18 Temmuz’da Saray’ın duvarına atılan roket MİT envanterinde,
imamda çıkan gizemli silah..Gazeteci Adem Yavuz Arslan,
15 Temmuz’da şehit edilen kişilerin bazılarının TSK envanterinde
olmayan mühimmatlarla vurulduklarını yazdı. Arslan’ın
mahkeme belgelerine dayandırdığı yazısında, mühimmatların
TSK’ya ait olmadığının ispatlanmasına rağmen mahkemelerin durumu
görmezden geldikleri belirtildi. Arslan’ın yazısındaki çok ilginç bir bilgi ise,
15 Temmuz’dan üç gün sonra 18 Temmuz’da Saray’ın duvarına omuzdan
ateşlenen bir füzeyle saldırı gerçekleştirildiği, bu füzenin 15 yıl önce TSK
envanterinden çıkartılarak MİT’e verilen füzelerden biri olduğu bilgisi.
Ancak darbe girişiminden üç gün sonra gerçekleşen bu patlamanın da
üstü örtülmüş durumda.
Yavuz’un 15 Temmuz gecesi sivilleri vuran mühimmatların izini
sürerek yazdığı ve TR724’te yayınlanan yazısı şöyle:
Adem Yavuz Arslan
15 Temmuz’da TSK’ya ait olmayan mühimmat kullanılmış
Neredeyse tüm 15 Temmuz yargılamalarında aynı durum söz konusu
ama kamuoyu Nihal Olçok’un “Deliller süpürüldü, yollar temizlendi.
FETÖ’cülerin de bizim de ortak paydamız var. İkimizin de delilleri
yetersiz” demesiyle konudan haberdar oldu.
Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’ne katılan Olçok ‘gerekirse’ oğlu
Abdullah’ın mezarının açılmasına onay verebileceğini söyledi çünkü
yargılamada en temel sorulara bile cevap bulunamıyor.
Gerçekten de 15 Temmuz yargılamalarını yapan mahkemeler tam da
Doğu Perinçek’in ‘yargı siyasetin köpeğidir’ tanımlamasına uygun
hareket ediyor. Sanıkların taleplerine cevap verilmiyor, mahkeme
başkanları alenen ihsas-ı rey yapıyor.
Yazının ilerleyen bölümlerinde çok sayıda detay paylaşacağım. Ancak
Ankara’da devam eden Jandarma Genel Komutanlığı davasında geçen
bir diyaloğu örnek olarak alıntılayayım.
Sanıklardan Tarık Kaya, yargılamaya müşteki olarak katılan Mehmet Akif
Arslan’a şu soruyu yöneltiyor “Din görevlisi olduğunuzu söylediniz.
15 Temmuz akşamı tahta saplı kaleşnikofla ateş ediyordunuz. O silahı
nereden aldınız?”
Bu sorunun son derece meşru olduğunu bilmek için hukukçu olmaya gerek yok.
Normal şartlarda mahkemenin de bu sorunun peşine düşmesi gerekirdi.
Ancak mahkeme başkanı “Evet geçelim o soruyu” diyerek konuyu kapatıyor.
AKP’LİLER ARTIK DURUŞMALARA GİTMİYORLAR
15 Temmuz yargılamaları başladığında başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak
üzere tüm AKP’liler mahkemelerin ‘ne yönde karar alması gerektiğini’ hatta
bu kararları ‘ne kadar sürede vermeleri gerektiğini’ açıkça ifade ediyordu.
Kitleler AKP teşkilatlarında hazırlanan otobüslerle mahkemelere götürülüyor,
sanıklar bu kalabalıklar arasından geçiriliyor, hem fiziki hem psikolojik baskı
yapılıyordu. Ancak duruşmalar ilerledikçe bu organizasyonlar son buldu.
Bunun iki nedeni var. Birincisi Erdoğan 15 Temmuz’a dair algı çalışmaları
amacına ulaştı. Kamuoyu Erdoğan’ın senaryosunu satın aldı. Artık mahkeme
önlerinde idam ipi atmaya gerek kalmadı.
İkincisi ve en önemlisi sanıklar çok sağlam savunmalar yapıyorlar.
Ortaya dökülen çelişkiler, şüpheli işlemler ve cevapsız sorular mahkemeye
gelen AKP’lilerin bile duyarsız kalamayacağı kadar açık seçik olunca
duruşmaları görmezden gelmeye başladılar.
DELİLLER GELİŞİGÜZEL TOPLANMIŞ
Bu aşamada Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden Jandarma
Genel Komutanlığı yargılamasının detaylarına bakalım.
Öncelikle şunu vurgulamak lazım; Nihal Olçok’un dediği gibi ortada sağlıklı
denebilecek delil yok.
Bırakın kimin hangi silahla vurulduğunun tespitini, kamera kayıtları bile
delil niteliğini kaybetmiş halde. Parmak izlerinden kimyasal bulgulara
kadar her şey karışmış. Hatta aynı kişiye ait iki farklı otopsi raporu bile var.
Daha önce dosyada olan veriler sonraki duruşmalarda ‘buharlaşmış’.
Mesela; 15 Temmuz’un sembol olaylarından Emniyet Terörle Mücadele
Daire Başkanı Turgut Aslan’ın yaralanması, koruması Hasan Gülhan’ın şehit
edilmesinde kullanıldığı iddia edilen 11CO1248 seri numaralı MP-5 tabanca
ortadan kaybolmuş. Artık silahın kaydı yok.
Delil mahiyeti taşıyan önemli bir silahın kaydı siliniyor ve mahkeme sanıkların
talebine rağmen silahın akıbetini araştırmıyor.
Bir başka tuhaflık şöyle; olay yerinden 5.56 mm çapında 377 kovan
toplanmış. Bu kovanların da 44 ayrı silahtan atıldığı kriminal raporla sabit.
Ancak 26 rütbeli sanık var ve bu sanıkların dışında 18 silahın sahibinin olması
gerekiyor. Ancak mahkeme bu 18 silahı araştırmıyor. Girişte alıntıladığım
kaleşnikofla ateş eden din görevlisi olayında olduğu gibi çok sayıda kişide
silah var ancak bunların izi sürülmüyor.
Böyle olunca da kimin kimi vurduğu tespit dahi edilemiyor.
TSK’DA OLMAYAN MERMİ İLE ÖLDÜRÜLMÜŞLER
Devam edelim.
Mahkeme dosyasında yer alan otopsi raporlarına göre Mustafa Avcu,
Yakup Başıbüyük ve Ömer Takdemir’in vücudundan zırh delici çelik mermi
çekirdeği çıkarılıyor. Aynı zamanda darbecilerin kullandığı zırhlı personel
taşıyıcının üzerinde de zırh delici çelik mermi çekirdeği çıkarılıyor.
Bu çok önemli bir detay.
Çünkü 9 mm zırh delici mermi TSK envanterinde yok. Sanıklardan teğmen
Necip Erkul “ Bu mermiyi Sarsılmaz, Yavuz 16, Kılıç 2000, Zigzaver,
Zigana T, Baretta 16, MP-5 ve suikast silahı Uzi tabancaları atabilir.
Ancak 9 mm çelik çekirdeğin NATO kapsamındaki askeri personel
tarafından kullanılması yasaktır ve birliklerde yoktur. O zaman nereden
geldi bu 9 mm çelik çekirdekli mermi ve bu cinayetleri kim işledi?”
Bir başka soru işareti ise şu; Şehitler Ümit Çoban, Medet Ekizceli ve
Rüstem Resul Perçin’in vücudundan çıkan mermilerin faillerini bulmak
için yapılan çalışmanın raporuna göre (ANK-BLS-19-09077) bu mermiler
sanıkların silahlarından çıkmamış. Tüm silahlar toplanmış ve baristik
incelemesi yapılmış. Ancak maktüllerden çıkan mermiler bu silahlara ait değil.
O zaman bu insanları kim şehit etti ? Neden araştırılmıyor ?
Son derece makul bir soru ve büyük bir şüphe. Ancak mahkeme bu konudaki
şüpheler halen giderilebilmiş değil.
SARAY’IN BAHÇESİNDE TUHAF İŞLER
Bilindiği gibi 15 Temmuz’un en garip işlerinden birisi Cumhurbaşkanlığı
Sarayı’nda yaşandı.
Erdoğan’ın orada olmadığını bildiği halde bir avuç asker Beştepe’ye gitti
ve anında etkisiz hale getirildiler. Darbe ‘bittikten’ saatler sonra bir F-16
Saray’ın dış avlusunun dışına bomba attı. Bu olay Erdoğan rejimi tarafından
yıllardır en etkili propaganda malzemesi olarak kullanılıyor.
Yine mahkeme kayıtlarına bakalım.
Mesela 2 Mayıs 2018 tarihli bomba imha evrağı.
16 Temmuz saat 17.30’da Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanlığı
Botanik Parkı içinde bulunan sulama sondaj kuyusu binasının önünde
toprak zemininde askeri malzemeler arasında bir çuval bulunuyor.
Yapılan incelemeye göre çuvalda 2 kg ağırlığında patlayıcı, elektirik
kapsülü, aydınlatma fişekleri ve 20 metre uzunluğunda saniyeli fitil bulunuyor.
Tarihe ve saate dikkat.
Bilindiği kadarıyla Cumhurbaşkanlığı Külliye’sine giren darbeci yoktu.
O patlayıcıları Cumhurbaşkanlığı yerleşkesine kim soktu? Amacı neydi?
Gelelim daha büyük bir soru işaretine. 18 Temmuz 2016. Yani darbe
girişiminden 3 gün sonrası. O tarihe kadar binlerce kişi gözaltına alınmış,
darbeci olmakla suçlanan askerler çoktan toplanmış, işkence görmekteler.
Saat 11:45’te Cumhurbaşkanlığı Külliyesi 3 nolu giriş kapısının yanındaki
demir korkuluklara askeri mühimmat atıldığı bilgisi alınıyor. Mühimmatın
etkisiyle demir korkuluklarda eğilme oluyor. Kriminal rapora göre “sevk
motor yakıtının ABD yapımı, ana patlayıcı maddesi olarak TNT olan
M41 serisi yerden havaya omuzdan atılan RDY füzesi mühimmatının
gövde kısmına ait olabileceği…”
Bu roketi kimin attığı hala muamma.
Sanıklardan Necip Erkul “RDY roketi Hava Kuvvetleri Komutanlığı
envanterinden 15 yıl önce çıktı ve bu ekipman MİT’te devredildi” iddiasında
bulunuyor. Saray’ın bombalanması, bombalanma şekli zaten şüpheliydi,
bu veri doğruysa ortada büyük bir komplo var demektir. Bu kadar korumanın,
polisin, kameranın ve vatandaşın arasında darbecilerin gelip oraya roketle
saldırması, hemde 3 gün sonra pek akla yatkın değil.
Eğer saldırı gerçekten TSK envanterinden çıkan bir mühimmatla
yapılmışsa 15 Temmuz’un aydınlatılması için bu mühimmatın izinin
sürülmesi gerekiyor. Ancak bunu yapması gereken savcılar ve mahkemeler
gerekli adımları geride kalan 3,5 yılda atmadı.
SİLAH VE MÜHİMMAT TSK’YA AİT DEĞİLSE?
Görüldüğü gibi 3,5 yıl geçmesine rağmen darbeye dair temel sorular
cevapsız kaldı.
Düşünsenize, şehitlerden çıkan kurşunların bir kısmı TSK envanterinde
olmayan silah ve mühimmata ait çıkıyor. Peki bu kişileri kim şehit etti ?
Birileri o gece daha çok kişinin hayatını kaybetmesi için ‘sahaya mı indi’?
Bu aşamada dönüp açık kaynakları tarayalım.
30 Temmuz 2016’da Ankara’nın Çubuk ilçesinde işlenen bir cinayette
kullanılan MP-5 otomatik silahın 15 Temmuz akşamı Ankara Emniyeti
önünde dağıtlan silahlardan olduğu ortaya çıktı. Valilik skandalın ortaya
çıkması üzerine o akşam zimmetsiz silah dağıtıldığını kabul etti. Ancak
ne kadar silah dağıtıldığı ve ne kadarının geri toplanabildiğine dair sorular
yine cevapsız kaldı.
Bir diğer önemli veri bugünlerde Libya tezkeresi ile yeniden gündem
olan SADAT’ın psikolojik harp sorumlusu Prof. Dr Nevzat Tarhan’ın
Habertürk televizyonuna yaptığı açıklama.
Nevzat Tarhan aynen şunları söyledi; “28 Şubat’ta YAŞ diye bir
mekanizma vardı, yüzlerce, binlerce insanı tasfiye etti… Bu yaşanan
süreçte -1000’in üzerinde subay astsubay- bu kişiler ne yaptılar?
Bunlar tankın paletini takozlamayı biliyorlar. Bunlar periskopun üzerine
çıkıp köreltmeyi biliyorlar. Bunlar tankın mazot hortumunu kesmeyi biliyorlar.
Bunların hepsi o gece sahaya çıktı… Tankın üstüne çıktılar. Yaralananlar
var aralarında.”
Yani o gece 1000’in üzerinde eski subay astsubay sahadaydı. Eski ya da yeni,
ne kadar JİTEM’cinin sahada olduğuna dair bir veri ise yok.
MİT’in kendi 15 Temmuz raporuna göre sayısı belirtilmeyen MİT personeli de
sahada ve silahlıydı. MİT kendi raporunda ‘etkili mücadele’ edildiğini ifade
ediyor ama bu silahlarla kime ateş edildi, kim ‘etkisiz hale’ getirildi belli değil.
15 Temmuz akşamı muhtelif yerlerde sniper olduğuna dair sayısız kanıt mevcut.
Mesela AKP seçmeni olduğu profilinden rahatlıkla anlaşılabilen
Mansur Işık isimli kullanıcı Twitter hesabından yaptığı yayında
Sniper’in sivillere ateş ettiğini anlatıyordu. Bir başka görgü tanığı
Harbiye Orduevi’nin çatısında sniper olduğunu iddia etmişti.
Ayrıca o gece hayatını kaybeden gençlerden Mahir Ayabak’ın
annesi, Ülke TV mikrofonlarına şunları söylemişti:
“Hainler orada pusuda yatıyorlarmış. Siyah bir transit, keskin nişancılar
varmış içinde. Halkın üzerine ateş açıyorlar ve maalesef sırtından girip
oğlumun kalbini parçalayarak… Oğlum orda şahadet şerbetini içiyor.”
‘POLİSİ ÖLDÜREN MERMİ BİZİM SİLAHIMIZDAN DEĞİL!’
Erdoğan’a suikast davası sanıklarından Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda
görev yapan Üsteğmen Mehmet Demir’in mahkemede söyledikleri de
aynı odakları işaret ediyor: “Bizden önce bir grup Marmaris’e gelmiş ve
ölümler onların girdiği çatışmada olmuştur. Bizden önce gelenler Türk
Silahlı Kuvvetleri personeli değildir. Paramiliter gruplar olduğuna inanıyorum.
Biz çatışmaya girmemeye büyük özen gösterdik… Olaydan sonra toplanan
772 boş kovandan 192’si bize aittir. Ortalama kişi başı 10 mermi atılmadı.
Üzerimizde 6 şarjör olan bizler ancak birisini kullanmıştır… 03.20’den önce
farklı gruplar gelip çatışma çıkartmışlardır. İlk ateşi de polisler açmıştır.
Şehit polisin göğsündeki ateş timin atışıyla olmaz. Timin atışının ters
istikametindedir.”
Dosyaya Nihal Olçok ile başladık yine onunla bitirelim.
11 Temmuz 2017’de Teke Tek programında Fatih Altaylı’nın sorularını
cevaplayan Olçok şöyle konuştu “ Eşimi ve oğlumu sniper vurdu, O kurşun
öyle kurşun değildi biliyorsunuz. Deldi geçti, değil, yardı geçti. Erol Bey
vuruluyor, Abdullah o gece sussa, ‘Baba’ diye bağırmasa vurulmayacak.
Biliyor musunuz ben Emir ve Şamil’e (diğer oğulları), ‘Babanızı ve abinizi
vuran kişiler vuruldu’ dedim. Tek nedeni vardı. İntikam hisleri olmasın diye…
Ama sabah 06.30-07.00 gibi haber geldi ki gerçekten vurulmuşlar.”
Resmi söyleme göre Erol Olçok ‘askeri ikna’ya doğru giderken vurulmuştu.
Ancak otopsi raporuna göre sırtından ve eğimli bir açıyla vurulmuştu.
Yani askeri iknaya giderken askerlerce sırtından vurulması imkansızdı.
Karar Gazetesi bu çelişkiyi önce manşetine taşıdı sonra nedense haberi
kaldırdı ama bu soru hala cevapsız.
Görüldüğü gibi 15 Temmuz akşamı yaşananlara dair cevaplanması
gereken çok soru var.
Ne soruşturmalar doğru dürüst yapıldı ne da yargılamalar gerektiği
gibi yapılıyor. Ancak ortada net bir durum var; bazı şehitlerin vücudundan
TSK’ya ait olmayan mühimmat çıkıyor. Bazı mühimmatlar ise sanıkların
silahlarından çıkmamış.
Peki o zaman bu şehitlerin katilleri kim ya da kimler?
sürerek yazdığı ve TR724’te yayınlanan yazısı şöyle:
Adem Yavuz Arslan
15 Temmuz’da TSK’ya ait olmayan mühimmat kullanılmış
Neredeyse tüm 15 Temmuz yargılamalarında aynı durum söz konusu
ama kamuoyu Nihal Olçok’un “Deliller süpürüldü, yollar temizlendi.
FETÖ’cülerin de bizim de ortak paydamız var. İkimizin de delilleri
yetersiz” demesiyle konudan haberdar oldu.
Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’ne katılan Olçok ‘gerekirse’ oğlu
Abdullah’ın mezarının açılmasına onay verebileceğini söyledi çünkü
yargılamada en temel sorulara bile cevap bulunamıyor.
Gerçekten de 15 Temmuz yargılamalarını yapan mahkemeler tam da
Doğu Perinçek’in ‘yargı siyasetin köpeğidir’ tanımlamasına uygun
hareket ediyor. Sanıkların taleplerine cevap verilmiyor, mahkeme
başkanları alenen ihsas-ı rey yapıyor.
Yazının ilerleyen bölümlerinde çok sayıda detay paylaşacağım. Ancak
Ankara’da devam eden Jandarma Genel Komutanlığı davasında geçen
bir diyaloğu örnek olarak alıntılayayım.
Sanıklardan Tarık Kaya, yargılamaya müşteki olarak katılan Mehmet Akif
Arslan’a şu soruyu yöneltiyor “Din görevlisi olduğunuzu söylediniz.
15 Temmuz akşamı tahta saplı kaleşnikofla ateş ediyordunuz. O silahı
nereden aldınız?”
Bu sorunun son derece meşru olduğunu bilmek için hukukçu olmaya gerek yok.
Normal şartlarda mahkemenin de bu sorunun peşine düşmesi gerekirdi.
Ancak mahkeme başkanı “Evet geçelim o soruyu” diyerek konuyu kapatıyor.
AKP’LİLER ARTIK DURUŞMALARA GİTMİYORLAR
15 Temmuz yargılamaları başladığında başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak
üzere tüm AKP’liler mahkemelerin ‘ne yönde karar alması gerektiğini’ hatta
bu kararları ‘ne kadar sürede vermeleri gerektiğini’ açıkça ifade ediyordu.
Kitleler AKP teşkilatlarında hazırlanan otobüslerle mahkemelere götürülüyor,
sanıklar bu kalabalıklar arasından geçiriliyor, hem fiziki hem psikolojik baskı
yapılıyordu. Ancak duruşmalar ilerledikçe bu organizasyonlar son buldu.
Bunun iki nedeni var. Birincisi Erdoğan 15 Temmuz’a dair algı çalışmaları
amacına ulaştı. Kamuoyu Erdoğan’ın senaryosunu satın aldı. Artık mahkeme
önlerinde idam ipi atmaya gerek kalmadı.
İkincisi ve en önemlisi sanıklar çok sağlam savunmalar yapıyorlar.
Ortaya dökülen çelişkiler, şüpheli işlemler ve cevapsız sorular mahkemeye
gelen AKP’lilerin bile duyarsız kalamayacağı kadar açık seçik olunca
duruşmaları görmezden gelmeye başladılar.
DELİLLER GELİŞİGÜZEL TOPLANMIŞ
Bu aşamada Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden Jandarma
Genel Komutanlığı yargılamasının detaylarına bakalım.
Öncelikle şunu vurgulamak lazım; Nihal Olçok’un dediği gibi ortada sağlıklı
denebilecek delil yok.
Bırakın kimin hangi silahla vurulduğunun tespitini, kamera kayıtları bile
delil niteliğini kaybetmiş halde. Parmak izlerinden kimyasal bulgulara
kadar her şey karışmış. Hatta aynı kişiye ait iki farklı otopsi raporu bile var.
Daha önce dosyada olan veriler sonraki duruşmalarda ‘buharlaşmış’.
Mesela; 15 Temmuz’un sembol olaylarından Emniyet Terörle Mücadele
Daire Başkanı Turgut Aslan’ın yaralanması, koruması Hasan Gülhan’ın şehit
edilmesinde kullanıldığı iddia edilen 11CO1248 seri numaralı MP-5 tabanca
ortadan kaybolmuş. Artık silahın kaydı yok.
Delil mahiyeti taşıyan önemli bir silahın kaydı siliniyor ve mahkeme sanıkların
talebine rağmen silahın akıbetini araştırmıyor.
Bir başka tuhaflık şöyle; olay yerinden 5.56 mm çapında 377 kovan
toplanmış. Bu kovanların da 44 ayrı silahtan atıldığı kriminal raporla sabit.
Ancak 26 rütbeli sanık var ve bu sanıkların dışında 18 silahın sahibinin olması
gerekiyor. Ancak mahkeme bu 18 silahı araştırmıyor. Girişte alıntıladığım
kaleşnikofla ateş eden din görevlisi olayında olduğu gibi çok sayıda kişide
silah var ancak bunların izi sürülmüyor.
Böyle olunca da kimin kimi vurduğu tespit dahi edilemiyor.
TSK’DA OLMAYAN MERMİ İLE ÖLDÜRÜLMÜŞLER
Devam edelim.
Mahkeme dosyasında yer alan otopsi raporlarına göre Mustafa Avcu,
Yakup Başıbüyük ve Ömer Takdemir’in vücudundan zırh delici çelik mermi
çekirdeği çıkarılıyor. Aynı zamanda darbecilerin kullandığı zırhlı personel
taşıyıcının üzerinde de zırh delici çelik mermi çekirdeği çıkarılıyor.
Bu çok önemli bir detay.
Çünkü 9 mm zırh delici mermi TSK envanterinde yok. Sanıklardan teğmen
Necip Erkul “ Bu mermiyi Sarsılmaz, Yavuz 16, Kılıç 2000, Zigzaver,
Zigana T, Baretta 16, MP-5 ve suikast silahı Uzi tabancaları atabilir.
Ancak 9 mm çelik çekirdeğin NATO kapsamındaki askeri personel
tarafından kullanılması yasaktır ve birliklerde yoktur. O zaman nereden
geldi bu 9 mm çelik çekirdekli mermi ve bu cinayetleri kim işledi?”
Bir başka soru işareti ise şu; Şehitler Ümit Çoban, Medet Ekizceli ve
Rüstem Resul Perçin’in vücudundan çıkan mermilerin faillerini bulmak
için yapılan çalışmanın raporuna göre (ANK-BLS-19-09077) bu mermiler
sanıkların silahlarından çıkmamış. Tüm silahlar toplanmış ve baristik
incelemesi yapılmış. Ancak maktüllerden çıkan mermiler bu silahlara ait değil.
O zaman bu insanları kim şehit etti ? Neden araştırılmıyor ?
Son derece makul bir soru ve büyük bir şüphe. Ancak mahkeme bu konudaki
şüpheler halen giderilebilmiş değil.
SARAY’IN BAHÇESİNDE TUHAF İŞLER
Bilindiği gibi 15 Temmuz’un en garip işlerinden birisi Cumhurbaşkanlığı
Sarayı’nda yaşandı.
Erdoğan’ın orada olmadığını bildiği halde bir avuç asker Beştepe’ye gitti
ve anında etkisiz hale getirildiler. Darbe ‘bittikten’ saatler sonra bir F-16
Saray’ın dış avlusunun dışına bomba attı. Bu olay Erdoğan rejimi tarafından
yıllardır en etkili propaganda malzemesi olarak kullanılıyor.
Yine mahkeme kayıtlarına bakalım.
Mesela 2 Mayıs 2018 tarihli bomba imha evrağı.
16 Temmuz saat 17.30’da Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanlığı
Botanik Parkı içinde bulunan sulama sondaj kuyusu binasının önünde
toprak zemininde askeri malzemeler arasında bir çuval bulunuyor.
Yapılan incelemeye göre çuvalda 2 kg ağırlığında patlayıcı, elektirik
kapsülü, aydınlatma fişekleri ve 20 metre uzunluğunda saniyeli fitil bulunuyor.
Tarihe ve saate dikkat.
Bilindiği kadarıyla Cumhurbaşkanlığı Külliye’sine giren darbeci yoktu.
O patlayıcıları Cumhurbaşkanlığı yerleşkesine kim soktu? Amacı neydi?
Gelelim daha büyük bir soru işaretine. 18 Temmuz 2016. Yani darbe
girişiminden 3 gün sonrası. O tarihe kadar binlerce kişi gözaltına alınmış,
darbeci olmakla suçlanan askerler çoktan toplanmış, işkence görmekteler.
Saat 11:45’te Cumhurbaşkanlığı Külliyesi 3 nolu giriş kapısının yanındaki
demir korkuluklara askeri mühimmat atıldığı bilgisi alınıyor. Mühimmatın
etkisiyle demir korkuluklarda eğilme oluyor. Kriminal rapora göre “sevk
motor yakıtının ABD yapımı, ana patlayıcı maddesi olarak TNT olan
M41 serisi yerden havaya omuzdan atılan RDY füzesi mühimmatının
gövde kısmına ait olabileceği…”
Bu roketi kimin attığı hala muamma.
Sanıklardan Necip Erkul “RDY roketi Hava Kuvvetleri Komutanlığı
envanterinden 15 yıl önce çıktı ve bu ekipman MİT’te devredildi” iddiasında
bulunuyor. Saray’ın bombalanması, bombalanma şekli zaten şüpheliydi,
bu veri doğruysa ortada büyük bir komplo var demektir. Bu kadar korumanın,
polisin, kameranın ve vatandaşın arasında darbecilerin gelip oraya roketle
saldırması, hemde 3 gün sonra pek akla yatkın değil.
Eğer saldırı gerçekten TSK envanterinden çıkan bir mühimmatla
yapılmışsa 15 Temmuz’un aydınlatılması için bu mühimmatın izinin
sürülmesi gerekiyor. Ancak bunu yapması gereken savcılar ve mahkemeler
gerekli adımları geride kalan 3,5 yılda atmadı.
SİLAH VE MÜHİMMAT TSK’YA AİT DEĞİLSE?
Görüldüğü gibi 3,5 yıl geçmesine rağmen darbeye dair temel sorular
cevapsız kaldı.
Düşünsenize, şehitlerden çıkan kurşunların bir kısmı TSK envanterinde
olmayan silah ve mühimmata ait çıkıyor. Peki bu kişileri kim şehit etti ?
Birileri o gece daha çok kişinin hayatını kaybetmesi için ‘sahaya mı indi’?
Bu aşamada dönüp açık kaynakları tarayalım.
30 Temmuz 2016’da Ankara’nın Çubuk ilçesinde işlenen bir cinayette
kullanılan MP-5 otomatik silahın 15 Temmuz akşamı Ankara Emniyeti
önünde dağıtlan silahlardan olduğu ortaya çıktı. Valilik skandalın ortaya
çıkması üzerine o akşam zimmetsiz silah dağıtıldığını kabul etti. Ancak
ne kadar silah dağıtıldığı ve ne kadarının geri toplanabildiğine dair sorular
yine cevapsız kaldı.
Bir diğer önemli veri bugünlerde Libya tezkeresi ile yeniden gündem
olan SADAT’ın psikolojik harp sorumlusu Prof. Dr Nevzat Tarhan’ın
Habertürk televizyonuna yaptığı açıklama.
Nevzat Tarhan aynen şunları söyledi; “28 Şubat’ta YAŞ diye bir
mekanizma vardı, yüzlerce, binlerce insanı tasfiye etti… Bu yaşanan
süreçte -1000’in üzerinde subay astsubay- bu kişiler ne yaptılar?
Bunlar tankın paletini takozlamayı biliyorlar. Bunlar periskopun üzerine
çıkıp köreltmeyi biliyorlar. Bunlar tankın mazot hortumunu kesmeyi biliyorlar.
Bunların hepsi o gece sahaya çıktı… Tankın üstüne çıktılar. Yaralananlar
var aralarında.”
Yani o gece 1000’in üzerinde eski subay astsubay sahadaydı. Eski ya da yeni,
ne kadar JİTEM’cinin sahada olduğuna dair bir veri ise yok.
MİT’in kendi 15 Temmuz raporuna göre sayısı belirtilmeyen MİT personeli de
sahada ve silahlıydı. MİT kendi raporunda ‘etkili mücadele’ edildiğini ifade
ediyor ama bu silahlarla kime ateş edildi, kim ‘etkisiz hale’ getirildi belli değil.
15 Temmuz akşamı muhtelif yerlerde sniper olduğuna dair sayısız kanıt mevcut.
Mesela AKP seçmeni olduğu profilinden rahatlıkla anlaşılabilen
Mansur Işık isimli kullanıcı Twitter hesabından yaptığı yayında
Sniper’in sivillere ateş ettiğini anlatıyordu. Bir başka görgü tanığı
Harbiye Orduevi’nin çatısında sniper olduğunu iddia etmişti.
Ayrıca o gece hayatını kaybeden gençlerden Mahir Ayabak’ın
annesi, Ülke TV mikrofonlarına şunları söylemişti:
“Hainler orada pusuda yatıyorlarmış. Siyah bir transit, keskin nişancılar
varmış içinde. Halkın üzerine ateş açıyorlar ve maalesef sırtından girip
oğlumun kalbini parçalayarak… Oğlum orda şahadet şerbetini içiyor.”
‘POLİSİ ÖLDÜREN MERMİ BİZİM SİLAHIMIZDAN DEĞİL!’
Erdoğan’a suikast davası sanıklarından Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda
görev yapan Üsteğmen Mehmet Demir’in mahkemede söyledikleri de
aynı odakları işaret ediyor: “Bizden önce bir grup Marmaris’e gelmiş ve
ölümler onların girdiği çatışmada olmuştur. Bizden önce gelenler Türk
Silahlı Kuvvetleri personeli değildir. Paramiliter gruplar olduğuna inanıyorum.
Biz çatışmaya girmemeye büyük özen gösterdik… Olaydan sonra toplanan
772 boş kovandan 192’si bize aittir. Ortalama kişi başı 10 mermi atılmadı.
Üzerimizde 6 şarjör olan bizler ancak birisini kullanmıştır… 03.20’den önce
farklı gruplar gelip çatışma çıkartmışlardır. İlk ateşi de polisler açmıştır.
Şehit polisin göğsündeki ateş timin atışıyla olmaz. Timin atışının ters
istikametindedir.”
Dosyaya Nihal Olçok ile başladık yine onunla bitirelim.
11 Temmuz 2017’de Teke Tek programında Fatih Altaylı’nın sorularını
cevaplayan Olçok şöyle konuştu “ Eşimi ve oğlumu sniper vurdu, O kurşun
öyle kurşun değildi biliyorsunuz. Deldi geçti, değil, yardı geçti. Erol Bey
vuruluyor, Abdullah o gece sussa, ‘Baba’ diye bağırmasa vurulmayacak.
Biliyor musunuz ben Emir ve Şamil’e (diğer oğulları), ‘Babanızı ve abinizi
vuran kişiler vuruldu’ dedim. Tek nedeni vardı. İntikam hisleri olmasın diye…
Ama sabah 06.30-07.00 gibi haber geldi ki gerçekten vurulmuşlar.”
Resmi söyleme göre Erol Olçok ‘askeri ikna’ya doğru giderken vurulmuştu.
Ancak otopsi raporuna göre sırtından ve eğimli bir açıyla vurulmuştu.
Yani askeri iknaya giderken askerlerce sırtından vurulması imkansızdı.
Karar Gazetesi bu çelişkiyi önce manşetine taşıdı sonra nedense haberi
kaldırdı ama bu soru hala cevapsız.
Görüldüğü gibi 15 Temmuz akşamı yaşananlara dair cevaplanması
gereken çok soru var.
Ne soruşturmalar doğru dürüst yapıldı ne da yargılamalar gerektiği
gibi yapılıyor. Ancak ortada net bir durum var; bazı şehitlerin vücudundan
TSK’ya ait olmayan mühimmat çıkıyor. Bazı mühimmatlar ise sanıkların
silahlarından çıkmamış.
Peki o zaman bu şehitlerin katilleri kim ya da kimler?
- mail gönder
- yazdır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder