Demek ki bu ülkenin demokratlarının, laiklerinin, liberallerinin, aydınlanmacılarının, sosyalistlerinin, komünistlerinin, Atatürkçülerinin, yurtseverlerinin, antiemperyalistlerinin çıkarabilecekleri, üzerinde anlaşabilecekleri bir cumhurbaşkanı adayı yok...
Demek ki bu ülkede Kurtuluş Savaşı boşuna yapıldı...
Daha da öncelerden başlarsak, bütün bir 19. yüzyılı kaplayan demokrasi arayışları, sürgünler, idamlar, tüketilen tonlarca kâğıt, mürekkep, çekilen ve çekilmekte olan sayısız acı ve 20. yüzyılın ikinci yarısında hızlanarak etkileri günümüze ulaşan işçi, gençlik, aydın hareketleri, toplumcu savaşımlar, yaşanan ve yaşanmakta olan acılar boşunaydı, boşunadır...
Demek ki eninde sonunda, bütün bunların sonrasında, iki tane cumhurbaşkanı adayı çıkarabiliyoruz:
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül.
Şimdi aralarındaki çelişki, anlaşmazlık ne olursa olsun, farklı yumurta ürünü de olsalar, aynı anne babanın çocukları, ikiz iki kardeş...
Üslupları arasındaki farklar ne olursa olsun, yukarıda sıralanan kavramların tam karşısında yer alan çevrelerde yetişmiş; Cumhuriyet devrimlerine, demokrasiye, aydınlanmaya karşıt görüşlerle beslenmiş iki karşı devrim ürünü...
En temeldeki referansları bilim değil din, bilgi değil inanç, insan değil doğaüstü kavramlar olan iki Cumhurbaşkanı adayı.
Daha doğrusu tek aday...
Sonuçta, en temelde, aynı kişi olduklarına göre...
Demek ki Türkiye Cumhuriyeti bu kadarmış...
Hiçbirimiz sıyrılmaya çalışmayalım, demek ki bu kadarmışız...
Gücümüz, çapımız, ufkumuz, birikimlerimiz bu kadarmış...
Acaba gerçekten öyle mi?
Ben çapımızın bu kadar küçük, ufkumuzun bu kadar dar, birikimlerimizin bu kadar sığ ve yetersiz olduğuna inanmıyorum...
Hiçbir acı boşuna yaşanmadı, hiçbir sıkıntı boşuna çekilmedi, hiçbir emek boşa harcanmadı...
Türkiye Cumhuriyeti’nin birikimleri, kazanımları; böylesine bir çırpıda, böylesine ucuza harcanabilecek, gözden çıkarılabilecek kadar sığ ve değersiz olamaz...
Öyleyse sorun nerede, neden bu küçültücü, utanılası, aşağılayıcı durumdayız? Bir çözüm, bir kurtuluş yolu bulunamaz mı?
Erdoğan’la Gül arasında sıkışmaktan, bu boğucu zorunluluktan nasıl kurtulabiliriz?
Öncelikle, içinde bulunduğumuz durumun gerçekten boğucu olduğunu kavrayarak, algılayarak...
Böyle bir utanç verici duruma, Erdoğan’la Gül arasında sıkışmış olmaya kendi içimizde, vicdanımızda karşı çıkarak, bu durumu kabul etmeyerek; kötünün iyisine, “ehveni şer” gibi görünene de razı olmayarak...
Ahlaksız bir görsel, işitsel ve yazılı medyanın zehirleyici etkisi altında kalmamayı başararak...
Bunu öncelikle bizler, yukarıda sıraladığım kavramlardan hangisi olursa olsun herhangi birine daha çok değer veren aydınlar başarmalıyız...
Ülke elden giderken şu ya da bu kavramı daha çok önemsemek, şu ya da bu örgütlenmenin içinde olmak ya da olmamak çok fazla önem taşımıyor...
Asıl önemli olan, ortak tehlikeye, ülkeyi yörüngesinden saptırmakta olan büyük tehdide, tehdidin de ötesindeki gerçekliğe karşı birlikteliğin sağlanmasıdır…
Gezegenimizin yörüngesinden sapmak tehdidiyle karşı karşıya bulunduğunu düşünelim...
Sistemler, ülkeler, ideolojiler arasındaki ayrımlar, karşıtlıklar bir anda ortadan kalkacak; ahlaksızlar, ahmaklar, vurdumduymazlar ve belki kaderciler dışında akıl ve vicdan sahibi herkes elbirliğiyle bu ölümcül tehlike karşısında yapılabilecek olan şeyin bir ucundan tutmaya çalışacaktır...
Bugün ülkemiz tam olarak böyle bir tehlikeyle karşı karşıyadır…
Yapılması gereken de aynen yukarıdaki gezegen örneğindeki gibidir...
Mantık, bilinç, sağduyu bunu gerektiriyor..
Türkiye’nin aydınları, yurtseverleri, devrimcileri, çağdaşlığın ve aydınlanmanın savunucuları, hangi toplumsal sınıftan ve hangi siyasal anlayıştan olurlarsa olsunlar, tıpkı Kurtuluş Savaşı günlerimizdeki gibi, emperyalizme ve ülkeyi yok oluşa sürükleyen gerici saldırıya karşı ortak bir hedefte buluşabilmelidirler.
Günümüzün dayattığı sorun, zorunluluk budur...
Erdoğan ve Gül arasında sıkışmaktan kurtulamazsak hepimize yazıklar olsun ve zaten öyle de olur...
6 Ekim 2012 - Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder