Başbakan, politik çiğlikten mi yoksa pişkinlikten mi
kaynaklandığına bir türlü karar veremediğim çocukça bir üslupla, güven belgesi
(accrédité) vermedikleri 6 gazete için “Hadlerini bildirdik!” buyurmuş.
Başbakan, basına açık olması gereken kongresini, eviyle, özel uçağıyla, çalışma
dairesiyle karıştırıyor.
Örneğin, haddini bildirdiğini iddia ettiği bir gazetenin
yazarı olarak beni evine, uçağına, bürosuna çağırsa kesinlikle gitmem.
Kendisiyle söyleşi yapmaya talip olmam. Ancak, kendisiyle, Aydınlık gazetesinin
bürosunda, teke tek söyleşi yapmayı düşünebilirim. Bu da benim tarzım!
Öküze özenen kurbağa metaforudur karşımızda duran. Bilelim
ki bilelim!
İkinci Cumhuriyet tartışmaları
Bay Recep Tayyip Erdoğan’ın değişmez ruh ve zihin dünyasını,
kafatası yapısını yansıtan 13 sayfalık bir metin var: Metin Sever ve Cem
Dizdar’ın 20 siyasi ve yazarla yaptıkları röportajlardan oluşan, Ağustos 1993
tarihinde Başak Yayınevi tarafından yayınlanan “2. Cumhuriyet Tartışmaları”
adlı kitap. Artık çoktandır piyasada yok. Beş-altı yıl önce kendisiyle bu
konuda konuştuğum Metin Sever’in de kitabı tekrar yayınlatmaya niyeti yok.
“Aradan zaman geçti, aralarında düşünce değiştirenler olmuştur” diyordu. Bence,
kitabı yayınlatmamak için ciddi bir mazeret ve bahane değil. Değiştirmişse,
değiştirmiştir düşüncelerini. Bir insan değiştirdi diye geçmişteki düşünceleri
yok olmaz, olmamalı. Kimse izin vermez. “Dün öyle düşünüyordum, bugün böyle
düşünüyorum” formülü geçerli değildir. “Dün neden öyle düşünüyordun, bugün
neden böyle düşünüyorsun?” Düşünceleri kara tahtadan siler gibi silemezsiniz.
En azından 1993 yılında böyle düşündüğünü söylersiniz.
Ama o düşüncelerin eylem ve eserleri vardır, iyilik ve
kötülükleri, suçları vardır, onlar kalır. Örneğin, kendisiyle söyleşinin
yapıldığı tarihte Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olan Recep Tayyip
Erdoğan’ın, Cumhuriyet ve Kemalizm’den İslamcı İslam’a, parlamenter
demokrasiye, üniter devletten eyalet sistemine, cumhurbaşkanlığından başkanlık
sistemine, ümmetten azınlıklara ve Kürtlere , ABD’den NATO’ya kadar
düşüncelerinin % 95’i bugün de aynı. Değişimemiş. Sadece ABD ve NATO hakkındaki
düşünceleri değişmiş. 1993 yılında ABD ve NATO’ya karşı imiş, şimdi ikisinin de
buyruğu altında.
Zavallı demokrasi
R. T. Erdoğan’ın okuduğunuz düşünceleri ciddi ve yeterli bir
öğrenim görmemiş birine özgü sıradan düşünceler. Her şeyi tıpkı bugün gibi
birbirine karıştırıyor. Demokratik düzen içinde, seçimle iktidara gelen bir
partinin, isterse devletin düzenini (rejimini) değiştirebileceğini sanıyor.
Demokrasinin ilk koşulu olan seçimlerle sadece iktidarların değişebileceğini,
rejimin değiştirilemeyeceğini bilmiyor. Bilmek istemiyor.
Bir anayasanın biçimlendirdiği bir demokratik rejimin yüzde
bilmem kaç oy alan bir parti tarafından değiştirilebileceğine inanıyor. Yani
AKP gibi bir parti % 49 oy alarak iktidara geldiği için, laik cumhuriyetin
yerine İslam’a dayalı bir düzen getirmeye hakkı olduğunu sanıyor. Cehalet desek
cehalet değil, bu daha başka bir şey. Bu nedenle, iktidara geldiği 2002
yılından bu yana, Cumhuriyet düzenine karşı durmadan suç işliyor. Suç işliyor,
çünkü kendisine emanet olarak verilen iktidarın sonsuza kadar kendi mülküne
geçtiğini sanıyor ve iktidarı kendi mülküne geçirmek için her türlü yola baş
vuruyor. Çünkü demokrasinin bir amaç değil bir araç olduğunu düşünüyor.
Bir “amaç” olan demokrasi durmadan gelişir ve asla
yozlaşmaz; bir “araç” olan demokrasi artık demokrasi falan değildir. Böyle bir
anlayış sahibi başbakan, elbette, kendisine karşı duran, kendisine muhalefet
eden her şeye, her kimseye haddini bildirecektir. Böyle bir insanı (seçimle
geldiği için seçimle) bir daha geri gelmemek üzere, geldiği yere göndermek
gerekir.
Kürt sorunu
Soru: “Milli bütünlüğün korunmasından söz ettiniz. Bu
değişim süresi içinde eğer, ülke içinde yaşayan bazı grup insanlar milli yapı
içerisinde kalmak istemezlerse ne olacak?..” (s.422)
RTE: Onun kararını gene halk verecek.
RTE: Bu durumda belki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir
şey yapılabilir. [...] Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum.
(S.422-423)
Recep Tayyip Erdoğan’ın Osmanlı’nın eyaletler düzeninden
haberi bile yok. Rumeli Eyaleti’nin kendi bağımsız yönetim yapısı olduğunu
sanıyor, Vali’nin, Kadı’nın İstanbul’dan gönderildiğinden bile haberi yok.
Tam anlamıyla “Osmanlı” olan bir “Kürdistan Eyaleti”ni,
üniter Türkiye’ye karşı olan Kürtlere önersin bakalım, nasıl bir cevap verecek?
“2. Cumhuriyet Tartışmaları” (Başak Yayınları) adlı kitabı
hazırlayanlar (Metin Sever ve Cem Dizdar) soruyorlar:
“Demokrasi ve İslâm hukuku noktasında bir şeyler sormak
istiyorum. İnsanların benimsedikleri hukuk anlayışını terk etme gibi bir
şansları var mı?” (s. 431)
Günümüzün AKP Başbakanı, 1993 yılının Refah Partisi İstanbul
İl başkanı R.T. Erdoğan’ın cevabını ikiye bölerek aktarıyorum:
Birinci Bölüm
“İnsanların benimsedikleri bir şeyi terk etme şansı niçin
olmasın? O zaman yukarıda sözünü ettiğim değişimin hiçbir anlamı kalmaz. Eğer
bugünün Türkiye’sinde yaşayan, sözüm ona laikliği benimsemiş insanların, bu
anlayışlarını terkedip, İslâmi bir anlayışa ve hukuka geçmeleri mümkün müdür
diye sormak istiyorsanız, öncelikle şunu hatırlatmak isterim: Bu insanların ataları
100 yıl önce, 200 yıl önce hangi hukuk sisteminde yaşıyorlardı. Bugünkü hukuk
sistemini kabullenmeleri ve adapte olmaları nelerin pahasına, hangi yöntemlerle
gerçekleştirildi? Bundan 30 sene önce halkın İslâma ilgisi ne kadardı, bugün
hangi seviyede? Biz inanıyoruz ki Türkiye’de insanların hemen hemen tamamı
gerek varlık olarak fıtratları gereği, gerekse üzerinde yaşadıkları coğrafya ve
tarihi misyon gereği zaten Müslümandırlar. Ancak bu özelliklerini ortaya
koymaları engellenmiştir. Cebri yollarla bastırılmıştır. Eğer insanların
beyinlerindeki ipotekleri kaldırırsak onlar kendiliğinden İslâm’ı seçecektir.
Çünkü özlerinde inanç vardır.” (S.431-432)
Türkiye Cumhuriyeti anayasasına, yasalarına aykırı
düşünceler bunlar. R.T. Erdoğan, 1993 yılında bunları söylemiş, söyledikleri
ortak bir söyleşiler kitabında yayınlanmış ama ne kendisi, ne kitabı
hazırlayanlar ne de yayıncı herhangi bir soruşturmaya uğramamış, mahkemeye
verilmemiş. Demek ki 1993 yılında uygulanan demokrasi, bir siyasetçinin anayasa
ve yasalara aykırı sözlerini düşünceyi açıklama özgürlüğü içinde görüyormuş.
R.T. Erdoğan, Türklerin atalarının 100-200 yıl önce
yaşadıkları İslâmi hukuk TBMM’de demokratik yollarla laikleştirilmesine karşı
çıkıyor. Türk Ceza Kanunu 13.3.1926, Türk Medeni Kanunu 14.4.1926, Borçlar
Kanunu 4.10.1926, Türk Ticaret Kanunu 15.5.1926, Hukuk Usulü Mahkemeleri Kanunu
4.10.1927, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu 20.8.1929, İcra İflas Kanunu,
4.9.1932, Soyadı Kanunu 2.7.1934 tarihlerinde TBMM’de demokratik yöntemlerle
kabul edilmiş ve toplum ortaçağdan 20.yüzyıla gelmiş. Ama R.T. Erdoğan bu
demokratik hukuk reformuna karşı.
Şimdi, İskilipli Atıf Hoca gibi, bu yasalara karşı
çıktıkları için cezalandırılanların ardından R.T. Erdoğan istediği kadar
gözyaşı dökebilir. Dahası, artık kudretli bir başvekil olduğuna göre, mağdur ve
mazlum olarak kabul ettiği insanların itibarlarını geri verip heykellerini
dikebilir. Önünde hiçbir engel yok. Ama Cumhuriyet karşıtlığını bir kez daha
kanıtlamış ve İslâmcı takınak ve saplantılarını itiraf etmiş olur.
R. T. Erdoğan’ın karşı çıktığı bütün devrimler Anayasa’nın
değiştirilmez maddeleri tarafından korunuyor. Şu anda hazırlanmakta olan
anayasada bu engellerin kaldırılmasını sağlamaya çalışıyor. Ve bu yasalardan
memnun Türkiye halkının tercihine en küçük bir saygısı yok. O zaman da yoktu.
Şimdi de yok!
İkinci Bölüm
“İstiklal Mahkemeleri vasıtası ile kurulan dar ağaçlarında
kimlerin ve hangi suçlamayla idam edildiğini nasıl izah edecekler? Tevhid-i
Tedrisat kanunu nelerin önünü tıkamak, nelerin önünü açmak içindi. Harf
inkilabı vasıtası ile ülkenin tamamının bir anda sıfır okur-yazar seviyesine
indirgenmesi kimlere yaramıştır?
Bir fazilet rejimi olarak takdim edilen demokrasinin ana
özelliği çoğunluğu elde etmektir. Yani yüzde 51. yüzde 49’a tahakküm eder. Oysa
bize göre yüzde 99’un, yüzde 1 üzerinde dahi tahakküm kurma hakkı yoktur. Bir
ferdin dahi bir ülke menfaati için hakları elinden alınamaz. Bizim geçmişimiz
bunun referansları ile doludur.”
R.T. Erdoğan, güzel ve mantıklı konuştuğunu sanıyor ama
medrese safsatasının mantığıyla konuşuyor. Aklı sıra TBMM’de demokratik
oylamalarla kabul edilmiş reformları gayri meşru gösterecek.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu, medreseleri, dine dayalı mahalle
mekteplerini kaldırıp eğitim ve öğretimi bütün evrelerde laikleştirmek için
çıkartıldı. Anayasanın 174 maddesi tarafından korunan 3.3.1924 tarih ve 430
sayılı yasası hâlâ yürürlüktedir. AKP iktidarı türlü yasadışı girişimlerle laik
okulları mahalle mektebi ve medrese haline getirmektedir. Yok etmek istediği bu
yasanın gerekçesini Başbakan okumuş mudur acaba?
Gelelim harf devrimi gerçeği ile safsatasına: TBMM,
1.10.1928 tarihinde çıkardığı 1353 sayılı yasa ile Harf Devrimi’ni başlattı.
1993 yılının Refah Partisi İstanbul İl Başkanı R.T. Erdoğan’ın TBMM’nin
çıkardığı yasalara saygısı yok. Şart değil! Ama RTE, ahır haline getirilen
camiler iftirasında olduğu gibi, “sıfıra indirgenen okur-yazarlar” iftirasını
yapmaktan geri durmuyor.
Türkiye halkının 1928 yılında okuma-yazma bilmeyen yüzde
98’i, Harf Devrimi’nden sonra açılan “Sabit“, “Seyyar” (Gezici), “Özel” olmak
üzere üç tür Millet Mektebi’nde okuma-yazma öğrendi. Bunlara daha sonra “Köy
Yatı Mektepleri” ile “Halk Okuma Odaları” eklenmiştir.
Sonuç
1993 yılında, Refah Partisi İstanbul il başkanı olan R.T.
Erdoğan’ın yukarıda okuduğunuz Cumhuriyet ve devrimler karşıtı düşüncelerinin
hiçbiri değişmemiştir. İktidarda bulduğu yetki ve fırsatlardan yararlanarak
1923 öncesinin yasadışı “restorasyon”unu yapmaktadır.
.T. Erdoğan’ın bir numaralı sorunu ne şudur ne de budur.
Onun bir numaralı sorunu Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile imam-hatip okullarıdır.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu tersine çevirdiği, imam-hatipleri genel ortaöğretim
kurumu haline getirdiği zaman, yetişen (dindar ve kindar) kadro ile tarihin
makarasını tersine sarabilecektir. Fethullah Gülen de aynı şeyi kendi okul ve
dershanelerinde yetişen “Altın nesil” marifetiyle yapmaktadır.
Millet İkinci Cumhuriyet’le, Yeni Cumhuriyetçilik’le Özal’ın
köşe dönme yöntemleriyle uğraşırken, Varlık Dergisi’nin Ağustos 1994 sayısında,
geleceği (bugünü) gören “Pathameta Mathemata! Evet, acı deneyimler öğreticidir”
başlıklı bir yazı yayınlamışım. Bu yazı “Tarih Bağışlamaz” ve “Yazmasam
Olmazdı” adlı kitaplarımda yer almaktadır. “İmam vali” deyimi ilk kez bu yazıda
kullanıldı.
Hürriyet Gazetesi’nde Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve imam-hatip
okulları konusunda yazı yazmamam için AKP tarafından gazete yönetimine sürekli
baskı yapılmıştır. Bu baskıyı AKP adına kim yapmıştır, bunun cevabı gazetenin
sahibinde ve yönetenlerde. Bu baskılar sonucu, Genel Yayın Yönetmeni Enis
Berberoğlu ve Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı tarafından epeyce
uyarıldım; bu iki konuda yazı yazmamam rica edildi. Ama ben zorunlu kaldıkça
yazdım. Bunun sonucu olarak Nisan 2011’de haftalık yazı sayım 5’ten 1’e
indirildi, maaşım azaltıldı; Nisan 2012’de de gazeteden atıldım.
Türkiye, uzun süredir ikinci bir 28 Şubat süreci yaşıyor. Şu
farkla, birinci 28 Şubat, Milli Güvenlik Kurulu’ndan çıktığı ve kararların
altında zamanın hükümetinin üyelerinin imzaları bulunduğu için yasaldı. AKP’nin
28 Şubat’ının hiçbir yasal ve yazılı dayanağı yok. Yapılanların tamamı
anayasaya ve yasalara aykırı. Cumhuriyet’e karşı İsâmcı darbe!
AKP’nin hukuk anlayışı
5 Ekim 2012 akşamı Sky-Türk kanalında konuşan başbakanın
başdanışmanı ve Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, dokunulmazlıkları
kaldırılmak istenen BDP milletvekilleri hakkında, “Bunlar anayasaya ve yasalara
karşı çıkıp meydan okumuşlarsa, bunlar hakkında bundan başka ne yapılabilir?”
diye soruyordu.
Ama anayasa ve yasalara aykırı eylemlerin odağı olan Refah
Partisi’nin kapatılmasını kabul etmiyorlar ve AKP’nin kapatılmaktan kıl payı,
para cezası ile kurtulmasını şiddetle eleştiriyorlardı. Oysa, şu anda, AKP
iktidarının, Anayasaya (Madde: 2, 4, 14, 24/4 ve 174) Tevhid-i Tedrisat
Kanunu’na aykırı olarak ülkeyi imam hatip okullarının istilasına açması, başlı
başına bir parti kapatma gerekçesi olabilir.
Laiklik
“Çağdaşlık anlayışı, ahlak anlayışı v.s. Hatta Türkiye, din
konusunda da aynı anlayışı seçmiş; kendine din olarak ‘Kemalizm’i almış ve
başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere dikte etmiştir.” (S.421)
—Refah Partisi İstanbul İl Başkanı R.T. Erdoğan tarihin ve
gerçeklerin gözünün içine baka baka doğru konuşmamaktadır. Cumhuriyet döneminde
bütün camiler, kiliseler ve sinagoglar açıktır. Ancak, laiklik, ilk kez,
toplumu ve bireyleri dinlerin baskısına karşı korumaktadır. Cumhuriyet yasa ile
Hilafeti kaldırmış, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti ile Harbiye-i Umumiye Vekaleti’ni
kaldırmış, din ile askeriyeyi yürütme organından (hükümetten) uzaklaştırmış;
“Tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılması”na dair yasa çıkarmış... Neden?
Çünkü tarikatlar, Kurtuluş Savaşına karşı çıkmaları ve ihanetleri bir yana,
yüzyıllardır toplumun gelişmesini engelleyen kurumlar haline gelmişti. Tıpkı
günümüzde, tarikat ve cemaatlerin demokratik gelişmeyi engellemeleri ve
politikayı AKP’nin denetim ve kullanımına vermeleri gibi. Tarikatların tekke ve
zaviyelerinin kapatılmaları için sadece Şeyh Said isyanı yeterlidir. Atatürk,
30.8.1925 tarihinde bakın ne diyor:
“Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye
Cumhuriyet’i, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olamaz. En doğru,
en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın buyurduğunu ve istediğini
yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat başkanları bu dediğim gerçeği bütün
açıklığı ile algılayacak ve kendiliklerinden derhal tekkeleri kapatacak,
müritlerinin bundan böyle olgunluğa eriştiklerini kabul edecektir.”
Tekkeler ve zaviyeler kapatılmasaydı R.T. Erdoğan bir tekke
ve zaviyenin kapısında mürit, derviş ve mensup olmaktan ileri gidemezdi.
Cumhuriyet sayesinde Refah Partisi’ne il başkanı, İstanbul’a belediye başkanı,
Türkiye’ye de başbakan oldu. Refah Partisi’ne il başkanı olması neyse ne ama
İstanbul’a belediye başkanı, Türkiye’ye başbakan olması son derece talihsiz bir
durum. Ama tekke ve zaviyeler açık olsaydı ülkenin kader ve kısmeti iyice
kapanırdı. R.T. Erdoğan’ın yaptığı tahribatı düzeltmek mümkün!
Kemalizm’e gelince: Tam bağımsız, çağdaş, çağcıl, laik,
demokratik ve sosyal hukuk devletini kuran, kadınlara özgürlüğünü veren düşünce
ve anlayışın adı ve sıfatıdır. Bu anlayış Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’ni
kaldırarak Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuş; Erkânı
Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ni kaldırarak, kurulan Genel Kurmay Başkanlığı’nı başbakanlığa
bağlamıştır.
Bunların ne anlama geldiğini anlamak ve değerlendirmek için
herhangi bir tarikatın müridi olmamak ve şeyhler önünde diz çökmemek gerekir.
(Devamı yarın).
NOTA BENE: Dostumuz Tevfik Çavdar bizi bıraktı
ve gitti. Kendisinden çok şey öğrenmiştik. Fidel Castro’yu da ondan
öğrenmiştik. O “Fidelio” diye yazıyordu İkinci Yeniciler’in Pazar Postası’nda.
Fidel henüz dağlardaydı, Havana’ya inmemişti.
1948-1949 ders yılında Mersin Lisesi’nin orta kısmının 1-A
sınıfında okuyordum. Göbek Emmi lâkaplı çok sevimli bir Türkçe öğretmenimiz
vardı. Yaşlıydı, babacandı, hoşgörülüydü, çocuk ve öğrenci severdi ama kafası
atınca bol bol döverdi. Lâ, bu hırgür içinde öğrenmemiz gereken ne varsa
hepsini öğretirdi.
Sınıfta kimin kim olduğunu bilmezdi. Bir gün, sınıfın
bıçkınlarından, bizden iri ve yaşlı olduğu için İzzet Dayı dediğimiz birini
tahtaya kaldırdı. İzzet Dayı soruların hiçbirini bilemedi, “mütemmimli cümle”
bile diyemedi. Göbek Emmi, hiç kızmadı sadece “Senin adın ve nümöron nedir?”
diye sordu. İzzet Dayı, hasta olduğu için epeydir okula gelmeyen çalışkan bir
öğrencinin adını ve numarasını söyledi. Göbek Emmi, sabit kalemini çıkartarak
“Sana zıfır nümöro vermişim” dedi.
Bundan sonra, tahtaya kalkıp beceremeyen öğrenciler hep o
öğrencinin adını ve numarasını söyledi. Göbek Emmi durmadan sıfır verdi ve
verdikçe kızdı. Sonra birgün o çocuk iyileşip okula geldi. Göbek Emmi, onu fark
etti, sorular sordu, sonunda değerlendirmek için tahtaya kaldırdı. Çocuk Göbek
Emmi’nin sorduğu bütün soruları bildi. Neşelenen Göbek emmi çocuğa adını ve
numarasını sordu. Çocuk söyledi. Göbek Emmi not defterinde öğrencinin adının
bulunduğu sayfayı açtı, gözleri fal taşı gibi açıldı. “Te ben sana yigirmi tene
zıfır vermişem ama şimdi 10 verirem” dedi ve sabit kalemini çıkartıp bütün
sıfırların önüne bir “1” yazarak hepsini 10 yaptı.
Kemalizm
Kimileri için Kemalizm de o hesap! Herkes bütün
pislikleri(ni) Kemalizm defterine yazdırıyor. Tarımdan, madencilikten futbola
kadar...
Yakında bakmaya başlayacağım “Sol Kemalizme Bakıyor” (1991)
adlı kitaba bakacak olursak: Sadece solcular değil, İslamcılar, sağcılar,
liberaller, Kürtçüler, Yeni Osmanlıcılar, post-modernler, Soroscular, sefil
toplum örgütleri ve belki de Kanarya Yetiştirenler Derneği, ipini koparan
herkes, Kemalizmle hesaplaşmak istiyor, onu yerden yere vuruyor; ülke
sathındaki her kötülüğün kaynağında onu arıyor, onu suçluyor. Ama Kemalizm
neyin nesidir hiçbiri bir tanım yapamıyor. Kimileri var ki, onlar da “Kemalizm
= Resmi İdeoloji” diyor ama bu kez resmi ideolojiyi tarif edemiyor.
“Doğu, bizdeki Kemalistler gibi, kendini fetheden,
tecavüzcüsü olan, onu tartışmasız yenen ve cenneti adeta yeryüzüne indiren
Batı’ya büyük bir hayranlık besliyordu. Nefret ve aşk ilişkisi.” (Markar
Eseyan, Taraf, 17.09.12)
“Kemalist laikçilerin din konusundaki tavırları gibi,
Türkiye’de Kürt kimliği özel alanda kalsın, kamu alanında gözükmesin mi
istiyor?” (Ahmet İnsel, Radikal, 18.09.12)
Tam anlamıyla “laf söyledi bal kabağı” durumu. Bu iki adam
içinde Kemalizm olmadan bu cümleleri kuramazlar mıydı, düşünceleri eksik mi
kalırdı? Sıkıştıkları anda ellerinde bir maymuncuk, bir “Vur abalıya!” var.
AKP’yi eleştirirken bu iki sözcüğü kullanmak zavallılıktır, korkaklıktır. AKP,
Kemalist olsaydı, Suriye sınırında kabadayılık yapmazdı: Fiyaka yapmak için 100
bin Suriyeli’yi yerinden yurdundan etmezdi. AKP olsa olsa Kemalizmin tersi
olur.
RTE ve Kemalizm
RTE diyor ki: “Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e veya
başkaca herhangi bir resmi ideolojiye yer yoktur. Kemalizm’in yeniden kendini
üretmesi söz konusu değildir. Çünkü böyle bir alt yapıya ve argümanlara sahip
değildir. Aradan 70 yıl geçti. Artık, militarist ve sivil bürokrasi ‘devleti
biz kurduk, korumak ve kollamak görevi de bizimdir’ diyemez. Çünkü insanlar
böyle bir devleti istemiyor. En önemlisi de bu düşüncelerini açıkca dile
getiriyorlar.
Bu bağlamda Kemalizm’in kendini yeniden üretmesi söz konusu
değildir. 2000’li yılların dünyasında ve büyük dünya ailesinin bir birimi olan
Türkiye’de artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer
yoktur.” (s.425)
Refah Partisi İstanbul İl Başkanı R.T. Erdoğan’ın ne demek
istediğini anlamakta güçlük çekiyorsanız “Kemalizm” sözcüğünü kaldırıp yerine
“Laik Cumhuriyet” ya da “1923 Cumhuriyeti” yazın demek istediğini hemen
anlarsınız. Günümüz Başbakan’ı 1993 yılının İl Başkanı’nın düşüncelerini
uygulamaktadır. Deri haline geldiği için üzerindeki gömleği çıkartmamıştır.
1923’ün laik Cumhuriyeti’ne karşı olan “bir kısım” Batı bu
nedenle AKP’yi desteklemiştir, desteklemektedir. Müflis ve dönek solcular,
liberaller, “Yetmez ama evet”çiler, İslamcılar, Fethullahçılar, Kürtçüler bu
nedenle AKP’yi desteklemişler ve son Anayasa referandumunda ona oy vermişlerdir.
1923 Cumhuriyeti, 3 Mart 1924 tarihinde, Şer’iye ve Evkaf
Vekâile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ni (Genel Kurmay Başkanlığı
Bakanlığı’nı) kaldırmak suretiyle, Din ve TSK’yı hükümet ve dolayısıyla siyaset
dışına çıkarmıştır. CHP’nin tek parti iktidarını bir yana bırakalım, 1950-2002
arasının iktidarları neden “Kemalist” kalmıştır, kalmış mıdır?
3 Mart 1924 tarihli yasanın ruhuna uygun olarak Askeri
Vesayet’e karşı olan AKP iktidarı, bu yasaya aykırı olarak neden din vesayeti
kurmaktadır? Sözde Kemalizm karşıtlarının bu soruyu yanıtlamaları
gerekmektedir.
Bu ne çelişki ah bu ne ıstırap!
Refah Partisi İstanbul İl Başkanı RTE, “Halka rağmen iktidar
olunmaz. Tarihe baktığımız zaman totaliter rejimlerin halk tarafından
yıkıldığını görürüz. Eğer halk totaliter rejimi istiyorsa buna saygı
duymalıyız. Ama rejim geldi ve halk bundan memnun değil, bunu değiştirecek olan
yine halktır.” (s.420) diyor.
Halk, Cumhuriyet’in sözde totaliter (!) rejimini yıkarsa
iyi! Ama aynı halk AKP’nin kurduğu totaliter rejimi isterse, bu daha iyi! Yani
“Rab bana, hep bana!” durumu. Aferin vallahi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder