İşte o röportaj:
- İslamcı aydınlar durumun toplumun özgürleşmesi yönünde
olmadığını fark ettiklerinde, yaşananların Türkiye’nin değişmesi için gerekli
bir süreç olduğuna ikna olmaya başladılar. Kurbağanın haşlanması gibi, İslamcı
aydınlar da yavaş yavaş haşlandılar
-Kara propaganda yapılıyor, yalan haber üretiliyor,
psikolojik harp yöntemleri kullanılıyor. Bunlar geçmişte İslamcıların şikayet
ettiği şeylerdi. Artık İslamcı da demiyorum onlara, İslamcılıktan bakiye
kadavra diyorum.
-Erdoğan 28 Şubat’ta Gülen’in bugün Ergenekon diye
adlandırılarak içeri atılanlarla olan iş birliğini hiç unutmadı. Ayrıca Gülen
Cemaatinin bu kadar büyümesine ve azmanlaşmasına da hiç iyi bakmıyor ve onlara
güvenmiyor.
Uzun yıllar İslami harekette önde gelen entelektüel
isimlerden biri olarak yer alan, ancak AKP iktidarıyla birlikte eleştirel bir
pozisyona çekilen, muhalif kimliği sebebiyle Beykoz Belediyesindeki işinden
olan ve daha sonradan AKP milletvekili olan yayıncısı tarafından kitapları
toplatılan Kenan Çamurcu ile muhafazakarlığın yaşadığı dönüşümü ve muhafazakar
muhalefeti konuştuk.
AKP’yi iktidara
getiren süreçte Erdoğan ve arkadaşlarının yarattığı algı ile bugün ortaya çıkan
tabloyu karşılaştırırsak nasıl bir etki yarattı bu durum muhafazakârlar
içerisinde sizce?
Bu nasıl ve ne zaman
fark edildi?
İslamcı aydınlar durumun toplumun özgürleşmesi yönünde
olmadığını fark ettiklerinde, yaşananların Türkiye’nin değişmesi için gerekli
bir süreç olduğuna ikna olmaya başladılar. Kurbağanın haşlanması gibi,İslamcı
aydınlar da yavaş yavaş haşlandılar.
İslamcı cenah bu
sürece “değişim nereden gelirse kabulümüzdür, dış dinamiklerin zorlamasıyla
gelse de kabulümüzdür” dedi diyebilir miyiz?
Evet, aynen böyle oldu. Laik kesim, solcu ve sosyalistler
baskı altına alındı, ötekileştirildi. Oysa 90’lar boyunca iktidara gelebiliriz
ve iktidar aygıtının doğasına teslim olursak, bugün biz nasıl zulme uğruyorsak,
yarın biz de başkalarına zulmetmeye başlayabiliriz diye düşünüyorduk. Bizim
iktidarımız da kendi ötekisini yarattı ve onları baskı altında tutmayı da kendi
iktidarının olmazsa olmaz koşulu olarak kabullendi. Ergenekon davası bundan
ibaret. Kara propaganda yapılıyor, yalan haber üretiliyor, psikolojik harp
yöntemleri kullanılıyor. Bunlar geçmişte İslamcıların şikâyet ettiği şeylerdi.
Artık İslamcı da demiyorum onlara, İslamcılıktan bakiye kadavra diyorum.
Gülen Cemaati ile
Erdoğan arasında bir çatışmanın olduğu bir süredir konuşulan önemli başlıklar
arasında. Özellikle Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda sanki hükümet bir uzlaşı
noktası yakalama çabası içerisinde de cemaat bu durumdan rahatsız gibi.
Erdoğan iktidarını paylaşmak istemiyor. İktidar
bileşenlerinin kendisinden bir kaç basamak altta durmasını ve asla pazarlıkçı
olmamasını istiyor. Eğer Gülen Cemaati sadece iktidarın nimetlerinden
faydalanmayı seçseydi bu gerilim yaşanmazdı. Erdoğan buna, Ergenekon davasına
konu olan kişilere yaklaşarak karşılık verdi. Gülen Cemaati dışında kalan muhafazakâr
kesimler Erdoğan’la pazarlık masasına oturmaya kalkmıyorlar, alacaklarını
alıyorlar ve devam ediyorlar. Gülen ise devlet aygıtı içerisinde güçlendikçe
başka ajandalarından da sebeple, ona yapması gerekleri dikte etmeye çalışıyor.
Erdoğan ile Gülen Cemaatinin arasında başka gerilimler de var elbette. Erdoğan
28 Şubat’ta Gülen’in bugün Ergenekon diye adlandırılarak içeri atılanlarla olan
iş birliğini hiç unutmadı. Ayrıca Gülen Cemaatinin bu kadar büyümesine ve
azmanlaşmasına da hiç iyi bakmıyor ve onlara güvenmiyor.
Cemaatin ajandası ne
peki de Erdoğan ona güvenmiyor?
Neo-Con’larla yakın ilişkileri var. ABD Ortadoğu’yu
güncellemek istiyor. Gülen Cemaati, Erdoğan’ın bu güncelleme nazım planı
içerisinde tutulması gibi bir misyon edinmiş. Liberal demokrat yazarlar gibi. O
yüzden liberallerle Gülen Cemaati çok kolay işbirliği yapabiliyorlar.
Erdoğan plana sadık
değil mi?
Erdoğan, plana sadık olmakla beraber, bazen rolünü de
abartarak umulmadık çıkışlar, işler yapıyor. Özellikle Davutoğlu’nun Dışişleri
Bakanı olmasıyla beraber, zaman zaman bu sınırın dışına çıkıldığını
düşünüyorum. Davutoğlu da Türkiye’nin “büyümesi” için ABD’nin hegemonyasının
bir şemsiye olarak kullanılabileceğini düşünüyor. Bu rol üstlenmesinde
Neo-Conların metninin dışına çıkılınca Gülen Cemaati ve liberallerle de gerilim
yaşanıyor
Netanyahu’nun özür
dilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tel Aviv'in, Erdoğan'a sorumsuzluk anlaşması imzalatıp
kendini güvenceye almayı başarmasına “ümmetin zaferi” adı verilmesi hayli
şaşırtıcıdır. Eğer Erdoğan ve Mavi Marmara'da hayatını kaybedenlerin yakınları
İsrail'e “sorumlu tutulmama” güvencesini ilk gün verseydi Netanyahu özür
dilemek için 3 yıl beklemezdi. Tel Aviv bu süre boyunca Erdoğan'ın “sorumlu
tutulma” talebi bulunduğunu sanıyordu. Mağdurlar yerel mahkemede dava açınca da
bu varsayım pekişti. Bugün öyle olmadığı anlaşılınca (veya Erdoğan ve mağdur
aileler talepten vazgeçince) Netanyahu özür dileyiverdi.
Yani Erdoğan ve onun sivil toplumu (IHH vs.) İsrail'i Mavi
Marmara'yı hedef alan terör saldırısından sorumlu tutmayacaklarına söz
verdiler, Tel Aviv de bir özür dilemenin ağzına yapışmayacağını kabul etti.
Bu davranış Muhafazakârlarda
genel özellik haline geldi, yoksa “AKP’yi eleştirirsek elini zayıflatırız ve
rejimde bir geriye gidiş olur şimdilik susalım” diye mi düşünüyor?
AKP’nin mühendisliği sonucunda muhafazakarlar ABD
karşıtlıklarını yitirdiler. Başlangıçta politik bir şekilde ABD ile işbirliği
yapılması mazur görülmüş olsa da, artık içselleştirildi.İslamcı aydınlar
arasında bu dönüşümden rahatsız olanlar var. “Kuş dili” ile de olsa bunu zaman
zaman ifade ediyorlar. ABD karşıtlığı meşruiyeti güçlü bir fikir olmakla
beraber nicel olarak marjinal. Hala toplumda ABD karşıtlığı yüzde 80’lerde.
Erdoğan’ın her seçim öncesi batı karşıtı çıkışlarının sebebi de bu. Toplumun
geneli batı karşıtı bir öfkeye sahipken kutup başları bu öfkeyi mümkün mertebe
teskin etmeye çalışıyor.
“Kol kırılır yen
içinde kalır”, “iç dinamiklerden ziyade dış dinamiklerin desteğiyle Türkiye
dönüşecek” gibi saikler bir yandan da bir riyakârlık yaratmıyor mu?
Laik oligarşiye itiraz ediyordunuz, yerine muhafazakâr oligarşiyi
kurdunuz. Bu doğru mu? Sorum bu. “Ya iktidarı kaybedeceğiz ya da iktidarı
kaybetmeme adına yanlış, fena işler de yapacağız” cevabını alıyorum. Buna “iyi
istibdat” da denilebilir. Amerikalılar, emperyalizm kötü bir şey ama bizimki
iyi emperyalizm diyorlar. Muhafazakarların durumu da bu. Uluslararası güçlere
dair bir güvensizlik de var. Eski partnerleriyle yeniden dönebileceklerini
düşünerek korkuyorlar. Ama bu güvensizlik mücadele azmi üretmek yerine daha
fazla bağlılık ve sadakat doğuruyor emperyalizme.
Bir yanda oldukça
yoksul bir kesim bir yanda da yeni zenginleşmiş, üstelik bunu da alabildiğince
büyük bir şaşa içerisinde sergileyen yeni muhafazakâr zenginler. Bu durum muhafazakârlar
arasında bir rahatsızlığa sebep oluyor mu?
Bunu eleştiren kimi aydınlar var ama çıta eskisi kadar
yüksek değil. Buna da alışılıyor. Eleştiri de genel olarak bu işi çok
abartanlara. Meseleyi salt ahlaki bir mesele olarak görmeye çalıştıklarını
görüyoruz. Muhafazakâr bir iş adamının işçisini sömürmesi gibi somut bir problem
gündemlerine gelmiyor. Muhafazakâr bir zenginin banyosunu altın varaklarla
donatması gibi bir durum eleştiri konusu olabiliyor. Aynı saraydalar ama
sarayın içindeki bazılarının haddi aşmış şatafatına itiraz ediyorlar.
(Bağımsız)
Odatv.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder