16 Oca 2011

ARAFTA KALANLAR

“Sizler ki bu toprakların suyunu içtiniz, buğdayını öğütüp taş fırın ekmeklerini yediniz. Sokaklarında çember çevirdiniz, yerli filmler izlediniz. Sonra da Amerikan Bluejean’leri giyip Beatles dinlediniz. Yerli malı haftaları, 10 Kasım’lar, Cumhuriyet Bayramları, 1 Mayıs’lar, Kurban Bayramları ve ramazan ezanları ile büyüdünüz.
Özetle hepimiz aynı hamurdanız.
Pek çok insan sudan sebeplerle bir araya gelip gazinolarda eğlenebiliyor, stadyumlarda ortak bir coşku seline kapılabiliyor, Taksim’de yılbaşı kutlayabiliyorken; nedir bizi kutsal bir dava için bir araya gelmekten alıkoyan?
Demokrasi, sadece seçim günleri sandık başına sessizce dikilip oy vermek midir? Yoksa, askeri darbelerde ve nüfus sayımlarında sessizce ekran başında oturmak mıdır demokrasi?
Hem de geleceğe dair kaygıların cevaplarını bile bilmeden.
Kendi kaderini belirlemedeki bu teslimiyetçilik ve kadere rıza gösterme niyedir?
Nedir bu iki arada bir derede kalmak, yersiz yurtsuz olmak? Bir kaybolmuşluk ki nereye ait olduğunu bilmeden; köhne, eskimiş, çağın dışına düşmüş koşullanmaların kuklasına dönüşenler, dönüşmeyenleri her gün biraz daha kendilerine dönüştürüyorlar.
Niçin aklın, ışığın, sevginin, estetiğin, yazarın, çizerin, müziğin, kadının, çocuğun ve illaki gençlerin yok edilmeye çalışıldığı bu ortamı sorgulamıyorsunuz?
Verildiği kadarını kabul etmeyerek; ihtiyaç duyduğunuz insan gibi yaşamayı, özgürce düşünme ve ifade etme hakkınızı sorgulamayı, yorumlamayı ve size dayatılanı reddetmenizi engelleyen güç nedir?
Anadolu denilen mozaikteki Hititlinin genlerini taşıyan insanların kurduğu Cumhuriyetin ilk bankalarının ismi bile ETİ ve SÜMER olduğu halde bugünkü ayrıştırma, bölme adına yapılan ırkçılık mı, kendini bir yere ait hissedemez hale getirdi sizleri?
Hayata dair pek çok şeyi anlatamaz, anlatsa da anlaşılamaz halde olmak mı sizleri bu kadar ‘öyleyse ben yokum’ umutsuzluğuna iten?
Görüyorum ki hepinizi ARAF’ta topladılar ve bekletiyorlar...
Kurbanlık koyunlar gibi, cennet-cehennem ikiliğini reddeden ruhlarınızın iki arada bir derede kalmayı yeğleyerek, eşikte dikilerek, kuşkusuz sizden bir başkasının öne düşmesini bekleyerek, bekliyor, bekliyorsunuz. Kalmak değil durmaktır önemli olan zaten, diyorsunuz ve ne yârdan geçebiliyorsunuz ne de serden...
Haydi gelin, hep birlikte isteklerimize, umutlarımıza, düşlerimize uygun bir Türkiye’yi yaratalım. Kendi kaderimizi elimize alalım. Özellikle gençler ve kadınlara sesleniyorum. Gerçek bir özgürlük istemez misiniz? Parklar, deniz kenarları, kahveler sizin düşlerinizi paylaştığınız yerler olsa, kötülük mü olur? İsteyen kafayı çekse, isteyen sevgilisini dudağından öpse, her gazeteyi-kitabı korkmadan taşısanız elinizde, bebek ölümleri olmasa, kocalarınızdan dayak yemeseniz, töre cinayetlerini bitirsek, üniversitelerin önünde polisler, panzerler görmeseniz, çocuklar kimsesiz bırakılmasa sokaklarda, tiner koklamasalar, isteyen istediği tanrıya inansa; bu dünyada sahte peygamberlerin vaat ettiği cennetlere gerek kalır mı?
Size bunların imkânsız olduğunu, kader olduğunu, bu dünyada çile çekmenin sevap olduğunu öğrettiler ve inandırdılar. Halbuki ben size Ömer Hayyam desem, Hacı Bektaş, Mimar Sinan, Nâzım Hikmet desem; Mustafa Kemal, Orhan Veli, Yaşar Kemal, Server Tanilli, Abidin Dino, İlhan Koman, Sakallı Celal, İlhan Selçuk, Nermi Uygur, Uğur Mumcu, Cahit Arf, Münir Nurettin, Ekrem Akurgal, Muazzez İlmiye Çığ, Türkan Saylan, Ara Güler desem... Daha yüzlercesi desem…
Hiç kimse onları kandıramadı, yollarından alıkoyamadı. Yalana dolana, kadere isyan ettiler, yolumuzu ışıttılar.
Şimdi sıra bizlerde.
Haydi gençler, kadınlar, umutsuzca ARAF’ta bekleyenler, var mısınız aydınlığa? Bizler için tükenenlere borcumuzu ödemeye?
Mehmet Kabasoğlu
Yeni Parti* Başkan Yardımcısı”

Hiç yorum yok: