Vezir düşürmesi
Kemal Derviş, 1979 TÜSİAD ilanları sırasında da çok aktifti. Dünya Bankası adına o tarihlerde 24 Ocak sonrasında uygulanacak o çok ünlü “yapısal uyum” programını Türkiye’ye getirmişti. Bu ünlü programı 1979 sonbaharına giderken Planlama reddetti. TÜSİAD bu programın eksiksiz uygulanmasını istiyordu. IMF-Dünya Bankası ile birlikte esas sahibiydi. Sonra Eylülist rejim geldi ve uyguladı.
Ecevit’in 2002’deki düşüşünde icracının Orgeneral Hilmi Özkök olduğunu ise hatırlıyoruz, Hürriyet’in ve Sabancılar’ın 2002’deki bu darbeli AKP seçimini “artık istikrar gelecek” yollu sevinç çığlıklarıyla karşıladığı da notlarımız arasındadır. Erdoğan’ın yolu, Ecevit’e yönelik bu “darbe” ile açılmış oluyordu. Holdinglerin alenen hükümet getirip hükümet götürdükleri iki dönemdi. Şimdi ise bir başka dönemdeyiz; TÜSİAD’ın son birkaç yıldaki politik tercihlerinden bunu okuyabiliyoruz.
Türkiye’nin en büyük tekellerinin ve ailelerinin TÜSİAD başkanlığını almaktan kaçındıkları, onu görece güçsüz bir holdinge bırakmaya hazırlandıkları başka bir dönem oldu mu; TÜSİAD’ın, son birkaç sene dışarıda bırakılırsa, eski yönetim kurullarına ve başkanlarına baktığımızda, bunun böyle olmadığını gözlemlemek mümkün. Demek ki, Sütaş yönetim kurulu başkanı Muharrem Yıldız’ın TÜSİAD başkanı adaylığını bir tür anomali olarak düşünebiliriz. Yıldız, her yıl açıklanan en zenginler listesine, geride bıraktığımız 2012 yılında son sıralardan henüz girebildi. Enerji, otomotiv, finans gibi sektörlerin uzağında, süt ve süt ürünleri ile haşır neşir olup TÜSİAD’ın en zenginlerinin başkanlığı almaktan kaçındıkları bu dönemin tek başkan adayı oldu.
Holding örgütlenmesi: TÜSİAD
Peki, anomali nerede? TÜSİAD’ın kuruluşunda. TÜSİAD, holdinglerin Odalar ve Borsalar Birliği gibi kurumlarda büyüklükleri ve ekonomik güçleri oranında temsil edilemediklerini düşünen Vehbi Koç, Sabancı, Berker, Yaşar, Eczacıbaşı gibi grupların öncülüğünde 1971 yılında kuruluyordu. İlk kuruluş protokolünde sadece 12 büyük ailenin adı vardı. Doğrudan doğruya en büyük tekellerin örgütü niteliğini taşıyordu. O günden bugüne bu niteliği artmış, azalmamıştı. Bu açıdan şimdiki başkan adayı Muharrem Yılmaz’ın isminin, diğer holdingler ve aileler ile karşılaştırıldığında görece küçük kaldığını söylemek mümkündür. Öyleyse, bu seçimin daha önceki TÜSİAD seçimlerine benzememesi ihtimali kuvvetle muhtemeldir.
Hepimiz yeşil sermayeyiz
Başkanlık için Sütaş’ın tercih edilmesinin gerekçeleri de, Muharrem Yılmaz’ın başkanlık sonrası yapacağı icraatlara ilişkin açıklamalarıyla yavaş yavaş belirginleşmeye başladı. Yılmaz kısa süre önce yaptığı açıklamada, ilk icraat olarak, “Ben yeni dönemde inşallah, yönetim kurulu ile beraber Sayın Başbakan’ı ziyaret etmek üzere randevu isteyeceğim” diyordu. Erdoğan’ın “elitler” nitelemesini herhalde ciddiye almış ki, Yılmaz sözlerini, “Hepimiz biraz Anadolu’dan geliyoruz” diyerek sürdürüyordu. Başkanlığı bırakacak olan Ümit Boyner de, örgütün Görüş dergisinde benzer sözlerle, artık Anadolu/İstanbul sermayesi ya da yeşil sermaye/laik sermaye ayrımının kalmadığını söylüyordu. Ahmet İnsel ise aynı dergide, MÜSİAD ve TUSKON’un dört dörtlük burjuva örgütleri olduklarını yazıyordu. AKP, MÜSİAD ve TUSKON ile Türkiye’de taşların yerli yerine oturduğu da bir diğer iddiasıydı. Herhalde bir politik tercihi yazıyorlardı ve Muharrem Yılmaz’ın başkanlığı ve TUSKON ve MÜSİAD gibi örgütlerle samimi bir ilişki kuracakları açıklamalarıyla tutarlıydı. Demek ki, “elit” makyajları artık ağır geliyordu.
AKP’ye Koç desteği
Bununla birlikte, en net açıklamaları yapan ve bir bakıma TÜSİAD’ın yörüngesini çizen, Koç grubu oldu. Önce 14 Aralık’ta Rahmi Koç, “Başbakan 3 dönemlik görev süresince oldukça başarılıydı. Çok karizmatik ve harika bir konuşmacı. Başkanlık sistemi Türkiye’ye yardımcı olacaktır” açıklamasını yapıyordu. AKP’nin “ekonomiyi hareketlendirmek için elinden geleni yaptığı” da diğer bir cümlesi oluyordu. Bunu Koç-Ülker-UEM ortaklığının köprü ve otoyolları 25 yıllığına işletme hakkını aldığı ihale takip etti. Böylelikle Koç grubu AKP’nin olağanüstü gelir yaratma planlarına da destek vermiş ve AKP’nin cebine para koymuş oluyordu. Koç’ların ardından Sabancılar geliyordu. Güler Sabancı da 29 Aralık’ta, “Büyüme yüzde 3 civarında gerçekleşti. Fakat, dünyadaki ve Avrupa’daki, olağanüstü belirsizliklerle dolu koşullar göz önünde tutulduğunda, bu rakam bile başarı sayılmalıdır” diyordu. IMF’in “kırılganlık artıyor” uyarıları yaptığı bir ekonomik durumda, Sabancı AKP’den övgülerini esirgemiyordu. AKP’nin ekonomi yönetiminde “cari açık endişesinin azaldığı” ise, Sabancı’nın bir başka söylemiydi; cari açık azaldı diyemediği için “endişe endeksini” azaltma yolunu seçiyordu; herhalde bir borsa alışkanlığıdır. TÜSİAD’ın başına Muharrem Yılmaz’ın geçirilmesi tercihi işte böyle bir ekonomik ve politik bağlama oturuyordu. Başka deyişle, Hikmet Kıvılcımlı’nın bilinen söylemiyle, TÜSİAD kılıcını atmıştı. “Elit” makyajına dahi tahammülleri kalmamıştı. Muharrem Yılmaz işte bu açık AKP’ci rolün icracısı olarak öne çıkarılıyordu.
TÜSİAD’ın halleri
TÜSİAD hem 1960 döneminin planlı ekonomisinin, hem de 1970 sonrasındaki holdingleşme sürecinin ardından şekillenmişti. Kuruluş tarihi 1971’di. Mehmet Altun’un TÜSİAD’ın İlk On Yılı başlıklı çalışmasında TÜSİAD’ın kuruluşunun arka planına ilişkin şu bilgiyi bulabiliyoruz: “Türkiye’de holdinglerin oluşumu planlı dönemle birlikte başlamış ve 1970 sonrasında giderek hızlanmıştı. 1949-1962 yılları arasında Türkiye’de sadece 2 adet holding mevcut olduğu halde, holding sayısı 1963-1971 döneminde 39’a, 1972-1979 döneminde ise 142’ye çıkmıştı.” TÜSİAD’dın çıkarlarını savundukları bu holdinglerdi. TÜSİAD müteşebbis heyeti adına Ege Sanayi Odası Başkanı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkan Yardımcısı Şinasi Ertan’ın yaptığı kuruluş açıklamasında da, “Bütün sınıflar gibi biz de Türkiye’de yerimizi alacağız” deniliyordu. Demek ki TÜSİAD’ın örgütlenmesi, tekellerin ekonomik olarak diğer sermayedarlar arasında sivrildikleri, kendilerini ayrı bir tür ve “sınıf saydıkları” bir sırada gündeme geliyordu. Odalar Birliği’nde güçleri oranında temsil edilemeyen holdingler, ayrı bir yapı içerisinde örgütlenmek istemişlerdi.
İslamist eğilim
Resmi işlemler tamamlandıktan sonra da, 2 Ağustos 1971 tarihinde gazetelere verilen bir reklam ile derneğin kuruluşu ilan edildi. İlanın 86 kişilik imzacıları arasında Sabri Ülker de vardı. Örgütün siyasal tercihleri ise henüz kuruluş yıllarında dahi netti. Ekonomik Danışma Kurulu’na alınacaklar arasında, Aydınlar Ocağı’ndan, kadrolu Türk-İslam sentezci Nevzat Yalçıntaş’ın ismi unutulmamıştı. Örgütün genel sekreterliğine ise bir ara, Milli Selamet Partisi’nden milletvekili seçilen Nakşibendi Korkut Özal yapmıştı. Söz konusu MSP, 1971 yılında Anayasa Mahkemesince “devletin laik niteliğine” karşı olduğu için kapatılan Milli Nizam Partisi’nin devamcısıydı. Vehbi Koç’un da 1972’de TÜSİAD’ın genel sekreterliğine, müsteşarlığı döneminde DPT’yi “takunyalılar” denilen islamcılarla doldurmuş Turgut Özal’ı getirmek istediğini biliyoruz. DPT’deki “toplu Cuma namazı partileri” işte bu Özal’ın marifetiydi. Ama genel sekreterlik teklifini Özal kabul etmedi. Bunun üzerine, arayış devam etti ve en sonunda Güngör Uras’a TÜSİAD genel sekreterliği teklif edildi. Böylelikle, şeyh müritlerinde genel sekreter arayan esnaf kültürlü TÜSİAD’ın modernizasyonu kapısı açılmış oluyordu. Ama şimdi buna dahi tahammülleri yoktur ki, bu kapı “Hepimiz yeşiliz” yollu açıklamalarla tümüyle kapatılmaktadır.
Son Güncelleme: Cumartesi, 05 Ocak 2013 22:16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder