Şemdinli Keyfi |
Cuma gecesi ekranda; Afyon’da daha genç fidanların parçalanmış vücutlarından kimlik tespiti bile yapılamamış iken gençlerimizi emanet ettiğimiz kurumun en yetkilisine şehrin en yetkilisinin hediyeler sunduğunu görünce kendimden geçtim.
Hediyeleri biri verdi, diğeri de aldı!
Üstelik bu durumu yansıtan fotoğraf da medyaya şehrin yetkilisi tarafından servis edilmişti. Yaptığından gurur duymuş olmalı ki, fotoğrafı kamunun dikkatine sunmuş. Bu iki yetkilinin gölgesinde yürüdükleri partinin sözcüsü de “ne var yani, esasen gülselerdi ayıp olurdu!” demiş.
Ertesi günü iki yetkili tepki alınca kendilerini şöyle savunmuşlar (mealen):
“Acımız büyük ama bir çay-kahve de ikram etmeyecek miydik?”
“Ziyaret esnasında hediye verilmesi devletin bir geleneğidir, elim olayla ilişkisi yoktur. Ancak, hediye merasiminin fotoğrafının kamu ile paylaşılması üzücüdür. Bu fotoğrafa yapılan yorumlar daha da üzücüdür.”
Evlatlarını kaybettiklerini bilen ancak henüz tabutunu bile alamayan anne ve babaların feryatları ise cuma gecesi bir sonraki haberdi.
“Vatan sağ olsun” sözünün artık hiçbir anlamının kalmadığını bir şehit babasının şu sözleri mükemmel ifade ediyordu:
“Vatan sağ olmasın, oğlum sağ olsun!”
O an evde iki evlat sahibi olarak yalnız başıma televizyon aletine bakarak hüngür hüngür ağladım.
Bu yazıyı yazmak da şart oldu.
İnsanı diğer mahlûkattan ayırt eden en büyük fark insanın beynini kullanarak analiz yapabilmesidir. Analiz yapabilen bir beyin ise önce yaşama tutunmayı öğrenir. Bunun için hem üretir hem tüketir. İnsanı diğer mahlûkattan ayırt eden ikinci özelliği ise “iyi ve kötü”yü, “doğru ve yanlış”ı ayırt edebilmeyi öğrenebilmesidir. Adına “ahlak” dediğimiz bu öğreti mal-mülk kadar, hatta ondan da öte; insanoğlunun bazı meziyetlere sahip olması gerektiğini söyler.
Haysiyet, gurur, onur sahip olunması elzem meziyetlerin bazılarıdır.
Bunları kaybedenlere de “ar damarı çatlamış” denir.
İnsan aç gezebilir, ser-sefil dolaşabilir. Ama haysiyetsiz dolaşamaz, gururunu yitiremez, onurunu kaybedemez.
Bize öyle öğrettiler.
İnsanın aklı ile bulduğu meziyetlerin bir kısmını hayvanlar da güdüleri ile sahiplenirler. Bir zamanlar bir “Kangal-Akbaş” köpeğimiz vardı. Haksız azarlandığında küser, önüne konan en nefis kemiklere bile aç olduğu halde dokunmazdı. Küçük oğlumun köpeğe haksızlık yaptıktan sonra yalvar yakar köpekten özür dilediğini hatırlarım.
Haysiyet sahibi olduğunu belli etmenin, ar damarının çatlamadığını göstermenin türlü yolları vardır.
Bunlardan birisi nerede nasıl davranacağını bilmektir.
Aç insanın yanında yemek yenmez. Yemek varsa paylaşılır. Muhtaca el uzatılır.
Yaşlıya yer verilir, hamile kadın kalabalıkta sakınılır.
Acısı olana, acıyı paylaşamaz iseniz bile en azından saygılı davranırsınız.
Saygı sadece üste/amire değil, en alttaki mağdura bile gösterilir.
Ölü evinin önünden geçerken sesli konuşulmaz bile.
İnsanlar dışarıda evlatlarına ağlaşırken, yetkililerden yardım beklerken, bir yetkilinin diğer yetkiliyi hediyeye boğması, diğerinin de bu hediyeleri kabul etmesi, üstüne üstlük bu manzaranın başkaları ile bizzat yetkililerden birinin girişimi ile paylaşılmasına da iyi gözle bakılmaz Ne dendiğini ise, lütfen bu iki yetkili kendi aile büyüklerine sorsunlar. Alacakları cevabı biliyorum!
Geçtiğimiz hafta acılarla dolu idi. Kolay kolay unutulmayacak bir hafta yaşadık. Acılı haftaya iki fotoğraf art arda damgasını vurdu. İleride bu melun hafta bu iki fotoğrafla anılacak.
Birinde bir gazete genel yayın yönetmeni Şemdinli dağlarında kahve keyfi yapıyordu!
Diğerinde bir “çok yetkili” diğer “çok yetkili”yi hediyeye boğuyordu!
Bu iki birbirine benzemez fotoğrafın bir de ortak noktası vardı.
İkisinin de kenarından kan akıyordu!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder