Biraz açalım…
Hindistan’da Müslümanlarla Hindular yüz yıllar boyu beraber
yaşamışlar. Yer yer bazı gerginlikler olsa da toplumu bölecek bir ayrışma hiç
gerçekleşmemiş. Ta ki, İngilizler
gelinceye kadar. O güne kadar Müslümanlar hiç kurban olarak büyükbaş hayvan
kesmemişler Hindistan’da. Dinen haram olmasa dahi kültürel bir teamül olarak
kurban bayramlarında küçükbaş hayvanlar kesile gelmiş. Gelin görün ki İngiltere
sömürgesi olduktan sonra bir takım ulema yedi kişi birleşip inek
kesebileceklerini vaaz etmeye başlamışlar Hintli Müslümanlara. Hatta “inançlara
son derece saygılı vali”, sığır ithal etmiş ve her yedi Müslüman’a bir sığır
dağıtmış. Komik bir sebep gibi gelebilir bu gün bize ancak o bayramda yüzlerce
Hindu ve Müslüman sokaklarda birbirlerine girmişler. Fitne uyanmış…
Malum eskiden barutu nemden koruması ve daha iyi hedefte
ilerlemesi için kurşunları yağlarlarmış, ancak bu yağın, kurşunu mekanizmaya
sürmeden önce ağızda sıyrılması gerekiyormuş.(hatta türkülerde dahi “yağlı
kurşun” tabiri çokça geçer).İşte Hindistan’da Müslüman askerlerin kurşunlarını
domuz yağıyla yağlayıp bu kurşunları Hinduların ürettiği haberi yayılmış.
Hindularınkine de sığır yağı sürüp bunun sorumlularının Müslümanlar oldukları
anlatılmış. Ağızlarında sıyırdıkları her kurşunla bilenmişler Hindular ve
Müslümanlar. Sonuç, insanlık tarihinin gördüğü en büyük nüfus mübadelesi,
katliamlar, dinsel arındırmalar, içinden çıkılamaz Keşmir sorunu… Bu günün
insanı için saçma gelebilecek sebepler gibi görünebilir bunlar, ancak tarih
boyu bölünmeyen Hindistan bu gün bölünmüş durumda ve her iki ülke ha savaştılar
ha savaşacaklar gibi hazır bekliyorlar. Pakistan ve Hindistan nükleer güce sahip
iki kardeş ve düşman ülke…
Kıbrıs’ta Rum gençler İngiliz varlığına karşı direnişe
geçince, İngiliz vali yeni polisler işe alıyor ve genelde Türklerden seçiyor bu
asayiş polislerini. Yapılan her gösteride bu yeni polisler zor kullanarak
dağıtıyor göstericileri. Ve kutsal bir ses fısıldıyor idealist Rum gençlere
“bakın bu hain Türkler nasıl da copluyorlar sizi!”. Sonuç ortada… Kıbrıs’ta
Türklerle Rumları bir arada yaşamaya kimse ikna edemez artık. Ha! İngiliz
varlığı mı? Hala Kıbrıs’ta üsleri var ve ne Rumlar ne de Türkler birbirleriyle
uğraşmaktan İngiliz varlığını sorgulamıyorlar.
Irak’ta yaklaşık 1400 yıldır Şiiler ve Sünniler
beraber yaşıyorlardı. Gerginlik ve ihtilaf hiç olmadı mı? Elbette oldu. Ama
1400 yıldır hiçbir Sünni, İmam Ali camisinde Kerbela’yı anarken yüzlerce Şii’yi
havaya uçurmayı aklından geçirmemişti, ya da hiçbir Şii, bir Sünni camisine
saldırıp namaz kılanları taramamıştı. Yıllardır akşam yemeğimizi yerken kaç yüz
Iraklının öldüğü haberlerini alıyor ve çorbalarımızı kaşıklamaya devam ediyoruz.
Neden? Sorusunu sormadan.
Ülkemize gelelim. Yalın ayaklı başı üç numara
tıraşlı, burnu sümüklü bir Kürt çocuğun sabah uyandığında “ben neden ana
dilimle eğitim alamıyorum” diye bir derdi yok inanın. Hiçbir Türkün de “biz ne
yapsak ta bu Kürtleri Türk yapsak” diye güne başladığını sanmıyorum. Ama
Lozan’da Kürtlerle Türkler bir millettir diyen İnönü’ye Lord Curzon “ben onlara
(Kürtlere) bir alfabe vereyim de görün bakalım bir millet misiniz değil
misiniz?” sözü arşivlerimizde duruyor.
En acısı Kürt sorunu için mücadele veren fanatiklerle karşıt olanların
çocukları İngilizce eğitim veren okullarda okuyorlar ama hiç de rahatsız
değiller bu durumdan. Zavallı Kürt çocukları dağlarda Kürtçe için bin yıllık
kardeş çocuklarını katlederken emir aldıkları önderlerinin İngilizce eğitim
alan çocuklarını sorgulayamıyorlar.
Bu kafayla ve cahillikle ne Keşmir sorunu, ne Kıbrıs sorunu,
ne Kürt sorunu, ne Filistin sorunu, ne türban sorunu, ne alevi sorunu asla
çözülemez. Tıpkı Çinliler için Tayvan, Tibet ve Uygur sorunlarının
çözülemeyeceği gibi. Tıpkı vahhabi destekli Çeçen – Rus sorunu gibi… Ta ki birbirimizi
son adama kadar yok edene kadar veya oturup bu fitneyi icat edenleri
bileklerinden yakalayana kadar.
Tüm samimiyetimle itiraf etmeliyim ki, bu fotoğrafın
sorumlusu pragmatizmle zekâyı birleştirmiş Anglo-Sakson akıl değildir. Onlar
sadece eşeklere semer vurmaktalar. Kendi topraklarında hayatı idame ettirecek
hukuk, felsefe, siyaset ve iktisat kavramlarını oluşturamayan toplumlar
başkalarının kavramlarıyla kafalarını doldururlarsa olacak olan kaçınılmaz
olandır. Bunun sorumlusu bir araya gelip bu ulusların kendi kavramlarını
oluşturmaktan aciz “mütercim aydınlarıdır”. İthal kavramlarla, ithal silahlar
satın alına bilir sadece...
Ama üzülmeyin kadrolu gazetecilerimiz bir gece de bunu
tartışırlar geç saatlere kadar. Öyle ya bu ülkede mütefekkir olmadığından
siyaseti gazeteciler belirler. Kürt sorunu, aynı kadrolu beş gazeteci. Irak,
Suriye, Filistin meselesi, aynı gazeteciler. Futbolda şike, gene aynı suratlar.
Türban, Alevilik, Belediye yasası, aynı zevat…
Bir gün bir bardan içeriye iki filozof girmiş ve barmene
demişler ki,” barmen bize bir satranç ver” ve satranç oynarken felsefeden,
varlık sorunsalından konuşmuşlar… Ardından memur kılıklı iki adam girmiş ve
demişler ki, “barmen! Bize bir tavla ver” ve tavla oynarken şiirden edebiyattan
bahsetmişler… Derken içeri iki amele girmiş ve demişler ki,” barmen bize iki
bira ver” sonra dolu bir yudum alan amele ağzındaki köpükleri koluyla silerek
diğer ameleye sormuş “ya babaoğlu ne olacak bu memleketin hali?”… Barmen söze
karışıp demiş,” Helak olacak”…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder