14 Mar 2014

Dz Plt. Yb. Özcan Erdemir’in oğlu”

İşte o mektubun tam metni:
Genelde insanlar çok küçük yaşlarında yaşadığı olayları hatırlamazlar ama ben noktasına virgülüne hatırlıyorum.
Mesela 1. Sınıfa başladığımda ilk ders günü ilk okul hocam sordu “herkes sırayla ismini soy ismini, ailesini anlatsın bugün tanışma günü olsun.”Herkes çekinirdi fakat nedense ben hep hemen sıra bana gelsin isterdim bu tür durumlarda tanışma fasıllarında çünkü hocanın sorduğu bu sorulara vereceğim çok güzel bir cevap var ve bunu içimde tutamıyordum. En nihayetinde sıra bana geldi tabii ki .
“Ben Barbaros Tuğberk Erdemir, bir ufak kardeşim var daha 1 yaşında, annem ev hanımı, askeri lojmanlarda oturuyoruz, babam Deniz Kuvvetlerinde Helikopter Pilotu’’. İşte cümlemin son 5 kelimesine aşıktım ben. Ne zaman böyle bir soruyla karşılaşsam o son 5 kelimeyi söylerken öyle gururlanıyordum ki, bu kelimeleri sarf ederken aklıma hep babamın üstünde insana yeşil rengini sevdiren, çeşitli kısımlarında gittiği görevlerin ve filonun peçleri olan tüm askeri pilot çocuklarının küçük boyunu yaptırdığında ve onu giydiğinde kendini Süpermen’den bile daha güçlü hissettiği o pilot montu, sağında ve solunda kardeşimin ve benim adımın yazdığı uçuş kaskıyla birlikte helikoptere binerken hayal ederdim. Ve o minicik sıraya minicik vücudum sanki gururdan kocaman olmuş da sığamıyormuşum gibi hissederdim ve yerimde duramazdım. Küçükken hep annemlerin yatak odasına girer babamın eşyalarını karıştırırdım itiraf ediyorum. Babamın bir çekmecesi vardı onu açardım hep, içinde el fenerleri, uçuşta takılan kulak tıpaçları, rozetler, görevlerden aldığı peçler, şapkalar, uçuş fularları, helikopterli anahtarlıklar, kırdığında ışık saçan glow stickler o kadar zevk alırdım ki hatta büyüdüğümde babam gibi pilot olduğumda onları nasıl kullandığımı hayal ederdim. El fenerini elime alır, kulak tıpaçlarını kulağıma takar, başlardım telsiz konuşmalarını söylemeye.
Babamla küçükken çok vakit geçiremezdik. Çünkü o zamanlar daha yeni pilot olduğu için çok göreve giderdi ve bu görevler minimum 2-3 ay hatta 8 aya kadar bile çıkabiliyordu. Hatta kızardım babama görevde olduğu zamanlar bizi yalnız bıraktı diye fakat ayrılık bittiğinde babam görevden geleceği gün bütün görevdeki pilotların eşleri, aileleri hep birlikte hangarın önüne giderdik görevden gelişlerini ve helikopterle inişlerini seyrederdik. O helikopter inerken palleri, biten bir özlemin getirdiği mutluluğu, babamın o helikopteri indirirken duyduğum gururu ve babamın bana görev yerlerinden getireceği oyuncakların heyecanını yüzüme üflerdi. Helikopter tam indiğinde küçük boyumla çok göremezdim ama, iki tane bembeyaz kask görürdüm acaba hangisi babam diye rüzgarın yaşlandırdığı gözlerimi kısarak bakardım ve tanırdım babamı. 2 pilot, 2 operatör öyle bir inerlerdi ki o helikopterden o sahne benim için bütün oscarlı filmleri toplasalar yine onun kadar etkilemez. Dediğim gibi kızardım babama çok göreve gidiyor bizi bırakıyor annem ne zorluklar çekiyor kardeşime ve bana bakıyor diye, ama durmuş olan helikopterin içinden o oyuncak paketlerini çıkardığı an bütün öfkem hemen kayboluverirdi. Sarılırdı herkes eşine babasına, anneanneler dedeler gurur duyduğu çocuklarına, komutanlar hoş geldiniz derdi yuvaya geri dönen kartallara.
KARANLIĞA DOĞRU … KAVGAMIZ İSTANBUL ASKERİ CASUSLUK DAVASI
Çok şanslıyım ki bir süreliğine de olsa M. Kemal Atatürk’ün bıraktığı cumhuriyetin ve Türk Ordusunun havasını biraz da olsa soluyabildim. Kesinlikle siyaset konuşmayacağım sadece bir asker çocuğu olarak nasıl kaliteli insanlar arasında büyüdüğümüzü, ne kadar kültürlü bir ortamda yetiştiğimizi belirtmek istedim. Çünkü şuan ordudaki vatan sever subayları karalama kampanyasında bu insanlar askeri casus, fuhuş örgütü, terörist vb. daha nice ağza alınmayacak ithamlarla çürütüldü. Halbuki o kadar karakterli, kibar, beyefendi ve zeki insanlar ki...
Ve Polis evleri Basıyor.
Kara Gün 25 Ekim 2010 Sabahı
25 Ekim 2010 tarihinde Kocaeli de askeri lojmanlarda otururken evimizi aramaya gelmişlerdi. Babam 3 aylık LİBYA görevinden akşam saatlerinde henüz yeni dönmüştü. Bavulunu koyduk, açmadık bile, hoş geldin dedik, annem çay demlemişti oturduk peynir zeytin kahvaltılık bir şeyler atıştırdık ve uyuduk. Ertesi sabah kardeşimle ben okullarımıza gittiğimizde, babam daha bavulunu açmamışken, annemle birlikte kahvaltı yaparlarken gelmiş arama ekibi. Okuldan döndüğümde apartman merdivenlerini çıktım ve kapımızın önünde bir yığın ayakkabı ve çıkarılmış galoşlar var. Eğer asker çocuğuysanız sadece kadın ayakkabıları evde annelerin çay günü ihtimalini düşündürür fakat gerçekten hem erkek hem kadın ayakkabıları var ise ve sayıları fazla ise hiç iyi bir ihtimal söz konusu değildir. Babama bir şey oldu zannettim ve çok korktum, o korkuyla kapıyı çaldım. Annemin arkadaşı açtı kapıyı salonda annemi teselli eden arkadaşlarıyla beraber otururken gördüm, gözleri kızarmıştı herkesin. Hiçbir şey demeden odama gittim ve odam savaş alanıydı adeta. İç çamaşırlarım, kalem kutularım, defterlerim, gitarım bütün eşyalarım yerdeydi. Annemle babamın kavga ettiğini ve bu yüzden böyle bir durum içerisinde olduğumu düşünmedim değil. Sonra fark ettim ki oyun cdlerim, mp3 çalarım, usb belleğim, bilgisayar kasam yoktu. Biraz şok ve anlam verememe ile anneme sordum: "anne babam nerde?"
Annem : ‘’Oğlum evimizi aradılar korkma şuan babanın ofisini arıyorlar bir şey yok gelecek’’ dedi.
Akşama kadar soğuk kanlılıkla babamın gelmesini bekledim ve diğer asker çocuğu olan arkadaşlarımda bana destek oldular. Babamın eve geldiği haberini aldım tam eve gidiyordum ki babamın arkadaşı önce benimle konuştu eve girmeden. “Tuğberk evde babandan sonra en büyük erkek sensin. Şu an senin ağlamaman güçlü olman gerekiyor. Merak etme hiçbir şey olmayacak’’ dedi. Çok güç almıştım konuşmadan fakat eve girer girmez tutamadım kendimi çünkü o kadar güçlü değildim ağlayarak odama gittim. Daha sonra babam geldi yanıma. Aslında kendimden çok utandım asker oğlu olarak verdiğim sözü tutmalıydım ama bende lise yıllarımdaydım işte. Babam bana “oğlum ben vatana ihanet etmedim ve asla utanacağım bir şey yapmadım. Bu da bir süreç. Demek ki sıra bize gelmiş ve bunu atlatacağız sen beni tanıyorsun bizim utanacak hiçbir şeyimiz yok’’ demişti. Ve haklıydı çünkü ben ONURUM HAYATIMDIR diyen bir subayın oğluydum.
DAVANIN SONUNA DOĞRU;
Ve davamız 2013 Aralık ayında savcının beraat talep etmesine karşın Yargıtay’ın bozma kararı ile onandı. Avukata gitmiştik babamla. Mahkemelerine gitmeyi çok istemiştim ama senin görevin ders çalışmak diyip beni götürmezdi. Ama davanın onanmasının ardından avukata beraber gittik. Oradaki diğer subay astsubayları görünce gerçekten nasıl bir komedinin içinde olduğumuzu bir kez daha kanıtladım. Birbirini daha önce hiç görmemiş, suç işlememiş, örgüt kurmamış, delil olarak sadece dijital çakma delillerle suçlanmış pırıl pırıl insanlar vardı orda. 
Bu süre içerisinde ben İstanbul üniversitesini kazanmıştım. Ve yurtta kalamadığım için ve askeri yurt bulunmadığı içinde Avrupa yakasında ordu evinde kalıyordum. Üniversitenin ilk gününden itibaren ben hep bu kötü sonun olacağını biliyordum hissediyordum. Aklımdan hiç çıkmıyordu çünkü temyize giden dava elbet yakın bir zamanda gelecekti. Bazen hukuken çok küçük umutlar yaşasak da sonucu hep mahkumiyet oluyordu. Yanlış anlaşılmasın ama Ergenekon, İzmir casusluk, balyoz konuşulurken İstanbul askeri casusluk davası arada kaynamış ne medyada yer etmişti ne de gazetelerde kimse bilmiyor bu davayı, herkes İzmir askeri casusluk zannediyor. Çünkü biz, para içinde yüzerken başka bir para havuzunda yüzen adamla evlenen sanatçı gibi küstahça oğlum babasız nasıl büyür deyip iki damla göz yaşı döküp fakir edebiyatı yapmadık televizyonlarda, dimdik ayakta durduk.
Sonuç ? Anladım ki bu iş bütün vatansever subaylar içeri atılmadan ordudan tasfiye edilmeden yıpratılmadan bitmeyecek.
SON CÜMLELER….
Bu davalar hakkında siyaset hakkında o kadar söyleyeceğim söz var ki…
Hala aklımdalar aslında ama ne konuşmaya ne yazmaya gücüm var artık. Dışarıda insanlara karşı savunmaktan bir şeyler anlatmaktan çok yoruldum. Babalarımızın terörist olduğunu söyleyen insanlara zeka çerçevesi içinde konuştuktan sonra boş bakışlarını kaldıramıyorum artık. İnsanların içine karışmak istemiyorum artık. Bir şeylere isyan etmek ağır ve zor geliyor artık. Neden mi?
Biz bu olayları yaşarken aslında dost zannettiğimiz babamın silah arkadaşları, komutanları hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyorlarmış da ondan !
Kendisi aramaktan korkup posta askerine telefon açtırıp geçmiş olsun dileyen rütbelilerimiz var da ondan!
Babam “bari sağlık haklarımız kalsın” diye borç içinde emekli olduktan sonra, aldığı son maaşı isteyip “vermezseniz haciz ve faiz işemleri olacak” dediği 20 senelik meslek arkadaşları var da ondan!
Laf arası geçmiş olsun deyip yanımızdan hızla uzaklaşan telefonda bile görüşmek istemeyen belki beni de dinlerler bana da bulaşırlar diyen subay cesaretine yakışmayan insanlar var da ondan!
Ben üniversitemi bırakıp geldim. Neden mi ? Askeri kimlik kartımızı aldılar babamın maaşı kesildi de ondan!
Annem ev hanımı 42 yaşından sonra 800 liraya günde 12 saat çalışıyor neden mi?
Çünkü siz babamın işlemediği bir suçtan ailemizi dağıttınız ondan !
Kardeşimin derslerini takip edemiyoruz
neden mi? 
Çünkü annem de çalışıyor bende çalışıyorum da ondan !
Size eskiden dost sandığımız tonlarca insan sayabilirdim , akrabalarımdan da fakat şu güne geldiğimizde çevremizde kalan insan sayısı 4 yada 5
Bu kadar kızgın olmamın sebebi arkamızda kimse yokmuş,
Komutanlar koltuklarına tutulmuş,
Arkadaşlar korkularına yumulmuş,
Bizim İstanbul Askeri Casusluk davamızın 42 denizcisi unutulmuş ,
Bunu bizim başımıza getiren insanlar çocuklarına sarılıp uyuyabiliyor ONDAN.
Hiç birşey istemiyoruz biz bize yetiyoruz. Ne para istiyoruz ne destek istiyoruz . Allah'a şükür elimiz kuvvettimiz yerinde çalışıyoruz. Biz acıların çocuğunu oynayıp fakir edebiyatı yapmıyoruz. Derdini veren allah dermanını da verir çok iyi biliyoruz. Bizim gibi bütün asker ailelerin ne sıkıntılar yaşadığını biliyoruz Allah onların da yardımcıları olsun.
Fakat tek birşey istiyoruz o da adalet
Barbaros Tuğberk Erdemir / Dz Plt. Yb. Özcan Erdemir’in oğlu

Hiç yorum yok: