14 Mar 2012

Cennette uşaklar niçin?


Ben de, Prof. Fatih Hilmioğlu ve Mehmet Perinçek gibi Diyanet Takvimi’nin tiryakisiyim. Bizdeki 2011 takvimi, farketmiyor. Çünkü asıl bilgilendirme arka sayfada.
2 Şubat 2011 tarihli yaprağın arkasında “Cennet ve Cennetin Nimetleri” başlığı altında şu bilgileri okuyoruz:
“Yüce Allah inanan ve rızasına uygun işler yapan kullarına ebediyen kalacakları Cenneti vaat etmiştir. (Bakara, 2/25)
“Kur’an’da Adn, Firdevs, Me’vâ ve Naîm gibi değişik adlarla anılan Cennet bahçelerinde akla hayale gelmeyen nimetlerin olduğu belirtilir. (Kâf, 50/35) Cennet bahçeleri yemyeşildir. (Rahmân, 55/54) Bahçelerin altından ırmaklar akar. (Râ’d, 13/35) Orada saraylar ve köşkler vardır. (Tevbe, 9/72) Köşklerin bahçelerinde ağaçlar, meyveler, rengârenk çiçekler bulunur. (Rahmân, 55/48)
“Cennette mü’minler, inci ve altın süslemeli ipek elbiseler içinde (Hac, 22/23) tahtlarda otururlar, (Kehf, 18/31) gölgeleri hiç eksik olmayan ağaçların dalları altında, yemişlere erişirler. (İnsan, 76/14) Uşaklar onlara şerbet, (Sâffât, 37/45-46) meyve ve kızarmış kuş eti ikram ederler. (Vâkı’a, 56/17-21) Fakat onlar bilirler ki, bu nimetlerden daha güzeli, Allah’ın sevgisini kazanmış olmaktır. (Tevbe, 9/72)”
Cennetteki 7. yüzyıl
Eğer bu çeviri doğruysa, Vâkı’a suresinin 17-21. âyetlerinden öğreniyoruz ki, vâd edilen cennette “uşaklar” hizmet etmektedir.
Cennetin efendilerin ve uşakların olmadığı sınıfsız bir toplum olması umut edilirken, orada da eşitliğin olmadığı ve hatta feodal çağa özgü sınıfların bulunduğu anlaşılıyor. Başka deyişle, 7. yüzyılın dünyasındaki insan ilişkileri cennette de varolmaya devam ediyor.
Din âlimlerine sorular
Bilmiyorum, İslâm âlimleri şu soruya ne cevap vermişlerdir:
Cennetteki bu “uşaklar” kimlerdir?
Dünyada uşak olup da cennete mazhar olan kullar mı, yoksa cennete gidenler yeniden efendi ve uşak diye sınıflara mı bölünecektir?
Veya cehennemlik olanlardan bazıları cennete uşak olarak mı gönderilecektir?
Cennette uşaklar yerine robotlar, “şerbet, meyve ve kızarmış kuş eti ikram etselerdi”, daha çağdaş bir çözüm olmaz mıydı?
Uşakların bulunduğu bir cenneti kabul edemeyenlerin bu soruları sormaları olağan karşılanmalıdır.
Efendi olmak da bir ceza değil mi?
Kaldı ki benim gibiler efendi sınıfından olmayı da reddediyorlar ve uşak olmak kadar efendi olmayı da bir eziyet olarak görmektedirler.
Cennette efendi ve uşakların bulunması, insanlık adına bütün hayâl ve özlemlerin çökmesidir; içinden çıkılmaz bir düş kırıklığıdır.
İnsanlık binlerce yıldır, ezen ve ezilenin, sömüren ve sömürülenin, efendi ve uşağın bulunmadığı bir toplumu özlerken, uşakların hizmet ettiği bir cennet vaadiyle karşı karşıyadır.
Bu durumda kimilerinin, cehennemde hiç olmazsa eşitlik var, orada efendi-uşak ayrımı bulunmuyor, herkes eşit olarak yanıyor gibi düşüncelere kapılmaları da önlenemez.
9 yaşındaki çocuğa uşaklı cennet eğitimi
Merâmımız başkadır. Biz konuyu 4+4+4’e getirmek istiyoruz.
9 yaşındaki bir çocuğun Diyanet Takvimi’nin dünya görüşüyle yetiştirilmesi durumunda, bizleri nelerin beklediğini zihnimizde canlandıralım. Toplumumuzda özgür düşünce, sorgulama, hakikati arama ve bilimsel araştırma yeteneği hangi sorunlarla karşılaşacaktır, biraz düşünelim istedik.
Mustafa Celâlettin Paşa’nın Sultan Abdülaziz’e arzı
Türk Devrimi, dünya ile din arasındaki ilişkiyi daha Meşrutiyetler öncesinde, Abdülaziz zamanında çözmeye başlamıştı. Paşa, Sultan Abdülaziz’e yazdığı mektubunda Türk Devriminin laiklik ilkesini 150 yıl önce en olgun içeriğiyle dile getirmişti:
“Din, ezelî gerçekler arasında durup kalmazsa, yani dünya işlerine karışırsa hepimizi öldürür ve kendi de ölür.” (Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-2 Din ve Allah, Geliştirilmiş 6. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Kasım 2007, s. 276)
Mustafa Celâlettin Paşa’nın 1860’lı yıllardaki laiklik tanımı, Kemalist Devrim tanımı olmuş ve Atatürk zamanında CHP Programı’na girmiştir.
Anayasalarımızın demirbaşı
Laiklik, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Yalnız devlet ve siyaset işleri değil, hukuk, ekonomi, kültür, eğitim alanları da din kurallarına dayandırılamaz. Din, yalnız siyasete değil, toplumun hiçbir alanına karışmayacaktır. Hiç kimse “devletin ve toplumun temel düzenlerini din kurallarına dayandırma amacıyla dini kullanamaz”. (Anayasa, 24/4).
Bütün anayasalarımızın demirbaşı olan bu hüküm, yalnız devlete değil, herkese bu sorumluluğu yüklemektedir. “Kimse” diye başlayan maddenin emri, devlet organlarından bireye kadar herkesi kapsamaktadır.
Bugün geldiğimiz yerde bakıyoruz, devlet ve toplum hayatının düzenlenmesinde din kuralları tartışılmaz kaynak olarak kabul görmektedir.
4+4+4= Uşak ruhlu kuşaklar yetiştirmek
Eğitim ve öğretime getirilmek istenen 4+4+4 düzenlemesi, toplumu daha çocuk yaşta dinsel ağın içine hapsetme planında çok önemli bir hamledir.
Amaçları, “cennette de efendiler ve uşaklar olacak mı” sorusunu insanlığın zihninden silmek, uşak ruhlu kuşaklar yetiştirmektir.
“Hepimizi öldürür ve kendisi de ölür”
Amaçları üçe kapattıkları komisyonları ve rüşvetleri İsviçre bankalarına yatıracakları, parmaklarına 50 milyarlık yüzükler takacakları bir nizamı insanların beynine çivilemektir. O nizamdan bu dünyada da kurtuluş olmadığı inancını küçük beyinlere çakmaktır.
Mustafa Celâlettin Paşa, 150 yıl öncesinden uyarmaktadır:
“Din dünya işlerine karışırsa, hepimizi öldürür ve kendisi de ölür.”


CENNET'TE  UŞAKLAR VARMI?

11 Mart günü Aydınlık Gazetesi’nde okuduğum Doğu Perinçek makalesinde yapılan bir analiz dikkatimi çekti. Aslına bakarsanız, yapılan analizin eleştirel tarafının tutarlılığı; bizim Diyanetin uyurgezerliğinden kaynaklanıyor. Bu kadar bütçe alıp, bu kadar az iş yapan başka bir kurum daha var mı şu memlekette bilmiyorum...
Vakı’a Suresi’nin 17. Ayeti ile başlayan analizde, Cennet’te uşakların varlığından bahsedilmesi, akabinde; “Cennet’te suç mu işlenecek? Uşaklık suç değilmi?” bağlamında bir sorunun sorulması, belki de İslam düşünce tarihi boyunca ender sorulan bir soru olmuştur.
‘Beled Suresi’nde geçiyor’
Konuya şunu belirterek başlayayım. Maalesef ilgili çeviriler “hatalıdır.” Ayetlerin bahsi o şekilde değildir. Zannediyorum Diyanet Meali çevirisi olsa gerek.
Vakıa Suresi’nin ilgili ayetlerinin 5 ayet öncesinde “Ashab’ı Meymene/Sağın adamı” ifadesi geçmektedir. Öncelikle Cennet’te kimlerin olacağı vurgulanıyor. Ashab’ı Meymene orada olacakmış.
Ashab’ı Meymene kavramı ne ilginç ki, BELED SURESİ’nde geçiyor. Beled Suresi’nde emredilen farz bir fiili gerçekleştirenlere Ashab’ı Meymene deniliyor. O fiil “fekku ragabe” yani “köleleri, boyunduruk altındakileri özgürleştirmektir.”
Yani, köleleri özgürleştirenler/Ashab’ı Meymene Cennet’e girecektir deniliyor. Akabinde Cennette kendilerine uşaklar bağlamaları, büyük bir çelişki olacaktır. O halde ilgili ayetleri tahlil edelim;
Diğer birçok dil gibi, Arapça da sözcüklerinde müzekker [eril] ve müennes [dişil] ayrımı olan bir dildir. Meselâ Türkçede, ister kadın ister erkek olsun, üçüncü kişiler sadece O zamiri ile ifade edilirken, sözcüklerinde eril ve dişil ayrımı olan Arapçada üçüncü şahıs zamiri olarak erkekler için hüve, kadınlar için hiye sözcükleri kullanılır. Sözcüklerdeki eril dişil ayrımı Arapçada sadece şahıs zamirlerine mahsus olmayıp isim, fiil ve edat cinsinden tüm sözcüklerin yapısında görülmektedir. Ayrıca Arapçada eril dişil ayrımlı sözcükler kapsamında ele alınabilecek başka genel ilkeler de mevcuttur.
Bu ilkeler şunlardır:
Tüm çoğul sözcükler dişil yapı ile ifade edilirler.
Cansız nesneler genellikle mecâzen dişil kalıpla ifade edilirler.
Kanun, tüzük, yönetmelik gibi toplumu ilgilendiren resmî yazılar hep eril ifadelerle yazılırlar.
Surede ki 22. Ayette geçen “hurun, ıynun” ifadesi; hür ve ıyn köklerinden oluşur. Anlamları şu şekildedir;
Hür; parlak siyah göz, büyük ve parlak gözlü.
Iyn : karası çok, geniş gözlüler.
‘Cinsiyet ve kimlik ifadesi yok’
Ayna kelimesi de buradan gelmektedir. Iyn, ayna’ya dönüşür. Yansıtıcı oranda parlak olandan bahseder. Ancak “cinsiyet ve kimlik ifadesi yoktur.” İş vasfı, uşak, çoban gibi hiçbir mana yoktur. Bir takım sübyancı kafaların tefsir ettiği gibi; cinsel ilişkiye girilecek bir kişiden de bahsedilmez.
Cennet’in asli ferdlerinde belirginleştirilen tek özellik, “ayna gibi, parlak ve iri gözlere sahip olmalarıdır.” Peki bu ne anlama gelir ?
Deyim olarak incelersek, Duhan Suresi’nin 50. Ayetinden sonra başlayan tasvirlerin merkezinde “muttakiler” vardır. Muttakilerin Cennet’te olacağı, ve hurun ıynun ile eşleştirileceği belirtilir. Dikkat edelim; huri ifadesi buralarda geçer. Hurun ıynun...
Eşleştirme, zevc-zevce bizim de kullandığımız kavramlardır. Zevce ifadesini kullanırız. Ayette aynen zevce ifadesi geçer. Dişil bir kavramdır. Yani bir şeyi dişi yapar. O halde tek muttakiler “erkek” olur. Ve dişiler ile eşleştirilirler. Bu çok sorunlu bir içerik olarak göze çarpabilir.
Ancak arap dili, ataerki bir dildir. Bütün toplumu, kadınlarıyla birlikte tanımlarken eril kavramlar kullanılır. Karşıtı ise dişi kavramlar ile kullanılır.
Ayrıca bir dil kuralı olarak; “Küllü cem’in müennesün= tüm çoğul sözcükler müennes/dişil yapıyla ifade edilirler.”
Dolayısı ile bu kural gereği “çoğul” olan sözcüklerde CİNSİYET aramak, bu kuralı ihlaldir. Ve genellikle cinsiyet atıflarında yaşanan sorunlar bu kuralı ihlal etmekten ileri gelir.
O halde zevç fiili de kavramın dişil olmasından dolayı kullanılmıştır. Yani bir cinsiyet atfından ziyade “KURAL GEREĞİ” bu kavram kullanılmıştır. Ortada, Cennet’te Erkeklerin Huriler ile evlenmesi, hurilerin kadın olması söz konusu değildir. Hatta böyle bir çıkarım Kur’an’ dışıdır.
O halde burada başka bir şey var. Temel niteliği ise “Parlak, iri gözlü olması.”
Ve bunlar “eşleştirilmiş”, yani oradakiler ile eş tutulmuş. Muttakiler: Parlak iri gözlü, Ashab’ı Meymene (Köle Özgürleştirenler): Parlak iri gözlü...
‘Köleleri özgürleştiriyorlar’
Tam denklem budur. Burada, bir nesne üzerinden, “asli özne tanımlanıyor.” Yani Cennet’in ehlinin karakteristik vasfı çiziliyor.
Demekki bunlar;
Köleleri özgürleştiriyorlar.
Muttaki/Takvalı/Allah’a yakınlar. Dün yazdığım makaleyi hatırlayınız. Allah’a yaklaşmanın yolu insana yaklaşmaktan geçer.
Ve bu nedenle parlak, iri gözlüler(ıyn, ayna). Bu deyim olarak; gördüğünü yansıtan, özü sözü bir, içi dışı aynı gibi anlamlara geldiğinden, bu eylemleri yapan kişilerin samimiyetini vurgulayan bir nitelik kazanır...
Evet. Betimlemelerde geçen “hizmet” kavramı da, eşleştirilenlerin niteliği olur. Halka hizmet edenlerin oluşturduğu YAPI Cennet oluverir. Kinaye ve benzetmeler ise Sami dil kuşağının genel karakterinden doğar. Lakin meselemizin özü budur. İnşallah Diyanet meseleyi doğru anlar, yeni takvimleri doğru hazırlar, doğru işler yapar...

Dün yayınlanan “Cennet’te uşaklar var mı? (1)” adlı makalemizi okumanızı öneriyorum. Aydınlık Gazetesi’nin web sitesinde makale okunabilir.
Dün, huri kavramının etimolojik anlamlarına, yanlış bilinen manasına değinmiştik. Huri kelimesinin “cinsiyet” ifade etmeyen bir kavram olduğuna tgdeğindik.
O halde bugün, Cennet’in oluşum sürecine değinelim. Cennet ve cehennemin “kıyamet sonrasında” oluşan bir süreç olduğu Kur’an’da belirtilir. Ne ilginçtir ki Kur’an’da Kıyamet ayetleri “Mekke Fethine kadardır.” Mekke Fethinden sonra Kıyamet Tehtidi ayetleri gelmez. Mekke Fethi ile kıyamet arasındaki bu organik ilişki, kıyametin “dünyevi boyutunun” devrim, uhrevi boyutunun ise itikadi olduğunu belirginleştirir.
Bu hususta, Mekke Fethine atıflar içeren Mürselat Suresi çok büyük ipuçları ihtiva etmektedir.
Surenin başında geçen;
1.Andolsun urf ile gönderilenlere,
2.Dolayısı ile şiddetle esen/büküp devirenlere
3.Yaydıkça yayanlara (neşren/neşretmek)
4.dolayısıyla doğru ile yanlışı ayıranlara
5.Sonrada zikri ilka edenlere.
6.Bunlar, insanların mazeret bulamaması için vuk’u bulmaktadır.
Yukarıdaki sahneler 7. ayette “Kıyamet Tehtidi” ile sonlanır. Kıyametin nasıl oluşacağı bu 6 ayette özetlenir. Kur’an’ın Mürselat Suresinin bu ilk 5-6 ayetini anlamadan, Kıyamet ve Ahireti anlamak olanaksızdır...
Başlayalım ;
1.Ayette geçen “urf” bilgi manasına gelmektedir. Hani Türkçemizde arif deriz. İşte o arif, buradan türemiştir. Bilgili kişi demektir. Urf ile gelmek. Bilgi ile gelmek. Peki hangi bilgi ? Devam edelim:
2.Ayette geçen “asf” ifadesi, rüzgârın bitkinin kurumuş yaprağını savurması manasına gelir. Yalnız, ne ilginç ki, iş görmez, kurumuş olan yaprağı savurmaktan atıf vardır. Ayetin (2. ayetin) başında “FE”bağlacı olmasından ötürü, bu savurma işini 1. ayetteki urf/bilgi ile gelenler yapabiliyorlar şeklinde mutlak bir mana çıkar...
3.Ayette geçen “neşren” ifadesi, bildiğimiz neşretme, yayma manalarına gelir. İlk iki ayette yer alan, urf/bilgi ile gelenlerin, ortaya attığı düşüncelerin; kurumuş yaprak gibi etkisiz ve manasızlaşanların çürük tezlerini silip süpürmesi üzerine, aynı unsurların (urf ehlinin) bu bilgiyi neşretmesi, yaydıkça yayması bahsi geçer. Hemen sonrasında yine “FE” bağlacı gelir. Bunu yaparak “furkan” yani doğru ile yanlışı ayırma durumunun ortaya çıkması gibi bir belirginleşme olur.
Kur’an’da geçen zikir kelimesi, bu işlerin akabinde ortaya çıkan “DOĞRU TUTUMDUR.” Yani bu işleri yapan her kimse, hangi görüş ve inanıştan olursa olsun, ortaya DOĞRU çıkar manasına gelen bir resim çizilmiştir. Ve öyle bir ortam oluşacaktır ki, hiç kimse pisliklerine mazeret bulamayacaktır.
Yani kıyametin işçileri vardır. Kıyameti hazırlayan büyük bilgeler vardır. Bunları sıralayalım;
Bilgi ile gelenler. Somut, müspet bilgiyle seslenenler.
Ortaya koyulan bilgi ile, yanlışın, zulmün oyunlarının bozulması.
Bu bilgiyi ne pahasına olursa olsun yayanlar.
Ve doğru ile yanlışı ayırt edenler...
Burada 4 temel zümre var.
Bilgi ile Gelen bilgeler, kıyamet işçilerinin başında yer alırlar. Oyunu bozulan zalimler ise, kıyamet öncesi sürecin egemenleridirler. Bilgiyi ne pahasına olursa olsun yayanlar, rüku ehlidirler. Yani ecdat ve toplum tarafından yargılanmayı dahi göze alabilecek devrimci unsurlardır. Doğru ile yanlışı ayırt edenler ise, kıyameti; yani büyük devrimi hazırlayan geniş halk yığınlarıdır...
Bu koşullar oluşmadan kıyamet kopmaz/devrim olmaz. Kur’an böyle söylüyor.
Elbette bu dünya içindir. Dünya’nın dışında ötesinde değildir. Ötesinde olan itikaddır. Kur’an’da çok fazla itikad ayeti yoktur. Kıyamet ayetleri ile ilgili bu tespitimiz, yorum değildir. Dil bilimsel ve usule bağlı bir tevildir.
Kısmet olursa yarın, Kıyamet ve sonrasındaki süreci analiz edeceğiz.
Son Güncelleme: Cuma, 16 Mart 2012 23:00



Hiç yorum yok: