CUMARTESİ YAZILARI Ataol Behramoğlu
Başlığı gören okur haklı olarak “Dinler ne zaman gitmişlerdi ki” diye soracaktır.
Dinler gerçekten de toplumların yaşamında hep var oldular.
Fakat yine de sanki farklı bir süreçten geçiyoruz.
Batı toplumlarını ele alalım...
Hıristiyanlığın dogmaya ve kilise egemenliğine dönüştüğü yüzyılların ardından, reform ve “yeniden doğuş”dönemlerinde bu egemenlik sanki kırılmış gibiydi.
Söz konusu dinin bu toplumlardaki yeri bireysel sınırların gerisine çekilmiş, Hıristiyanlık artık toplumu yönlendiren bir erk değil, bir kişisel inanç olgusu olarak aslında ait olması gereken yere dönmüştü.
Batı toplumları 17-19. yüzyılları akıl ve bilgi çağları olarak yaşadılar.
20. yüzyıl için de, yaşanmış olan çok büyük trajedilere rağmen, bunu söyleyebiliriz.
Günümüz Batı toplumlarında ise dinin yeni bir güç olarak fakat farklı bir kimlik ve kılıkla yeniden gündeme gelmiş olduğunu görüyoruz...
İlkçağların dinleri mitolojiler ve büyülerdi.
Tek tanrılı dinlerle bir anlamda “hurafe”ye son verilmişti.
Günümüz Batı toplumunda Hıristiyanlığın yeni bir canlanma yaşadığı ve yanı sıra ilk çağlara özgü“hurafe”nin de canlanıp yaygınlık kazanmakta olduğu gözlemleniyor...
Büyü, fal, tarikatlar Amerika’da ve Batı toplumlarında bugüne kadar görülmemiş ölçüde etki alanlarını genişletiyor.
Bu anlamda bu toplumlarda din, ortaçağların da öncesindeki dinsellik öğeleriyle birleşerek bir kimlik değişimi yaşıyor...
Yeniden, fakat bu kez feodalizmin değil çökmekte olan bir kapitalizmin ideolojik aygıtı oluyor...
İslam dini Türkiye deneyimi dışında reform yaşamadı.
Günümüz İslam ülkelerindeki köktendincilik, zaten hep yerinde saymış olan İslam ortaçağının bir kez daha şahlanmasıdır.
Kendi ülkemizde bu alanda yaşanmakta olanlar ise reformların geri alınma süreçleridir.
Türkiye hızla İslam ortaçağına sürükleniyor.
Çökmekte olan kapitalizm bu süreci kışkırtıyor ve körüklüyor...
19. yüzyılda F. Nietzsche “Tanrı öldü”demişti...
Günümüz dünyasında “hümanizm”in can çekişmesini izliyoruz.
Feodal düzene karşı savaşımında düşünce özgürlüğüne, hümanizme gereksinimi olan burjuvazi, artık bu gereksinimleri duymuyor.
Günümüzde toplumları yönetemez duruma gelmiş egemen kapitalist sisteme gerekli olan insan tipi, başkaldıran özgür insan değil, boyun eğen köle ruhlu insandır.
“Reel sosyalizm”in uğradığı (geçici de olsa) yenilgi, bunun sonucunda yaşanmakta olan karamsarlık ve gelecek belirsizliği, egemen sistemin işini kolaylaştırıyor.
Dinler tam bu noktada yeni bir işlevsellikle devreye giriyor...
Batı toplumlarında yeniden canlanan Hıristiyanlık, gerektiğinde (Irak trajedisinde gözlemlendiği gibi) çürüyen, kudurmuşçasına saldıran kapitalist sistemin bire bir uşaklığını yapıyor.
Ortadoğu toplumlarında İslam, halkların demokrasi taleplerini, özlemlerini, kökten dincilik uçurumunda boğup yok ediyor.
Kendi ülkemizde ise, yüzlerce yıl İslam dininin etkisi altında yaşadıktan sonra büyük (ve hiçbir İslam ülkesinde benzeri yaşanmamış) aydınlanmacı, antiemperyalist bir atılımın devrimci sonuçları gözler önünde yok ediliyor...
Bu konuda, daha başka ülkelere, örneğin Uzakdoğu’ya, Güney Amerika’ya vb. ilişkin bir gözlem ve bilgi sahibi değilim.
Fakat Batı’da hurafeyle buluşan Hıristiyanlık, Ortadoğu’da ve başka İslam ülkelerinde köktendincilik, günümüz Türkiyesi’nde ise adının önündeki sıfat ne olursa olsun ülkenin tek egemeni olma yönünde ilerleyen İslamcı-tarikatçı oluşum, hep birlikte ve her zamankinden daha çok, hümanizme ve her türlü toplumsal bilinçlenmeye karşı, çürüyen, çökmekte olan kapitalizmin hizmetinde, görevini sadakatle yerine getiriyor. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder