“Demokrasi” söylemi altında insanların kandırılmasına karşıyım. Kanımca dünyada tam demokrasi diye nitelendirebileceğimiz yönetim tarzı ile yönetilen ülke de yok. Günümüzde demokrasi, kapitalizmin siyasal açıdan meşrulaştırılması söylemi olarak görülüyor. Kuşkusuz demokratik olarak nitelendirilen ülkeler arasında tekdüze bir uygulama, tipik, standart bir demokrasi anlayışı yok; ülkeler arasındaki farklılığı insan kaynağının niteliği belirliyor. Bazı ülkelerde uygulama insan haklarına saygı, hukukun üstünlüğü açılarından gerçek demokratik düzene yaklaşırken, birçok ülkede demokrasi sözde, bir özenti, bir söylem, bir illüzyon olarak kalıyor.
Türkiye’nin 1950 yılında Demokrat Parti’nin 14 Mayıs seçimini kazanması ile demokratik düzen dönemine girdiği söylenir. 1950 yılında lise 10’uncu sınıf öğrencisiydim. 1950 sonrasını, öğrenci, bürokrat, öğretim görevlisi, zaman zaman da özel sektör çalışanı olarak yaşadım, gözlemlemeye çalıştım. Bugün anlatılanlar olayları yaşamamış olanların yorumları, yaşanan gerçekleri çarpıtıyor; yansıtmıyor. Yakın bir geçmiş bu denli çarpıtılıyorsa insan, tarihin geçerliliği konusunda ciddi kuşkulara kapılıyor.
***
Altmış yılı aşkın sürede Türkiye’de demokratik bir düzen kurulamamış, demokrasi bir söylem olarak kalmıştır. Kınanan askeri vesayet dönemlerini bir yana bırakacak olursak, Türkiye’de tek adam yönetimleri dönemleri yaşanmıştır. Demokrat Parti döneminin tek adamı rahmetli Adnan Menderes, Adalet Partisi döneminin tek adamı Sayın Süleyman Demirel, ANAP döneminin tek adamı rahmetli Turgut Özal,yaşadığımız AKP döneminin tek adamı da sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Ülkeyi sözü edilen partiler değil, kişiler yönetmiş, genelde son sözü söylemiştir. Günümüzde adına ileri demokrasi de desek, ülkeyi sayın RTE yönetmektedir. Demokratik düzene biraz yaklaşıldığı dönemler ise ekonomik istikrarın bozulduğu dönemler olarak eleştirilen koalisyon dönemleri olmuştur. Niçin demokrasi kisvesi altında tek adam keyfi yönetimi var ülkemizde?
Ülkemizin ortamı, koşulları, değer yargıları, davranış biçimleri, demokratik düzenden çok, tek adam yönetimine yatkın. Türkiye’de siyasal haklar, halk mücadelesi sonucu ya da ekonomik yapı değişikliği sonucu elde edilmemiş; üst yönetimin tercihi, iradesi doğrultusunda belki de dış dinamiklerle çok partili düzene geçilmiştir. Halkımızın önemli bir bölümü henüz vatandaşlık bilincine ulaşamamıştır. Demokratik bir düzenin gerektirdiği değer yargılarının önemli bir bölümünden yoksundur. Her ekonomik ve siyasal düzenin kendine özgü bir davranış biçimi, değer yargı sistemi vardır. Kuşkusuz“her toplum layık olduğu hükümetle yönetilir”toplumsal gerçeğine gözlemler, deneyimler sonucu varılmıştır.
***
Ülkemizde medya ve bürokrasi, tek adam yönetimine yatkındır. Medyayı gözlemliyoruz, bilgi, yaratıcılık, beceriden daha çok kişiler iktidara yakın olarak, yalakalık yapmakla yerlerini koruyor, ilerliyor, en azından tutunuyorlar. Tek adama yakın olmak, ilerlemek için daha emin, zahmetsiz, nitelik istemeyen yol olarak görülüyor.
Bürokraside liyakat şeklen temel ölçüdür. Kişiler daha çok, tarikat, cemaat, siyasal parti, iç ve dış çıkar odaklarının, derneklerin desteği ve/veya tek adam onayı ile belli önemli orunları, özür dilerim kapmaktadırlar. Kişi, niteliği ve liyakatı ile belli orunlara gelmediğinde, kendini, o orunlara getiren, sıfatları kazandıran kişi ya da kişilere borçlu hissediyor. Onlar için önemli olan, yasalar, hukuk, topluma sorumluluk, kişilik, saygınlık değil; iktidarın, iktidarı temsil eden gücün, kişinin buyrukları, telkinleri, yol göstermeleridir.
Hukukun üstünlüğü, keyfi yönetimin önlenmesi, kamu gelir ve harcamaların kurallara bağlanması, yazılı metinlerle sağlanamıyor. Vatandaş bilinci, vatandaş direnci, vatandaş tepkisi, kişilikli, nitelikli medya, bürokrasi gerektiriyor. Kuşkusuz bu tür davranışların maliyeti tek adama yaltaklanmaya kıyasla daha yüksek oluyor. Türkiye’de gerçek demokrasi düzeninin oluşması daha uzun süre bir ütopya, bir özlem olarak kalacak. Sözde, ileri demokrasi ile avunulacak, avutulacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder