11 Mar 2013

Nasyonal Kapitalizm


Kapitalizmin dört aşaması vardır.

İlk aşamada Filozoflar, felsefeleri ile siyasetin, ekonominin, hukukun kavramlarını oluştururlar. İnşa edilecek Babil kulesinin temelleridir bunlar.

İkinci aşamada, felsefenin açtığı ufukla bilimin sahillerine ulaşılır. Hayata dair fenomenler akli kanunlarla izah edilir. Anlaşılır kılınır. Mistisizm rasyonaliteye inkılap olunur.

Su nasıl kaldırır? Atılan her taş neden yere düşer? Toplumlar neye niçin inanır? Bir insan niçin öldürür?

Üçüncü aşamada, bilimin her alandaki verileri bir araya getirilerek insanların bağımlı olacağı teknolojiler üretilir. Bunlar öyle teknolojilerdir ki, onlara sahip olmayı her insan ister. Dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin her insanın hayallerine taht kuran ürünler vardır katalog listelerinde. Üzerinde her çeşit meyvenin bulunduğu bir hayat ağacıdır sundukları.

Dördüncü aşamada ise hasat vardır. Bunca emeğin karşılı olan para ve güç artık onu hak edenlerindir.

Tersinden bakacak olursak Kapitalizmin kurucu babaları her şeye hükmedecek olan gücün para ile sağlanacağını keşfetmiş dahilerdir. Para ve paranın satın alabileceği şeyler karşısında, insan denen varlığın secdeye kapanacağının bilincindedirler. Bu yüzden insanların çöpe attığı hurda demirden son model arabalar veya çocuklara tekerlekli sandalye karşılığında toplatılan pet şişe kapaklarıyla bilgisayarlar yaparlar. Parayı ancak katma değerin kazanacağını bilirler. Maliyeti bir birim olan bir ürünü bin birime satmanın tek yolu teknolojidir. Teknoloji denen bu sihirli değneği ise bilim sunmuştur onlara. Bu sebeple uğrunda birçok bedel ödemelerine rağmen bilimin peşini hiç bırakmamışlardır. Bilimi ise Felsefenin bitimsiz labirentlerinden çıkarmışlardır.

Bu cesaret, akıl ve beceriden yoksun toplumların yöneticileri ise hiç yorulmazlar. Onlar sömürmek için kapitalistler gibi bizleri bağımlı kılacak ürünler de sunmazlar.

Kendi toplumlarından, acımasızca, hiçbir şey vermeden her şeylerini alırlar. Kendi kendini sömüren kapitalistlerdir bunlar, Nasyonal Kapitalist. Felsefeleri yoktur, bilimden anlamazlar, teknoloji ürünlerinin kullanma kılavuzlarını anlamak için bile birilerine ihtiyaç duyarlar, dolayısıyla parayı asla legal yöntemlerle kazanamazlar. Ama tuhaftır, bir kapitalistin bile en az üç kuşak süren sermaye birikimini onlar bir insan ömrüne sığdıracak kadar kurnazdırlar. Kapitalizmin kendi müntesiplerince oluşturdukları etik değerlerden tamamen arîdirler. Kendi evini soyan hayırsız evlatlar gibi zavallı toplumlarının sahip oldukları neleri varsa yağmalarlar, satarlar, el koyarlar. Sonra kazandıkları paraları idare edecek zekâları da olmadığından beş on sene sonra mutlaka batarlar. İstikrar yoktur ve olamaz. Kredi kartından tüm limitini çekip cüzdanına doldurduktan sonra sevgilisine hava atan sersem gibi hali hazırdaki paralarıyla zengincilik oynarlar. Güdülecek koyun olarak gördükleri halkı kandıracak argümanları her zaman vardır. Din…

Nasyonal kapitalistlerin kulu olan halklar ise garip bir mutluluk içerisindedirler. Asgari ücret almasına rağmen borsa yükselince sevinir. Bir tek ev alabilmek için tüm ömrünü vermesi gerektiğini bilmesine rağmen ülkedeki dolar milyarderlerinin sayısının artmış olması ona anlamsız bir güven verir. Kahvede çay içecek parası olmadığından camii avlusunda oturan dedeler ekonomik göstergelerin iyi olduğundan, yöneticilerin ekonomide başarılı olduğundan falan söz ederler. Cami imamı işini gücünü bırakıp maaşına on lira zam yapan adamları metheden vaazlar verir. Cemaatler, bilmem hangi evliyanın dünyaya hakim olacakları müjdesini verdiği haberci rüyaları gören adamlardan geçilmez.

Nasyonal Kapitalistler çevirdikleri dolapları fark etmesinler diye “Ahfeş’in keçisi” gibi her söylenene kafa sallayan insanların minik sahtekârlıklarını görmezden gelirler.

Zira bu zavallı insanların evlerinin elektriğini kaçağa bağladıklarında mutlu olacaklarını bilirler. Bir gün fiş kesmediğinde kâra geçtiğini sanan bakkallar, iki müşterisinden fazla hesap alan lokantacı, bir çürük portakalı poşete usulca kakalayan manav, yaptıkları bu küçük sahtekârlıklarla o kadar mesut olurlar ki başlarındaki köylü kurnazlarının donlarını bile sattıklarının farkına varmazlar. Her yıl çıkarılan vergi affı, “yaşasın hükümet” sloganı için kâfidir. Oğlunun hademe kadrosundan belediyeye alınması, hayatını bir partiye adaması için yeter sebeptir.

Sonra bu Nasyonal Kapitalist sistemsizliğin hüküm sürdüğü ülkelerdeki tek mumluk aydınlar, kendi cehalet ve aymazlıkları sonucu, akıllı toplumların gelip ülkelerinde at oynatmasını komplo olarak değerlendirirler. “Gizli güçler”, “derin yapılar”, “komplolar”… Bu komplo değildir. Kaçınılmaz olanın olacak olmasıdır.

Bunu da ifade etmeliyim ki, her işini bir matematiğe, bir mükemmelliğe, bir akla göre dizayn eden yaratıcının ahmaklığı meslek edinmiş toplumlar için mucizevi zaferler bahşetmesini dilemek veya koruyuculuğuyla ülkelerini kuşatacağını beklemek de, din adamlarının anlatamadığı ve asla anlatamayacağı Tanrıya hakarettir.

Peki, çözüm ne? Diye soranlar!

Çözüm dediğiniz şey leblebi şekeri midir ki, cebimden avuçla çıkarıp size bi-bedel vereyim…

“Ahfeş’in Keçisi”

“Ahfeş lakaplı Arap bir bilgin gramer derslerinde kendini dinleyecek öğrenci bulamayınca keçisinin başına bir ip geçirir. Bir konuyu anlattığında keçinin boynundaki ipi aşağı çekerek başını onaylarmış gibi sallamasını sağlar. Zamanla keçi artık Ahfeş’in her dediğine ipi çekmeden de başını sallamaya başlar. Ahfeş anlattıkça keçisi de anlıyormuş gibi kafasını sallarmış. O yüzden her hangi bir meseleyi anlamadığı halde anlıyormuş gibi onaylayan kimselere “Ahfeş’in keçisi gibi baş sallama” denir.

“evet efendim”

“aynen buyurduğunuz gibi müdürüm”

“ne de güzel ifade ettiniz sayın bakanım”

“siz bu ülke insanı için Tanrı tarafından seçilmiş bir lidersiniz efendim”

Hiç yorum yok: