26 Şub 2013

Doğan Görünümlü Şahin


Bir zamanlar ikinci el araba satışlarında çokça gördüğümüz bir ilandı “Doğan görünümlü Şahin” ifadesi. Yani, her ne kadar Doğan gibi görünse de kendi içinde düpedüz Şahin. Günümüzde ikinci el araba sektöründe kalmadı bu tür komiklikler ama insanlarımıza bulaşan bir hastalık oldu. Kaportaları farklı ancak ruhları aynı insan yığınları dolaşıyor etrafta. Görünüşte ve çıkardıkları seslerle farklılar sanki ama motorlar hep aynı. Sosyalist görünümlü Kapitalist, Milliyetçi görünümlü Kapitalist, en acısı Müslüman görünümlü Kapitalist…

Bir sosyalistin dönüp küfrettiği insanlar gibi yaşamasını anlaya bilirim belki ama tüm evreni var eden bir Tanrıya inanan, onun her an kendisini gözetlediğini savunan, karısının başını nasıl örteceğinden yatağa hangi taraftan gireceğine kadar her işine karışan bir dinle kendisini kontrol ettiğini savunan bir kimse nasıl olurda para ile olan ilişkisinde Tanrıyı yok sayar.

Kapitalizm insan nefsine oynar ve hep kazanır. Deccalın sofrasını sunar zavallı idealist insanın önüne, onu kandıramasa da çocuğunu, karısını kandırır. Herkesin seveceği bir tat vardır o sofrada. Plajlı tatillere götüremiyorsa Anadolu muhafazakârını Umreye götürür. Şirket aynıdır. Birgün Hawaii ye kalkan uçağı bir gün Umreye gider. Ben yürüyerek gitmek istiyorum desem önüme Kapitalizmin duvarları çıkar, sınırlar, vizeler, izinler… Mecbursunuzdur kapitalizmin ringi içinde kalmaya. Bir asit kazanı gibi içine atılan her ne olursa eritir. Tek tipleştirir…
 
Mesela bankaya gitmez Müslüman, faiz zulümdür çünkü dinine göre. Eh, onunda zemzemle yıkanmışını sunar hemen Kapitalizm. Zavallı Müslüman hiç sormaz, nasıl olurda faizsiz olduğu halde bu dindar bankalar dıkı dıkına bankaların faiz oranında kâr payı verir. Sormaz çünkü Tanrıdan dini anlatmak için yetki belgesi almışçasına “bu caiz, bu değil” diyen İlahiyatçı bir Profesör yönetim kurulundadır her finans kurumunun.  Bilmez tüm yeşil paraların Londra metal borsasında efendinin kasasında biriktiğini.

Zekâtınızı filanca hesap numarasına EFT yapın… Kurbanınızı şu vakfa bağışlayın… Fitre, sadaka hep aynı. Sen ver parayı biz senin yerine ifa ederiz bu ibadeti. Sormaz hacı ağabey, yahu hep paralı olan ibadetler vekâleten oluyor da parasız olanlar olmuyor, acaba niye? Öyle ya! namazı da benim yerime kılsanıza madem ibadet vekâleten oluyor. Yok, ama sadece paralı olanları senin yerine yaparız parasızları sen kendin yapmak zorundasın. Zekat para vermekten ibaretmiş gibi. Yoksulu arama, ona dokunma, kapısını çalma yok artık.

Kafasına takke yerine fötr şapka koyduğumuzda Ortodoks Yahudilerden farkı kalmayan cübbeli, şalvarlı insanlarımıza “neden böyle giyiniyorsunuz” diye sorduğumuzda, “peygambere benzemek için” cevabını alıyoruz. Peygamberin savaştıkları da aynı kıyafeti giymiyorlar mıydı? Sibirya da gelseydi bu din kürkle mi dolaşacaktınız Temmuz ayında? Tipinizin peygambere benzemesi sizi Müslüman yapmaya yetiyor mu? Yüksek duvarlı sitelerde oturup,” komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir peygambere, tipinizi benzetmekle uyduğunuzu sanmak ne tür bir yanılgıdır? El cevap; “Sen bozulmuşsun kardeş, şeytan vesvesesi bunlar, biraz zikir çek…”

Kızına talip olursunuz her akşam bir evde sohbet eden ağabeyin. İlk sorusu “oğlumuz ne iş yapıyor?” olur. Düğün törenlerinde dini çağrıştıran tek şey çalınan ney ve “uzay yolu” filminden esinlenilmiş bir gelinlik. Uzun parlak bir kafa, teneke kutu gibi uzun bir etek, Picasso tablosu gibi bir surat… Ha! Bir de tören sonunda hamallara taşıtılan takı sandığı… Adı da dindar düğünü…

Anlaşılan o ki, din dar geliyor bu canlılara, o yüzden kapitalizme yelken açmışlar. Bir de konuştuklarında Sahabeden, Kurandan, Hadisten bahsetmezler mi? İnsanın alıp başını gidesi geliyor. İnsani evrensel ahlak umdelerini geçtik, bari iman ettiğiniz Peygamberin ahlakına uyun. Bari Peygamberinizi kapitalizme uydurmaya çalışmayın.

Bari itiraf edin;

“Bizler yoksulken Allah’a sığınan ancak azıcık bir dünyalık karşısında hemen dininden dönen mağluplarız. Beğenmediğimiz ve lanetlediğimiz dinci olmayan “ehli dünyadan”  daha fazla, dünya ve içerisindeki her şeye tapınan ve bu halimizi de ağızlarına ateşten gem vurulacak olan âlimlerimizden aldığımız fetvalarla meşrulaştıran zavallılarız. Bizler Allah’a ve Resulüne inanır ancak çağın gerekleri doğrultusunda zulmeder veya zulme ortak oluruz. Mini etek gördüğümüzde sulanan ağzımızı küfürlerle doldurur ama evdeki karımızla beraber olurken de o bacakları hayal ederiz. Bizler, dünyanın faniliğinden bahseder ardından mal biriktirmede dinsizlere taş çıkarırız. Hem liberal hem Müslüman olabiliriz. Hem Kâbe’ye hem Amerika’ya secde edebiliriz. Bizim dükkânımızda her şey çok ucuzdur. Her şey satılıktır. Her para birimi geçerlidir. Ancak sadece başımızı açmayız. Çünkü dinden geriye kalan tek şey bu bir metrelik ipek kumaştır. Çünkü tüm pisliklerimizi onun örteceğini zannederiz. Çünkü Allah, kandırılabilir bir varlıktır bizim için de ondan…”

Bir elde kadeh, bir elde Kuran;
Bir helaldir isimiz, bir haram.
Şu yarım yamalak dünyada
Ne tam kâfiriz, ne tam Müslüman!
(Ömer Hayyam, yaklaşık bin sene evvel)

Hiç yorum yok: