24 Oca 2013

Kıyamete Koşmak!..


Bu yazıyı yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda aklımda, “Türkiye nereye koşuyor” sorusu vardı... Sonunda buldum; hangi karanlık geleceğe doğru koştuğumuzu gayet “veciz” biçimde anlatan bir özdeyişimiz vardı elbette:
- Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!..
Son birkaç gündür adam gibi gazetelerin manşetlerinde dolaşan haberler, nasıl bir kıyamete doğru, hem de baş döndürücü bir hızla yuvarlandığımızı anlatıyordu...
- İşte, insanın içini ürperten o haberler...

İlk haber, Saygı Öztürk’ün imzasıyla, Sözcü gazetesinin manşetindeydi:
Paşaları tahliye edersen seni vuracaklar!..
Oktay Kuban’ı hemen anımsayacaksınız; İstanbul’da ağır ceza hâkimiydi. 2010 yılında özel yetkili savcının yüksek rütbeli subayları tutuklama talebini içeren dosyalar Kuban’ın önüne geldi. Hâkim “delil” denilen belgelerin asıllarının bulunmadığını görünce tutuklama talebini reddetti.. İşte o andan itibaren yandaş medyanın hedefi haline geldi. Hâkim Kuban, müthiş bir baskı ve tehdit bombardımanına tutuldu. Ama asıl tehdit Ankara’dan, bir meslektaşından geliyordu:
- Ankara’dan emir var, bu askerler içerde tutulmak isteniyor. 4-5 yıl içerde kalır, çıkarlar. Sen kendini tehlikeye atma... Ankara’dan, senin arkanda kimin olduğu, kime güvendiğinin de araştırılması istenmiş!..
İşe bakar mısınız, “Ankara, bu askerlerin içerde tutulmasını istiyormuş!..”Gözünü sevdiğimin bağımsız yargısı!.. Ama asıl şok ikinci mesajla geldi:
Eğer, Çetin Doğan ve diğer paşaları tahliye edersen sokağa çıktığında seni vuracaklar!
Hâkim Oktay Kuban, bu tehdit ve baskılara rağmen, belgelere ve vicdani kanaatine göre “tahliye” kararını verdi. Ancak değişen bir şey olmadı; yeni itiraz, yeni mahkeme ve yeni tutuklama kararlarıyla istenen sonuç elde edildi!.. Peki, o hâkime ne oldu?.. Referandum sonrasında oluşan yeni HSYK’nin ilk icraatı o hâkimle birlikte tahliye kararı veren diğer hâkimleri çeşitli illere sürmek oldu!.. Sonra ne oldu?.
- Balyoz davası hızla sonuna erdirildi, tarih babanın “utanç defterine” kaydedildi!.. 

İkinci haber Aydınlık gazetesinin sürmanşetindeydi:
- İlk anlaşma 2009’da Brüksel’de yapıldı!..
Yani?.. Yani Oslo görüşmeleri amiyane tabirle “zurnanın son deliğiydi!..”Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, daha 2009 yılında ABD ve İngiltere’nin koordinatörlüğünde Brüksel’de PKK ile görüşmelere başlamıştı... Tam da Türkiye’de Ergenekon “cadı kazanı” kaynatılırken!.. Habere göre ABD gayet açık biçimde, “PKK ile anlaş, Kerkük petrollerinden pay al” mesajı vermişti... Daha sonrasını biliyorsunuz; Abdullah Gül, “İyi şeyler olacak” diyerek mesajı vermiş, Habur rezaletiyle sekteye uğrayan ilk açılım dönemi başlatılmıştı...
O günden bugüne çok yol alındı.. Bugün artık Türk-Kürt Federasyonu bile rahatça konuşulur pozisyona ulaştı. Yeni Osmanlıcılık, “eski bakiyeleri topraklarımıza katmak” naraları bölgede yankılanmaya başladı!.. Tayyip Bey’in “Suriye’de tribünde olmayız” sözlerini alın, eski MİT’çi Cevat Öneş’in,“Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi, bölgede sınır ve harita değişikliklerine yol açabilir” açıklamasının üzerine ekleyin, ortaya ne çıkıyor?
- Fetih şarkıları!.. 

Son haberi zaten gazeteniz Cumhuriyet’te okudunuz:
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi 9 avukat, tutuklandı...
Suçları neymiş? Örgüt üyeliği!.. Neden tutuklanmışlar?.. Aleyhte tanık ve tabii yine gizli tanık beyanları varmış, bu beyanlara göre kuvvetli suç şüphesi varmış, yaa!.. Pekiyi, nasıl tutuklanmışlar? İşte burası müthiş:
Avukatlar önceki gün tutuklandı ama tutanakta bir gün öncesinin tarihi vardı!..
İşler artık “skandal” boyutunu bile aştı!.. Ama gayet doğal; bir ülkeyi neredeyse mehter marşı eşliğinde savaşa sürüklüyorsan, önce içeriyi bi güzel zapturapt altına alacaksın...
- Zulüm defterinde böyle yazıyo... Ana muhalefet ne yapıyo?.. Güzide halkımız niçin susuyo?..

Hiç yorum yok: