PORTRE
Prof. Dr. BİLGE UMAR
İzmir, Karşıyaka, 1936 doğumlu. Yükseköğrenimini İ.Ü. Hukuk Fakültesi’nde yaptı. Aynı fakültede doktorasını aldı ve öğretim üyesi oldu. Daha sonra İzmir İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi Hukuk Kürsüsü’ne geçti. 1974’te profesör ve kürsü başkanı oldu. Medeni usul hukuk dersleri verdi. Uzun yıllar Ege Üniversitesi’nin çeşitli yüksekokullarında görev yaptı. Daha sonra üniversiteden ayrılarak hukuk danışmanlığı alanında çalıştı. 2002’de İstanbul’a gelerek Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde dersler vermeye başladı. Hukukla ilgili inceleme yazılarının yanında çevirileri, özellikle de Türkiye’deki ilkçağ kentleri üzerine araştırmaları ve İzmir’in Yunan işgali dönemini bilimsel ve objektif açıdan anlatan çalışmalarıyla tanınıyor.
Prof. Dr. Bilge Umar, Kurtuluş Savaşı sonrası Türk-Yunan ilişkilerini anlattı Mübadeleyi Venizelos istedi
Balkan Savaşı sırasında Yunanistan çok geniş arazilere yayılıp İzmir Savaşı kitabında da anlattığım gibi oradaki insanlar göç yollarına düşünce, o topraklar boşaldı. Dolayısıyla Yunanistan’ın Yunan bilincini oluşturacak ve yaşatacak nüfus yığınlarına ihtiyaç duyduğu ortaya çıktı.Yunan işgali gören yerlerde, özellikle Ege Bölgesi’nde kin tohumları ekilmişti. Sizi düşman gibi gören bir toplumun ortasında barınamazsınız. Mübadele anlaşması yapılmasaydı Karadeniz, yani Pontus ve Ege Bölgesi’ndeki Rumlar barınamazlar ve kaçmak zorunda kalırlardı. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması, İzmir’den Yunan kuvvetlerinin çekilmesi üzerine 1923’te Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan mübadele anlaşması nasıl sonuçlar vermişti? Bu mübadele hakça mı yapılmıştı? Mübadil kapsamına giren kişilerin soylarına bakılmış mıydı? Bu soruların yanıtlarını Türkiye’de en iyi bilen, konuya uzun yıllar kafa yoran kişilerden birisi Prof. Dr. Bilge Umar. “İzmir’de Yunanlıların Son Günleri” ve “İzmir Savaşı”kitaplarında konuyu enine boyuna irdeleyen Bilge Umar tam anlamıyla bir poliglot (çok dil bilen). Almanca, İngilizce ve Fransızcanın yanı sıra kendi başına bir de Yunanca öğreniyor. Öyle ki Yunancadan kitaplar bile çeviriyor. Prof. Umar’la yaptığımız bu söyleşide mübadeleyi, insan hakları ve hukuksal boyutlarını konuşuyoruz. ‘Bugüne uygun değil’ - Yunan işgal kuvvetlerinin Eylül 1922’de İzmir’den çekilmesinin ardından 1923’te Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan mübadele anlaşması uluslararası ve insan hakları hukukuna uygun mudur?B.U.- O mübadele anlaşması Lozan Antlaşması’nın bir maddesi olarak imzalandı. Sonra da 1924’ün başında o mübadelenin tatbikatını göstermek üzere Mübadele Kanunu çıktı. Orada insan hakları nerede başlar, nerede biter? Tabii bu telakkiye bağlı. Bugünkü insan hakları anlayışıyla böyle bir anlaşmanın yapılamaması lazımdır. Geçenlerde bir televizyon programında devletler arasında insanların bu şekilde mübadele edilmesinin insan haklarına aykırı olduğu dile getiriliyordu. Haklı bir görüş. Ama o günkü siyasi şartlar bakımından bu mübadeleyi isteyen özellikle Yunanistan olmuştur. ‘Kaçmak zorunda kalacaklardı’ - Neden esas olarak Yunanistan mübadeleyi istedi?B.U.- Balkan Savaşı sırasında Yunanistan çok geniş arazilere yayılıp İzmir Savaşı kitabında da anlattığım gibi oradaki insanlar göç yollarına düşünce o topraklar boşaldı. Dolayısıyla Yunanistan’ın Yunan bilincini oluşturacak ve yaşatacak nüfus yığınlarına ihtiyaç duyduğu ortaya çıktı. Böylece akıllarına nüfus mübadelesi yapmak geliyor. O arada Kavimler Cemiyeti de devreye girmişti. Ayrıca kitaplardan okuduğuma göre dönemin ünlü Yunan lideriEleftherios Venizelos bu mübadeleyi çok istemiş. “Bu savaştan sonra nasılsa Rumlar ve Türkler bir arada yaşayamaz. O nedenle bu mübadeleyi halledelim” düşüncesi hâkim oldu. Ama tabii bu bir yanılgı. Çünkü savaş sonrasında da özellikle Kapadokya bölgesinde Rumlar ve Türkler arasında iyi ilişkiler sürdü. Sadece Yunan işgali gören yerlerde, özellikle Ege Bölgesi’nde kin tohumları ekilmişti. Sizi düşman gibi gören bir toplumun ortasında barınamazsınız. Mübadele anlaşması yapılmasaydı Karadeniz, yani Pontus ve Ege’deki Rumlar barınamazlar ve kaçmak zorunda kalırlardı. Türk Ortodokslar - Mübadil Rumların hepsi İstanbul’daki Rum Ortodoks Patrikhanesi cemaatinden miydi?B.U.- Değildi. Bir kere Karamanlı Rumlar dediğimiz bir grup vardı. Onların aslında Yunanlılıkla ilgisi yoktur. Bunlar Peçeneklerin ahfadındandır. Onlara Rum papazlar Rum alfabesini öğretmişlerdi. Dilleri hiçbir zaman Yunanca olmadı. Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin kurucusu PapaEftim (Selçuk Erenerol) onlardandı. Atatürkonları korudu kolladı. Mübadil Rumlardan kalan bir kısım mülkü onlara verdi. Ama uluslararası alanda bir dinsel camia olarak kabul görmedi Türk Ortodoks Patrikhanesi. Zararların tazmini hakça olmadı
- 1924’te yaşanan mübadele en azından maddi zararların tazmin edilmesi bakımından iki tarafta da hakça mı oldu?
B.U.- Olmadı. Bu mübadelede Yunanlılar tabir caizse kazık yediler. Çünkü buradan giden Rum ve Ortodoks sayısı çoktu. Oysa Yunanistan’dan Türkiye’ye gönderilen Müslüman ve Türklerin sayıları onların üçte biri kadardı.
Şöyle bir sistem uygulandı: Türkiye’den gidenlerin bütün mallarını Türkiye Cumhuriyeti sahiplendi; bunlar devlete geçti. Bir de bu mallar üzerinde birtakım açıkgözlerin oynadıkları oyunlar oldu.
- Seferihisar’daki mülk davasını mı örnek gösteriyorsunuz?
B.U.- Evet. Mübadele konusu yıllar geçtikten sonra bile çok ilginç etkilerini göstermeye devam etti. 1970’li yıllarda bir şirket, Seferihisar’da bir arazi satın aldı.
Sonra da Seferihisar Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açarak mülkün aslında tapuda çok daha büyük olarak görünmesi gerektiğini ileri sürdü.
Mahkeme davayı görmeye başladı. Ancak davalı olarak gösterilen kişiler yıllar önce mübadil olarak Türkiye’yi terk etmiş bazı Rumlardı. Hâkimlerin o arazilerin devlet malı olduğunu bilmeleri lazımdı. Davalı olmadan dava yıllar sürdü. Düzmece birtakım tanıklar getirildi. Sonunda mahkemeden karar çıktı ve arazi on kat büyütüldü.
Derken bu şirket arazi üzerinde çok modern görünümlü bir site planı yaptı. Pek çok insana, sözüm ona uygun taksitle bu yerler satıldı. Mal sahiplerine tapuları verildi. Ancak günün birinde şirket sahipleri sırra kadem bastılar. Mülk sahipleri de karşılarında muhatap bulamadı. İş bununla bitmedi. Devlet bu mülk sahiplerini devlet arazisine inşaat yaptırmaktan dava etti. Dava yedi-sekiz yıl sürdü. Yargıç sonunda tapu sahiplerinin tapularının geçerli olduğuna karar verdi. Burada anlatmak istediğim, aradan neredeyse doksan yıl geçmiş olmasına rağmen bile bazı tapularda mülk sahiplerinin, eski mübadillerden, örneğin Mihalis, Yorgo ya da Aleko olarak göründüğü.
- Peki, Türkiye’ye gönderilen mübadillerin Yunanistan’daki malları ne oldu?
B.U.- Onları da Yunan devleti sahiplendi. Böylece gelenler ve gidenlerin geride bıraktıkları mallara karşılık tazminat geride kalan mallarla ödendi. Yani Türkiye’de kalan mallar buraya gelen mübadillere, Yunanistan’a gönderilenlere de Yunanistan’da kalan mallar verildi. Demin söylediğim gibi Yunanlılar mübadeledeki tazminat işinde kazık yediler. Buradan gidenlerin neredeyse üçte biri kadar buraya gelen Müslümanlar ve Türklerin çoğu gariban köylülerdi.Oysa Yunanistan’a gidenler pek gözü açık kişilerdi. Ünlü Yunan yazar Dido Sotiriu’nun “Benden Selam Olsun Anadolu’ya” kitabında da anlatılır.
- Mübadele sonrası kimi yerleşim yerleri insanın içini acıtacak biçimde bugün bile hayalet şehir ya da hayalet köy görünümünde. Bunlara en güzel örnek de Fethiye’deki Kayaköy. Kayaköy iskân edilemez miydi?
B.U.- Oraya başlangıçta yerleştirilenlerin hemen hepsi tütün ziraatından başka bir iş bilmiyorlardı. Oysa orada tütüncülük yapmak olanaksız. Kayaköy’e yerleştirilenler baktılar ki orada tutunamayacaklar, birer ikişer oradan ayrıldılar. Bugün belki turistik amaçla ama daha çok açık hava mübadele müzesi olarak kullanılabilir.
‘Liman von Sanders ne dedi’
- Osmanlı döneminde Türkler daha çok devlet memuriyetinde çalışırken reaya ya da Hıristiyan azınlık, esas olarak da Rumlar ve Ermeniler ticaretle uğraştığı için sermaye sahibi durumundaydılar. Birinci Dünya Savaşı’nda Rumlar ve Ermeniler tehcire uğradılar. Ermeni komitacıları kışkırtanların Ruslar ve Almanlar olduğunu biliyoruz. Buna karşılık İngilizler Rumları desteklediler. Bu ülkeler bir anlamda tehcire çanak tuttular. Yoksa o dönem yeni sanayileşen bu ülkeler Osmanlı’daki gayrimüslim sermayeyi ele geçirmeyi mi planlıyorlardı?
B.U.- Yunan kitaplarında yazılır. Liman von Sanders’in Türklere “Bu gayrimüslim azınlıklar ülkede kaldığı sürece siz ekonomik güç kazanamazsınız, kalkınamazsınız”biçiminde telkinde bulunduğu bu kaynaklarda vardır.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder