Tarihe merak sardığımdan mıdır nedir; son dönemde sık düşünür oldum...
Başbakan’ın dünya tarihi bilgisi acaba ne kadar?
19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başını iyi bellemiş olsa, bu yaptıklarını yapar mı?
Örneğin, I. Dünya Savaşı’nı dağarcığında yerli yerine oturtmuş bir başbakan, şu son uçak indirme talimatını bu denli soğukkanlılıkla verebilir miydi?
Benzer sorular sanırım son günlerde çok insanın aklından geçiyor…
Geçen akşam Kanal D’de Abbas Güçlü’nün “Genç Bakış” programı vardı…
Güçlü’nün “Genç Bakış”ı TV’lerde kalan doğru dürüst az sayıda programdan biri…
Ankara Atılım Üniversitesi’nden yayımlanan bu haftaki programın konusu“Tarih tekerrür mü ediyor?” sorusuna odaklanmıştı.
Program konuklarından Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bige Sükan, hedefi on ikiden vurarak bir noktada “Batı’da siyaset adamları çok iyi tarih bilir” dedi ve ekledi: “Başbakanların ayrıca sıkı tarih danışmanları olur. Bizde böyle bir gelenek yok!”
Cahil cesareti…
Olsa acaba başbakan danışmanlarını dinler mi? Havan dövücünün hınk deyicisinden başkasını yanına danışman katar mı? Katsa o danışman o makama ne kadar dayanır?
Bu soruların ötesinde Prof. Sükan’ın hatırlatması fevkalade isabetli…
Madrid, Roma, Brüksel gibi AB başkentlerindeki gazetecilik deneyimim boyunca benim de hep dikkatimi çeken bir konu olmuştur:
Avrupa siyaset adamlarının “tarih bilgisi”; bizde hiç tanık olmadığımız bir bütünlük ve süreklilik içerir…
Dünya tarihine hâkimiyet; bizdeki yaygın tarih cehaleti ile yan yana/karşı karşıya geldiğinde, bilgiyle teçhiz olan taraf haliyle üstünlük sağlıyor. Bilgi başlı başına bir güç temin ediyor. Cahil cesareti ise insana hiç yapılmayacak işler yaptırıyor…
Bu bağlamda, bu yaz görüştüğüm üst düzey bir uluslararası uzmanın yaptığı bir saptamayı da ilave etmeden geçemeyeceğim:
AKP hükümeti ile yıllardır dirsek teması içinde olan söz konusu uzman bana;“Hayretle gördüm ki” diyerek şunları anlattı: “Uluslararası ilişkilerde AKP takımı sadece ‘lineer bir mantık’ kullanıyor ve A, B, C ülkeleri ile Ankara’nın ilişkilerini yalnız ikili temelde ele alıyor. A-B-C’nin aralarındaki girift ilişkiler ile o girift ilişkiler manzumesinin dünyanın gerisiyle etkileşimi göz ardı ediliyor. Bu, onlara fazlasıyla karışık ve sofistike geliyor…”
Hep yineleniyor ya: Ankara yalnız kaldı…
Biraz da bu yüzden.
Ankara, ne kendisini ortada bırakan Arapların ne hasım Suriye’nin ilişkilerini gerçek manada hesaplayabilmiş durumda.
Ankara yalnız tek çizgide yol alan bir düşünce hattında ilerliyor: “Esaddevrilmeli!”
Esad’ın (Rusya, İran, Çin!) ilişkiler matrisinin, bu talep karşısında çıkardığı/çıkaracağı engeller yok sayılıyor…
Bunlar hesaplansa, biz her Allah’ın sabahı “Birileri bize her şeyin çok kötü bir kâbus olduğunu söylese!” duygusuyla kalkar mıyız?
Bir sonraki adım savaş
Yaşadıklarımız ne yazık ki kâbus değil gerçek…
Kâbustu gerçek oldu cinsinden bir gerçek…
Önceki gece CNN Türk’te de “5N 1K” programında ilginç bir konuk vardı. Londra’da “El Kudüs el Arabi” gazetesinin genel yayın müdürlüğünü yapan Arap gazeteci Abdel Bari Atwan; uçak krizinden sonra olayın artık bir Suriye-Türkiye krizi olmaktan çıkıp bir Türkiye-Rusya krizine dönüştüğünü ve Türkiye’nin süreçte yalnız kaldığını, bir sonraki adımın da savaş olduğunu söyledi.
Londra’da BBC’nin “Dateline London” programlarına hemen her hafta çıkan ve güçlü haber kaynaklarına sahip önemli bir yorumcu olarak tanınan Abdel Bari Atwan bizzat kendisi “Arap olmasına karşın”; “Arap müteffiklerinize güvenmeyin!” uyarısında bulundu…
Hemen o anda başbakanın ünlü “Türk Arapsız yaşayamaz, kim ki ‘Yaşar der’delidir!” hamasetini hatırladım…
Başbakan da acaba “El Kudüs el Arabi” gazetesinin genel yayın müdürünün bu açıklamalarını dinliyor mudur diye düşündüm.
Abdel Bari Atwan; Erdoğan ile karşılaşması halinde kriz hakkında hangi önerilerde bulunacağı sorulduğunda, şu noktaları sıraladı:
1. Erdoğan, Suriye ile savaşa girmesin! Suriye’nin savaşta kaybedeceği hiçbir şeyi yok. Ancak Türkiye, istikrar-ekonomi başta olmak üzere her şeyini yitirir. ABD’den kendinize pay biçin! Koskoca Amerika dahi Irak’ta kaybetti….
2. ABD’ye de Arap müttefiklerinize de güvenmeyin!
3. Kendi ülkenize, Türkiye’ye odaklanın!
Aklın yolu bir.
Ana muhalefet partisi ile muhalif aydınlar Türkiye’de bunları söylediğinde Baasçılıktan mezhepçiliğe uzanan bir yelpazede çeşitli suçlamalara maruz kalıyor ve türlü laf yiyorlar…
Kültürel ilkellikle baş etmek, zor olduğu kadar tehlikeli.
Not: Bugün Yılmaz Esmer’in “Türkiye Değerler Araştırmasını” sürdürecektim. Ancak gündem elvermedi. Savaş çıkmazssa, kaldığımız yerden ilk fırsatta devam ederiz.
13 Ekim 2012 - Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder