11 Oca 2012

Kopernik Devrimleri: Ordu & Tank & Siyaset

 Ben hep kartlarla çalışıyorum ve önemli olayları, bir “metod” defterine kaydediyorum; polisler gelirler, bunları alırlar, okurlar, biliyoruz. Dolayısıyla bütün notlar devletin okumasına göredir; artık kendime ait bir yaşamım yoktur, en çok ben biliyorum. Şu da var, ben bunları bir daha bakmak için değil, aydınlık ve devrimci bir Türkiye’nin tarihçileri için yazıyorum
Daha çok “Copernicus Revolution” olarak biliyoruz, çok basit ve çok müthiştir. Düşüncemiz ilerlemiyordu: “Biz” gözleyenler, “dünya” sabit, güneş dönüyor yollu muhakeme ediyorduk. Sonra, güneşi sabit tuttuk, dünyayı döndürdük; düşünmeye başladığımız noktadır, Kopernik’e borçluyuz. Bilgimizi maddeler belirliyordu, böyle biliyorduk. Kant’sa bu önerme karşısında duraksamıştı; bilginin maddeleri etkilediği noktasına sıçradı ve buna “benim Kopernik devrimim” adını verdi, çok yerindedir. Feuerbach’ın “The Essence of Christianity” harikadır; Engels işaret ediyor, “biz hepimiz Feuerbachçı olduk” demişti, doğrudur. “Hıristiyanlığın Özü” kitabına kadar, “Tanrı insanları yarattı”, buna inanıyorduk; Feuerbach bu önermeyi tersine çevirdi; Feuerbach’la birlikte, insanların Tanrı’yı yarattığına inananlar çıktı, çoğaldılar. Bir “Kopernik Devrimi” daha diyorum. Bana gelince, sanki Kopernik Devrimi imalatı kurmuş haldeyim ve birisi de şudur; Akepe’nin, Ordu’nun egemenliğini kırdığı yalandır, akepe’yi egemen yapan Ordu’dur ve doğrusu budur. Akepe hükümetini kuran ve tutan Ordu olup şimdi mesele budur.
Yüksek Komutanlar’ın şiiri: Akepe
Bir yalan uydurdular, hem Paris ve hem Washington’a kaktılar; Le Monde Diplomatique, Kasım 2011 sayısında, tekrarlıyorum, “fin du bras de fer avec l’armée”, yazmıştı; dediklerine göre, akepe Ordu ile bilek güreşi yapmış, kazanmıştı; sadece ham bir propagandadır. Kendi propagandalarına inanmaya başladılar; doğrusu, Ordu’nun Akepe’yi elinden tutup iktidara getirdiğidir. Nitekim ben de, iktidarının ilk günlerinden itibaren, bu ekibe, Yüksek Komutanlar’ın “otuz beş yıldır aradığı tayfa” diyordum ve ilk Genelkurmay Başkanları Özkök de “ilişkilerimiz şiir gibi” buyuruyordu, artık daha iyi görüyoruz.
Şunu da ekleyebiliyorum, “Ergenekon” adını koydukları mahkemeler başlar başlamaz, önce Yaşar Büyükanıt ve sonra İlker Başbuğ zamanlarında, televizyon televizyon dolaştım, “askeri mahkeme, askeri mahkeme” deyu adeta yalvardım, ben unutmuyorum. Verdiler, acı ama açık söylemek zorunludur, bir sürü kurban ile rahatlayacaklarını düşündüler, artık daha açık yazabilecek bir noktadayız. Yaptıklarına yardım-yataklık diyebiliyorum.
Kanserojen virüsler
Yazılarımdan aktarma yapmaktan pek utanıyorum, “toslama ve foslama” başlıklı yazı, tabii, Aydınlık ve 16 Eylül 2011 tarihindedir. Bir paragraf şudur: “Akepe’yi yüksek komutanlık, tüsiad, Israel ve Amerika kurdular. Cehepe de önünü açtı ve arkasından itti. Şimdi Tayyip-Gülen’in önünü kapatıyorlar, arkasından çekiyorlar. Çok toslamakta ve foslamaktadır. Bir dönemin sonunu duyuyoruz.” Ve şimdi özetle işaret edebiliyorum, hükümeti altın tabakta verdiler; zaten kabiliyet ve hazırlıkları yoktu, daha çok toslamak durumundadırlar. Bu nedenle havada kanserojen virüsler çokturlar.
Amerikan İslamı
Devam etmeden önce notlar düşmek zorundayım. “İtiraf ediyorum”, sınıfi ve ilmi bakıyorum. Bir, 1979 yılında yazdım, 1980 yılında bir kitap yaptım, “Ordu gelecek, Erbakan’ı hapse atacak, daha fazla İslamcılık yapacak” dedim ve “aynen öyle oldu.” İki, A. Wohlstetter, ol tarihte İstanbul’daydı, Humeyni Devrimi’ne, Türkiye’de cevap vereceğiz,” dedi, geç fark ettim; Türkiye’de “Amerikan İslamı kuracağız,” diyordu. Artık Kenan Evren’in akıl hocası olduğundan kuşku duymuyorum.
Üç, utanmaları yoktur, “Erdoğan Modeli” imiş, başta “Milli Görüş”, bütün gömleklerini çıkardılar; halkından nefret eden, Amerikancı, Büyük Sermaye’nin kulu bir “Parti” yaptılar, “made in USA” diyoruz. Akepe artık gömleksizdir ve bunların İslamı, sadece halkı sürüleştirmek için gerekmektedir. Benim, “Türkiye’de faşizm İslam’a dayalı olacaktır” sözüm ise 1976 tarihli ve Cumhuriyet Gazetesi’ndedir. “İşte Paşam, eseriniz” deyişini böyle zamanlara saklıyoruz.
Devletleşen tekeller
İktisadi görüyorum, ve dört, böyle devirlere “servet transferi” devirleri adını veriyoruz; Kamu’nun, halkın servetini dağıtma düzenidir. Ancak kendimi daha fazla utandırmamak için kitabın adını vermiyorum, sayfa 532, “Milli Tank” ihalesi üzerine fotoğraf var; Mustafa Koç ve Erdoğan yan yanadır, Tank Sanayii’ni “Koç” götürüyor, çok büyük bir götürmedir. Bu Koç’un silah sanayiine girişi anlamındadır; sektörde tecrübesi olanları bir tarafa attılar. Koç’u tuttular. Devletleşmektedir.
Sırada iktisat tarihi var, Erol Toy, “İmparator” romanında, Vehbi Koç’u, işe kurtlu peynir satarak başlamış bir tacir olarak çizmişti, gerilerde kaldı. “Murat” yaptı, üç beyaz sattı, Migros ile perakende, Divan ile otele el attı, ama hiç “ağır” olamadı, ağırlığı akepe dönemindedir. Tank ile silaha girdi, işte bu çok İslamcı hükümetten, devlet’in petkimi’ni, yine devlet’in tüpraşı’nı aldı; devletin iskeletine kondu, diyebiliriz. Demek ki, ülkenin bölünmesi tartışmaları ayrı, devletin bölüşülmesi nettir ve Rahmi Koç’un, Tayyip Bey’in sağlığı için duacı olması çok anlaşılır bir haldir. Kibar olduğunu hep biliyoruz.
Hürriyet’in Alman damarı
Ne kadar da birbirlerine benziyorlar, beş, sanki kardeşler, Aydın Doğan’a Rahmi Koç’un köylüsü diyebiliriz; ama yine de ben, Hürriyet’in çizgisinden hâlâ Koç’u sorumlu görüyorum. Abdi İpekçi öldürüldü, Milliyet’i, Çetin Emeç öldürüldü, Hürriyet’i aldılar; Koçlar ve Simaviler akrabaydılar. Ve bu arada, Hürriyet en Fethullah ve Erdoğan meddahı gazete oldu; Aydın Doğan servet transferinden Hilton’u kaptı, devletindi, inci bir yerdedir. Güzel, ve Hürriyet, arada bir, Deniz Feneri misli Erdoğan’ı rahatsız ettiyse, bu içindeki Alman damarındandır, daha da artmasını bekleyebiliriz.
Eylülist Akepe
Şöyle bitirebilirim, kim söylüyorsa, doğrudur; akepe, 12 Eylül diktatoryasıdır ve devamı değil, Eylülizm’in kendisidir, bunu hep ve hep birlikte söylemek durumundayız. Ordu buradadır ve “sivil darbe” saçma bir laftır; Çetin Paşa, İbrahim Paşa, Bilgin Paşa’yı dama atanlar silah arkadaşları idiler, bunu asla reddedemiyoruz. Ve Işık Paşa ile komuta heyeti hareketi, bir kapı açma açılımıdır. Şimdi buradayız.
Tarihçilere notlar
Peki, burada şimdi ne yapıyoruz, bir hücrede, odatv davası klasörlerini inceliyorum; çok hoş bir sürprizle karşı karşıya gelmiş durumdayım. Bir nokta var, ben hep kartlarla çalışıyorum ve önemli olayları, bir “metod” defterine kaydediyorum; polisler gelirler, bunları alırlar, okurlar, biliyoruz. Dolayısıyla bütün notlar devletin okumasına göredir; artık kendime ait bir yaşamım yoktur, en çok ben biliyorum. Şu da var, ben bunları bir daha bakmak için değil, aydınlık ve devrimci bir Türkiye’nin tarihçileri için yazıyorum.
Bir bölümüne dava klasörlerinde rastladım, çok sevindim; Eylül 1997 tarihinde, Köln’de, Doğu Perinçek ile karşılıklı oturmuşuz, çok ciddi konuşmuşuz, birlikte kararlar almışız, birlikte yapacağız ve bunları kağıda dökmüşüm, hep öyle yaparım ve aktarıyorum. a) Demirel’den kurtulmak; b) Deniz Baykal’dan kurtulmak; c) İ. Selçuk’a dokunmamak; d) Kürt Sorunu’nu bitirmek; e) demokratizasyon için adım atmak, islamın ve ülkücülerin ağırlığını hafifletmek. Bunlar, odatv iddianamesi, 52. Delil klasöründe var; müthiş, kendimden utanabilirim, ancak kendimi kutluyorum, önce Doğu’yu kutluyorum.
Tasfiye edilen 28 Şubat
Çok hoş, 28 Şubat 1997 tarihinde, “28 Şubat” olmuştu; bir, Genelkurmay Başkanı Hakkı Karadayı idi, o gün, dört günlük Israel gezisinden dönmüştü. Demek, 28 Şubat Muhtırası’nda Israel’in parmağı vardı; Cumhuriyet’in tehlikede olduğu temel tezdir, biliyoruz. İki, Refah Partisi iktidarda, Erbakan Başbakan, Gül bakan idi; muhtıradan sonra istifa ettiler. Erdoğan milletvekili seçilememişti ve generallerin hep birden Onuncu Yıl Marşı söyledikleri bir zamandaydık. Üç, ben sürgündeydim; Doğu ile buluştuk, kağıda döktüklerim bunlardır. Tarihe emanet ediyoruz.
Bunlara eklediklerim var, 17 Eylül 2002 tarihli ve asıl bunları yazmak istiyorum, Karadayı’dan sonraki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu’nu da ilgilendiriyor. “Kıvrıkoğlu, a) 28 Şubat’ı tasfiye etti; b) 2001 Şubat Devalüasyonu ile karşı devrimi kabul etti; c) idamın kaldırılmasının önünü kapatmadı.” Başkasını bilemem, bu notlar beni şaşırtıyor, 3 Kasım 2002 seçimlerinden öncedir; notlar mı, akepe’nin gelişini haber veriyor, demek getiren Ordu’dur. Gelen Kemal Derviş ve giden Edip Başer’dir. Bitti.
Edip Paşa, Malatya’da İkinci Ordu Komutanı idi, Kara Kuvvetleri Komutanı olması bekleniyordu, son gece önlendi, yerine Jandarma Komutanı Aytaç Paşa getirildi. Ve şimdi, Edip Paşa, emekli evinden, hem Cumhuriyet’i ve hem de Türk Silahlı Kuvvetleri‘ni savunuyor ve Aytaç Paşa, Silivri, Hasdal, Hadımköy’deki silah arkadaşları için ağzını açmıyor. Peki, ben ne diyorum; tutuklamalar akepe hükümete getirilmeden önce başlayan tasfiyelerin devamıdır, diyorum. Dava dosyalarına hem şaşırıyorum, hem de seviniyorum. Siyaset’e gelince, “seyis” sözcüğünden türemektedir, artık seyisi biliyoruz.
Darbeli seçim
Bitti, eklediklerim şunlardır. Bir, Hilmi Özkök ve diğerleri, meşru başbakan Ecevit’i istifaya zorladılar. İki, Ecevit daha sonra, Kemal Derviş’i kendisinin çağırmadığını, Imf’in ikinci başkanı Stanley Fischer’in gönderdiğini söyledi. Ülkeyi bir süre Fischer ve Derviş yönettiler. Üç, Fischer o tarihte Amerikan yurttaşı idi, şimdi Israelli oldu, Israel Merkez Bankası başkanıdır. Dört, Yüksek Komutanlar o sırada Kemal Derviş’i kucaklarından indirmiyorlardı ve indirir indirmez, Deniz Baykal‘ın kucağına aldığını biliyoruz. Demek, kucaktan kucağa bir Derviş dönemimiz var.
Devamını da hatırlıyoruz, seçimlere zaman vardı, Kemal Derviş birdenbire erken seçim çağrısı yaptı, Devlet Bahçeli nagehan tekrar etti; önlemek mümkündü, Yüksek Komutanlar erken seçimi destekledirler. Sonuçlar tahmin edilebiliyordu, akepe’yi hükümete getirdiler. Herkes “seçim” dedi ve ben, anında “darbe” ilan ettim. Devam etmektedir.
Çıkış yolu
Bana bir de “tank çıkarsa bir daha...” sözünden dolayı suçlama var. Tank hareketinden çok korkuyorlar, “Sincan never again” diyorlar, bir gezinti idi, inanamıyorlar. Ve ben tank ile diş macununu birbirine benzetiyorum, bir çıkarsa, çıktığı yere sokmak zor oluyor. Bu notla bitirmiş oluyorum.
Ve son Kopernik Devrimim şudur: Görevdeki subayların, başta orgenerallerin, mahkemelere üniformaları ile gitmelerini öneriyorum. Nizamnamelerine göre hiçbir mani yoktur, eskiden öyle yapıyorlardı. Böylece yüksek subaylarımız halk içine girmeye başlarlar. Çıkış yolu budur.

Hiç yorum yok: