27 Ara 2012

Tanrı Ne İster?


Antik Mısır…

Tanrı Krallar çağı…

Tevrat
Bir gün Musa adında biri ortaya çıkar. Bazı fikirleri vardır. O güne kadarki genel kabule sığmayan fikirlerdir bunlar.  Metafizikten, varlıktan, Tanrının birliğinden söz eder. Mısırın efendileri bu aykırı adamı hoş bir farklılık olarak görür önceleri. Mısır egemeni Firavun Musa’yı dinler, tartışır, eğlenir… Derken bir gün Musa denen adam Mısır sistemine bir çomak sokar. Ekonominin temel direği köleleri Mısırdan çıkarır. O güne kadar Musa’yı bir şekilde tolere eden Firavun birden hiddetlenir ve onu öldürmek ve köleleri geri getirmek için ordusuyla saldırır… Firavunu çıldırtan Musa veya fikirleri değil, düzeninin bozulmasıdır.

Kaçarlar… Ancak sürekli memnuniyetsiz bir grup vardır. Yeni bir hayat kurmak isteyen bu ezilmiş toplumun firavunları olmaya soyunmuş bir grup sürekli muhalefet ederler Musa’ya… Musa mucizeler gösterir, denizleri yarar, kayalardan ırmaklar akıtır ama yetmez… Hep yalnız bırakılır Musa ve ona inananlar. Derken Musa’dan sonra yeni egemenler Musa adına ortaya çıkıverirler. Tanrı, onun temsilcisi Musa, onun temsilcisi de biziz… Biz olmadan ne Tanrıyı ne de sözlerini anlayamazsınız derler. Yani bize karşı gelirseniz Musa’ya ve dolayısıyla Tanrıya isyan etmiş olursunuz… Homurtular dinmiştir Musa’ya karşı. Yaşarken sürekli didişilen Musa panteonda yerini almıştır.

Aradan yüz yıllar geçer, bu günkü İsrail denen topraklarda İsa adında bir adam ortaya çıkar… Din adamıdır, insanları vaftiz eder, şifa dağıtır, hikmetli sözler söyler… Ne Yahudi egemenler, ne de Romalı vali çokta rahatsız değildir bu farklı mistiğin varlığından… Derken bir gün bu adam Yahudi tapınağına gelir. Tapınağın adeta bir borsaya dönüştüğünü görünce çılgına döner, cezbeye tutulmuş bir derviş gibi haykırarak ortalığı birbirine katar, tefecilerin tezgâhlarını devirir. O güne kadar varlığı rahatsızlık vermeyen İsa artık sistemin düşmanıdır. Yahudi egemenler onu Roma valisine şikâyet edip öldürülmesi gerektiğini söylerler. Hatta o günlerin azılı bir suçlusu olan Barabbas’ı serbest bırakma pahasına İsa’nın ölmesini isterler. İsa Barabbas’tan tehlikelidir. İsa’yı öldürürler, ona inananlar avlanır. Ama ne zamanki Hıristiyanlar sistemle olan kavgalarından vazgeçerler, birden İsa’yı öldüren, inananlarını avlayan Roma, Tanrının nuruyla aydınlanıverir. Artık herkes Hıristiyan olmalıdır. İsa artık insan bile değildir, Tanrıdır. Onun temsilcisi ise Roma. Yani Tanrıyı öldürenler… Pagan Roma’nın efendileri artık Kutsal Papa olmuşlar ve kavga bitmiştir.

Bir zaman sonra Muhammed adında bir adam Arap yarımadasındaki Paganizme, ahlaksızlığa ve zulme karşı çıkar… Söyledikleri adalet, iyilik, tek Tanrı gibi, Musa ve İsa’nın söylediklerinden farksızdır. Daha da ilginç olanı Muhammed bu sözleri söylediğinde toplum hiç de yabancı değildir sözlerine. Tek tanrı fikrine inanan ve putları inkâr eden, Yahudi, Hıristiyan, Hanif ve Zerdüştler vardır toplum içerisinde. Kimse onları dışlamamış, inançlarını inkâra zorlamamıştır. Ancak Muhammed, köle ile efendinin eşit olduğu, aynı safta ibadet etmeleri gerektiği, zenginlerin malında yoksulların hakkı olduğu gibi efendileri huzursuz eden bazı eklemeleryapmıştır semavi dinlerin söylemlerine. Birden durum değişir, ona ve inananlarına savaş açılır. Savaşlar, işkenceler, sürgünler…  Muhammed ölür ancak, savaşlar ölümler bitmez. İncir çekirdeğini doldurmayan bahaneler yüzünden Muhammed ile beraber ibadet eden yaklaşık 90 bin kişi (sahabe) bu savaşlarda birbirlerini katlederler. Derken bir gün pagan Arapların lideri, Muhammed’in temsilcisi (Halefi) olarak başa geçer. Dünün putperest Mekke’sinin efendileri, artık savaştıkları Muhammed’in vekilidirler. Otuz yıllık aradan sonra egemenlik gene aynı kişilerdedir. Kavga sona erer. Muhammed Tanrı ilan edilmez ama sözleri Tanrı sözleri gibi kutsal kabul edilir. Sonra gelsin sözler… Hangi egemen, ne yapmak istiyorsa “kale Resulullah” (Allahın elçisi dedi ki) deyip bir söz (hadis) söyleyiverir. Söze karşı gelen Tanrıya karşı gelmiş sayılır…

Her şeye rağmen her üç dinin içerisinde de hakkı haykıranlar elbette var olmuşlardır. Ama inanın öyle ezilmişlerdir ki, aklınıza gelebilecek hiçbir ezâ anlatmaya yetmez yaşananları…
Şimdi her üç semavi din, öyle teferruatlarla, girift inanç kaideleriyle, ritüellerle boğulmuştur ki, Musa’nın, İsa’nın, Muhammed’in saf ve basit mesajlarını bu karmaşanın içerisinden çıkarmak neredeyse imkânsızdır. Madem imkânsızdır o halde kendini bu Gordion düğümünü çözmeye adamış bir zümreye ihtiyaç vardır. Dolayısıyla Tanrının ne istediğini ancak bu din adamları zümresinden öğrene biliriz. On yıllar süren teolojik eğitimler, Tanrının sözlerini şerh eden yüz binlerce kitap, sadece “ehlince” anlaşıla bilecek hakikatler… Oysa Musa mesajını eğitimsiz kölelere, İsa okuma yazma bilmeyen Balıkçıya, Muhammed kulağı kesilmiş siyahî kölelere anlatabilmişti. Binlerce yıl önce hiç bir akademik eğitim almamış insanların kolaylıkla anlayıp, inanıp, uğrunda ölecek kadar içlerine sindirdikleri hakikat ışığı, 21. Yüzyıl insanına üç din, onlarca mezhep, milyonlarca kitap olarak sunuluyor…

Neden mi? Çok basit…

Anlamayın…

Anlamayın ki sorasınız…

Sorasınız ki biz var olabilelim…

Bizim varlığımız binlerce yıldır küçük aksamalar dışında sürekli dönen “dharma”nın şeriat tekerleğini sürekli kılsın…

Kurumsallaşmış din ve Kader inancı olacak ki, Kastın plepleri boyun eğsin.

3000 bin yıl önce Hindistan…

Soru: neden ben parya, siz Kshatriya’sınız?

Cevap:  Şimdi bu hayatta böyle ama eğer iyi bir köle olup kaderine razı olursan sonraki hayatında sende Kshatriya olabilirsin. Yok, eğer karşı gelirsen seni bu şekilde yaratan Tanrıya isyan etmiş olursun. İsyan edersen sonraki yaşamında köpek veya bok böceği olarak gelirsin dünyaya.

Soruyu soran: Hımm! der, başını kaşıyarak gider.

3000 bin yıl sonra Günümüz…

Soru: Neden ben asgari ücret alırken, ortaçağ kölelerinden daha kötü bir hayatı yaşamak zorunda kalırken, siz milyar dolarlar ile yaşıyor benim bir aylık maaşımı köpeğinizin bir kuaför masrafına veya beş yıldızlı umrenizde kaldığınız otelin bir gecelik oda kirasına harcıyorsunuz?

Cevap: Bunu da bulamayanlar var. Onları düşün kanaat et. Eğer anarşi çıkarmaz, emre itaat edersen,  öbür dünyada sen zenginlerden daha üstün bir makamla ödüllendirileceksin. Tanrı seni yoksullukla, onları da zenginlikle sınıyor…

Soruyu soran: Hımm! der, başını kaşıyarak gider.

Kast öyle bir sistemdir ki Tanrı bile o sistemi bozamamıştır tarih boyu. Bozmak için elçilerini yollamış sistemi alt üst etmek istemiş, ancak sistem şekil değiştirip Tanrının dinlerini de ele geçirmiştir.

Hiç düşündünüz mü?  Egemenler hiçbir zaman dindar olmadıkları halde her zaman yanlarında rahipler, papalar veya hoca efendilerle poz verirler… Onlara hürmet eder ağırlarlar…

Egemenler peygamberlerle savaşır ama onların dinlerini himaye ederler…

“Dünyadaki her türlü adaletsizliğin çözümünü öte dünyaya havale eden bir inanç sistemini neden kucaklamasın ki egemen sınıflar…”

Adalet ve iyiliği yaşarken hâkim kılmaya çalışan Musa, İsa ve Muhammed ile savaşan egemenler, onların adalet ve iyiliği öte dünyada bulabileceğimizi vâzeden dinlerini ve o dinlerin temsilcilerini halktan üstün ancak kendilerinden aşağı bir sınıf olarak bağırlarına basmaktadırlar.
Nasıl bir Tanrıdır ki, onu razı etmek için binlerce yıldır herkes birbirini boğazlıyor.

Haçlı ordularına papazlar, “size ok değmeyecek, kılıç batmayacak, ölürseniz şehitsiniz “ diyorlar ve orda doğuya salıyorlardı cahil sürüleri. Macaristan seferine çıkan Müslümanlar farklı bir motivasyona sahip değillerdi kuşkusuz.

Günümüzde hala Tanrı adı haykırılarak insanlar öldürülüyor.

Sorun bir an için vicdanlarınıza!

Tüm evreni var eden bir yaratıcı neden birinin gırtlağını kesmenizi istesin ki sizden?

Sana bir şey söylemek istediğinde neden hiyerarşik bir bürokratlar zincirine ihtiyaç duysun? 
Tanrı Cebrail’e-Cebrail Papa’ya- Papa Kardinallere- Kardinaller Papazlara- Papazlar halka…

Neden?

Tanrı bir çiçeğe veya arıya vahiy ederken, insanın gönlüne vahyedemiyor mu ki, hahamlara, papazlara veya hocalara ihtiyaç duysun?

Hakikatin kör edici ışığı güneş gibi apaçık duruyorken, gözleri yumuk, karanlıkta mum arayanlara ancak şöyle denebilir…

Açın artık gözlerinizi

1 yorum:

Cem Akkılıç dedi ki...

Bu güzel blog için teşekkürler...