Bir zamanlar ikinci el araba satışlarında çokça gördüğümüz
bir ilandı “Doğan görünümlü Şahin” ifadesi. Yani, her ne kadar Doğan gibi
görünse de kendi içinde düpedüz Şahin. Günümüzde ikinci el araba sektöründe
kalmadı bu tür komiklikler ama insanlarımıza bulaşan bir hastalık oldu.
Kaportaları farklı ancak ruhları aynı insan yığınları dolaşıyor etrafta.
Görünüşte ve çıkardıkları seslerle farklılar sanki ama motorlar hep aynı.
Sosyalist görünümlü Kapitalist, Milliyetçi görünümlü Kapitalist, en acısı
Müslüman görünümlü Kapitalist…
Bir sosyalistin dönüp küfrettiği insanlar gibi yaşamasını
anlaya bilirim belki ama tüm evreni var eden bir Tanrıya inanan, onun her an
kendisini gözetlediğini savunan, karısının başını nasıl örteceğinden yatağa
hangi taraftan gireceğine kadar her işine karışan bir dinle kendisini kontrol
ettiğini savunan bir kimse nasıl olurda para ile olan ilişkisinde Tanrıyı yok
sayar.
Kapitalizm insan nefsine oynar ve hep kazanır.
Deccalın sofrasını sunar zavallı idealist insanın önüne, onu kandıramasa da
çocuğunu, karısını kandırır. Herkesin seveceği bir tat vardır o sofrada. Plajlı
tatillere götüremiyorsa Anadolu muhafazakârını Umreye götürür. Şirket aynıdır.
Birgün Hawaii ye kalkan uçağı bir gün Umreye gider. Ben yürüyerek gitmek
istiyorum desem önüme Kapitalizmin duvarları çıkar, sınırlar, vizeler, izinler…
Mecbursunuzdur kapitalizmin ringi içinde kalmaya. Bir asit kazanı gibi içine
atılan her ne olursa eritir. Tek tipleştirir…
Mesela bankaya gitmez Müslüman, faiz zulümdür çünkü dinine
göre. Eh, onunda zemzemle yıkanmışını sunar hemen Kapitalizm. Zavallı Müslüman
hiç sormaz, nasıl olurda faizsiz olduğu halde bu dindar bankalar dıkı dıkına
bankaların faiz oranında kâr payı verir. Sormaz çünkü Tanrıdan dini anlatmak
için yetki belgesi almışçasına “bu caiz, bu değil” diyen İlahiyatçı bir
Profesör yönetim kurulundadır her finans kurumunun. Bilmez tüm yeşil paraların Londra metal
borsasında efendinin kasasında biriktiğini.
Zekâtınızı filanca hesap numarasına EFT yapın… Kurbanınızı
şu vakfa bağışlayın… Fitre, sadaka hep aynı. Sen ver parayı biz senin yerine
ifa ederiz bu ibadeti. Sormaz hacı ağabey, yahu hep paralı olan ibadetler
vekâleten oluyor da parasız olanlar olmuyor, acaba niye? Öyle ya! namazı da
benim yerime kılsanıza madem ibadet vekâleten oluyor. Yok, ama sadece paralı
olanları senin yerine yaparız parasızları sen kendin yapmak zorundasın. Zekat
para vermekten ibaretmiş gibi. Yoksulu arama, ona dokunma, kapısını çalma yok
artık.
Kafasına takke yerine fötr şapka koyduğumuzda Ortodoks
Yahudilerden farkı kalmayan cübbeli, şalvarlı insanlarımıza “neden böyle
giyiniyorsunuz” diye sorduğumuzda, “peygambere benzemek için” cevabını
alıyoruz. Peygamberin savaştıkları da aynı kıyafeti giymiyorlar mıydı? Sibirya
da gelseydi bu din kürkle mi dolaşacaktınız Temmuz ayında? Tipinizin peygambere
benzemesi sizi Müslüman yapmaya yetiyor mu? Yüksek duvarlı sitelerde oturup,”
komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir peygambere, tipinizi
benzetmekle uyduğunuzu sanmak ne tür bir yanılgıdır? El cevap; “Sen bozulmuşsun
kardeş, şeytan vesvesesi bunlar, biraz zikir çek…”
Kızına talip olursunuz her akşam bir evde sohbet eden
ağabeyin. İlk sorusu “oğlumuz ne iş yapıyor?” olur. Düğün törenlerinde dini
çağrıştıran tek şey çalınan ney ve “uzay yolu” filminden esinlenilmiş bir
gelinlik. Uzun parlak bir kafa, teneke kutu gibi uzun bir etek, Picasso tablosu
gibi bir surat… Ha! Bir de tören sonunda hamallara taşıtılan takı sandığı… Adı
da dindar düğünü…
Anlaşılan o ki, din dar geliyor bu canlılara, o yüzden
kapitalizme yelken açmışlar. Bir de konuştuklarında Sahabeden, Kurandan,
Hadisten bahsetmezler mi? İnsanın alıp başını gidesi geliyor. İnsani evrensel
ahlak umdelerini geçtik, bari iman ettiğiniz Peygamberin ahlakına uyun. Bari
Peygamberinizi kapitalizme uydurmaya çalışmayın.
Bari itiraf edin;
“Bizler yoksulken Allah’a sığınan ancak azıcık bir dünyalık
karşısında hemen dininden dönen mağluplarız. Beğenmediğimiz ve lanetlediğimiz
dinci olmayan “ehli dünyadan” daha
fazla, dünya ve içerisindeki her şeye tapınan ve bu halimizi de ağızlarına
ateşten gem vurulacak olan âlimlerimizden aldığımız fetvalarla meşrulaştıran
zavallılarız. Bizler Allah’a ve Resulüne inanır ancak çağın gerekleri
doğrultusunda zulmeder veya zulme ortak oluruz. Mini etek gördüğümüzde sulanan
ağzımızı küfürlerle doldurur ama evdeki karımızla beraber olurken de o
bacakları hayal ederiz. Bizler, dünyanın faniliğinden bahseder ardından mal
biriktirmede dinsizlere taş çıkarırız. Hem liberal hem Müslüman olabiliriz. Hem
Kâbe’ye hem Amerika’ya secde edebiliriz. Bizim dükkânımızda her şey çok
ucuzdur. Her şey satılıktır. Her para birimi geçerlidir. Ancak sadece başımızı
açmayız. Çünkü dinden geriye kalan tek şey bu bir metrelik ipek kumaştır. Çünkü
tüm pisliklerimizi onun örteceğini zannederiz. Çünkü Allah, kandırılabilir bir
varlıktır bizim için de ondan…”
Bir elde kadeh, bir elde Kuran;
Bir helaldir isimiz, bir haram.
Şu yarım yamalak dünyada
Ne tam kâfiriz, ne tam Müslüman!
(Ömer Hayyam, yaklaşık bin sene evvel)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder