AYDINLANMA Emre Kongar
İnsanlar genellikle mesleki kimlikleri dışındaki kimlikleri kendileri seçmez, doğuştan bunlara sahip olur.
Bir ailenin bireyi olarak doğarız…
O ailenin dinine ve mezhebine göre yetiştiriliriz…
Ona göre yetiştirilmesek bile başkaları bizi ailemizin din ve mezhep kimliği ile tanır…
Ailenin tarihi, dostlukları, düşmanlıkları bizi izler.
Aynı süreç, ırk, milliyet ve vatandaşlık için de geçerlidir.
İstesek de istemesek de içine doğduğumuz ailenin, toplumun tarihi peşimizi bırakmaz!
Elbette toplumlar ve devletler bir örnek insanlardan oluşmadıkları için, kimi zaman aileden gelen kimlikler toplumun genelindeki kimliklerden farklı olabilir.
***
Ortaçağdaki din ve mezhep kökenli kimlikler, Endüstri Devrimi’nden sonra bir de ırk ve milliyetle tanışmıştır.
Endüstri Devrimi sırasında temelleri atılan ve Bilişim Devrimi döneminde iyice gelişen demokrasi anlayışı ise insanları ırk, milliyet, din ve mezhep farkları olmaksızın doğuştan eşit sayar.
Her ne kadar evrensel demokrasi ve insan hakları anlayışı özellikle hukuk alanında böyle eşitlikçi bir yaklaşım geliştirmişse de, ne yazık ki uygulamada, demokrasinin yeterince gelişmediği ve yerleşmediği ülkelerde, zaman zaman, ırk, milliyet, din ve mezhep üzerinden yapılan ayrımlar, biraz da dışardaki güçlerin, ilişkilerin teşvikiyle, çatışmalara, bölünmelere kadar gidebilmektedir.
Göreli olarak homojen nitelik taşıyan ve demokrasisi yeterince gelişmemiş bir toplumda farklı bir ırktan, milliyetten, dinden veya mezhepten olmak çeşitli sıkıntıları da birlikte getirebilir.
Sünni Müslüman bir toplumda Hıristiyan olmak, Türkiye’de Rum olmak gibi!
İşte sadece Fenerbahçelilerin değil, Milli Takım’daki başarılarıyla tüm Türkiye’nin gönlünü fethetmiş olan Lefter Küçükandonyadis, Türk toplumunun“Ordinaryüs” unvanını verdiği bu efsane futbolcu, böyle sıkıntılar, çelişkiler yaşamış biriydi.
Varlık Vergisi zamanında ailesi sürgün yemiş, 6-7 Eylül 1955 olayları sırasında evi saldırıya uğramıştı.
Ama ne Lefter Türkiye’den vazgeçmişti ne de Türkiye Lefter’den!
Futbolu bıraktıktan, emekli olduktan sonra daLefter Büyükada’daki evinde yaşamını sürdürmüş, Türkiye onu her zaman sevgiyle bağrına basmış ve vefatı üzerine derin bir üzüntü yaşamıştır.
Neydi bunun sırrı?
Bunun sırrı Lefter’in mesleki kimliğinin, ırk, milliyet, din, mezhep kimliklerinin önüne geçmiş olmasıydı:
Lefter her şeyden önce bir sporcu, bir futbolcuydu.
Kendisi, kendini böyle tanımlıyordu, başkaları da onu öyle biliyordu.
Futbolculuğu, bütün sınırları, kimlikleri aşan başat bir kimlik haline gelmişti!
***
Ailemizi, dinimizi, mezhebimizi, ırkımızı, milliyetimizi genellikle biz seçemiyoruz…
Dolayısıyla mensup olduğumuz ailenin, dinin, mezhebin, ırkın, milletin geçmişte yaptıklarından biz sorumlu tutulamayız…
Ama mesleğimizi biz seçiyoruz!
Ve mesleğimizdeki başarı ya da başarısızlıklarımızın sorumlusu biziz.
Onun için dinimiz, mezhebimiz, ırkımız ve milliyetimizle övünme hakkımız pek yoktur…
Ama elbette bunlardan utanmaya da hiç gerek yoktur!
Övünülecek ya da utanılacak bir kimliğimiz varsa, o da kendi inşa ettiğimiz mesleki kimliğimizdir.
Bu nedenle demokrasilerde insanları, din, mezhep, ırk, milliyet kimliklerine göre değil, doğrudan yaptıkları ya da yapmadıklarıyla değerlendirmek daha doğrudur.
Bu konuda Lefter’in anısı hepimize yol gösteriyor! |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder