Kapitalizmin dört aşaması vardır.
İlk aşamada Filozoflar, felsefeleri ile siyasetin,
ekonominin, hukukun kavramlarını oluştururlar. İnşa edilecek Babil kulesinin
temelleridir bunlar.
İkinci aşamada, felsefenin açtığı ufukla bilimin sahillerine
ulaşılır. Hayata dair fenomenler akli kanunlarla izah edilir. Anlaşılır
kılınır. Mistisizm rasyonaliteye inkılap olunur.
Su nasıl kaldırır? Atılan her taş neden yere düşer? Toplumlar
neye niçin inanır? Bir insan niçin öldürür?
Üçüncü aşamada, bilimin her alandaki verileri bir araya
getirilerek insanların bağımlı olacağı teknolojiler üretilir. Bunlar öyle
teknolojilerdir ki, onlara sahip olmayı her insan ister. Dil, din, ırk ayrımı
gözetmeksizin her insanın hayallerine taht kuran ürünler vardır katalog
listelerinde. Üzerinde her çeşit meyvenin bulunduğu bir hayat ağacıdır
sundukları.
Dördüncü aşamada ise hasat vardır. Bunca emeğin karşılı olan
para ve güç artık onu hak edenlerindir.
Tersinden bakacak olursak Kapitalizmin kurucu babaları her
şeye hükmedecek olan gücün para ile sağlanacağını keşfetmiş dahilerdir. Para ve
paranın satın alabileceği şeyler karşısında, insan denen varlığın secdeye
kapanacağının bilincindedirler. Bu yüzden insanların çöpe attığı hurda demirden
son model arabalar veya çocuklara tekerlekli sandalye karşılığında toplatılan
pet şişe kapaklarıyla bilgisayarlar yaparlar. Parayı ancak katma değerin
kazanacağını bilirler. Maliyeti bir birim olan bir ürünü bin birime satmanın
tek yolu teknolojidir. Teknoloji denen bu sihirli değneği ise bilim sunmuştur
onlara. Bu sebeple uğrunda birçok bedel ödemelerine rağmen bilimin peşini hiç
bırakmamışlardır. Bilimi ise Felsefenin bitimsiz labirentlerinden çıkarmışlardır.
Bu cesaret, akıl ve beceriden yoksun toplumların
yöneticileri ise hiç yorulmazlar. Onlar sömürmek için kapitalistler gibi
bizleri bağımlı kılacak ürünler de sunmazlar.
Kendi toplumlarından, acımasızca, hiçbir şey vermeden her
şeylerini alırlar. Kendi kendini sömüren kapitalistlerdir bunlar, Nasyonal
Kapitalist. Felsefeleri yoktur, bilimden anlamazlar, teknoloji ürünlerinin
kullanma kılavuzlarını anlamak için bile birilerine ihtiyaç duyarlar,
dolayısıyla parayı asla legal yöntemlerle kazanamazlar. Ama tuhaftır, bir
kapitalistin bile en az üç kuşak süren sermaye birikimini onlar bir insan
ömrüne sığdıracak kadar kurnazdırlar. Kapitalizmin kendi müntesiplerince
oluşturdukları etik değerlerden tamamen arîdirler. Kendi evini soyan hayırsız
evlatlar gibi zavallı toplumlarının sahip oldukları neleri varsa yağmalarlar,
satarlar, el koyarlar. Sonra kazandıkları paraları idare edecek zekâları da
olmadığından beş on sene sonra mutlaka batarlar. İstikrar yoktur ve olamaz.
Kredi kartından tüm limitini çekip cüzdanına doldurduktan sonra sevgilisine
hava atan sersem gibi hali hazırdaki paralarıyla zengincilik oynarlar.
Güdülecek koyun olarak gördükleri halkı kandıracak argümanları her zaman
vardır. Din…
Nasyonal kapitalistlerin kulu olan halklar ise garip bir
mutluluk içerisindedirler. Asgari ücret almasına rağmen borsa yükselince
sevinir. Bir tek ev alabilmek için tüm ömrünü vermesi gerektiğini bilmesine
rağmen ülkedeki dolar milyarderlerinin sayısının artmış olması ona anlamsız bir
güven verir. Kahvede çay içecek parası olmadığından camii avlusunda oturan
dedeler ekonomik göstergelerin iyi olduğundan, yöneticilerin ekonomide başarılı
olduğundan falan söz ederler. Cami imamı işini gücünü bırakıp maaşına on lira
zam yapan adamları metheden vaazlar verir. Cemaatler, bilmem hangi evliyanın
dünyaya hakim olacakları müjdesini verdiği haberci rüyaları gören adamlardan
geçilmez.
Nasyonal Kapitalistler çevirdikleri dolapları fark
etmesinler diye “Ahfeş’in keçisi” gibi her söylenene kafa sallayan insanların
minik sahtekârlıklarını görmezden gelirler.
Zira bu zavallı insanların evlerinin elektriğini kaçağa
bağladıklarında mutlu olacaklarını bilirler. Bir gün fiş kesmediğinde kâra
geçtiğini sanan bakkallar, iki müşterisinden fazla hesap alan lokantacı, bir
çürük portakalı poşete usulca kakalayan manav, yaptıkları bu küçük sahtekârlıklarla
o kadar mesut olurlar ki başlarındaki köylü kurnazlarının donlarını bile
sattıklarının farkına varmazlar. Her yıl çıkarılan vergi affı, “yaşasın
hükümet” sloganı için kâfidir. Oğlunun hademe kadrosundan belediyeye alınması,
hayatını bir partiye adaması için yeter sebeptir.
Sonra bu Nasyonal Kapitalist sistemsizliğin hüküm sürdüğü
ülkelerdeki tek mumluk aydınlar, kendi cehalet ve aymazlıkları sonucu, akıllı
toplumların gelip ülkelerinde at oynatmasını komplo olarak değerlendirirler.
“Gizli güçler”, “derin yapılar”, “komplolar”… Bu komplo değildir. Kaçınılmaz
olanın olacak olmasıdır.
Bunu da ifade etmeliyim ki, her işini bir matematiğe, bir mükemmelliğe,
bir akla göre dizayn eden yaratıcının ahmaklığı meslek edinmiş toplumlar için
mucizevi zaferler bahşetmesini dilemek veya koruyuculuğuyla ülkelerini
kuşatacağını beklemek de, din adamlarının anlatamadığı ve asla anlatamayacağı
Tanrıya hakarettir.
Peki, çözüm ne? Diye soranlar!
Çözüm dediğiniz şey leblebi şekeri midir ki, cebimden avuçla
çıkarıp size bi-bedel vereyim…
“Ahfeş’in Keçisi”
“Ahfeş lakaplı Arap bir bilgin gramer derslerinde kendini
dinleyecek öğrenci bulamayınca keçisinin başına bir ip geçirir. Bir konuyu
anlattığında keçinin boynundaki ipi aşağı çekerek başını onaylarmış gibi
sallamasını sağlar. Zamanla keçi artık Ahfeş’in her dediğine ipi çekmeden de
başını sallamaya başlar. Ahfeş anlattıkça keçisi de anlıyormuş gibi kafasını
sallarmış. O yüzden her hangi bir meseleyi anlamadığı halde anlıyormuş gibi
onaylayan kimselere “Ahfeş’in keçisi gibi baş sallama” denir.
“evet efendim”
“aynen buyurduğunuz gibi müdürüm”
“ne de güzel ifade ettiniz sayın bakanım”
“siz bu ülke insanı için Tanrı tarafından seçilmiş bir lidersiniz
efendim”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder