Körgörü...'Körgörü' bir sinirbilim (nöroloji) terimi. Görme siniriyle ilgili bir hasar olduğunda, beynin görmemesi gereken bölgenin de 'görülebildiği' ne ilişkin bir bulgu. Buna ilişkin açıklamalar da var. Nörolog Dr. Adam Zeman 'ın yazdığı 'Bilinç' adlı kitapta (Çeviri Gürol Koca , Metis Yayınları, 2006 Kasım) konu anlatılıyor. ' Körgörü' , ilk kez 1974 yılında Lancet dergisinde yayımlanmış. 'Körgörü' terim olarak da, konu olarak da dikkatimi çekti. Çünkü, bizim görmeyle ilgili işlevlerimizde toplumsal bir bozukluk olduğu anlaşılıyor. Bize musallat olan toplumsal illet, 'görmemesi gerektiğini görmek' değil de tam tersine 'görmesi gerektiğini görmemek' . Buna 'bakarkörlük' ya da 'görmezden gelme' diyebiliriz. Bizim toplumumuzda 'görmemesi gerektiğini görmek' çok bela getirici bir iştir. Onun için de genelde insanlarımız gözlerinin önünde olup biteni bile 'görmezler' . Çünkü görmemek rahatlatıcı bir durum yaratır . 'Görürse' , tanık olmak 'zorunda kalır' . 'Tanık olmak' da belki'gördüğünü açıklamak' zorunda bırakır. Bu da belki bir 'sorumluluk' altına sokar. Onun için de 'görmedim-bilmiyorum-haberim olmadı' üçlüsü çok kullanılan bir soruna bulaşmama yöntemidir. Son günlerde konuşulan TESEV raporu da bu yaklaşımın izdüşümünü taşıyor. "Dindarlık artıyor ama şeriat tehlikesi yok . Dindarlık yaygınlaşıyor, ama tesettüre girenlerin sayısı azalıyor. Toplumsal gelişim din eksenli, ama din kurallarının toplum yaşamına uygulanması gibi bir olasılık yok" diyen sözcüler tutarlı bir saptama getirmiyor. Rapor bir araştırmaya dayandırıldığı için de karşı çıkışın bilimsel bir niteliği yok sayılıyor. ' Laikliğe yönelik tehdit' de öyle. Cumhurbaşkanı uyarıyor. Genelkurmay Başkanı da, kuvvet komutanları da uyarıyor. Üniversite rektörleri uyarıyor. Ama siyasal iktidara sahip olanlar böyle bir tehlike görmediği gibi bu sözleri ' laikçilerin tantanası' demeye gelen bir tutumu benimsiyor. (Laikçi diye bir terim yok ama olsun, nasıl olsa kimse böyle şeylere aldırmıyor.) Atatürk 'le ilgili yaklaşımlar da " görmezden gelme, görmesi gerektiğini atlama, sanki öyle değilmiş ya da öyle olmamış gibi" davranma nitelikleri taşıyor. Önce çok masum görünen "A ma demokrasiyi getirmedi ki" eleştirisiyle başlamıştı. Siz seksen yıl sonra bile getiremediğiniz demokrasi konusunda Atatürk'ü eleştireceksiniz. O dönemin nüfusunu, okur yazar bile olmayışını atlayacaksınız. O dönemin feodal ilişkilerine değinmeyeceksiniz, bir burjuva sınıfı bile olmayışına dokunmayacaksınız. Sonra da kalkıp " Ama demokrasiyi de getirmedi ki" türünden sözlere sığınacaksınız. Ama bunlar geride kaldı. Şimdi Atatürk'ün yaptıklarını da 'Canım bunlar ezber' diye, ' resmi tarih uydurmaları' diye,'etrafındakiler yapmıştı, ona mal edildi' diye azımsama, küçümseme dönemine girildi. Türkiye'ye bugünkü modern yapısını da, görüntüsünü de getiren büyük lideri, sanki Avrupa Birliği'ne katılmanın engeliymiş gibi gösterme gayretleri sürdürülüyor. Elbette bunlar 'görme bozukluğu' ndan çok daha büyük hastalıklardır. Çanakkale zaferini bile Mustafa Kemal'in adını anmadan " Evliyalar bulutlar gibi gelip küffarın üstüne çöktü, onlar da yenilip gittiler" biçiminde aktaran çevrelerin tutumuna "Yok canım, irtica nerede, kim görmüş" diyerek arka çıkanların yaptığı görme bozukluğu değildir, şaşırtmacadır, körleştirmedir. Bu tutumlar da, bir üniversite profesörünün Atatürk için 'bu adam' sözünü kullanması da artık bir kampanya olduğu ortaya çıkan bu çeşitli saldırıların daha da artacağını gösteriyor. Kampanya, çeşitli etkenlerle aynı çizgide hareket eden çevrelerin ortak bir tutumunu göstermektedir. Bütün bunların kalıcı bir önemi yoktur. Toplumun en duyarlı kesimleri, en bilinçli kesimleri neyin ne olduğunu, neyin neden böyle geliştiğini hem bilmektedir, hem sezmektedir. Türkiye bir yol ayrımına gelmiştir. Bu ayrımın bir yanında Atatürk'ün yolunu izlemekte kararlı, bağımsız, laik Cumhuriyetçiler vardır, öbür yanında ılımlı İslam formülüyle dış destek alan siyasal İslamcılar ile onlarla işbirliği yapan dış güçlerin işbirlikçileri vardır. Oyun bu yol ayrımının kavşağında oynanmaktadır. Şimdi görev, Cumhuriyetin korunması ve geliştirilmesi için iş ve güç birliğinin yapılmasıdır. Bu görev, bu ülkede yaşayan herkese düşen görevdir. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder