14 May 2011

TARİH VE TEKERRÜR

Balta Limanı Antlaşması
Müslüman-Türk’ün erdem ve onur anıtı olarak doğan Osmanlı İmparatorluğu, her imparatorluk gibi, doğuş,yükseliş, duraklama ve çöküş evrelerinden geçerek, doksan yıla yakın bir süre önce ortadan kalkmış bulunuyor.

Osmanlı İmparatorluğunun siyasal çöküş ve parçalanma sürecinde başına gelenler ile, bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin karşılaştığı sorunlar, çok büyük bir benzerlik göstermektedir. Osmanlı İmparatorluğu 1830’da Amerika ile bir “Ticaret ve Seyrüsefer Antlaşması” imzaladıktan sonra, İngilizlerle Gümrük Birliği benzeri 1838 Balta Limanı Antlaşmasını imzalayarak yarı sömürgeleşme sürecine ‘resmen’ girmiş; Avrupa Uyum Yasaları benzeri 1839 Tanzimat Fermanı'yla çürüme hızlanmış, 1854’ te yabancı devletlerden borç almaya başlayan Osmanlı, kısa sürede yabancı güdümünde bir yarı sömürge devlet konumuna düşmüştü. 1945 sonrasını çok andıran bu çözülüş ve çöküş sürecini daha iyi kavrayabilmek için,1789 Fransız Devrimi’nden sonra  Avrupa ve Rusya’da olup bitenleri Osmanlıyla ilişkisi içerisinde değerlendirmemiz gerekiyor. Başlangıçta Osmanlı İmparatorluğu 1789 Fransız Devrimi’ni umursamamıştı. Fakat, daha sonra Fransa’nın cumhuriyetçi düşünceler yayarak krallıkları devirmeye, Avrupa’ya ve dünyaya egemen olmaya kalkışmasını kaygıyla izleyecekti. Dönemin Dışişleri Bakanı (Reis-ül-küttap) Ahmet Atıf Efendi, Fransız Devrimi ve Cumhuriyetçilik üzerine 1798 baharında yazdığı

“Avrupa Politika Dengesi” başlıklı raporunda, şöyle diyordu: "Osmanlı, Fransız Cumhuriyeti’ne başlangıçta dostluk göstermiştir. Devrim günlerinde yiyecek sıkıntısı ve kitlesel açlık baş gösterdiğinde, Osmanlı ülkesi bol yiyecek göndererek Fransızları açlıktan ölmekten kurtarmıştır. Buna karşılık Fransa Cumhuriyeti ve Fransız Generalleri, Osmanlı’nın Hıristiyan uyruklarını ayartmaya çalışmaktan geri durmadılar. Fransa “ dinsizliği yayan”, “halkı hayvan düzeyine indirgeyen , “İnsan Hakları" diye bir başıbozukluk bildirisi yayınlayıp yeryüzündeki bütün dillere çevirterek yeryüzündeki bütün halkları uyruğu oldukları hükümdarlara karşı ayaklandırmaya kışkırtan” bir ülke olup çıktı. Osmanlı devleti öteki devletlerin karşı karşıya bulundukları tehlikenin içindemidir, değilmidir, sorusu düşünülmeye değer. Bütün devletlerin Fransa’ya karşı birleş- meleri gerçekleşirse, bu ittifakın asıl amacı, Fransa devletini savaştan önceki durumuna getirmek ve zorla aldığı bütün toprakları eski sahibi olan devletlere geri vermek ve böylece devletler arası dengeyi sağlamak olmalıdır. Osmanlı Devleti, Fransız Devrimi ve onu izleyen benzeri hareketlerin ezilmesine var gücüyle çalışmalıdır.”
Reis-ül-Küttap Ahmet Atıf Efendi’nin bu değerlendirmesi, Bakanlar Kurulunda görüşülmüş, tartışılmış; ve sonunda, bir yandan Fransa’ya dost görünürken öte yandan Fransız yayılmacılığından zarar gören devletlerle güç birliği yapmaya karar verilmişti (‘Tarih-i Cevdet Üçdal Cilt 3 Sf 1645)

Bundan bir kaç ay sonra Napolyon komutasındaki Fransız ordusu Osmanlı toprağı Mısır’ı işgal edecek; bunun üzerine Osmanlı, ‘eski dost’ Fransa’ya karşı, ‘eski düşman’ İngiltere’yle ittifak yaparak, Fransa’yı Mısır’dan kovacaktı.
Viyana Kongresi
Osmanlı Dış işleri bakanı Ahmet Atıf Efendi’nin 16 yıl önceki öngörüsü doğrulanmış; tüm krallıkları devirip kendisine yandaş cumhuriyetler kurdurarak Fransa önderliğinde bir “Avrupa Federasyonu” kurmaya yönelen Napolyon; Avrupa’yı kan ve ateşe boğmuş; Avrupa’daki krallıklar cumhuriyetçilik propagandasıyla yayılan Fransa’ya karşı, krallık düzenlerini korumak amacıyla bir birleşik cephe kurmaya yönelmişlerdi. Cumhuriyetçiliğe karşı Kralcılık zenini savunan İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya; yanlarına küçük krallıkları da alarak hep birlikte Fransa’ya saldırmış; Fransız Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırıp, 18. Luis’i tahta çıkartarak, Fransa Krallığı’nı yeniden kurmuş; 1814’te Avusturya Prensi Metternich’in çağrısıyla Viyana Kongresi düzenlemiş; ve bu kongrede, daha sonra ‘Kongre Düzeni’ ve ‘European Concert’ (Avrupa Uyumu) adıyla anılacak olan “Avrupa Devletler (=Monarşiler, Krallıklar) Birliği”ni oluşturmaya karar vermişlerdi. Amaç,

Fransanın Mısırı İşgali (M.Ali Paşa)
Fransa’nın cumhuriyet döneminde işgal ettiği bütün toprakları önceki sahipleri olan krallara geri vermek; krallıkların, monarşilerin, toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarını antlaşmalarla güvence altına almaktı.Fransa’ya saldırıp cumhuriyet yönetimini devirerek yeniden Krallık düzenine döndüren ‘Dörtlü İttifak’ (İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya) ;krallıkları cumhuriyetçi ayaklanmalarla yıkılmaktan korumak; toprak bütünlüklerini güvence altına almak amacıyla topladıkları Viyana Kongresi’ne ortak düşman Fransa’yı bile çağırmalarına karşın, Avrupa’da toprakları bulunan monarşist Osmanlı Devleti’ni, bir takım diplomatik dalaverelerle, bu monarşist Avrupa Birliği’ne katmamışlardı. Monarşist Avrupa Birliği’nin temellerini atan Viyana Kongresi’ne, yalnızca Mart 1814’te Fransa’yı işgal eden ülkelerin temsilcileri çağırılmış; böylelikle adı geçen savaşa katılmayan  Osmanlı, resmen kongre dışında bırakılmıştı. 1814’te örgülenmeye başlanan Monarşist “Avrupa Birliği”nin başkanı Avusturya Prensi Metternich, çok değil 6 yıl önce 1808’de Osmanlı İmparatorluğunu ölüm döşeğinde birbir devlet olarak görüp paylaşılması için çaba gösterdiğinden dolayıdır ki onu Monarşist Avrupa Birliği’ne resmen çağırmamış; Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü Avusturya’nın himayesi altına sokmaya yeltenmiş; bu amaçla, kendi ajanı olan şövalye Gentz’i, Osmanlı ajanı Yanko Karacabey’le gayrı resmi yazışmalar yapmakla görevlendirmiş; buna karşılık Osmanlı, Monarşist Avrupa Birliği ile gayrı resmi ilişkilerini, birliğin görünüşteki başkanı Avusturya Prensi Metternich yerine, Metternich’i bir kukla olarak kullanan İngiltere temsilcisi Castlereagh aracılığıyla yürütmeyi yeğlemişti. O yıllarda Avrupa basınında yayımlanan ve Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin bugününü  çağrıştıran bir karikatürde 1815’lerde örgütlenen ve Fransızca adı “Le Concert Europeen” Türkçesi “Avrupalılar Dinletisi, Konseri, Uyumu” olan bu ilk monarşist Avrupa Birliği’nde; Osmanlı kör, topal, sakat bir zavallı olarak ortaya alınmış; Avrupalı devletlerse onu çevresinde davul, trompet, gayda çalarak oynatıyor ve çocukların eğlencesi olarak gösteriyorlardı. 

Gerek Fransa, gerekse Rusya, şunun şurasında çok değil daha 15 yıl önce 1800 yılında Osmanlı’yı aralarında paylaşmak üzere gizli yazışmalar yapıyordu. Napolyon, 1800 Yılı Mayısında Dış işleri Bakanı Topal şeytan Talleyrand’a yazdığı mektupta: “Osmanlı İmparatorluğu uzun süre yaşamayacaktır. Rus Çarı I. Pol’ün dikkatini bu yöne çekiniz, Osmanlıyı paylaşılmakta ortak çıkarlarımız vardır,” diyordu.
Hasta Adam Osmanlı
Napolyon, Avusrurya'nında katılımıyla bir takım tasarılar hazırlamıştı. Üzerinde karara varılan proje şöyleydi: General Masena komutasında bir Fransız ordusu Ruslara katıldıktan sonra Orenburg’dan Buhara’ya kadar olan bölgeyi işgal edecek, sonra Afganistan ve İran’ı alarak Hind’e kadar uzanacak ve İngilizleri oradan kovarak Rus Çarı’na bir Büyük Doğu imparatorluğu kazandıracak, buna karşılık Çar, Fransızların Akdeniz’le Mısır’a kalıcı olarak yerleşmelerine ses çıkartmayacaktı. Fransa ve Rusya’nın Osmanlı’yı kendi aralarında paylaşma tasarıları İstanbul’un ve Boğazlar’ın kimin payına düşeceği konusunda düğümleniyordu: Napolyon ile Çar Alexandr 12 Ekim 1808’de Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki isteklerini görüşmek üzere Erfurt’ta yeniden bir araya gelmişlerdi. Bu görüşmede Napolyon, Eflak-Boğdan konusundaki görüşlerini yineledikten sonra, Boğazlar ve İstanbul’u Rusya’ya bırakamayacağını bildirdi. Gerçekten de daha sonra 1817’de Sainte Helene’de Napolyon şunları söyleyecekti: Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşabilirdim. Bu konu bir kaç kez Alexandr ile aramızda söz konusu olmuştu. Ama İstanbul her zaman Türkiye’yi kurtarmıştır. Bu başkent büyük bir engeldi. Onu Ruslar istiyordu. Oysa bu çok değerli bir anahtardır. Tek başına bir imparatorluğa bedeldir. Ona sahip olan dünyaya egemen olabilir.

Ypsilantis
Aleksandros İpsilantis
Görüleceği üzere1814 yılında toplanan Viyana Kongresi’ne katılarak Avrupa Devletler Konseyi’ni oluşturan devletlerden en az ikisi, Fransa ve Rusya, en az 15 yıldır Osmanlı İmparatorluğu’nu kendi aralarında paylaşma görüşmeleri yürütüyordu. Osmanlı Devleti’nin bu kongreye çağrılmamasının nedeni, Avrupa Devletler Konseyi’ne katılan tüm devletlerin Osmanlı’yı bölüp paylaşma amacını güdüyor olmaları olabilirdi. Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü savunur görünen İngiltere ile onu parçalamaktan yana olan Fransa ve Rusya’nın bir Avrupa Federasyonu çatısı altında birleşmeleri gerçekleştiğinde, Osmanlı’nın varlığını ve toprak bütünlüğünü koruması olanaksızlaşacaktı. Nitekim, 1814’te bir yandan Avrupa Birliği’ni kurmak üzere Osmanlı’nın dışarıda bırakıldığı bu Viyana Kongresi toplanırken, öte yandan aynı yıl ayrılıkçı Yunan Filiki Eterya örgütü kurularak, Osmanlı’yı bölme çalışmalarına başlanmış; İngiliz, Fransız ve Rus aydınları Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılması için yayınlar yapıyordu. Demek ki, Osmanlı’yı dışarıda bırakan bir Avrupa Birliği, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu birliği oluşturan ülkelerce parçalanması anlamına geliyordu.

ASILACAKSAN   İNGİLİZ SİCİMİYLE ASIL!
Gelgelelim Fransa’nın ve Rusya’nın Osmanlı’yI parçalama tasarıları İngiltere’nin o anki çıkarlarına ters düşlüyordu. Rusya’nın ele geçirmeyi düşlediği Afganistan, İran ve Hindistan İngiliz egemenliği altındaydı ve İngiltere buraları Rusya’ya bırakamazdı. Fransa’nın ele geçirmeyi düşlediği Akdeniz, Mısır ve Süveyş ise İngiltere’nin Fransa’ya bırakamayacağı, yaşamsal çıkarları olan bölgelerdi. Fransa, İngiltere ile savaşmaksızın buralarda egemenlik kuramazdı. İstanbul ise monarşist Avrupa Birliği üyelerinin hepsinin göz koyduğu, hiç birinin diğerine bırakmayı düşünmeyeceği değerdeydi. Rusya ile Fransa’nın Osmanlı’yı paylaşım tasarıları İngiltere’nin çıkarlarına taban tabana aykırı düştüğünden, Osmanlı’nın devlet olarak varlığını ve toprak olarak bütünlüğünü sürdürebilmesi için yapabileceği tek şey İngiltere’nin bir dediğini ikiletmeyerek onun aracılığıyla monarşist Avrupa Devletler Birliği’nde haklarının savunulmasını  sağlamaktı. Monarşist Avrupa Devletler Birliği’ne girmek, bölünüp paylaşılacak ülke konumundan çıkmak demekti.Öyleyse Osmanlı ne yapıp etmeli, İngiltere’yle işbirliğini, İngiltere tarafından Avrupa Devletler Konseyi’ne üye edileceği düzeye çıkartmalıydı. İşte Avrupa Devletleri ve Rusya’nın 1814’te Viyana Kongresi’nde bir araya gelip monarşilerin yasallığını ve toprak bütünlüğünü güvence altına alacak Avrupa Devletler Birliği kurmaya yöneldikleri II. Mahmud döneminde; Osmanlı Devleti’ne egemen olan anlayış, buydu: Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl!


BÖLÜNECEKSEN İNGİLİZ BIÇAĞI İLE BÖLÜN
Rusya, Yunanistan’ı Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopartmak üzere 1814’te Odessa’da kurulan Filiki Eterya örgütünün başına Rus Çarı’nın İmparatorluk Muhafızı General Alexandr Ypsilanti’yi getirerek 1821’de ayrılıkçı Yunan ayaklanmasını başlatınca, Osmanlı yöneticileri, çıkarları Rusya ile uyuşmaz olan İngiltere’nin buna kesinlikle engel olacağını düşünüyordu. Ancak böyle olmadı. George Finlay1861’de yayımlanan Yunan Ayaklanmasının Tarihi adlı kitabında 1821
ayaklanmasını şöyle anlatacaktı:1821 Nisanı’nda, 20000’e yakın bir Müslüman nüfus, Yunanistan’da dağınık olarak yaşıyor ve tarımda çalışıyordu. [Ayaklanma çıkmasının üzerinden] Daha iki ay geçmeden bunların çoğu kıyımdan geçirildiler; adamlar, kadınlar, çocuklar, hiç acımadan ve sonra da pişmanlık duyulmadan öldürüldüler. Yaşlı Yunanlılar, hâlâ, taş yığınlarını parmakla gösterip, gezginlere, "İşte şurada Ali Ağa'nın pyrgos'u, kulesi, vardı; burada hem onu,hem eşlerini ve hizmetkârlarını öldürdük" diye anlatırlar.
Rusya’nın kendi gücünü salt Akdeniz’e yaymak için Yunanistan’ı Osmanlı’dan ayırıp kendi güdümünde bir uydu devlet yapmak istediğini;Yunanları bu nedenle ayaklandırdığını; Osmanlı’dan kopup Rusya’nın güdümüne girecek bir Yunanistan’ın Rusya’yı Akdeniz’e çıkartmaktan başka bir işe yaramayacağını; bunun da İngiltere’nin Akdeniz’deki egemenliğini sarsacağını; bu nedenle İngiltere’nin Rus güdümlü Yunan ayrılıkçılığına engel olması gerektiğini savunan Osmanlı yöneticileri, İngiltere’den şu yanıtı alacaklardı: Yunan ayrılıkçılığının ardında Rusya’nın olduğunu biliyoruz. Rusların amacının Yunanistan üzerinden Akdeniz’e açılmak ve Akdeniz’deki İngiliz etkisini kırmak olduğunu da biliyoruz.Gelgelelim bu ayrılıkçı hareketi bastırmaya çalışıp Yunanların düşmanlığını kazanmak yerine onu Ruslardan daha çok destekleyerek, kurulacak olan Yunanistan’ı Rus güdümünden kurtarıp İngiliz güdümüne alacağız. Böyle olunca Yunanistan bir Rus uydu devleti değil, bir İngiliz uydu devleti olacak ve Rusya’nın Akdeniz’e açılmasına
engel olacaktır. Siz de kurulacak olan Yunanistan’da Rusya’nın egemenliği yerine İngiltere’nin egemenliği olmasını destekleyin ki Rusya Osmanlı topraklarında daha çok yayılamasın...
Filiki Eteria
Osmanlı ordusu Gerçekte Yunan Ayaklanması’nı ezecek güçteydi. 1827 yılında Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa askerleriyle Mora’ya çıkarak ayaklanmayı bastırınca, monarşist Avrupa Birliği işe karışacak, İngiltere, Fransa ve Rusya,Yunanistan’a bağımsızlık verilmesini isteyeceklerdi. Osmanlı, tam ayrılıkçı ayaklanmayı bastırmışken Yunanistan’a bağımsızlık vermeye yanaşmayacaktı kuşkusuz. Mora’da Osmanlı egemenliği yeniden kurulmuşken, Osmanlı askerlerinin derhal Mora’dan çıkmasını istemek yakışık almaz bir tutumdu. Osmanlı, askerini Mora’dan çekmedi. Bunun üzerine  İngiltere Osmanlı devletine bir ültimatom vererek ayrılıkçılara karşı yürüttüğü harekatı durdurmasını ve Mora’dan çıkmasını isteyecekti. Ayaklanmayı çıkartan ve Yunanistan’ı Osmanlı’dan kopartıp uydulaştırmak isteyen, düşmanımız Rusya’ydı; ayaklanmanın bastırılmasına karşı çıkan ise dostumuz İngiltere!..Osmanlı bu ültimatomu da reddedince, İngiliz, Fransız ve Rus savaş gemileri, Mora açıklarında bulunan Osmanlı Mısır donanmasını ani bir baskınla yok edecekti.

İngiliz amiral Codrington kumandasındaki Fransız, İngiliz, Rus birleşik donanması, Navarin limanında demirli Osmanlı Mısır gemilerini  “amacımız savaşmak değil”diye diye kuşatmış  
ve Amiral Codrington’un Osmanlı ve Mısır askerlerinin Yunanistan’dan  çekilmesi isteği reddedilince, donanmamız top ateşine tutulmuş; 50’yi aşkın gemimiz batırılmış, 6000 dolayında askerimiz şehit olmuştu.

Navarin Baskını
Osmanlı Devleti, varlığını ve birliğini İngiliz desteğine bağladığı için; “dost” (!) İngiltere’nin "Mora’yı terkedin” buyruğuna boyun eğerek askerlerini geri çekmiş ve bu olay, İngiltere’yi ayrılıkçı Yunan ayaklanmacıların bir numaralı sevgilisi konumuna yükseltmişti. İngiltere’nin bu davranışı, 1822’den sonra izlediği politikayla ilgiliydi. O tarihte işbaşına geçen Başbakan Cannig’e göre, Yunanlılar ergeç bağımsız olacaklardı. Bağımsız bir Yunanistan ise Rusya’nın değil, İngiltere’nin etkisi altına girmeliydi. Böylece Rusya’nın güneye inmesine engel olunur, Osmanlı devletinin toprak bütünlüğü de korunmuş olurdu. Öyleyse Yunanistan’ın bağımsız olmasına Rusya’nın değil de İngiltere’nin yardım etmesi, aynı zamanda İngiltere’nin Osmanlı devletine de bir yardımı olmuş oluyordu. Dikkatli bir okuyucu, Osmanlı İmparatorluğu’nda baş gösteren Filiki Eterya önderliğindeki ilk ayrılıkçı Yunan ayaklanmasında olup bitenlerle, Türkiye Cumhuriyeti’nde baş gösteren PKK önderliğindeki son ayrılıkçı Kürt ayaklanmasında olup bitenlerin ne denli birbirine benzediğini hemen görecei için, burada uzun uzun karşılaştırmalara girmeyeceğim.1827 Navarin baskınından sonra Rus saldırısına uğrayan Osmanlı 1829’da Yunanistan’a özerklik vermek zorunda bırakılmış; özerklikten çok değil 5 ay sonra İngiltere, Fransa ve Rusya yeni bir “Londra Protokolü” imzalayarak bağımsız Yunanistan Devleti'nin kurulduğunu ilan etmişler; Osmanlı Devleti de 24 Nisan 1830’da Yunanistan'ın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kalmıştı. İlk Yunan Kralı Otto,bir Yunanlı değil Bavyera Kralı Ludwig I’in oğluydu ve Bavyera Prensi idi. 18 yaşındaki Bavyera Prensi, Avrupa Devletler Birliği tarafından Yunanların başına Kral olarak atanacaktı.
Viyana Kongresi Kutlama
Özetle,1814’te toplanıp 1815’te sonuçlanan Viyana Kongresi’nde oluşturulan monarşist Avrupa Birliği, onbeş yıllık birçalışma sonunda Yunanistan’ı Osmanlı’dan koparmayı başarmış; birliğin başkanı Metternich, bafllangıçta birliğin ilkelerine aykırı saydığı bu ayrılığı, daha sonra çeşitli argümanlar uydurarak onaylamıştı. Osmanlı’nın tek avuntusu, Yunanistan’ın “düşman” Rusya’nın güdümüne bırakılmayıp, “dost”(!) İngiltere’nin güdümünde olmasıydı. İngiltere dostumuzdu, çünkü o, Rusya’nın yayılmasını durdurmak için Osmanlı’nın devlet olarak varlığını sürdürmesine gereksinim duyan, toprak bütünlüğünü Yunanistan’ı kopartmasına karşın (!) savunan biricik ülke idi. Osmanlı topraklarında ayrılıkçılığı kışkırtmıyordu İngiltere; fakat Rusya’nın ya da Fransa’nın kışkırttığı bir ayrılıkçılık baş gösterdiğinde, ayrılıkçıları hemen kendi güdümüne alarak Osmanlı’dan kopacak parçanın Rusya’nın ya da Fransa’nın uydusu olmasını önlüyordu. Eh, bu da Osmanlı için ‘kötünün iyisi’ydi. Asılacaksan İngiliz sicimiyle asılacak, bölüneceksen İngiliz bıçağıyla bölünecektin. İngiltere’nin her dediğini yaparak Avrupa Devletler Birliği’ne girmek, böylece bölünmekten kurtulmak gibi bir umudumuz da vardı üstelik...I. Mahmud bu umutla yaşamış, bu umutla ölmüştü. Mehmet Akif Ersoy der ki:Geçmişten adam hisse kaparmış... /Ne masal şey! / Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? / 'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar; / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? •
cengizozakinci@butundunya.com.tr

Hiç yorum yok: