Suriye’de Arap Baharı olarak adlandırılan sözde demokratikleşme rüzgârından geriye büyük bir kaos kaldı
Suriye’de muhalefetin, meşru demokratik talepleri ile başlayan süreç, iktidarın Nusayri azınlığın elinden alınıp İhvanı Müslimin eksenindeki Selefi Sünnilere verilmesi hedefine kilitlenmiş durumda.
ŞAM - Arap Baharı’yla esmeye başlayan sözde demokratikleşme rüzgârıyla birlikte Suriye kelimenin tam anlamıyla kaosun eşiğine gelmiş durumda. Suriye, adım adım bir mezhep savaşına doğru gidiyor.
Suriye’de muhalefetin, insan hakları, hukukun üstünlüğü, çok partili sistem, ifade özgürlüğü gibi meşru demokratik talepleri ile yaklaşık bir yıl önce başlayan süreç, şimdi iktidarın Nusayri azınlığın elinden alınıp İhvanı Müslimin eksenindeki Selefi Sünnilere verilmesi hedefine kilitlenmiş durumda. Şam’dan bakıldığı zaman, bu tablo ABD’nin, Fas’tan başlayıp Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Filistin, Lübnan ve Suriye’ye kadar uzanan bölgede İhvanı Müslimin destekli Sünni grupları iktidara taşıma çabası olarak değerlendiriliyor. Yani, Şii İran’a karşı, geniş bir Sünni blok oluşturma arayışı... Bugün için ise son kale İran’ın yakın müttefiki olan Suriye... Suriye düşerse Tahran yönetimi iyiden iyiye yalnızlaşacak ve ABD’nin İran üzerinde etki kurması kolaylaşacak.
Suriye’de şiddet olaylarının en yoğun yaşandığı merkezlerden olan Humus, uluslararası medyaya açıldı. Sokaklardaki hava, Humus’ta yaşayanların kendi ağızlarından dile getirdikleri hikâyeleri, ülkede ne olup bittiğine ilişkin önemli ip uçları veriyor. Öncelikle, Suriye halkının hemen her kesiminin olaylar nedeniyle ciddi bir tedirginlik yaşadığı saptamasını yapmak gerekiyor. Bu tedirginlik, iktidarı da elinde bulunduran Nusayri azınlık için en üst noktada. Çünkü, son süreçte özellikle Humus’ta Nusayri azınlık Selefilerin hedefi durumuna gelmiş.Nusayri mahalleleri ateş altına alınmış, Nusayrilerin evlerine RPG roketleri fırlatıldığı, otomatik silahlarla saldırıldığı anlatılıyor. Uluslararası medyanın temsilcilerine saldırılar sonucu yaşamını yitiren ya da Selefilerin kaçırıp öldürdüğü asker, polis gibi resmi görevlilerin fotoğrafları gösteriliyor, hikâyeleri anlatılıyor. Saldırıya kurban gidenlerin yakınları, derdini tasasını yabancı gazetecilere anlatma arayışında. Bunun altında her ne kadar Beşşar Esad yönetiminin, ülkede olup biteni kendi izafet çerçevesinden gösterme çabası da yatıyor olsa, Selefilerin çok ciddi bir terör yarattığı gerçeği de ortada duruyor.
Esad yanlılarına göre terör faaliyetlerini giderek arttıran Selefilere, polis ve ordunun müdahale etmesiyle ortaya çıkan tablo, Batı’ya,“Suriye’de sivil halk katlediliyor” şeklinde yansıyor. Ordunun ve polisin şiddet olaylarında aşırı güç kullandığı değerlendirmelerinin yanı sıra Humus Valisi Ghassan Abdülaal’ın, “Teröristler ellerinde silahlarla saldırırlarken güvenlik güçleri de karşılık veriyor. Başka ne yapılabilir ki” yönündeki sözleri de dikkat çekici. Olaylarda sivillerin yaşamını yitirdiği gerçeği kadar, Sünni olmayanlara yönelik ciddi bir terör faaliyeti olduğu gerçeği de ortada. Belli ki, yetkililerin zihninde, olaylara hukuk ve insan hakları çerçevesinde müdahale edilmesi ve rejimi koruma refleksi arasında çıkmaz söz konusu. Bu çıkmazda, doğal olarak uzun yıllardır iktidarda duran Baas Partisi’nin otoriter yapısı da etkili... Bu noktada, ordu ve polisin Nusayri azınlığın denetiminde olduğu notunu da düşmek gerekiyor. Ancak hemen herkesin ağız birliği ettiği ve Batı’da çok dikkate alınmayan bir nokta var ki, Suriye’de yaşananları anlayabilmek açısından büyük önem taşıyor: Eğer, Esad yönetimi en başından bu yana olayları sivilleri katlederek çözmeye çalışsaydı, oluk gibi kan akardı ve terör olayları böylesine tırmanacak zemin bulamazdı.
“Esad yönetimi kolay kolay yıkılmaz. Bu süreç atlatılır” görüşü dile getirilse de Mısır, Tunus ve Libya örnekleri Suriye için de sonu çok belli olmayan bir döneme girildiği tedirginliğini beraberinde getirmiş. Asıl korkulan, demokrasi talepleri ile başlayan bu sürecin bir mezhep savaşına dönüşmesi. Olayların önünün kesilmemesi durumunda yakın gelecekte çok daha geniş bir cepheye yayılan Nusayri-Sünni çatışması çıkmasına kesin gözüyle bakılıyor. Tabii, ülkede yaşayan Hıristiyanların ve liberal Sünni kesimin de Esad yönetiminin arkasında olduğu dikkate alınırsa, mezhep savaşının yaratacağı olası tahribatı tahmin etmek zor olmayacak.
Humus’ta gazetecilerle buluşan grup, İhvanı Müslimin’in iktidara gelmesi durumunda laikliğin ortadan kalkacağını, Suriye’nin bir İslam Cumhuriyeti’ne dönüşeceğini, ülkenin önemli bir kesiminin bu nedenle kendini tehdit altında hissettiğini açık açık söylemekten çekinmiyor. Türkiye, Suriye halkı için örnek bir model. Ancak görünen o ki, AKP hükümetinin oturtmaya çalıştığı “Ilımlı İslam” anlayışından çok -son 10 yılda erozyona uğratılmış olsa da- demokratik rejimin laik yapısı...
SURİYE’DE TÜRKİYE ALGISI
AKP’ye büyük eleştiri var
Ülkede, Batı medyasına tepki çok büyük. İstisnasız hemen herkes, Suriye’ye ilişkin Batı medyasında çıkan haberlerin gerçeği yansıtmadığı görüşünde. Özellikle el Cezire’nin, Sünnileri destekleyen, terör saldırılarını bile rejimin sivillere uyguladığı katliam gibi yayınları, Esad yanlılarını çileden çıkarmış durumda. Cuma günü, el Meydan bölgesinde yaşanan ve 25 kişinin yaşamını yitirmesine neden olan intihar saldırısının ipuçlarının bir gün önce el Cezire’nin internet sitesinde yayımlanmış olması da dikkat çekici.
Tepki sadece uluslararası medyaya yönelik değil, AKP ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bu tepkilerden nasibini fazlasıyla alıyor. Şam’daki taksi sürücüsünden Humus-Şam yolundaki dinlenme tesisinin garsonuna, Emeviye Camisi yakınlarındaki Al Naffara Kahvesi’nin masalcısından Suriye Enformasyon Bakanlığı’nın yetkililerine kadar kiminle konuşursanız konuşun, AKP ve Erdoğan ağır bir dille suçlanıyor. Suriye halkı, bir yıl önce Erdoğan’ı Ortadoğu’nun ikinci Abdülnasır’ı olarak algılarken, şimdi ABD Başkanı Barack Obama’nın her dediğini yapan bir politikacı olarak görmeye başlamış.
AKP’nin Esad karşıtı politikasına karşın, Türk olmak Şam ya da Humus sokaklarında bir sıkıntı yaratmıyor. Suriye halkı, ister Nusayri olsun, İster Sünni ya da Hıristiyan, Türk halkı ile AKP hükümeti arasına bir ayrım koymuş gibi görünüyor. AKP’nin politikaları ve Erdoğan sert bir dille eleştirilirken Türk halkına yönelik olumlu yaklaşım iki ülke arasındaki gelişmelerin şimdilik ulusal bir nefret doğurmayacağını gösteriyor.
Bahçeli’ye davet
Esad yönetimi, AKP hükümetinden beklediği desteği bulamayınca dikkatini muhalefet partilerine çevirmiş durumda.
CHP heyetinin ardından Saadet Partisi heyeti de Şam’da en üst düzeyde ağırlandı. Enformasyon Bakanlığı yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Esad yönetimi yakında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi de Suriye gerçeğini görmeleri açısından Şam’a davet edecek.
Ancak Enformasyon Bakanlığı yetkilileri, MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yanıtlaması isteği ile TBMM Meclis Başkanlığı’na verdiği ve Suriye’de yaşanan olaylarda, kışkırtıcı rol oynadığı ve isyancıları eğittiği gerekçesi ile 49 Türk istihbaratçısının tutuklandığını ve bunların kurtarılması için bir heyetin Suriye’ye gidip gitmediği yönündeki soru önergesinden haberdar değil.
Resmi davet gelir ve Bahçeli de bu davete icabet ederse, Esad yönetiminden bu yöndeki bir bilginin teyidini isteyebilecek. Enformasyon Bakanlığı yetkilileri,“Sayın Bahçeli, bunu bize de sorabilir. Eminim kendisine en doğru yanıt verilecektir” demeyi de ihmal etmediler.
HALK SÜRECİ DEĞERLENDİRDİ
‘Ülke antilaik odaklarca karıştırılıyor’
Adı Reca Hayik, İstanbul’da okumuş, Çapa Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1984 yılında mezun olmuş. Olayların şiddetini yitirmediği Humus’ta Kadın Doğum Uzmanı olarak çalışıyor. Hayik’in şu sözleri dikkat çekici: “20 senedir Suriye’de güzelce yaşıyorduk. Bu son 9 ayda neler oldu anlayamadım. Silah kullanarak demokrasi istenmez. Biz laiklikten memnunuz. Ama Müslüman Kardeşler eline silah alıyor burada. Müslüman Kardeşler’in arkasında Lübnan, Katar, Arap Emirlikleri ve Erdoğan var. Bunlar ortalığı karıştırıyor, laiklik istemiyorlar. Bize Atatürk lazım. Laiklik olsa sorun olmaz.” Hayik “Sünniler, Nusayrilere yani Arap Alevilere saldırıyor. Evlerimize roket atılıyor, silah sıkılıyor. Yönetime gelmek, burayı İslam devletine dönüştürmek istiyorlar”derken, AKP’ye ve Başbakan Erdoğan’a yönelik tepkisini de saklamıyor.
Türkmen kökenli Ayda Hoçar’ın ise eşini kaçırıp öldürmüşler. Herkesin kendini korumak için orduya sığındığını belirtiyor ve “Bunlar Suriye’yi karıştırmak için dışarıdan geliyorlar” diyor.
Amir Bedahi 27 yaşında, çatışmalarda yaralanmış ve Humus’ta askeri hastanede yatıyor. Bedahi başına gelenleri “9 senelik askerim. Silahlı gruplar tarafından Husayr denen bölgede vuruldum. Orada olay çıktığı ihbarı geldi, Lübnan sınırından sızmış çok fazla silahlı grup var denildi. Biz de müdahale etmeye gittik. Görebildiğim kadarıyla yüzü kapalı sivil giyimli bir sniper tarafından vuruldum. Bu eylemciler Suriye’nin huzurunu ve güvenini bozdular…Bunların arkasında rejimi yıkıp Suriye’yi yıkmak isteyen silahlı gruplar var”şeklinde özetliyor.
Haydar İbni ise 45 yaşında. Oğlu işe giderken kaçırılmış. Ertesi gün cesedi parçalanmış halde bulunmuş. “Bu olayları dış muhalefet desteğiyle silahlı gruplar yapıyor” diyor.
LÜBNAN LİDERİNE TEPKİ
‘Kaosun nedeni Hariri’
Suriye’de tepki sadece Erdoğan’a yönelik değil, Selefilerin arkasında eski Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin de olduğu görüşü ağırlıkta.
Esad yanlılarına göre Saad Hariri, babası Refik Hariri’nin Suriye’nin organize ettiği ve Hizbullah’ın gerçekleştirdiği bir suikast sonucu yaşamını yitirdiğine inanıyor. Lübnan’da iktidarı eline almak için Suriye destekli Hizbullah’ı zayıflatarak Suriye’de Sünnileri destekleyip Esad yönetimini yıkmak istiyor. Bu nedenle de Suriye’deki terör faaliyetlerine destek sağlıyor. Tabii, dikkat çekilen bir başka nokta da, Hariri ile Erdoğan arasındaki yakınlık. Bu yakınlık, Suriye halkında Türkiye-Lübnan ve Batı ekseninde kendilerine yönelik çok ciddi bir cephe oluşturulduğu görüşünün yerleşmesine neden olmuş durumda.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder