29 Kas 2011

Cumhuriyet’in temel ilkesi


Yakın bir tarihte çarpıcı bir yazı dizisine başlayacağım. Eminim birçok ezber bozulacaktır. Lakin küçük bir giriş yapmayı uygun gördüm. Efendim, size ilginç bir bilgi vereceğim. Hoca Muhiddin Efendi ismini daha evvel duydunuz mu?Bakınız ne diyor o zat’ı şerif:
Yıl: 1896
“Ey medrese talebeleri! Artık siz de dalkavukluğu bırakınız. Vaaz kürsülerine çıkıp ‘Allah’a itaat edin, resulüne itaat edin ve sizden olan ulü’l emre itaat edin’ ayetini okuyarak ahaliyi zalimlere itaate çağırmayınız. Böyle bir hatayı yapmaktan Allah ve resulünden haya ediniz. Dininizi dünyanıza değişmeyiniz. Elbette bilmiş ve anlamışsınızdır, o halde bu zalim heriflere kavuk sallamaktan ve keyfi idarelerine hizmet etmekten vazgeçiniz ve milleti hakiki bir halifeye tabi olmaya veya tesis-i cumhuriyete ve usul’u meşverete sevk ile özendiriniz!” (Bkz. Hilafet Risaleleri, Haz: İsmail Kara, c. 2, s. 80-83, Klasik, İstanbul, 2002)
Bu cümlelerin sahibi, klasik İslam fıkhının öğretildiği bir medrese mollasıdır. Ulemadandır. Abdülhamit muhalifidir. Ve Cumhuriyet’in referansını verirken Hz. Ömer’den bahseder...
Hz. Ömer gerçekten de meşveret prensibine sıkı sıkıya bağlıydı. Ve şu ayeti çok sıkça tekrar ederdi;
(Şura Suresi, 38. Ayet): “İşleri/yönetimleri, aralarında bir şuradır. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler.”
İnananların işlerini şura-meclis ile yürüttüğünden dem vuran bu ayet, gizliden gizliye bir prensipten bahseder. Şuradan bahseden bu ayette, infak kelimesi geçer. Şurayı oluşturanların “infak” yaptığını söyler. Yani oluşturulan şuranın tek ilkesinin bu olduğunu ifade eder...
Ne kadar ilginç değil mi? Birçok kişi bu ayeti hiç görmez. Ne diyor bu ayet biliyor musunuz?
“Şura ile iş görün (Meclis ile iş yürütün). Ve meclisinizin temel prensibi ‘infak’ olsun...”
Peki, infak ne idi?
Hatırlayalım mı?
(Bakara Suresi, 219. Ayet): “Sana neyi infak edeceklerini/dağıtacaklarını sorarlar. De ki: Kazancınızdan ihtiyacınızdan artanın tamamını...”
Evet, hatta daha da ötesi. İştikak gereği, münafık kelimesinin manası “infak vermeyen” demektir. Yani mal tuttuğu halde, İslam iddiasında olan manasındadır.
Evet, meclisin asli görevi budur. Taksim etmek, bölüştürmek. Adaletle/eşitlikle idare etmek. Bakın, kurban, oruç veya başka bir şey demiyor, “infak, yalnızca infak”.
Peki, Cumhuriyet ne demişti?
“Hakimiyet-i milliye” yani “memleket mülkünde milletin hükümdar olması”.
Koç’ların, Sabancı’ların, kenzoların değil, milletin iktidarı!
Şu ayete bakınız:
(Kasas Suresi, 5. Ayet): “Ve biz istiyoruz ki yeryüzünde ezilip horlananlara bağışta bulunalım, onları önderler yapalım, onları mirasçılar haline getirelim.”
Allah Allah! İşe bakın! Kur’an “Ezilenleri önderler yapalım” diyor.
İnfak yapan “Şura” diyor...
Ne güzel diyor ama...
(Muhammed Suresi, 38. Ayet): “İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılan insanlarsınız. Ama bir kısmınız cimrilik ediyor. Oysa ki cimrilik eden kendi aleyhine cimrileşmiş olur. Allah ganidir; yoksul olan sizlersiniz. Eğer yüz çevirirseniz, Allah yerinize başka bir toplum getirir. Ve onlar, sizin benzerleriniz olmazlar.”
Evet, Kur’an bizleri Allah yolunda (kamu için) harcamaya çağrıyor. Ve “Gayrişahsi egemenlik” (Şura) diyor.
Yani “Şahıs diktasına, özel bir zümrenin iktidarına karşı, ezilenlerin önderliği” diyor. Bakın iktidarı değil, önderliği...
Çünkü “iktidar” , muktedir, kader kavramları iç içedir. Kader, ölçü demektir. İnsanlık için öngörülen kader/ölçü; eşitliktir. Muktedir, ölçü tayin eden demektir.
Söz üstüne söz söylenmez, zaten ölçü belli iken, neyin tayini?
Ancak ve ancak memuriyet yani ölçüye uyumlanma takibi yapılabilir. Ve ölçüye uymaya teşvik edilir. Bu önderliktir.
Evet, hakimiyet-i milliye bir Cumhuriyet değeridir, sahip çıkılmalıdır. Bu değerden geri dönüş “irticadır”.
Lakin milletin hakimiyetine göz dikenlerin görünmez kılınması da irticacılıktır. Bu bugün, hem cübbeli hem de Atatürk rozetli birtakım kenzolar tarafından icra edilmektedir. Bence Cumhuriyet’in en önemli ilkelerine programlı bir saldırı yapılmaktadır. Ve bu ilkeleri görünür kılanlar susturulmaktadır.
28 Ocak 1920’nin Misak-ı Milli’si, 23 Nisan 1923’ün TBMM’sinin altyapısını oluşturur. Bu misakta şöyle bir madde geçer:
1. Madde: “Arapça konuşan ancak 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’ne göre ‘düşman’ işgali altında bulunan bölge halkının durumu, kendi hür iradesine göre yapılacak referandumla belirlenmelidir. Mütareke çizgisinin içinde ve dışında kalan yerlerin, İslam ve soyca bir olan Osmanlı çokluğunun oturduğu bölgelerin hepsi, hüküm ve fiil bakımından, anayurttan hiçbir sebeple ayrılamaz bir bütündür.”
Evet, örgütlü ve birlik bir emperyalizm karşısında bugün de söylenecek söz budur. Ezilenlerin birliği... Doğu’nun ezilenlerinin ortak müşterek kavgası...
Bence bundan geri adım atmak da bir irticadır! Gericiliktir. Hele ki bunu “ulusalcılık adına yapmak” paganik bir irticai atılımdır.
Hakimiyet-i Milliye, millet hakimiyetine göz dikmiş emperyalizme karşı, ezilenlerin birliği ile temin edilebilir. Bu kadar açık ve müspet bir hakikati görmezden gelmek, “irticacılıktır”.
Bugün, Doğu’ya daha fazla bakmalı, kendimize dönmeli; ve kardeşlerimiz ile kol kola saf tutmalıyız.
Unutmayalım, Allah, ezilenlerin Rab’bidir.
Esenliklerimle...

Hiç yorum yok: