“Senin rütben orgeneral de olsa bizim nazarımızda onbaşısın. Senin kıymetin o kadardır...”( BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 8 Ocak)
“Artık silahlı mücadele bir noktaya geldi. Ben silahların bırakılmasını asla tartışmıyorum. O Kürtlerin sigortasıdır. Bu sorun var olduğu müddetçe o silahlar Kürtlerin güvencesidir.” (Bağımsız milletvekili Leyla Zana, 9 Ocak)
“2012 yılında yeni bir hamle başlatmak istiyoruz. 2012 yılını ulusal birlik yılı, önderliğimizin, halkımızın ve tüm tutukluların özgürlük yılı yaparak, bunun için elimizden ne geliyorsa onu yapacağız.” (PKK yöneticisi Murat Karayılan, 8 Ocak)
“Dünyanın gözleri önünde suçüstü yakalanan TC Devleti, bana kalırsa öncelikle Batı’ya yönelik bir ödeme olarak hesapladı Başbuğ’un apar topar derdest edilip tutuklanmasını. Böylelikle katliamcılıkta yeni bir sayfaya imza atan devletimiz, ‘tarihte ilk’ tantanasıyla en yüksek rütbeli askerini bile gözünü kırpmadan cezalandırabilen demokrasi jeneratörü olarak karşımızda sırıtıyor şimdi.” (Marjinal Radikal yazarı Yıldırım Türker, 9 Ocak)
“Milletini seven çalışkan insanlar AKP’yi kurdu ve milletin duasıyla iktidara geldik. Bir başkasının topuyla, tüfeğiyle, tankıyla bizi götüremiyorlar. Bu iş böyle.” (Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 9 Ocak)
Etekteki taşlar!..
Yukarıdaki alıntıları çok dikkatle okuyun... Bu konuşmaların tamamı Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ‘un 6 Ocak‘ta, “terör örgüt kurmak ve yönetmek” iddiasıyla tutuklanmasının hemen ardından yapıldı...
Okuyun da; Türkiye’de ayrılıkçısından döneğine, liboşundan yobazına, gazetecisinden siyasetçisine kadar, kimin hangi gerekçeyle güçlü ordu istemediğini görün!..
İlker Başbuğ tutuklandı ve bir gün sonra her mevziden taarruz başladı!..
Demek ki herkes “Ergenekon” adı altında başlatılan soruşturmanın zirveye çıkartılmasını bekliyormuş... Herkes eteğindeki taşı o gün için bekletiyormuş!..
Tutuklama süreci astsubaydan genelkurmay başkanına kadar uzandı ya; ne kadar asker, ordu ve rejim karşıtı varsa herhalde şöyle düşünmüş olmalı:
“Tamam artık!.. Bir genelkurmay başkanı da tutuklandığına göre devletin iş külliyen bitmiştir!..”
Lütfen şu öfkeli ve kışkırtıcı açıklamalara ve de özellikle konuşan kişilerin kim olduklarına çok dikkat ediniz!..
Biri sürekli gerginlik yaratan ayrılıkçı bir partinin lideri...
Diğeri 20 yıl önceki konuşmasıyla TBMM’yi karıştırmış, şiddetten medet uman bağımsız milletvekili...
Bir tanesi 2012‘de şiddet ateşini büyüteceğini söyleyen PKK yöneticisi!..
Biri ise yaşadığı ülkeye tıpkı PKK’lılar gibi “TC” diyen, devletine ise “katliamcı” diye kin kusan; aldığı nefese kadar marjinal kılıklı bir liboş...
Ya diğeri?.. O kışkırtıcı sözlerin sahibi ise ne ilginçtir ki, Türkiye Cumhuriyeti‘ni yöneten ve her konuşmasında öfke saçan bir siyasetçi!..
Şimdi sormak gerekiyor; yaşadığı coğrafyaya, kendi devletine, rejimine, kendi ordusuna bu kadar öfkeli ve bu kadar düşman mümtaz şahsiyet dünyanın hangi ülkesinde bir araya gelebilir?..
Yanıtı çok basittir; Türkiye Cumhuriyeti’nde değil, “TeCe” de!..
‘Militarist’ zırvalığı!..
Defalarca söyledim, yazdım; Her kurumda olduğu gibi ordu içinde de yasaların dışına çıkanlar olabilir... Hukukun kuralları tabi ki onlar için de geçerli olmalıdır. Demokrasinin gereği budur...
Ancak bağımsızlığın direnci orduyla ilgili en küçük yorumlar karşısında bile “militarist” zırvalığına sığınan dönek liboşların derdi demokrasi falan değil!..
Herkes biliyor ki askere saldıran işbirlikçi tayfanın derdi aslında orduyla değil rejimle, Atatürk’le!.. Yani ezeli bir kuyruk acıları var!..
Onlar da bal gibi biliyorlar ki, ABD büyük bir ordusu olduğu için dünyanın jandarması olmaya kalkışabiliyor...
İran, 2 bin kilometre menzilli füzeleriyle donatılmış bir orduya sahibi olduğu için ABD’den Türkiye’ye, Irak’tan İsrail’e kadar nice devlete meydan okuyabiliyor!..
Rusya, güçlü bir silahlı kuvvetlere sahip olduğu için ABD karşısında dik durabiliyor...
Irak güçlü bir savunma mekanizması olmadığı için emperyalizmin işgaline uğradı...
Libya, disiplinli bir silahlı güç oluşturamadığı için El Kaide türevlerine teslim edildi!..
Ya Suriye?.. Şam yönetimi caydırıcı bir askeri varlığa sahip olabilseydi şamar oğlanı yapılmak istenebilir miydi?..
Yorumsuz yanıt!..
Ülkelerin bağımsızlığı ve geleceği için güçlü orduların ne denli önemli olduğunu anlatması bakımından Atatürk‘ün 92 yıl önce, yani 31 Temmuz 1920’de, Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı konuşmayı da anımsatmakta yarar var:
“Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder. Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır.
İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar.
Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler.
Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.
Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, 9.cilt)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder