5 Mar 2012

Dolmabahçe masalları, Silivri gerçekleri

Tesettürlü kanallar ile gül kokulu büyük medyanın, Erdoğan'ın çocukluk yıllarından, Hayrünnisa Gül’ün topuklarına; her biri ayrı bir büyük hüsranla sonuçlanan dış siyaset girişimlerimizden, Türkiye'nin yakın tarihine, her köşede AKP adına zaferler aramasında, bulamadığı yerde icat etmesinde şaşırılacak bir yan yok. Bizleri şaşırtan, daha çok, sermayeye ve emperyalizme kölece bir bağlılıkla, büyük bir cehalet ve aynı derece büyük bir hınçla tüm bir coğrafyanın karanlığa sürüklenmesine karşı duranların da, yeri geldiğinde, bu zafer masallarına kapılıp gidebilmeleridir. Cehaleti cehaletle büyütmek ve Dolmabahçe’de bir kez daha yersiz AKP zaferleri aramak, herhalde, bizim işimiz olmamalıdır.
Silivri’den sızanlar, sızmayanlar
Odatv haber müdürü ve bir yıldır Odatv davası tutuklu sanığı Barış Terkoğlu, dinleyen herkesi sarsan “savunmasını” sonlandırırken şöyle diyordu: “Bugün buradan çıksam adliyenin merdivenlerine oturup aynısını yazacağım. 100 yıl hapiste kalsam, çıktığım gün aynı fikirlerde ısrar edeceğim. Sağ kolum olmasa sol kolumla düşündüklerimi anlatacağım.” Terkoğlu ve Odatv genel yayın müdürü ve bir yıldır aynı davanın tutuklu sanığı Barış Pehlivan, adliyenin merdivenlerine özgürce oturma hakkına kavuşamasa da, okurlarını hiç bekletmedi ve geçtiğimiz hafta içinde Wikileaks belgelerinin bir kısmı üzerine hazırladıkları kitabı yayınladı.
“Sızıntı: Wikileaks’te Ünlü Türkler” yayınlanır yayınlanmaz “best-seller” oldu. Masallarla uyutulmaya çalışılan Türkiye’ye Silivri’den gerçekler sızmasının bir büyük korku kaynağı olduğunu görebiliyoruz. Pek çok gazete, kitapta konu edilen belgeleri manşetlerine taşırken, çifte sansür uyguladı. Barışlar’ı ve yok satan kitaplarını yok saymakla kalmadı, aynı zamanda “sansasyon” belgelerdeki, asıl sansasyonları görmezden geldi. Polisin ABD’li diplomatlara Mustafa Balbay’ın gözaltına alınacağı operasyonu bir hafta önceden haber vermesi de, söz konusu operasyonun İlker Başbuğ-Osman Paksüt görüşmesine karşılık yapılacağını söylemesi de, Cumhuriyet gazetesi açısından dahi haber değeri taşımadı. Hal böyle olunca, Barış Pehlivan’ın, kitabıyla “sızdırdıklarından” sonra, Soner Yalçın’la kaldığı koğuştan sürülmesinin büyük medyada haber olmasını beklemek de elbette saflık oluyor.
Akıldan korku, gerçekten nefret
Ne çok aydınımıza kıydılar, karanlığa yolculukta ısrar varsa zorunluydu; yaralarımız açıktır, kanıyoruz ve biliyoruz. 1978’de uğradığı silahlı saldırı sonucunda sakat kalan Server Tanilli’nin “1960’lı yılların büyük uyanışının önemli isimlerinden” diyerek selamladığı Cavit Orhan Tütengil, katledilmesinden on yıl önce yazdığı bir çalışmasında medya için şunları söylüyordu: “Kamuoyunu yaratmak ve kamuoyunu dile getirmek günümüzde basını demokrasilerin dayandığı ‘kuvvet’lerden biri haline koymuş, bir sanayi dalı olmasına ve iktisat kurallarına göre yönetilmesine rağmen basına, kamu hizmeti yapma özelliği kazandırmıştır”. Kıra kıra ilerlediler; şimdi basının yalnızca gerçekleri gözlerden gizleme ve masal fabrikasyonu yapma özelliği vardır.
Ballı börekli sunum
Her şeye rağmen, en büyük gürültüyü koparan, “Police lift curtain on Ergenekon probe”, “Polis Ergenekon Tahkikatı üzerindeki perdeyi kaldırıyor” başlıklı belge oldu. 24 Kasım 2008 tarihli bu belgede, Türk emniyetinin ABD büyükelçiliğine Ergenekon soruşturması hakkında bir briefing verdiğini ve bu briefing’de Ergenekon’u “aşırı milliyetçi çevrelerden taraftar bulabilmek için Batı karşıtı ve ABD karşıtı propagandaya güvenen ... devasa bir şebeke” olarak tanıttığını belirtiyordu. Başka hiçbir ülkeye bu denli kapsamlı bir sunum yapılmadığı da ekleniyordu. Yalçın Küçük, Kasım ayında yazdığı “Amerikan Elçiliğinde Polis Şefleri” başlıklı yazısında aynı belge ve briefing hakkında söylediği gibi, bu “ballı börekli” olanıdır.
Fabrikatör basın, bu belgede Türk polisinin Amerikan devleti memurlarını, iddia edilen örgütün kendilerini hedef aldığına ikna etmeye çalışarak onlardan “doğrudan ya da dolaylı destek” beklediğinin bildirilmesinden ziyade, yalanlanan briefingin kendisi olmamasına karşın, Erdoğan’ın ve emniyetin arka arkaya gelen yalanlamalarına ve Büyükanıt’ın kızına ilişkin olduğu söylenen görüntüler bulunduğu iddiasına ilgi gösterdi.
İkinci Dolmabahçe masalı
Ancak iş yalnızca büyük basının sansürüyle ve çarpıtmalarıyla kalmadı; şimdi söz konusu görüntülerin Dolmabahçe’de masaya konup konmadığı tartışmaya açılmış durumda. Daha önce, Fikri Sağlar’ın iddialarıyla gündeme gelen “Büyükanıt’ın Dolmabahçe teslimiyeti” masalının bir yeni versiyonu dolaşıyor kulaktan kulağa. Barışlar’ın kitabını tenzih ediyorum; belgede de, “Sızıntı” kitabında da Dolmabahçe’ye ilişkin bir iddia ya da ima bulunmuyor.
Dolmabahçe gerçekleri
Dolmabahçe görüşmesi 4 Mayıs 2007’de gerçekleşti. Görüşmede nelerin konuşulduğu hiç açıklanmadı ama ardından olanları takip edebiliyoruz. Yalçın Küçük’ün “Amerikan Elçiliği’nde Polis Şefleri” yazısıyla birlikte, Eylül ayında Hürriyet’in “dört yüz“ ekibince hazırlanan “Dolmabahçe’nin 135 Dakikası”nı ve Adli Turan’ın Aydınlık’ta yayınlanan “Hürriyet’te İfşaat”ını da şiddetle tavsiye ediyorum.
Hürriyet gazetesi, Dolmabahçe görüşmesinin ertesi gününde olanları şöyle özetliyor: Önce “Başbakanlığın çok tartışılan müsteşarı Ömer Dinçer görevinden ayrıldı... Böylece askerlerin en büyük itirazlarından biri giderilmiş görünüyordu... Ama daha önemli bir gelişme vardı. Meclis’te o gün cumhurbaşkanlığı için yapılan oylamada 367 oy çıkmayınca, Abdullah Gül adaylıktan ayrıldığını açıklamıştı. Bu arada Dinçer’in listede yedinci sıra gibi alt bir yere yerleştirilmesi, Dolmabahçe görüşmesinin çerçevesini çiziyordu.” Dört yüz’ün AKP övgüleri, Dolmabahçe gerçeklerini örtmeye yetmiyor.
Eklenecekler var. TSK’nın ve Büyükanıt’ın türbansız bir meclis başkanı ve cumhurbaşkanında ısrarcı olduğunu biliyoruz. Birinci isteklerinin gerçekleştiğini de. Bülent Arınç yerine Köksal Toptan geldi. Gül’ün cumhurbaşkanlığına çıkması ise engellenemedi. Ancak bunun, Dolmabahçe ile değil, daha sonra alınan bir karar olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Türk siyasetinde sağlık sorunları
Abdullah Gül, Dolmabahçe görüşmesi sonrasında rahatlamış görünmekten pek uzaktır. Ertesi gün, adaylıktan ayrıldığını açıklıyor ve 7 Mayıs tarihinde Hürriyet, cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle yaşanan stresli günlerin Gül’ün tansiyonunu çıkardığını ve Kayseri Lisesi’nden arkadaşı İbn-i Sina Hastanesi Kardiyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Çetin Erol’a makam veya konutunda sık sık tansiyonunu kontrol ettirdiğini bildiriyor. Erol, yüksek tansiyon teşhisi koyduğu Gül’e tansiyon düşürücü ilaçlar kullanmasını öneriyor.
Gül, Dolmabahçe görüşmesi sonrası, stres nedeniyle tansiyon sorunuyla boğuşurken, Erdoğan’sa başka partilerle de görüşme istediğini dile getirerek yeni aday listeleri peşinde görünüyor.
Muzaffer Büyükanıt, Fenerbahçe ve Ergenekon
Dolmabahçe görüşmesinden muzaffer çıkan Büyükanıt oluyor; ancak hem kendisine, hem de türbansız cumhurbaşkanı karşısında hem başbakanlığını, hem de sözünü kabul ettiği Erdoğan’a fazla güveniyor. Teskin oluyor.
Adli Turan’ın deyişiyle Yaşar Paşa gönül rahatlığıyla “balans ayarı yapıp Fenerbahçe maçlarına koşarken”, Haziran ayında Ümraniye’de bombalar fışkırıyor, iddialara göre Büyükanıt’ın kızına ilişkin görüntülerin fışkırması da bu aydadır, ve Ağustos’ta türban Çankaya’ya çıkıyor.
Erdoğan’ın ne ilk, ne son cayışıdır. 5 Kasım’daysa Bush’la ünlü görüşmesi var; ilk “doğrudan ya da dolaylı destek” arayışı mıdır, sorabiliyoruz.
Şimdi, önünde eğildiklerinden intikam peşinde görünüyor. Büyükanıt ve Koşaner buradadır.
14 Şubat 2012

Hiç yorum yok: