Birinci sınıf insanlık verilmiyor, olunuyor ve alınıyor. Bunun koşulları belli. Hâlâ ilgimizi çekiyorsa Batı bilimsel düşünce, özgür düşünce ve sanat demek. Sanayi de bunların üzerine oturuyor. Bizdeki gibi bilimden ve düşünce özgürlüğünden bağımsız bina ya da otomobil yapmak değil.
Her yıl bir araba değiştiren ve yeni çıkan her ürünün peşinden koşan insanlar, çevrelerinin, insanların düşünce ve davranışlarının, hatta en büyük kurumların değişmesinden bazen habersiz görünüyorlar. Daha doğrusu değişmenin doğasını ve büyüklüğünü anlamakta zorluk çekiyorlar. 19 ve 20. yüzyılların en büyük karakteristiği kapitalist emperyalizm-sosyalizm kavgasıydı. Geçen yüzyıl sonunda sosyalist düşünce ikinci plana düştü. Kapitalizm egemen oldu. Batı’yı taklit ederek yaşayan bütün ülkelerin de‘credo’su kapitalizm oldu. Şimdi Batılı kapitalizm’in sonunun geldiğini söyleyenler de yine kapitalist düşünürler. Türk halkının istisnalar olsa bile kapitalizm silahşoru kimliğindeki bizim medyadan, bir şey öğrenmesi olanaksız. Kapitalist dünyadaki gelişmelerin daha doğru boyutlarını ve eleştirisini yine Batılı kaynaklardan öğreniyoruz.
Önce nasıl bir dünyada yaşadığımızı anımsayalım. Dünya nüfusunun aç sayılan bölümü 1980’de 800 milyonmuş. 30 yılda 125 milyon artmış. Petrol tüccarı birkaç şeyhlik ve Suudi Arabistan dışında 1.5 milyarlık İslam dünyası, 2.6 milyarlık Çin ve Hindistan’ın adam başına ulusal gelirleri Batılı kapitalistlerin gelirlerinin 1/8-1/10’u arasında. Gerçi 1/40 olan da var. Bunların arasında Malezya, Türkiye gibi biraz daha iyi durumda olanları var. Fakat iflas eden Yunanistan’ın adam başına ulusal geliri Türkiye’nin üç katı. Dünyayı 16. yüzyıldan bu yana sömüren Batılılar bu durumdan temelde memnun, sömürüyü başka yöntemlerle 21. yüzyılda da sürdürmek istiyorlar. Yani 925 milyonu aç ve 4 milyarı fakir olan dünyada kapitalist dünya düzeninin sürmesi için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Dünyanın yüzyıl ortasına kadar nüfusunun yüzde 50 artma olasılığı, küresel ısınmanın tehlike çanları ve enerji darlığı gibi öngörülere karşın açgözlü bir kapitalist Batı’nın zenginlik ve egemenliğini sürdürmek için dünya kamuoyuna sunduğu tüketim sarhoşluğu içinde, insanlar kendilerine birçok tuzak hazırlandığını algılamıyorlar. Fakat İslam ülkeleri özgür düşünce ve bilime gereken ayrıcalığı tanımadıkça içinde bulundukları durumdan kurtulma şansları yok. Olasılıkla Çin ve Hindistan Batı’yla boy ölçüşerek kendi geleceklerini belirleyecekler. Arap Baharı denen başkaldırma, Müslüman Arapların dünyanın geleceğini görmekten çok, içinde yaşadıkları çürümüş despotik rejimlerden ve açlıktan kurtulma mücadelesinden başka bir şey değil. Herhalde Haçlı Seferleri ve 20. yüzyıl dünya savaşlarından sonra insanların akıllarını kaçırdığı tarih çağlarından birini yaşıyoruz. Kapitalist düşüncenin toplumları ne kadar dengesiz bıraktığı birkaç yıl önce Amerika’da çıkan ekonomik krizden sonra Yunanistan’ın iflası ve diğer iflas adayları ve son günlerde vurgulanan bir borçlar Avrupa’sı gibi olgularla kanıtladı. Yunanistan’ın adam başına ulusal geliri 33.000 dolar. Böyle bir Müslüman devleti yok. Yunanistan’ın nüfusu 9 milyon; borcu 320 milyar Avro. Sonuç: Yunanistan borcunu ödeyemiyor.
Kapitalist düzen bu kadar iyi ise neden milyarlarca insanı süründürüyor? Kapitalist dünyanın bunalımını liberal kapitalizmin en gösterişli çığırtkanı Economist’in dile getirdiği bir dünya panoramasında okuyucularla birlikte izlemek için, 16 Temmuz 2011 tarihli sayısından seçtiğim ve dünyamızın halini anlatan, aşağıdaki özeti sunuyorum.
The Economist çok iyi hazırlanmış, albenili, bütün dünyadan haber veren, acımasız bir kapitalizm borazanıdır. Dergiyi süsleyen güzel reklamlar, mükemmel bir sayfa düzeni ve ciddi araştırmaları görmezlikten gelmemeli. Onun için bir Economist okuyucusuyum. Yazıda sürünen ve ölen Somalililer türünden insanı ürperten tablolar hemen hemen yok. İnsanları insan olarak görmemeye koşullandık.
Avrupa sarhoş olmuş; ‘Avro’ krizi, İtalya’yı da içine alarak tehlikeli bir aşamaya ulaştı;İspanya’da ekonomik duruma karşı sokak kavgaları, İrlanda’da sokak gösterileri var. Ekonomi İngiltere de sallanıyormuş, ama yıkılmamış. Economist’in haberinden anladığımız kadar Avrupa’nın bütün devletleri gayri safi ulusal gelirin belli bir oranında borçludur. Başı da Berlusconi İtalya’sı çekiyor. Araya sıkışan başka haberler de var. Almanya ve Fransa Arap diktatörlere silah (tank) satıyorlarmış ve bu yüzden aralarında dalaşıyorlarmış.
Arap dünyasının iki en kötü diktatörünün düşüşü halka müthiş bir karşı koyma dinamizmi kazandırıyor. Kaddafi de gidici. Yemen, Suriye ve olasılıkla başka ülkeler sırada. (Dergi bu olaylara 8 sayfa ayırmış.)
Oyuncu Amerika’nın para basarak altın niyetine dünyaya sattığı dolarlar yüzünden borcu 13 trilyon doları geçmiş. İşsizlik yüzde 9.2. Bu aşağı yukarı 30 milyon kişi eder. Amerikan bankaları Avrupa ve Asya bankalarından geri kalıyorlarmış. Şöyle olayları bizim halk bilmez: Amerika’da işsizlere ve fakirlere yılda 60 milyar tutarında yemek karnesi veriliyor. Bunların sayısı 45 milyon kişi, yani nüfusun 1/7’si. (2010). Bu işe bakan Tarım Bakanlığı muhtaç olanların 2/3’ünün daha başvurmadığını saptamış. Amerikalılar giderek daha çok aç kalıyorlar! Biz Amerika’nın dünyanın en zengin ülkesi olduğunu biliriz de, 45 milyonun fakirlik ya da açlık sınırında olduğunu bilmeyiz. Şu sıralarda Temsilciler Meclisi’ndeki önemli tartışmalardan biri bu yardımın azaltılması konusu imiş.
Kapitalist cennetindeki cehennemlik olayları anlatmakla bitmez. Cihadi’er Mumbai’de (eski Bombay) bomba patlatıp 17 kişiyi öldürmüşler, 130 kişiyi yaralamışlar. Bu tür haberler bizde bile gündelik polis olayları haline geldi. Malezya’da hükümete karşı gösteri; 1600 kişi gözaltına alınmış. Bu kalabalık kaos kışkırtıcıları imiş. Suriye, Libya, Yemen’deki olaylar insanını aklına bir soru getiriyor: Bir diktatöre tanrısal hak olarak kaç adam öldürme ve ocak söndürme hakkı verilir acaba?
Hâlâ tehlikeli Fukuşima yayınlarda rating listesinden düştü. Orta Amerika devletlerinin uyuşturucu kaçakçılarıyla mücadelesinin ise haber değeri bile yok.
Dergide bir İngiliz okuyucu mektubunda“Zengin ülkeler onlarca yıl sürmüş savurganlığın cezasını çekmeli.” Tabii dünya onların yanlışlarını nasıl olup da üstleniyor, diye sormuyor. Kapitalizm nesi ile iyi? 1 milyar insan aç olduğu için mi? Avrupa ülkelerinin yarısı borçlu olduğu için mi? İngiltere sarsılmış da olsa ayakta durduğu için mi? Amerika’da işsizlik yüzde 9.2 olduğu için mi? Amerika’da 45 milyon adam yemek karnesi aldığı için mi? Amerika’da altmış iki banka battığı ve Amerikan bankalarının Avrupa ve Asya bankalarına göre performansları düştüğü için mi? Emperyalist devletlerin en iyi dostlarının çok uzun yıllardır Arap ve İslam diktatörleri olmasından mı?
Avrupa’nın, Amerika’nın Türkiye’den bir farkları var. Ben onların yayınlarından içinde bulundukları durumu öğreniyorum. Bizim gazetelerden Türkiye’nin halini pek sağlıklı öğrenemiyorum. Kapitalizm gerçi hasta, sonucu uzmanlar konuşuyor. Fakat demokrasi olduğu oranda, Batı ülkelerinde yaşıyor. Gerçi Batılı ülkeler demokrasi ve kapitalizm ikilisini yaşatmak için dünyadaki diktatörlerle işbirliği yapıyorlar. Bu sömürü odaklarının tarihi eskidir. 19. yüzyıl ortasına kadar uzanır.
Bilim, özgürlük ve demokrasi
Dünya sadece sömürülmedi geri bırakıldı. Gerçi Batılılar, eski sömürgeleri için “Biz oralara gitmeseydik daha da geri kalacaklardı” diyorlar. Bazen bu düşünce insana biraz haklı gibi gelebilir. Evet, Batı, dünyayı uygarlığın en üst aşamasına getirdi. Bu pakette en değerli mal bilim, özgürlük ve demokrasidir. Kurtuluş Savaşı’nı yapmasaydık, Türkleri hangi sınıfa yerleştireceklerini görecektik. Kapitalizm Batı dışındaki dünyayı birinci sınıf insan kategorisine hiç sokmadı. Komünizm de sokmadı. Sömürgeci Batılı ne karaları, ne sarıırkı, ne Müslümanları insan olarak görmedi. Günümüzde Avrupa ve Amerika’daki Müslüman düşmanlığı ve şovenizm bu kültürel mirasın henüz yaşadığını gösteriyor.
Birinci sınıf insanlık verilmiyor, olunuyor ve alınıyor. Bunun koşulları belli. Hâlâ ilgimizi çekiyorsa Batı bilimsel düşünce, özgür düşünce ve sanat demek. Sanayi de bunların üzerine oturuyor. Bizdeki gibi bilimden ve düşünce özgürlüğünden bağımsız bina ya da otomobil yapmak değil. Ne var ki bu koşullar şimdi Arabistan’da, Kahire’de ya da Isfahan’da değil. Hâlâ Berlin’de, Paris’te, Londra’da ve Amerika’da. Belki Çin’e de bilim ve sanayi öncülüğü ile gelecek. İslam dünyasının uygarlığı bağlamında Batılının acelesi yok; Çin’in de yok. Özgür düşünceye, bilim ve sanata bilinçli olarak ulaşan toplum çağdaş uygarlığa da ortak olacak.
Doğan KUBAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder