3 Nis 2013

Soru sormanın varoluşsal anlamı

Kur’an soru kavramına büyük önem vermekte ve soru sormayı insan hayatının temel eylemlerinden biri olarak görmektedir. Soru anlamındaki sual kökünden isim ve fiiller yüz yirmi küsur yerde geçer. 

Soru sormak, sadece varlığın değil, varoluşun da sorgulanmasıdır. Daha doğrusu, soru sormak hayat nimeti denen muhteşem kredilerin hesap aşamasının da bir işleyişidir. Şu sarsıcı beyineye bakın:

“Yemin olsun, kendilerine elçi gönderilenleri muhakkak sorgu suale çekeceğiz; gönderilen elçileri de mutlaka sorgu suale çekeceğiz. Onlara bir ilmin tanıklığında/bir ilmin aracılığıyla bütün serüveni mutlaka anlatacağız. Biz, olup bitenlerden habersiz değiliz.” (A’raf, 6-7)

Bu beyyine, sorgulama serüveninde ilmin aracılığına atıf yapmakta, böylece soru ve sorgulama ile ilim arası münasebet ilginç bir biçimde kurulmaktadır.  Soru sormak, bilimin hem göstergesi hem de besleyici unsurudur.

Elçilerin tebliğde bulundukları kitleler kadar elçilerin de sorgulamaya maruz tutulacağı bildirmektedir. İnsanoğlu, tüm yapıp ettiklerinden, kendisine verilen tüm nimetlerden sorgulanacaktır:

“Yapıp ettiklerinizden mutlaka sorgu suale çekileceksiniz.” (Nahl, 93)

MEDRESE VE TEKKE SORU SORDURMUYORDU

Varolmak, bir anlamda sorular sormak ve bu sorulara cevaplar almaktır. Başka türlü varolmaya çalışanlar varolamazlar, mahvolurlar. Medrese, ilim kurumu olarak geçiniyordu ama şu ilkeyi esas almıştı: “Bir öğrenci ‘Niçin?’ diye soruyorsa ondan hayır gelmez.” Tekke ise zaten soru sormamanın dinleştirildiği kurumdu. Tekkenin ideal insan saydığı ‘mürit’, iradesini tarikat şefinin iradesinde yok eden kişi demektir. Kur’an böylesi kişiye ‘abd-i memlûk’ (köleleştirilmiş kişi) diyor ve ondan asla hayır gelmeyeceğini bildiriyor. Kur’an bildirdi ama tekke o bildirilenin tam aksini din yaptı.

Şimdi sormak gerekmez mi: Kur’an mümini bir adam tekkeyi mi kutsayacak ona isyanı mı?”

Soru sormanın varoluşsal ilk anlamı insan olmaktır. İnsan, ‘konuşan varlık, düşünen varlık’ olarak tanımlanabileceği gibi ‘soru soran varlık’ olarak da tanımlanabilir. Dahası var: Soru sorabilen tek varlık insandır.

Tarihe, kalıntılara, eski uygarlıklara, kadim topluluklara, eski dinlere de sorular sorulması istenmiş, “Her şeyi ben bilirim, ben ne dersem odur; sakın başkalarına sormayın” zihniyet ve yaklaşımı yıkılmıştır. Çünkü bu yaklaşım, tekelci, egoist ve nihayet müşrik bir yaklaşımdır:
Soru sormak insanın sadece değerlerinden biri olarak kalmaz, insanın bütün değerlerinin motoru olarak seçkinleşir. İnsanı varlıklar dünyasında öne çıkaran değerlerin hemen tümünün arkasında soru sormak vardır. Mensuplarını raiyye (davar sürüsü) olmamaya, aklı işletmeye, ‘sözü dinleyip de onun en güzeline uymaya’ çağıran kitap başka ne diyebilirdi?!

Anlaşılan o ki, ilim, hikmet, tekâmül, kısacası insanın boyut yükseltmesine yarayan her atılım soru sormakla amacına varmaktadır. Bugünkü dünyaya bakın, özgürlükler düzeni, demokrasi, hukuk devleti, hukuk hayatı, basın bir anlamda sorularla yaşamaktadır. Günümüz dinciliğinin soru sorulmasından korkunç derecede rahatsız olduğunu tam bu noktada anımsa-yalım.Ve unutmayalım: Bugünkü Türkiye’de soru soranlar kara listelere alınmakta, birçoğu işinden, aşından yoksun bırakılmaktadır.

İslam dünyasına da bakalım! Soru sorma ve  özellikle sorgulama İslam dünyasının hayatında yok. Bunun yerine engizisyon ithamı, aforoz, dışlama, tekfir, tefrika, Allah ile aldatma ve Mehmet Akif’in ölümsüz tespitiyle, ‘Allah ile iskât (susturma) var. Böyle olunca da insan hakları, özgürlük, mutluluk ve ilerleme yok.

Allah âdildir. Gönderdiği dinin değerler sistemini tahrip edenlerin yüzünü elbette ki güldürmeyecektir.

Hiç yorum yok: