıya) dedim. Gerçi onu hadislerin ihbarıyla kırıyorum; fakat ordunun şerefini muhafaza ve büyük hatalardan vikaye ederim. Sen ise bir tek dostun için Kur’an’ın bayraktarı ve âlem-i İslam’ın kahraman kumandanı olan ordunun şerefini kırıyorsun ve hesenelerini hiçe indiriyorsun dedim.”[32]

   “Kahraman ordunun zaferi ve şerefi ona verilemez. Yalnız onun bir hissesi olabilir. Nasıl ki ordunun ganimeti malları, erzakları bir kumandan verilse zulümdür, dehşetli bir haksızlıktır.”[33]

    “Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş, BİR ADAM hakkında 30 sene evvel bir hadis-i şerifin ihbarıyla KUR’AN’A ZARARLI öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi.”[34]
    Nursi, açıkça Atatürk’e dost olmadığını da söylemiştir:

   “Evet, çok emarelerle bildik ki; bana hücum edenleri tahrik eden Mustafa Kemal’e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır.”[35]
    Ayrıca Said-i Nursi, Atatürk’e cifir hesabını kullanarak da saldırmıştır.[36]
    Şapkayı dinsizliğin sembolü olarak gören ve “350 bin tefsirin işaretiyle tesettüre en uygun kıyafet çarşaftırÇarşaf, kadınların siperi ve kefesidir”[37] diyen ve 11 aya mahkûm olan Said-i Nursi’nin “üniversite kurmak isteyen çağdaş düşünceli bir İslam âlimi olduğu” iddiaları gülünçtür. Onun kurmak istediği, “üniversite adı altında” eğitim öğretim verecek bir medresedir. (Said-i Nursi’nin ‘hurafeciliğine’ de ilerde başka bir yazımda yer vereceğim).
   “...Bu şahsın (Said-i Nursi) yönettiği, körpe beyinlerin karanlık düşüncelerle köreltildiği ışık evlerinde, ‘Atatürk’ün bir gözünün öküz gözü olduğunun’ anlatıldığı herkesçe biliniyor; çünkü Said-i Nursi hazretleri, bir karşılaşmasında Atatürk’ün gözlerinden birini çıkarıp, onun yerine bir öküz gözü taktığını görmüştür! Nursi’ye göre sahtekâr doktorlar da Gazi’nin gözlerinden birinin öküz gözü olduğunu Türk milletinden saklamayı başarmışlardır.”[38]
   “...İfşaatta bulunan iki öğrencinin açıklamalarından öğreniyoruz ki, Fethullah cemaatinde Cumhuriyet’in adı ‘kefere düzeni’, Atatürk’ün adı ise ‘Deccal’dir.”[39]
    İşte anlatılmayan“Hür Adam”!
    Elinizi vicdanınıza koyun ve bu adamın ne kadar “hür” olduğuna siz karar verin!...  
   Kurtuluş Savaşı’na “dişe dokunur” hiçbir katkısı olmayan Said-i Nursi’yi “Hür Adam” diye parlatanları, Kurtuluş Savaşı’nın gerçek din adamları, gerçek “Hür Adamları” asla affetmeyeceklerdir. Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Amasyalı Hoca Abdurrahman Kamil Efendi, Amasya Müftüsü Hacı Hafız Tevfik Efendi, Konya Mevlevi Dergahı Lideri Abdülhalim Çelebi, Hacı Bektaş Dergahı Postinişi Cemalettin Çelebi, Afyonlu Müderris İsmail Hoca (Çelikalay’ın kurucusu), İspartalı İbrahim Hoca (Demiralay’ın kurucusu), Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi Hoca, İstanbullu Cemal Hoca, Yalvaçlı Ömer Vehbi Hoca, Libyalı Şehy Ahmet Sünisi ve Şair Mehmet Akif gibi daha yüzlerce gerçek “Hür Adam”ı saygıyla ve rahmetle anıyorum.
Sinan Meydan
1 Ocak 2011
[1] Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişme, Bediüzzaman Said Nursi Olayı (Religion and Social Change in Modern Turkey The Case of Bediüzzaman Said-i Nursi), Çev. Metin Çuhaoğlu, s.109.
[2] Bezmi Nusret Kaygusuz, Bir Roman Gibi, İstanbul, 1955.
[3] Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul, 20017, s.60.
[4] Mustafa Yıldırım, Meczup Yaratmak, Ankara, 2006, s.73,74.
[5] Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı, Yeni Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 2005, s. 39; Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said-i Nursi,İstanbul, 1979, s.148.
[6] Şahiner, age, s.180,181.
[7] Özakıncı, age, s.58.
[8] Özakıncı, age, s. 145.
[9] Bkz. Cemal Kutay, Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı: Bediüzzaman Said-i Nursi, Yeni Asya Yay, İstanbul, 1981.
[10] Necip Mirkelamoğlu, Din ve Laiklik, İstanbul,  2000, s. 513; Sinan Meydan,Atatürk İle Allah Arasında, 4.bs, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2010, s.726-727.
[11] Özakıncı, age, s.146.
[12] Özakıncı, age, s.146.
[13] Abdülbaki Gölpınarlı, 100 Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, s.277, 278.
[14] Askere Nur Uzmanı”, Milliyet, 24.Ocak 2002.
[15] Cezmi Eraslan, “Milli Mücadele’de Bediüzzaman Said Nursi”,Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu 3, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1996.
[16] ”Nur Uzmanına Görev Mecliste”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2008,s.7.
[17] Seyfi Güzeldere, Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktirnleri, İstanbul, 1966, s.132,133.
[18] Sadık Albayrak, Son Devrin İslam Akademisi Dar’ül Hikmet’ül İslamiye, İstanbul 1973, s.186.
[19] Yıldırım, Meczup Yaratmak,  s.32,33.
[20] Kadri Cemil Paşa, Doza Kürdistan, (Zinar Silopi) Haz. Mehmet Bayrak, Ankara, 1992, s. 57.
[21] Tarihçe– Hayat , 88, Arabi Hutba–i Şamiye Eserini tercümesi / Birinci Kelime / Haşiye, İçtima–i Reçeteler II/101.
[22] Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said-i Nursi, İstanbul, 1979 s.233,234.
[23] Burhan Bozgeyik, Mustafa Kemal’e Karşı Çıkanlar, İstanbul, 1996, s.275-277.
[24] Bozgeyik, age, s.280.
[25] Mektubat, s.426,427.
[26] Şualar, Redoks, s.359.
[27] Beşinci Şua.
[28] Şualar, Redoks, s.417.
[29] Neda Armaner, İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar, s. 34.
[30] Osmanlıca-Türkçe Büyük Ansiklopedik Lügat, s.342.
[31] Alparslan Işıklı, Said Nursi, Fethullah Gülen ve Laik Sempatizanları, Ankara, 1994, s. 24.
[32] Şualar, s.319.
[33] Şualar, s.300,302.
[34] Emirdağ Lahikası, C.I, s. 279.
[35] age, s.280.
[36] Diyanet işleri Başkanlığı’nın hazırlattığı “Nurculuk” kitabından, s. 19,
[37] Necip Mirkelamoğlu, Din ve Laiklik, İstanbul,  2000, s. 544.
[38] Bozgeyik, age, s.294.
[39] İlker Sarıer, “Hoşgörü Abidesinin Yıkılışı”, Sabah Gazetesi, 21 Haziran 1999..
"Hür Adam"(!) Kurtuluş Savaşında Neredeydi? - Sinan MEYDAN"Hür Adam"(!) Kurtuluş Savaşında Neredeydi?


Yazar:  
Son günlerde, Said-i Nursi’nin hayatını anlatan “Hür Adam” filmi nedeniyle bir Said-i Nursi tartışması başladı. “İşte Hür Adam’ın Gerçek Öyküsü” başlıklı yazımla ben de bu tartışmaya katıldım. Yazımda özetle; Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı’nda “dişe dokunur” herhangi bir katkısının olmadığını belirterek, Said-i Nursi’nin önce Alman etkisine, sonra Amerikan etkisine ve son olarak da Demokrat Parti etkisine girdiğinibelgeleriyle ortaya koydum. Bu nedenle de Said-i Nursi’nin “Hür Adam” değil, olsa olsa ancak “Güdümlü Adam” olacağını ileri sürdüm.[1]
   Son günlerdeki Said-i Nursi tartışmalarında konunun neredeyse bütün detayları tartışılmasına karşın, konunun “özünün” gözden kaçırıldığını gördüm. “Said-i Nursi Atatürk’e mektup yazdı mı yazamadı mı? Said-i Nursi Atatürk’le görüştü mü görüşmedi mi? Said-i Nursi Atatürk’ün yanında bacak bacak üstüne attı mı atmadı mı? Said-i Nursi parmağını Atatürk’e doğru uzatarak ‘Paşa Paşa namaz kılmayan haindir’ dedi mi demedi mi? ve daha birçok ayrıntı dile getirilip üzerinde saatlerce konuşuldu; ama işin özü, Said-i Nursi’nin, namı değer “Hür Adam”ın Kurtuluş Savaşı’na, “Hürriyet Savaşı”na nasıl bir katkıda bulunduğu, bu savaşa hangi maddi veya manevi desteği verdiği, bu savaşa katılıp katılmadığı ve dahası bu savaş sırasında nerede ne yaptığı hiç gündeme getirilmedi, hiç tartışılmadı. Ben geçen yazımda bu konuya değinmiş olmama rağmen, “işin özü” burası olduğu için, bu yazımda da “Said-i Nursi Kurtuluş Savaşı sırasında neredeydi ve neler yapıyordu?”  sorusuna biraz daha geniş biçimde yanıt vermeye çalışacağım. Çünkü bir adamın “Hür Adam” olup olmadığını anlamak için o adamın yaşadığı dönemdeki “Hürriyet Savaşı”nda neler yaptığına bakmak gerekir.
  HÜR ADAM BOĞAZ’DA ÇAMLICA’DA OTURUYORDU
   Said-i Nursi, I. Dünya Savaşı sonlarında Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı günlerde, 1918 yılında İstanbul’a geldi.[2] Mütareke İstanbul’unda Boğaz’da Çamlıca’da oturan Said-i Nursi, evini, sekreteri olarak görev yapan yeğeni Abdurrahman ile paylaşıyordu.[3]
   Kasım 1918’den itibaren Anadolu İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Ermeniler ve Yunanlılar tarafından işgal edilmeye başlandı.
   15 Mayıs 1919’da İngiliz-Fransız destekli Yunan ordusu İzmir’i çok kanlı bir şekilde işgal etti. İzmir ve civarında “Türklerin katledilmeleri” üzerine Anadolu’nun değişik yerlerinde direniş cemiyetleri kurulmaya, yerel kongreler toplanmaya ve işgali kınayan mitingler yapılmaya başlandı.
   HÜR ADAM İŞGALİ KINAYAN MİTİNGLERDE NEREDEYDİ?
   Kadınların ve Darülfünun hocalarıyla öğrencilerinin de katıldığı mitinglerde, kanlı Yunan işgalleri kınandı. Fatih mitinginde Halide Edip Hanım, İstanbul Darülfünunun öğretim üyesi Selahattin Bey, Üsküdar mitinginde Sabahat Hanım, Kadıköy mitinginde Darülfünun öğrencisi Münevver Saime Hanım “işgali kınayan” çok coşkulu konuşmalar yaptı. Münevver Saime Hanım konuşmasının bir yerinde ellerini semaya doğru açarak kendisini dinleyen kalabalığa aynen şöyle seslendi:
  “Yarabbi! Ben kardeşlerime değil ilk önce sana sesleniyorum. Vatanın felaketi karşısında bir genç kızın feryadını dinle. Bu ağlayan anneler şehitlerin annesi. Bu boynu bükük genç kadınlar fedakarların genç zevcesi, şu hıçkıran yavrular askerlerin yetimleri değil mi?Böyle necip bir kavme gözyaşı döktürmekte hikmet ne?... Ben kendi bağımsızlığı gasp edilmiş bir milletin kızı olarak bağımsızlığıma nasıl yürüyeceğimi söyleyeceğim.Bu beyanatım, kollarımızı bağlamak isteyenler için dikkate şayan olmalı..”[4]
   Halide Edip’in, Selahattin Bey’in, Sabahat Hanım’ın ve Saime Hanım’ın işgali kınayan konuşmalar yaptıkları o İstanbul mitinglerinde Said-i Nursi yoktu. Said-i Nursi o sırada Nakşibendi tarikatına mensup İngiliz yanlısı Derviş Vahdeti ile birlikte siyasal İslamcı İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ni kurmakla meşguldü. Cemiyetin kuruluşu nedeniyle 3 Nisan 1919’da Ayasofya camiinde mevlit okutulmuştu.[5]
  ANADOLU’DA GERÇEK DİN ADAMLARI DİRENİŞ HAZIRLIKLARI YAPARKEN HÜR ADAM NEREDEYDİ?
   Anadolu’nun işgali üzerine “gerçek din adamları” ya silaha sarılarak ya da cami cami dolaşarak halkı “kurtuluş için” harekete geçirmeye çalışmıştır. Hatta birçok din adamı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurarak bölgesinde silahlı direniş başlatmıştır. Kurtuluş Savaşı başlarında kurulan 47 Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde 84 din adamı yönetici durumundadır. Ayrıca bu 47 Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin 16’sının başkanı din adamıdır.[6] Ankara’da Müftü Rıfat Börekçi, Afyon’da Müftü Sait Efendi, Amasya’da Müftü Hacı Tevfik Efendi, Bilecik’te Müftü Mehmet Şükrü Efendi, Bolu’da Müderris Kürtzade Mehmet Sıtkı Efendi, Çankırı’da Müftü Bekirzade Ata Efendi, Denizli’de Ahmet Hulusi Efendi, Erzurum’da Hoca Raif Efendi, Hakkari’de Müftü Ziyaeddin Efendi, Isparta’da Şeyh Ali Efendi canla başla Mustafa Kemal’e ve Türk Kurtuluş Savaşı’na destek olurken, Said-i Nursi yine ortalarda yoktur. Bu sırada Said-i Nursi, İstanbul’da, Kürdistan Teali Cemiyeti’ni ve Kürt Neşriyat Cemiyeti’ni kurmakla meşguldür.[7] İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın Bağdat’tan yazılan gizli raporunda, Kürtleri Türklere karşı kışkırtarak ayaklandırmak amacıyla kurulmuş olan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurucuları arasında Said-i Kürdi (Nursi)’nin de adı vardır.[8]
   “Kuvvacı din adamları” birçok yerel kongrenin de aktif katılımcılarıdır. Örneğin, 26-30 Temmuz 1919 tarihleri arasındaki Balıkesir Kongresi’ne katılan 48 delegenin 13’ü, mahalli müftü ve müderrislerden oluşmaktadır.[9] 10-23 Mart 1920 tarihleri arasında toplanan V. Balıkesir Kongresi’ne katılan 60 delegenin yarıya yakını, müftü, vaiz ve müderrislerden oluşmaktadır.16-25 Ağustos 1919 tarihleri arasında toplanan Alaşehir Kongresi’ne katılan 45 delegenin 9’u müftü ve müderristir.[10] 6-9 Ağustos 1919, 19 Eylül 1919 ve 6 Ekim 1919 tarihleri arasında toplanan Nazilli Kongresi’ne Eşme Müftüsü Nazif Efendi, Isparta Müftüsü Hacı Hüseyin Hüsnü Efendi, Karacasu Müftüsü Mustafa Hulusi Efendi, Bozdoğan Müftüsü Mehmet Efendi, Sarayköy Müftüsü Ahmet Şükrü Efendi, Isparta’dan müderris Ali Efendi, Tavas’tan Bektaşi Dedesi Mazlum Baba gibi birçok din adamı katılmıştır. 18 Ağustos 1919’da toplanan Muğla Kongresi’ne ise başta Müftü Zeki Efendi ve Hafız Emin Efendi olmak üzere çok sayıda din adamı katılmıştır. 5 Ağustos 1920 ve 8 Ekim 1920 tarihleri arasında toplanan Pozantı Kongresi’nde de din adamlarının çokluğu dikkat çekicidir. Ayrıca Erzurum ve Sivas Kongreleri’ne de çok sayıda din adamı katılmıştır.
   Kuvvacı din adamları, işgallere karşı halkı örgütlemek için düzenlenen yerel kongrelere katılırken Said-i Nursi nerededir? O günlerde Said-i Nursi İstanbul’da Kurtuluş Savaşı’yla ilgisi olmayan Müderrisler Cemiyeti (Teali İslam Cemiyeti), Yeşilay Cemiyeti ve Darül Hikmet’ül İslam gibi örgütlerde, kuruluşlarda yer almıştır.  
   ANADOLU’DA MUSTAFA KEMAL GERÇEK DİN ADAMLARINCA KARŞILANIRKEN HÜR ADAM NEREDEYDİ?
   Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan birkaç gün sonra Havza’ya geçmiştir. Mustafa Kemal Havza’da 6 Haziran 1919’da İzmir şehitleri için bir mevlitokutulmasını ve Cuma namazından sonrada işgali kınayan bir miting düzenlenmesini istemiştir. Mustafa Kemal’in isteği doğrultusunda mevlit okutulmuş ve mitingi düzenlemiştir. Ancak bölgenin en saygın ve tanınmış din adamlarından Sıtkı Hoca’nın mitinge katılamamış olması nedeniyle Mustafa Kemal, mitingin Sıtkı Hoca’nın da katılımıyla tekrarlanmasını istemiştir. İkinci miting, yine bir Cuma günü Cuma namazı çıkışı düzenlenmiştir.[11] Mitingde Sıtkı Hoca şunları söylemiştir:
    “Ey cemaat düşmana karşı koymak için elde sopa lazımdır. En gücü yetmeyen en hakir Müslüman Türk bile bugünden tezi yok birer sopa olsun edinmelidir. Buna da iktidarım yok diyebilen kimse var mı?Varsa o da evinde kazmayı, keseri, bıçağı, o da yoksa yumruğunu hazırlasın. Artık zamanı gelmiştir. Hz. Allah’ta, Peygamber Efendimiz de böyle emrediyor.”[12] 
    Mustafa Kemal daha sonra Amasya’ya geçmiştir. Amasya’da onu karşılayanlar arasında Amasya Müftüsü Hacı Hafız Tevfik Efendi de vardır. Hacı Tevfik Efendi, Mustafa Kemal’i: “Çanakkale’den sonra şimdi de vatanı ikinci defa kurtarmayı ahdettiniz. Her anı endişeler içindeki yurda kurtuluşu nasip kılacak himmete eriştiniz. Hoş geldiniz, Safalar getirdiniz. Himmetiniz payidar olsun” diyerek karşılamıştır.[13]
   Mustafa Kemal Paşa Amasya’da, 12 Haziran 1919’da hükümet konağında bir konuşma yapmış ve ülkenin içinde bulunduğu durumu ve yapılması gerekenleri anlatmıştır. Konuşma sırasında orada bulunan vaaz Abdurrahman Kamil Efendi, Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmasında “ayet ve hadisleri” çok ustaca ve yerli yerinde kullandığını görünce, “Bu paşa başka paşa…Bu paşa bildiğimiz paşalardan değil” diyerek hayranlığını ve şaşkınlığını dile getirmiştir. Kurtuluş Savaşı’nın önemini çok çabuk kavrayan bu din adamına Mustafa Kemal de çok özel bir ilgi göstermiştir.[14] O gün Mustafa Kemal ve heyeti konaklamak için Saray Düzü kışlasına hareket etmiştir. Burada Mustafa Kemal, Sultan Beyazid Camii Vaizi Abdurrahman Kamil Efendi’den ertesi günkü Cuma hutbesinde Kurtuluş Savaşı’nın öneminden söz etmesini istemiştir. Gecenin ilerleyen saatlerinde Abdurrahman Kamil Efendi, yarınki Cuma hutbesine hazırlanması gerektiğini belirterek Mustafa Kemal’den müsaade istemiştir. Bunun üzerine Mustafa Kemal ayağa kalkarak: “Yanınıza bir adam katayım, karanlıktır”deyince Abdurrahman Kamil Efendi, Mustafa Kemal’in gözlerinin içine bakarak: “Gözlerinizin ışığı beni götürür paşam…” demiştir. Bu söz üzerine biraz duygulanan ve düşünen Mustafa Kemal, hocaya: “Baba! Bu işte muvaffak olmak da var, olmamak da… İnşallah muvaffak olacağız. Eğer olamazsak bizi asarlar. Kelle gider! Ne dersin?” diye sorunca, Hoca Kamil Efendi, yine Mustafa Kemal’in o derin mavi gözlerinin içine bakarak: “Oğul! Sen ki genç yaşta başını vatan millet uğruna feda etmişsin, benim bu ihtiyar kelleyi de koy senin uğruna feda olsun” demiştir.[15]
   Ertesi gün Cuma namazı için Sultan Beyazid Camii’ne gelen Mustafa Kemal, avluda Kamil Efendi’yi görünce: “Baba hazırlandın mı?” diye sormuş, Kamil Efendi de kendinden emin: “Tamamdır oğul, tamamdır…” yanıtını vermiştir. 
  Amasya’da 13 Haziran 1919’da, Abdurrahman Kamil Efendi, Sultan Beyazit Camii’ndeki vaazında halka şöyle seslenmiştir:
   “Muhterem evlatlarım! Türk milletinin, Türk hakimiyetinin artık kıymeti mevcudiyeti kalmamıştır. Madem ki milletimizin, şerefi, haysiyeti, istiklali tehlikeye düşmüştür. Artık bu hükümetten iyilik ummak bence abestir. Şu andan itibaren padişah olsun, isim ve unvanı ne olursa olsun, hiçbir şahsın ve makamın hikmeti mevcudiyeti kalmamıştır. Yegane çare-i halas (kurtuluş yolu) halkımızın doğrudan doğruya hakimiyetini ele alması ve iradesini kullanmasıdır..”[16]
   Vaazdan çok memnun kalan Mustafa Kemal, namaz çıkışı avluda Abdurrahman Kamil Efendi’ye teşekkür etmiştir.[17]
   Özetle Mustafa Kemal, Anadolu’ya ayak bastıktan sonra neredeyse her adımında bağımsızlığın kıymetini bilen, “gerçek” din adamlarınca karşılanmış ve desteklenmiştir. Erzurum’da Hoca Raif Efendi ve Şiran Müftüsü Hasan Fahri Efendi, Sivas’ta, Müfttü Abdurrauf Efendi, Hacı Bektaş’ta Çelebi Cemalletin Efendi, Ankara’da Rıfat Börekçi Hoca ve daha başka birçok gerçek din adamı hep Mustafa Kemal’in yanında olmuşlardır.[18]
   Bu “Kuvvacı din adamları” Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’le birlikte “Ya istiklal ya ölüm” parolası doğrultusunda “vatan ve namus” mücadelesi verirken Said-i Nursi nerededir? O günlerde Said-i Nursi “Sunuhat” (1920), “Hakikat Çekirdekleri” (1920), “Nokta” (1921), “Rumuz” (1922) gibi risaleler (küçük kitaplar) kaleme almakla meşguldü.[19]
  GERÇEK DİN ADAMLARI CEPHEDE SAVAŞIRKEN HÜR ADAM NEREDEYDİ?
    Bazı “Kuvvacı din adamları” da Kurtuluş Savaşı yıllarında elde silah düşmanla savaşmıştır. Afyonlu din adamı Müderris İsmail Şükrü Hoca, “Çelikalay” adlı milis kuvvetiyle, Kütahya-Eskişehir Savaşı’na katılmış ve 1934’te Soyadı Kanunu çıktığında kendisine Çelikalay soyadı verilmiştir. İspartalı din adamı İbrahim Efendi ise Isprata Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurmuş, meclis üyesi iken izin alıp cepheye gitmiş, “Demiralay”ı kurarak savaşa katılmıştır. Soyadı Kanunu çıkınca da kendisine Demiralay soyadı verilmiştir.
  İsmail Şükrü Hoca ve İbrahim Efendi, Çelikalay ve Demiralay adlı birliklerle düşmanla savaşırken, Said-i Nursi nerededir? O günlerde Said-i Nursi, İstanbul’da “Darül-Hikmet’ül İslamiye” adlı kurumda görev yapmaktadır. “Said-i Nursi bunun son derece mutlu bir dönemi olduğunu belirtmektedir”.[20] 1916 yılında Doğu cephesinde yerel milislerle bölgede Ruslarla çarpışmalara katıldığı, (Bitlis savunması) iddia edilen[21] Said-i Nursi bu “milislik tecrübesinden” Türk milletinin ölüm kalım savaşı olan Kurtuluş Savaşı’nda da yararlanamaz mıydı?
LİBYALI ŞEYH AHMET SUNUSİ GÜNEYDOĞU’DA CAMİ CAMİ GEZERKEN HÜR ADAM NEREDEYDİ?
   Kurtuluş Savaşı’na destek veren sadece Türk din adamları değildir, bazı yabancı Müslüman din adamları da Kurtuluş Savaşı’na destek vermiştir. Örneğin, Iraklı Uceymi PaşaHindistanlı Muhammed Ali ve Libyalı Şeyh Ahmet Sunisi bu din adamlarından ve Müslüman önderlerden birkaçıdır.
  Özellikle Libyalı Şeyh Ahmet Sunisi’nin Kurtuluş Savaşı’na verdiği destek çok önemlidir. Mustafa Kemal, İngilizlerin ve Fransızların, Kürtleri Türklere ve Milli Harekete karşı kışkırtmalarını önlemek, İngiliz ajanlarının Kürt bölgelerindeki ayrılıkçı faaliyetlerine engel olmak ve Kürtleri Milli Hareket’e kazandırmak için gerek Güneydoğu Anadolu’da gerekse Kuzey Irak’ta çok iyi tanınan Şeyh Ahmet Sünusi’yi görevlendirmiştir.[22]
   Kurtuluş Savaşı başladığı sırada Bursa’da bulunan Şeyh Ahmet Sünusi’ye bir mektup yazan Mustafa Kemal, onu Ankara’ya davet etmiştir:
   “Şeyh Sunusi Hazretlerinin Milli mücadeleye yardım hususunda gösterdikleri hassasiyete şükran arz eylerim. Hilafet makamının fiilen işgali faciası karşısında Şeyh Hazretlerinin duydukları infial hissinin İslam alemine tebliği pek ziyade lazım ve faydalı olacaktır. Bu konuda icab eden görüşünüzü ayrıca arz ederiz.. Şeyh Hazretlerinin Ankara’da bulunmalarını arz ederiz.”[23]
    Mustafa Kemal’in bu mektubunu alan Şeyh Ahmet Sunüsi, 15 Kasım 1920’deAnkara’ya gelmiştir. Mustafa Kemal, 23 Kasım 1920’de Anakara’da TBMM’de Şeyh Ahmet Sunisi’nin onuruna bir yemek vermiştir. (Said-i Nursi 1922’de Ankara’ya gelince kendisinin özel olarak karşılandığını söyleyerek, bu karşılamadan Said-i Nursi’ye paye çıkarmak isteyenler, Şeyh Ahmet Sunusi’nin çok daha özel karşılandığını bilsinler..)
   Şeyh Ahmet Sunusi burada yaptığı Arapça konuşmada. “İslamiyetin yok olmasının muhakkak görüleceği bir halin meydana çıkması üzerine Müslümanların ümitleri kesildiği bir sırada Mustafa Kemal Paşa hazretleri arkadaşlarıyla beraber din uğruna savaşmaya başladılar. Ve siz de beraber savaştınız. Cihat ettiniz. Bu hizmet bütün İslam aleminin devamına İslam aleminin kurtuluşuna ait mukaddes bir vazifedir.” demiştir.[24]
   Mustafa Kemal cevabi konuşmasında Sunusilerden ve Şeyh Ahmet Sunusi’den övgüyle söz etmiştir: “Sunusi teşkilatı, diğer teşkilatlar gibi sadece bir tarikat değildir. İslamiyetin saadet yolunda yürümeye yönelik esaslı bir teşkilattır. Bu gece huzurlarıyla müşerref olduğunuz zat, İslam aleminde büyük bir esasa dayanan mukaddes bir teşkilatın başında bulunan yüce bir zattır… Dolayısıyla bundan sonra kendilerinin İslam alemine yapacakları hizmetler, şimdiye kadar olan hizmetlerini taçlandıracaktır. Ve bu sayede Türkiye devletinin bütün İslam cihanının dayanak merkezi olan Türkiye devletinin de sağlamlaştırılmasına hizmet etmiş olacaklardır. Seyyid Ahmet Şerif Sunusi Hazretlerinin gelecekteki hizmetlerine şimdiden gerek şahsım ve gerek TBMM namına teşekkür eylerim.”[25]
   Mustafa Kemal, Şeyh Ahmet Sünusi’ye “aynı amaca yönelik” üç ayrı görev vermiştir.
İslam dünyasındaki antiemperyalist hareketleri Ankara’nın etkisi altına almak ve bu hareketlerden Türk Kurtuluş Savaşı’na destek sağlamak. Arap dünyasında, özellikle Irak ve Suriye’de Hilafet propagandası yaparak bölgedeki  Arapları İngiltere ve Fransa’ya karşı harekete geçirmek, böylece hem Musul-Kerkük bölgesindeki hem de Güney Anadolu’daki İngiliz-Fransız etkisini kırmak. Türkiye içinde özellikle Güney Doğu Anadolu’daki Kürt bölgelerinde Milli harekete katılımı arttırmak.
   Mustafa Kemal, Şeyh Ahmet Sunusi’yi “genel vaaz” olarak görevlendirmiştir. Sunusi, Mustafa Kemal’den aldığı bu görevle, özellikle Güneydoğu Anadolu’da çeşitli illerde camilerde vaazlar vererek, Kürtleri, Milli Hareketi desteklemeye çağırmıştır. Her gittiği yerde beyazlara sarılmış olarak verdiği vaazlar ve hutbeler çok etkili olmuş, önde gelen Kürt aşiret reisleri Milli Harekete katılmaya başlamıştır. Ahmet Sunusi, Urfa, Diyarbakır, Mardin’de cami cami, köy köy gezerek halkı Mustafa Kemal’in arkasında Milli Hareketi desteklemeye çağırmıştır. Sunusi her adımını telgrafla Mustafa Kemal’e bildirmiş, Mustafa Kemal’den aldığı talimatları birebir uygulamıştır.[26] 
   Mustafa Kemal, Milli Mücadele sırasında İslam dinine çok büyük bir önem vermiştir. İşgalci Hıristiyan işgal edilen Müslüman olunca “İslam”, ister istemez en önemli “savunma aracı” haline gelmiştir. Türk toplumunun ve İslam dünyasının bütün gerçeklerini çok iyi kavramış olan Mustafa Kemal, içte ve dışta Milli Harekete destek sağlamak için, İslama vurgu yapmıştır: İslam dünyasına yönelik bildiriler, İslami söylemler, TBMM’nin tekbir ve dualarla açılması, cami ve cem evi ziyaretleri hep Kurtuluş Savaşı sırasındaki “İslami Meşruiyet Politikası” ile ilgilidir. Kurtuluş Savaşı’nın başarısı açısından bu politika çok büyük bir önem taşımaktadır. Nitekim İslam dinin en temel özelliklerinden biri de “düşmana karşı direniş” göstermek, yani cihat anlayışıdır. İslama göre işgal altında bir ülkede (Dar-ül Harp) İslamı yaşamak dinen caiz değildir. İslamı yaşamak için öncelikle bağımsız olmak gereklidir. İşte İslamın bu temel ilkesinden hareket eden Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı yıllarında “gerçek” din adamlarına çok ihtiyaç duymuştur. Ve “gerçek” din adamları da hep Mustafa Kemal’in yanında yer almıştır. Şeyh Ahmet Sunusi bu bakımdan çok önemli işler görmüştür. 
   Bir taraftan Güneydoğu’yu gezerek Kürtleri Milli Harekete katılmaya çağırmış, diğer taraftan Irak’ta ve Suriye’deki Arap Müslümanları Türk Kurtuluş Savaşı’na destek olmaya davet etmiştir. Dahası Mustafa Kemal’in isteğiyle Sivas’ta bir İslam Kongresidüzenlemiştir.
   18 Şubat 1921’de Sivas’ta Camii-i Kebir’de toplanan “İttihadı İslam Kongresi”ne Şeyh Ahmet Sunusi başkanlık etmiştir.[27]
  Bu kongreye dünyadaki bir çok Müslüman lider katılmıştır. Kongre başkanı Şeyh Ahmet Sunusi, aynı gün Ulu Camii’de bir de hutbe okumuştur. Şeyh’in hutbe metni Ankara’da çıkarılan Sebilürreşad dergisinin 31 Mart 1921 tarihli sayısında yayınlanmıştır. Sunusi hutbesinde, Kurtuluş Savaşı’nı “cihat” olarak adlandırarak: “Müslüman, ecnebi tahakkümünde yaşayamaz, esaret altına giremez. Ecnebi hilelerine kapılmayınız, yaldızlı sözlerine inanmayınız.” demiştir.[28]
   Sunusi’nin, Mustafa Kemal’in isteği doğrultusundaki bu çalışmaları, İngiliz istihbaratının dikkatini çekmiştir. İngiliz istihbaratı, Sunusi’nin adım adım Anadolu’yu gezdiğini Londra’ya rapor etmiştir. İngilizler, Sunusi’nin etkisinin Irak, Suriye ve hatta Hicaz’a kadar yayılmasından endişelenmişlerdir.[29]
   İşte Libyalı Şeyh Ahmet Sünüsi’nin Kurtuluş Savaşı’na katkıları… Sunusi, Mustafa Kemal’in “İslam politikasını” hem içte hem de dışta başarıyla uygulamasında çok önemli bir role sahiptir. Bu toprakların havasını soluyan Dürrizade AbdullahMustafa Sabrigibi hain ve satılmış din adamlarına karşı Libyalı Ahmet Sunusi, Allah adına, İslam adına, Müslüman Türk ulusunun Mustafa Kemal önderliğindeki haklı davasında canını dişine takarak ve hiçbir karşılık beklemeden Türk Kurtuluş Savaşı’nın başarısı için çalışmıştır.
  O günlerde, Şeyh Ahmet Sunusi, Selahhaddin Eyyübi ve Mustafa Kemal’i, Kuran’ı Kerim kuşanmış bir şekilde gösteren bir resim Anadolu’da elden ele dolaşmıştır.[30]
  Şeyh Ahmet Sunusi’nin Anadolu’da il il cami cami dolaşarak halkı Kurtuluş Savaşı’na katılmaya çağırdığı o günlerde Said-i Nursi nerededir? O günlerde Said-i Nursi İstanbul’da ruhsal değişimler, dönüşümler geçirmektedir. Kendi ifadesiyle, “yakın arkadaşlarından birinin hiç beklenmedik bir ihaneti sonucunda” artık gençlik dönemini geride bıraktığı gerçeğini kavramış ve ruhsal yönden değişmeye başlamıştır! Said-i Nursi, yaşadığı bu ruhsal değişimleri, 1921 yılında Arapça yayımlanan Lemalaradlı bir dizi broşürde anlatmıştır. (Lema’lar, 104)[31]
  HÜR ADAM RAHATINI BOZMAK İSTEMEDİ
   Said-i Nursi’nin İstanbul Çamlıca’daki evinde kendi kendisiyle hesaplaştığı o işgal günlerinde Mustafa Kemal, Doğu Anadolu’da, Kuzey Irak’ta ve Suriye’de İslamı anlatacak, insanları Kurtuluş Savaşı’na katılmaya çağıracak din adamlarına ihtiyaç duymaktaydı ve bu nedenle Said-i Nursi’yi (Kürt bölgelerinde tanınmış olduğu için) Güney Doğu Anadolu’ya “vaaz” olarak göndermek istemişti. (Nitekim Said-i Nursi de,Emirdağ Lahikası’nın bir pasajında Mustafa Kemal’in kendisinden, Sunusi liderlerin Libya’da yaptıklarına benzer bir görevi yerine getirmesini, yani dini bir ittifak odağı oluşturulmasıyla halkın bu odak etrafında birleştirilmesini istediğini belirtmektedir)[32].Ama Said-i Nursi, bir türlü İstanbul’daki “rahatını” ve “ruh hesaplaşmalarını” bırakıp Anadolu’ya geçmeye yanaşmamıştı; ta ki savaş bitip, galip belli oluncaya kadar! Bu durumda Mustafa Kemal de Libyalı Şeyh Ahmet Sunusi’den yardım almak zorunda kalmıştı. Evet, Sunusi Türk değildi; ama “bağımsızlığın önemini” bilen cesur bir Müslümandı. İşte, Kurtuluş Savaşı’na katılan birçok din adamı gibi o da gerçek bir Hür Adam’dı.
 İŞTE HÜR ADAM’IN KURTULUŞ SAVAŞI’NA KATKISI
  Said-i Nursi Kurtuluş Savaşı sırasındaki Kürt İsyanlarını bastırmak için de dişe dokunur bir adım atmamıştır. Tam terinse Kürdistan Teali Cemiyeti’nde yer almıştır.
  Said-i Nursi, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını gıyaben yargılayıp idama mahkum eden Kürt Nemrut Mustafa Mahkemesi’ne de ses çıkarmamıştır.
  Said-i Nursi, işgal altında bir şehirde, İstanbul’da dini işlerle uğraşmanın, ibadet etmenin dinen caiz olmadığını bilmiyor muydu yoksa?
   Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı’na tek katkısı, o da katkı sayılırsa- işgalci İngiliz politikasına karşı bir risale yazması ve Hain Damat Ferit’in isteğiyle ve İngilizlerin desteğiyle İstanbul Müftüsü Dürrizde’nin hazırladığı, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını “dinsiz” ve “zındık” ilan eden hıyanet fetvasına karşı, “bu fetvanın ilmen geçersiz olduğunu” beyan eden “Hutuvat-ı Sitte” adlı bir bildiri hazırlamasıdır.[33] İyi de Mustafa Kemal Paşa ve Ankara Hükümeti, İstanbul Hükümeti’nin bu “hıyanet fetvasına” karşı Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’nin başkanlığında 5 müftü, 9 müderris ve 6 ilmiye mensubundan oluşan toplam 20 kişilik bir grupla karşı fetva hazırlamıştır. Hazırlanan bu fetvada Anadolu’daki Milli Hareket’in dinen meşru olduğu, padişah ve halifenin düşman elinde esir bulunduğu, esir halifeye zor ve baskıyla fetva yayınlattırıldığı belirtilerek fetvanın geçersiz olduğu vurgulanmıştır. 83 müftünün imzaladığı ve 64 müftünün onayladığı bu karşı fetva ile “düşmana karşı mücadele etmenin din gereği olduğu” duyurulmuştur.[34] Yani, Said-i Nursi’den önce onlarca din adamının onayladığı bir “karşı fetva” yayınlanmıştır zaten.
  HÜR ADAM’IN ÇAMLICA SEFASI VE ANKARA YOLCULUĞU
   Tekrar soruyorum: “Türk’ün ateşle imtihan edildiği 1918-1922 arasında Said-i Nursi nerededir?”
   Bu soruya en güzel yanıtı “Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktrinleri” adlı bir kitap yazan Seyfi Güzeldere vermiştir.
   İşte o yanıt:
   “Molla (Said-i Nursi) İstanbul’a geldiği vakit Mütareke olmuştu. Müslüman-Türk toptan tutsak gitmemek için yer yer birleşip tedbir arıyordu. O hemen, kardeşinin oğlu Abdurrahman’ın Çamlıca’daki köşküne yerleşti. Kitap dediği uyduruk serisini bütünlemeğe başladı. Molla, bu işlerle uğraşırken, Anadolu bağımsızlık savaşının kan ve ateşi içinde idi. Bir dergi, Molla’nın bağımsızlık savaşına katıldığını yazıyor. Doğru değil. O savaşın gazilerinden binlercesi bugün yaşamdadır. Yalnız benim tanıdığım 200 var. Biri diyebilir mi ki bu insan, değil silahla fikir yoluyla olsun bu savaşa katılmıştır.
   Önce kendi diyor ki, ‘Tutsaklıktan döndüm, İstanbul’da üç ay kaldım. 1918’in ortasından 1921’in ortasına gelelim. Sonbaharda ayrıldığını söylüyor. Demek 1922 olmaktadır. O zaman Molla’nın İstanbul’da beklemesinin açık gerekçesi oydu ki; Halife kazanırsa, zaten Halifeli, Türk ulusu kazanırsa Türk ola! Halifenin artık çöktüğünü görünce Ankara’dan geçip Van’a gitmiştir. (1922). (Zöhretunnur, sayfa 57)”[35]
  Peki Said-i Nursi, 1922 sonlarında neden Ankara’ya gitti? Bu sorunun yanıtını da uzun yıllar Said-i Nursi üzerinde çalışan ve “Bediüzzaman Said-i Nursi Olayı” adlı bir kitap yazan Prof. Dr. Şerif Mardin’den alalım:
  “(İstanbul’da) kendini herkes tarafından terkedilmiş hissetti; yeğeni ve katibi Abdurrahman yanından ayrılmıştı. Gerçi sonunda ondan bir haber alabilmişti; ama Abdurrahman bundan kısa bir süre sonra öldü. Bu kayıp Said-i Nursi’yi derinden sarstı. Belirttiğine göre özel dünyasının yarısı annesinin ölümüyle kaybolup gitmişti. Abdurrahman’ın ölümü ise özel evreninin diğer yarısının da yok olması anlamına geliyordu. Buna rağmen Abdurrahman’ın ölümüyle ortaya çıkan kayıp kısa bir süre sonra, kendisini Said-i Nursi’nin hizmetine ve yazılarının propagandasına adayan bir başka genç tarafından telafi edilecekti. (Lem’alar, 232)”[36]
  Anlaşıldığı kadarıyla Said-i Nursi, işgal İstanbul’unda ülkenin dertleriyle değil, kendi dertleriyle dertlenmektedir. Bazı kayıplar nedeniyle ruhsal bunalımlar yaşamaktadır. Özetle kafası ve ruhu karmakarışıktır. Ayrıca, Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Ankara’da Mustafa Kemal’in önderliğinde yeni bir devlet kurulmuştur. Yani, İstanbul ve Sultan-Halife kaybetmiş, Ankara ve TBMM kazanmıştır. Bu durumda Said-i Nursi, kazananın yanında yer almak, dini plan ve programlarını kazanan sayesinde hayata geçirmek için, 1922’de Ankara’ya gitmiştir. Ancak Ankara’da umduğunu bulamamıştır. Mustafa Kemal’in kuracağı yeni devletin, “aklı ve bilimi” esas alan “çağdaş bir devlet” olacağını anlamıştır. Ancak Ankara’da bulunduğu kısa sürede yine de şansını denemiş, Mecliste “dinsiz bir atmosfer” gördüğünü belirterek(!) “Namaza Çağrı” bildirileri dağıtmıştır. Aslında Mustafa Kemal’in hem yapacağı “dinsel eksenli devrimler” (halifeliğin kaldırılması gibi) için hem de “dinde öze dönüş hareketi” (din dilinin Türkçeleştirilmesi çalışmaları) için gerçek din adamlarına ihtiyacı vardır. Bu anlamda Said-i Nursi’den de yararlanmak istemiş olması olasıdır. Ancak Said-i Nursi’nin Ankara’daki “bazı davranışları” üzerine Mustafa Kemal, kuracağı yeni devletin “çağdaş din adamı” kadrosunda Said-i Nursi’ye yer olmadığına karar vermiştir. Mustafa Kemal’in yanında, cumhuriyet döneminde Rıfat Börekçi, Şemsettin Günaltay, İsmail Hakkı İzmirli, Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi Yazır, Hafız Yaşar Okur gibi daha birçokgerçek din adamı vardır. Bilindiği gibi Mustafa Kemal, Elmalılı Hamdi Yazır’a “Kuran’ın Türkçe Tefsir ve Tercümesi”ni yaptırmış, Kamil Miras Hoca’ya da Buhari’nin Hadis Kaynağını tercüme ettirmiştir. Atatürk’ün isteğiyle tefsir ve tercüme edilen bu eserler,binlerce takım bastırılarak Türkiye’nin “dört bir yanına” ücretsiz dağıtılmıştır.
HÜR ADAM’IN SANSÜRCÜLÜĞÜ
Geçtiğimiz günlerde, Said-i Nursi’nin, 23 Kasım 1922'de Mustafa Kemal’e yazdığı bir mektup ortaya çıktı. Bu mektupta Mustafa Kemal’e: "İslam âlemi kahramanı Paşa Hazretleridiye hitap eden Said-i Nursi, Atatürk öldükten sonra kaleme aldığı anılarında da bu mektuptan söz etmiştir; ama mektubun girişindeki Mustafa Kemal’e yönelik “saygı ve övgü dolu” ifadelerini sansürlemiştir. 1922’de Mustafa Kemal’e “İslam aleminin kahramanı Paşa hazretleri” diye methiyeler dizen Said-i Nursi, Atatürk’ün ölümünden sonra kaleme aldığı anılarında ve yazılarında Atatürk’e “deccal ve süfyan” demekten çekinmemiştir: Said-i Nursi Redoks’ta, Ankara’ya ikinci kez çağrıldığında neden gitmediğini açıklarken “…Ben Beşinci Şua aslının verdiği haberin bir kısmını orada bir adamda (Atatürk) gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım” diyerek 5. Şua’daki “Süfyan”ın Atatürk olduğunu ima etmiş ve “SÜFYAN ve bir İslam DECCALİNİN Mustafa Kemal olduğu Beşinci Şua’da anlaşılıyor”[37] diyerek de açıkça Atatürk’e süfyan ve deccal demiştir. 
Görüldüğü gibi Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı’na “büyük bir katkısı” hatta “bir katkısı” yoktur. Hürriyet mücadelesi sırasında işgal altındaki bir şehirde, İstanbul-Çamlıca’da bir evde bazı kitaplar yazan, bazı cemiyetlere üye olan ve bazı ruhsal değişimler, dönüşümler yaşayan Said-i Nursi’ye “Hür Adam” demek, Kurtuluş Savaşı’nın gerçek “Hür Adam”larına saygısızlıktan başka bir şey değildir.
Kurtuluş Savaşı’na sadece din adamları katkı sağlamış değildir, ayrıca Kurtuluş Savaşı’na karşı, İngiliz yanlısı “hain din adamları” da vardır. Kurtuluş Savaşı’na destek olan sol gruplar, farklı etnik unsurlar da vardır. Bütün bunları bu yazı kapsamında anlatmak mümkün değildir tabi… 
Sinan Meydan
[1] http://www.odatv.com/n.php?n=iste-hur-adamin-gercek-oykusu-3112101200
[2] Şerif Mardin, Bediüzzaman Said-i Nursi Olayı, “Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim”, İletişim Yay, 4.bs, İstanbul, 1994, s.145.
[3] Mardin, age, s.148.
[4] Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, İnkılap Yay, İstanbul, 2010, s.191.
[5] Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul, 2007, s.60.
[6] Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine üye olan o 16 din adamı şunlardır: Ankara’da Müftü Rıfat Börekçi, Afyon’da Müftü Sait Efendi, Amasya’da Müftü Hacı Tevfik Efendi, Bilecik’te Müftü Mehmet Şükrü Efendi, Bolu’da Müderris Kürtzade Mehmet Sıtkı Efendi, Çankırı’da Müftü Bekirzade Ata Efendi, Denizli’de Ahmet Hulusi Efendi, Erzurum’da Hoca Raif Efendi, Hakkari’de Müftü Ziyaeddin Efendi, Isparta’da Şeyh Ali Efendi, Kırşehir’de Müftü Halil Hilmi Efendi, Konya’da Ali Kemal’i Efendi, Sivas’ta Müftü Abdurrauf Efendi,Van’da Müftü Şeyh Masun Efendi, Yozgat’ta Müftü Mehmet Hulusi Efendi, Zonguldak’ta Müftü İbrahim Efendi. Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, İnkılap Yay, 3.bs, İstanbul, 2010, s.326, dipnot: 590.
[7] Mustafa Yıldırım, Meczup Yaratmak, Ankara, 2006, s.73,74; Mardin, age, s. 147.
[8] Yıldırım, age, s.32,33.
[9] Mustafa Çalışkan, Kurtuluş Savaşı Sırasında Din Faktörü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1991, s.122; Meydan, age, s. 335.
[10] Çalışkan, age, s.123; Meydan, age, s.335.
[11] Yakın Tarihimiz, C.I, S.12,17, Mayıs, 1967, s.359; Meydan, age, s. 327.
[12] Recep Çelik, “Milli Mücadele Döneminde Atatürk ve Din Adamları”, Atatürk’ün İslama Bakışı, Belgeler, ve Görüşler, Ankara, 2005, s.78.
[13] Hüseyin Menç, Her Yönüyle Amasya, Amasya, 1997, s.202.
[14] Hüseyin Menç, Milli Mücadele Yıllarında Amasya, Ankara, 1972, s.36,37; Meydan, age, s. 329.
[15] Çelik, age, s.83; Meydan, age, s. 330.
[16] Menç, age, s.202; Meydan, age, s.330.
[17] Ahmet Emin Yetkin, “Abdurrahman Kamil Efendi’nin Oğlu İle Yapılan Roportaj”,Uğraşı dergisi, Yıl 1, S.7, 15 Haziran 1969: Menç, Milli Mücadele Yıllarında Amasya, s. 38; Çelik, age, s.26 (dipnot 25) Meydan, age, s. 330.
[18] Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, s.331 vd.
[19] Mardin, age, s.145,146.
[20] Mardin, age, s.148.
[21] Mardin, age, s. 144, 145.
[22] Meydan, age, s.452.
[23] Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.7, s.171.
[24] Celal Bayar, Ben de Yazdım, , C.2, İstanbul, 1997, s. 490,491.
[25] Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.10, s. 117-119.
[26] Meydan, age, s.455,456.
[27] Mustafa Oral, “Şeyh Sunusi’nin Kemalist Misyonu”, Toplumsal Tarih, Ağustos, 2005, S.140, s.70.
[28] A. Necip Günaydın, “Milli Mücadele’de Şeyh Sunusi’nin Sivas’taki İttihad-ı İslam Kongresi ve Ulucamii’deki Hutbesi”, Tarih ve Düşünce, Aralık, 2003, Ocak, 2004, s.45; Meydan, age, s.397.
[29] Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, C.3, s. 279.
[30] Meydan, age, s.457.
[31] Mardin, age, s.149.
[32] Emirdağ Lahikası, 1959, 10; Mardin, age, s.153.
[33] Mardin, age, s.153.
[34] ATASE, KI, 525, D, 129, F.2; Alemdar, 5 Mayıs 1336, Hakimiyet-i Milliye, 5 Mayıs 1336, İrade-i Milliye, 22 Nisan 1920, Meydan, age, s.361.
[35] Seyfi Güzeldere, Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktirnleri, İstanbul, 1966, s.132,133.
[36] Mardin, age, s.153.

Hiç yorum yok: