8 Şub 2019

Sağlık Bakanlığı’nın 2011-2016 yılları arasında yürüttüğü ve 3 yıldır gizlediği “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli illerinde Çevresel Faktörlerinve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi”

[Haber görseli]Sağlık Bakanlığı, 2011-2016 yılları arasında kanserden ölümlerin dünya ortalamasının üstünde olduğu Antalya, Ergene ve Dilovası’nda geniş çaplı bir araştırma yaptı. Kanser vak'alarında çevre kirliliğinin rolüne ışık tutan çalışmanın sonuçları kamuoyuna açıklanmış değil. Bakanlığın halktan gizlediği çalışmada insan sağlığını tehdit eden pestisitin taze fasulye, biber, hıyar, marul, maydanoz, çilek, erik ve elmada maksimum kalıntı limitlerini çok aştığı ortaya çıktı. Sularda ise yine kanserojen etkisi bilinen hidrokarbon kalıntıları tespit edildi.


Dünya Sağlık Örgütü dünya genelinde kanserden ölümlerin oranı yüzde 16 olarak belirtiliyor; yani her altı ölümden birinin nedeni kanser.
Türkiye’de ise her sekiz ölümden birinin nedeni (yüzde 13) kanser. Ancak bölgeden bölgeye büyük farklar var. Örneğin Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de yaklaşık her dört ölümden biri, Kocaeli Dilovası bölgesinde (yüzde 37) her üç ölümden ve Antalya ilinde ise her 10 ölümden birinin nedeni kanser.
Kanserojen (kansere yol açan) kimyasallara uzun süre maruz kalmak kanser hastalığının en önemli nedeni. Kansere yol açan etkenlerin çevresel ortamlarda ne miktarda bulunduğu, insanların bu etkenlere ne miktarda maruz kaldığı ve bu maruziyetin ne kadar sürdüğü gibi faktörler kanser hastalığının görülme sıklığının bölgeden bölgeye farklılık göstermesine neden oluyor.

Kanserojen maddeleri bünyemize nasıl alırız?
Bir halk sağlıkçısı gözüyle bakıldığında bedenimizin sınırları dışında kalan her şey dış çevreyi oluşturur. Deriyle temas, soluma, yeme ya da içme yoluyla dış çevrede bulunan toksik etkili kimyasal maddeleri bünyemize alırız.
Zehirli veya kansere yol açan kimyasal maddeler dış çevrede doğal olarak nadiren bulunur. Genellikle tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerden açığa çıkarlar. Bu faaliyetlerin yoğun olduğu bir bölgenin toprağı, suyu, havası, gıda ürünleri kansere yol açan kimyasal maddelerle kirletildikçe o bölgede yaşayan insanlar arasında kanser hastalıklarının görülme sıklığının artması kaçınılmazdır. Kocaeli Dilovası ve Ergene Nehri Havzası gibi yaşam alanlarının kansere neden olan kimyasal maddelerle en fazla kirletildiği yerlerde kanser hastalıklarının sık görülmesinin en önemli nedeni budur.


Ergene Nehri Havzası ve Kocaeli Dilovası
Ergene Nehri Havzası’nda Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli illeri yer alıyor. Bu illerde yer alan sanayi tesisleri açığa çıkardıkları atık suları herhangi bir kimyasal arıtma yapmadan nehre boşaltıyorlar. Nehir aşırı yağışlar sonucu taştığında bütün Ergene Ovası zehirli kimyasal maddelerle kirleniyor. Bu zehirli maddeler yeraltı sularına ve yetiştirilen gıda ürünlerine de bulaşıyor. Marmara Denizi’ne dökülen akarsu denizdeki kabuklu canlılardan balıklara bütün yaşam formlarına zehirli kimyasal maddelerin bulaşmasına neden oluyor. Ülkemizin kanser tartışmalarında öne çıkan bir başka bölgesi ise Kocaeli ilinde yer alan Dilovası. 2011’de Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu Dilovası’ndaki kimyasal kirliliğin anne ve bebeklerin vücutlarına sağlığa zararlı ağır metallerin geçmesine neden olduğunu açıklamıştı. Bu açıklama nedeniyle yerel idarecilerin suçlamasına maruz kalan ve hakkında dava açılan Hamzaoğlu, 2016’da üniversitedeki görevinden KHK ile çıkarıldı. Şimdi tutuklu ama toplumsal barış mücadelesini yılmadan sürdürüyor –selam olsun-.

Gıdalardaki zehir
Araştırmada 1380 gıda ve 1440 su örneği çalışıldı. Gıdalarda 332 farklı pestisitin kalıntısı araştırıldı. Hormonal sistem bozucu olarak nitelenen 106 pestisitin tamamı analiz kapsamındaydı.
Kocaeli’nden alınan toplam 283 örneğin yüzde 38’inde, Antalya’dan alınan 572 örneğin yüzde 60’ında ve Ergene bölgesinden alınan 463 örneğin yüzde 14’ünde pestisit kalıntısı tespit edildi. Gıdalarda en çok pestisit kalıntısı çıkan il Antalya oldu.
Pestisit kalıntı analizi yapılan 1318 gıda örneğinin yaklaşık yüzde 60’ında pestisit kalıntısı çıkmadı; yüzde 40’ında ise en az bir pestisit olmak üzere 73 çeşit pestisit kalıntısı tespit edildi.
[Haber görseli]

Sağlığa zararı kesin
Analiz edilen örneklerin yüzde 17.3’ünde mevzuatın izin verdiği maksimum kalıntı sınır değerinin (MKL) üzerindeki miktarlarda pestisit kalıntısı saptandı. Maksimum kalıntı sınır değerlerini aşan pestisitlerin sağlığa zarar vereceği kesindir. Dolayısıyla 5 farklı ile yayılan onlarca çeşit gıda ürününün analiz edildiği bu çalışmanın ülke genelindeki gıdalarda çok ciddi bir pestisit kalıntısı sorununa işaret ettiği söylenebilir. Bu konuda Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yurt genelinde yapılan çalışmalarda mevzuatta belirtilen sınır değerleri aşan pestisitlerin oranının yüzde 2-3 aralığında olduğu açıklanıyordu.
Ancak bu açıklamanın doğru olmadığı ve ortada ciddi bir sorun olduğu aşikâr.
Araştırmada maksimum kalıntı sınır değerlerini aşan ürünlere dair bilgiler tabloda yer alıyor.
Ancak mesele sadece maksimum kalıntı sınırını aşan ürünler değil. Bir gıda ürününün hepsi de mevzuattaki sınır değerlerin altında kalan birden fazla sayıda pestisit içermesi durumunun da sağlık sorunu yaratacağı düşünülmelidir. Bu soruna yarın değineceğim.


BAZI SULARDA HİDROKARBON KALINTILARI VAR
Araştırmada 5 ildeki 1440 farklı yerleşim noktasından alınan kaynak ve depo suları da analiz edildi. Bu sularda kansere neden olan PAH bileşikleri ile bazı pestisitlerin kalıntıları araştırıldı. Polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH) iki ya da daha fazla benzen halkasına sahip kansere yol açan kimyasal maddelerdir. Petrol kirliliği, yağ, kömür, katran atıklarında bulunur ve fosil yakıtları başta olmak üzere çeşitli maddelerin yanması sonucu açığa çıkarlar. Doğada 100’ün üzerinde PAH bileşiği bulunsa da gıdalar ve sularda nadiren tespit ediliyorlar. Araştırmada kanserojen etkisi daha fazla olan 16 PAH bileşiği araştırıldı. Analiz edilen su örneklerinin 19 tanesinde (yüzde 1,3) PAH kalıntıları tespit edildi. İllere göre dağılım tabloda yer alıyor.
Su örneklerinde Asenaften, Asenaftelen, Floren, Naftalin ve Fenantren olmak üzere 5 adet PAH bileşiğinin kalıntısı tespit edildi. Antalya’dan alınan su örneklerinin hiçbirinde PAH bileşiği kalıntısı çıkmadı. En çok PAH kalıntısı tabloda da görülebileceği gibi Ergene havzasından alınan su örneklerinde çıktı. Yüzde 1.3’lük kirlilik oranı düşük görülmemeli; çalışmanın bütün bir yıla yayılmadığı; belli bir zaman diliminde yapıldığı dikkate alınmalı. Tespit edilen PAH kirliliği her hâlükârda çevre kirliliğinin bir göstergesidir.

Bakanlığın gizlediği araştırma
Sağlık Bakanlığı’nın 2011-2016 arasında yürüttüğü bir araştırma projesi Ergene ve Dilovası’ndaki kanser vakalarında çevre kirliliğinin rolüne büyük ışık tutuyor.
Araştırma “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi” başlığını taşıyor.
Araştırmada Ergene Nehri Havzası’nda yer alan Edirne, Kırklareli, Tekirdağ illeri; Dilovası bölgesinin de içinde bulunduğu Kocaeli ve Antalya’da yapıldı. Bu illerde yaşayan insanlardan ve yerleşim bölgelerinden alınan binlerce örnekte kanser hastalıklarına neden olan kimyasal maddeler araştırıldı. Araştırmanın amacı çevresel ortamlardaki kanserojen madde kirliliğinin ne düzeyde olduğunu ve o bölgelerde yaşayan insanların soludukları hava, içtikleri su, yedikleri gıdalarla bünyelerine kansere neden olan kimyasal maddeleri alıp almadıklarını belirlemekti. Köy ve mahalle bazında binlerce yerleşim bölgesinden örnekler alındı.
Antalya ilinde sanayi faaliyetleri yok. Dolayısıyla Ergene Havzası ve Kocaeli bölgesinde sanayi faaliyetlerinden ve zehirli atıklardan kaynaklanan kanserojen madde kirliliğini sanayinin olmadığı bir bölge ile kıyaslamak amacıyla seçildi.

Çalışmada neler analiz edildi?
Çalışmada toprak, su, gıda, hava, atık su ve Saroz, İzmit ve Antalya körfezindeki deniz suyu, kabuklu deniz canlıları ve balıklarda kansere yol açan kimyasal maddelerin kalıntıları araştırıldı.
Bunun yanı sıra yüksek gerilim hatlarından doğan kanser riski; atık su arıtma tesislerinden deşarj edilen su ve akarsuların dip çamurları da analiz edildi. Havadaki toz parçacıklarına yapışan ve solunum yoluyla bünyemize aldığımız kanserojen kimyasalların araştırılması gibi çok spesifik araştırmalar bile yapıldı. Sadece su ve gıda örneklerinin sayısı 3000 civarında ve sadece bu örneklerde yapılan toplam analiz sayısı 15 bin.
Araştırma çalışmasında binlerce hanede yapılan anket çalışmaları ile ailelerin soy geçmişlerinde kanser vakalarının görülüp görülmediği belirlendi. Aynı hanelerde yaşayan insanların vücutlarından alınan örneklerde ağır metal ve eser elementlerin bulunup bulunmadığı da analiz edildi. Aynı bölgelerden alınan hava, toprak, yeraltı ve yerüstü suları ve çeşitli gıda örneklerinde kanserojen kimyasal maddelerin ne düzeyde bulunduğu araştırıldı.
Araştırma sonucunda bütün çalışmalar üst üste konularak bir haritalama tekniği ile kanser vakalarının yoğun olduğu bölgelerde kanserojen-kimyasal kirliliğinin de yoğun olup olmadığına bakıldı. Araştırma projesi çalışma sahasının genişliği ve kapsadığı nüfus (5-10 milyon arası) açısından dünyanın en büyük halk sağlığı çalışmalarından biri.

2015 sonunda saha çalışması bitti
Araştırma farklı akademik ekiplerce yürütülen pek çok araştırma projesinden oluşuyor. Gıdalar ve sularla ilgili araştırma projelerinde ben görev almıştım. Çalışmalar 2015 sonu itibarıyla büyük oranda bitmişti. Her halükârda projenin sonuçlarının 2017 yılı içinde Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanması gerekiyordu. Ancak bu yapılmadı. Bakanlığın milyonlarca insanın sağlığını ilgilendiren bu araştırmanın son derece kapsamlı ve vahim sonuçlarını kamuoyundan gizlediğini düşünüyorum.
Gıdalar ve sularla ilgili çalışmada Kocaeli, Antalya ve Ergene Havzası bölgelerinde yetiştirilen gıdaların ve su kaynaklarının çevresel kirleticilerle ne ölçüde kirlendiğinin saptanması ve bu kirleticilerin insan sağlığına etkilerinin ortaya çıkarılması amaçlanmıştı. Bu çerçevede gıdalarda ve sularda ağır metaller, polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH) ve pestisitler gibi bazı çevresel kirlilik parametrelerinin çeşitli ürünlerdeki kalıntı düzeyleri araştırıldı.

Bu yazı dizisinde elde edilen bazı çarpıcı sonuçlara yer vereceğim.

Sağlık Bakanlığı’nın açıklamadığı araştırmada incelenen 524 gıdanın yüzde 51.1’inde birden çok sayıda pestisit kalıntısı çıktı. Kansere neden olan pestisitler özellikle anne karnındaki bebekler ve çocuklar için büyük tehlike. Ayrıca araştırmada, endüstride kullanılan çeşitli kimyasal atıkların sulara ve gıdalara arsenik geçirdiği tespit edildi.

Bu yazı dizisinin ilk bölümünde Sağlık Bakanlığı’nın 2011-2016 yılları arasında yürüttüğü “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi” hakkında bazı bilgiler vermiştim.

Araştırmada Ergene Nehri Havzası’nda yer alan Edirne, Kırklareli, Tekirdağ illeri; Dilovası bölgesinin de içinde bulunduğu Kocaeli ili ve Antalya ilinde yaşayan insanlardan ve yerleşim bölgelerinden alınan binlerce örnekte kanser hastalıklarına neden olan kimyasal maddelerin varlığı araştırılmıştı. Hastalığın sık görülmesi ile bu maddelerin çevresel ortamlardaki kalıntı düzeyleri arasında bir bağlantı olup olmadığı belirlenmeye çalışılmıştı.
Bu yazıda gıda ve su örneklerinde yapılan pestisit, ağır metal ve polisiklik aromatik hidrokarbon (PAH) kalıntılarının analizlerine dair bazı sonuçlara yer vereceğim. 2011-2016 yılları arasında yapılan araştırmada 1440 su örneği ve 1380 gıda örneği çalışıldı.

[Haber görseli]

Gıda örneklerinin seçiminde o bölgede yetiştirilen, işlem görmemiş, çevresel kirlilik parametrelerinden etkilenimi gösterebilecek ürünler tercih edildi. Her bir örnek belli bir yerleşim yerinden alındı. Bu örneklerde insanlarda çeşitli sağlık sorunlarına yol açtığı bilinen arsenik, kurşun, kadmiyum, civa gibi ağır metallerin yanı sıra; alüminyum, antimon, bakır, baryum, berilyum, bizmut, çinko, demir, gümüş, kalay, kobalt, krom, manganez, molibden, nikel, selenyum, sezyum, stronsiyum, lityum, vanadyum ve talyum elementlerinin kalıntı düzeyleri araştırıldı.
Gıda örneklerinde hormonal sistem bozucu olarak nitelenen 106 pestisit dahil olmak üzere 332 farklı pestisitin analizi yapıldı. Gıdalara bulaşması muhtemel 16 PAH bileşiğinin de analizi yapıldı.
Pestisitler tarımda kullanılan ve kalıntıları toprağa, suya ve gıdalara bulaşan zehirli kimyasal maddelerdir. Solunan havada, gıdalarda ve sularda bulunabilen pestisit kalıntılarına maruz kalmak insanlarda zaman içinde kanser hastalıklarına yol açabilmektedir. Özellikle gıdalarda birden fazla sayıda bulunan pestisit kalıntıları ve hormonal sistem üzerinde bozucu etkisi olan pestisitler son yıllarda akademik çalışmaların odak noktasında yer alıyor.
Pestisit kalıntılarının incelendiği çalışmada analiz edilen gıda örneklerinin isimlerini ve sayısını gösteren grafik aşağıdadır.
[Haber görseli]
HORMONLARA ZARAR
Bu yazı dizisinin ilk bölümünde gıdalarda maksimum kalıntı sınırını aşan pestisitlere dair bir değerlendirme yapmıştım. Maksimum kalıntı sınırı bir zehirli maddenin gıdalarda ve sularda bulunmasına izin verilen en yüksek miktarın ne olduğunu ifade eder. Bu miktarın aşılması sağlık sorunlarına yol açar. Ancak dikkatle bakılması gereken başka noktalar da var ve bir gıda maddesinde birden çok sayıda zehirli madde kalıntısı bulunması bunlardan biri. Bir gıda ürününün mevzuattaki sınır değerlerin altında kalan birden fazla sayıda pestisit içermesi durumu da sağlık sorunu yaratır ve yapılan analizlerde bu konuya da mutlaka bakmak gerekir.
Öncelikle bir gıda ürününde maksimum kalıntı sınırının altında kalan ancak birden fazla sayıda bulunan pestisitler hakkında bir değerlendirme yapacağım.
Çalışmada pestisit kalıntısı içerdiği saptanan 296 (yüzde 22.5) gıda örneğinin 179’unun (yüzde 13.6) gıda kodeksinde belirtilen maksimum kalıntı sınırının altında 1 pestisit içerdiği saptandı. Birden fazla sayıda pestisit içeren örneklerin dağılımı ise şöyleydi: 79 örnekte (yüzde 6.0) 2 farklı pestisit; 23 örnekte (yüzde 1.7) 3; 12 örnekte (yüzde 0.9) 4 ve 3 örnekte ise (yüzde 0.2) 5 farklı pestisit olmak üzere 117 gıda örneğinde (toplam yüzde 8.9) birden fazla sayıda pestisit kalıntısı saptandı.
itlerin mevzuatta belirtilen kalıntı limit değerlerini aşmayan pestisitler için olduğunu belirtelim. Ancak bir adım daha öteye giderek birden fazla sayıda pestisit kalıntısı içeren örnek sayısı analizini pestisit tespit edilen örneklerin tümünde yapmak gerekiyor. Daha açık bir ifade ile kalıntı sınırı değerlerini aşan ve aşmayan örneklerin tamamını incelemeye dahil etmek gerekiyor. Bu durumda ayrıntıları Tablo 1’de (üstte) gösterildiği gibi toplam 524 gıda ürününün yüzde 51.1’inin birden çok sayıda pestisit kalıntısı içerdiği gibi çarpıcı bir sonuç ortaya çıkıyor.
Bir gıda maddesinde hepsi de mevzuattaki sınır değerlerin altında kalan çok sayıda pestisit bulunmasının sağlığı olumsuz etkileyeceği çeşitli akademik yayınlarda vurgulanmaktadır. Bir gıda ürününde kalıntı sınır değerlerini aşan birden fazla sayıda pestisitin daha ciddi bir soruna yol açacağı ise kesindir.
[Haber görseli]
Anne karnında...
Çalışmada gıda ürünlerinde saptanan pestisitlerin yüzde 40’ının hormonal sistem bozucu nitelikte olduğu da belirlendi. Bu kimyasallar maksimum kalıntı sınır değerlerinin altında kalan seviyelerde sağlık sorunlarına yol açıyor. Hormonal sistem bozucular bir kimyasalın toksikolojik etkilerini belirlemekte kullanılan ve miktar ile toksik etki arasında bir ilişki kuran klasik modele uygun davranmıyorlar. Klasik modelde bir kimyasalın miktarı azaldıkça zararlı etkisinin de azalacağı kabul edilir. Oysa hormonal sistem bozucu kimyasalların zararlı etkisi düşük dozlara doğru gidildikçe daha çok artış gösteriyor. Bu durum bir kimyasal madde maksimum kalıntı sınırını aştığında zararlı olur anlayışını yetersiz kılıyor. Buna ek olarak, yaş küçüldükçe zararlı etkinin arttığı, bir bireyin anne karnındayken veya bebeklik safhasında bu maddelere karşı daha duyarlı olduğu ve olumsuz etkilerin daha fazla olacağı da çeşitli yayınlarda belirtiliyor.

BAKANLIKTAN YAZILI AÇIKLAMA
Sağlık Bakanlığı gazetemizin yazı dizisine yazılı bir açıklamayla yanıt verdi. “Çevresel Faktörlerin ve İnsan Sağlığı Üzerine Etkilerinin Araştırılması Projesi”nin 2011’de başladığını anlatan Bakanlığın açıklamasında “Söz konusu projeyle ilgili raporlama çalışmaları halen devam etmektedir. Bakanlığımızın açıklamaktan kaçındığı herhangi bir rapor söz konusu değildir ve haberdeki iddialar gerçeği yansıtmamaktadır. P rojenin tamamlanmasından sonra çalışmalar bir bütün olarak değerlendirilecek ve gereği yapılacaktır” denildi.

[Haber görseli]Suda tarım ilacı
Analiz edilen örneklerin büyük bir çoğunluğu kaynak suları, doğal olarak oluşan ve bir çıkış noktasından yeryüzüne kendiliğinden çıkan ya da çıkarılan yeraltı sularıdır. Edirne ve Tekirdağ’dan alınan 2 kaynak suyu örneğinde ülkemizde uzun yıllardır kullanılmayan ve bir kalıcı kirletici olan aldrin isimli pestisitin kalıntısı belirlendi. 34 örnekte ise folpet kalıntısına rastlandı. Edirne’den alınan örneklerin 14’ü; Tekirdağ’dan alınan örneklerin 6’sı; Kırklareli’den 1 örnek ve Antalya’dan alınan 11 su örneğinde folpet kalıntısı çıktı. Folpet sulara yaygın olarak bulaşan kanserojen ve hormonal sistem bozucu bir zehirli madde olup olmadığı üzerinde halen tartışmalar olan bir tarım zehridir.

Bazı zehirler bulunamadı
Marul, ıspanak, lahana, susam, zeytinden oluşan 343 gıda örneğinde yapılan analizlerde herhangi bir polisiklik aromatik hidrokarbon (PAH) kalıntısına rastlanmadı. PAH’lar kansere neden olan kimyasal maddelerdir ve çalışılan gıda ürünlerinde tespit edilmemiş olmaları olumlu bir bulgudur.

Ergene Havzası arsenik kusuyor
Arsenik doğal yollardan da sulara bulaşabilmektedir. Ancak bazı kimya ve metal endüstrisi işkollarından açığa çıkan atık maddelerinde de bulunabilmektedir. Ayrıca tarımda kullanılan çeşitli kimyasal maddeler de sulara ve gıdalara arsenik bulaşmasına yol açan önemli etkenlerdir. Arsenikle kirlenmiş sular kullanılarak üretilen gıda maddelerine de arsenik geçmektedir. Arsenik içeren sular ve gıda maddeleri insanlarda arsenik zehirlenmesine yol açan başlıca kaynakları oluşturur. Yapılan araştırma çalışmaları gıda maddeleriyle alınan arseniğin büyük kısmının et, balık ve tavuktan kaynaklandığını gösteriyor.
Gıda örneklerinde arsenik kalıntılarını belirlemek için yapılan analizlerde Tablo 2’de görülebileceği 24 çeltik, 5 ısırgan otu, 1 karalahana, 2 marul, 8 sarmısak ve 14 yeşil soğan olmak üzere toplam 54 gıda örneğinde (toplamın yüzde 3.9’u) arsenik tespit edildi. Arsenik içerdiği belirlenen 54 gıda örneğinin yüzde 85’i Ergene Havzası’ndaki Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinden alınmıştı.

[Haber görseli]
Avrupa Birliği Gıda Güvenliği Otoritesi Kurumu (EFSA) toprak ve su kaynaklarındaki arsenik kirlenmesine bağlı olarak pirinç, karalahana ve marul gibi bazı gıda ürünlerinin bünyelerinde arsenik biriktirmeye daha çok eğilimli olduğunu belirtmektedir. Arsenik içeren gıda ürünlerinin Ergene bölgesinde Antalya’ya kıyasla daha fazla çıkması bu bölgedeki toprak ve su kaynaklarında bir arsenik kirlenmesi olduğuna işaret etmektedir.
BİR AÇIKLAMA
Yazı dizisinde dile getirdiğim kapsamı çok geniş olan bu halk sağlığı çalışmasının gıda ve sularla ilgili kısmına mütevazı katkılarım oldu. Projede emeği geçen insan sayısı çok fazla ve benim projedeki rolümün abartılmasını istemem. Bu yazı dizisi ile kamu adına yürütülen bu çalışmadan elde edilen sonuçların gizli tutulmamasını, uygun ve anlaşılır bir çerçeve ile kamuya açıklanmasını sağlamayı amaçlıyorum.
Basit bir örnek vererek ne demek istediğime açıklık getirebilirim.
Avrupa Birliği Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) birlik üyesi ülkelerde çeşitli gıda ürünlerindeki pestisit kalıntılarının incelendiği bir araştırma çalışması raporunu açıkladı. “The 2015 European Union report on pesticide residues in food” başlığı taşıyan bu rapor incelenerek bir raporun anlaşılır bir çerçeve ile kamuoyuna açıklanmasını talep ederken neyi kastettiğim görülebilir. EFSA’nın çalışmasında 84 bin gıda örneği incelenmiş. Açıklanan raporun ne kadar ayrıntılı olduğuna dikkat çekmek için sadece pestisitlerle ilgili olmasına rağmen 134 sayfa olduğunu belirtmek istiyorum.
Raporu önünüze koyduğunuzda pestisitler konusunda ülkedeki durumun ne olduğunu görmeniz mümkün. Avrupa Birliği ülkelerinde de işler yolunda gitmiyor ama en azından ülkemizde olduğu gibi kamu adına yürütülen bütün çalışmalar büyük bir gizliliğe gömülmüş değil. Gıda veya sularda halk sağlığını korumak amacıyla yapılan çalışmalardan elde edilen sonuçların kamuya açıklandığı tek bir çalışma yok ülkemizde. Bu durum hiç olağan değil. 2016 yılı Ocak ayına kadar Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışmanın içindeydim. Benim iddiam 2 sene önceki çalışma sonuçlarının bile, çalışmanın yapıldığı bölgelerde gözlenen halk sağlığı sorunlarına yol açan nedenleri detaylı bir şekilde tespit ettiğidir. Temel meselem böyle büyük bir projenin bulgularının paylaşılmasını sağlamaktır. Kamu adına iş yapmakla sorumlu kurumlar yaptıkları çalışmaların sonuçlarını da kamuya açıklamakla sorumludur. Bu sorumluluğu hatırlatmak doğru bir akademik tavırdır.

Suyumuzu da zehir ettiler...

Sağlık Bakanlığı’nın açıklamadığı kanser raporu, korkutucu sonuçlara işaret ediyor. Özellikle endüstriyel faaliyetlerden kaynaklı olarak, içtiğimiz sular da zehirli. Kocaeli’nde analiz edilen 106 su örneğinden yaklaşık yarısında alüminyum bulundu, yüzde 10’u sınır değeri aşıyor. Ergene Havzası’nda analiz edilen suların ise yaklaşık yüzde 42’si arsenikli ve bu değer Antalya’dan 15 kat fazla.
[Haber görseli]Bu yazı dizisinin ilk iki bölümünde Sağlık Bakanlığı’nın 2011-2016 yılları arasında yürüttüğü “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli illerinde çevresel faktörlerin ve sağlık üzerine etkilerinin değerlendirilmesi projesi” hakkında bazı bilgiler vermiştim. Önceki yazılarda ağırlıklı olarak gıdalardaki sorunlara dikkat çekmiştim. Bu yazıda Sağlık Bakanlığı’nın Ergene Nehri Havzası’nda yer alan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illeriyle, Kocaeli ve Antalya ilinde sulardaki kimyasal kirleticileri tespit etmek için yapmış olduğu araştırmanın bazı sonuçlarına yer vereceğim.

Bakanlığın çalışmadan elde ettiği sonuçların Ergene Havzası’ndaki ve Kocaeli bölgesindeki kimyasal kirliliği çok net bir şekilde ortaya koyduğunu göstermeye çalışacağım.
Çalışmada sulara bulaşması muhtemel pek çok ağır metal kalıntısı araştırıldı. Hepsine yer verme olanağı yok bu nedenle sulardaki genel duruma işaret ettikten sonra, sularda sık rastlanan bir kirletici olan alüminyum ve nadir bulunması gereken arsenik kalıntılarına değineceğim sadece. Ama sulardaki kimyasal kirliliğin ne düzeyde olduğuna değinmeden önce meselenin gözden kaçırılmaması gereken başka bir yönüne dikkat çekeceğim.
Bir gezegende su yoksa hayatın gelişmesi mümkün değil. Yeryüzündeki hayatın ortaya çıkışı ve devamlılığı da su olmasa mümkün olmayacaktı. Uygarlık tarihi su krizine girdiği için yıkılan uygarlıklarla dolu.

Kriz kapıda!
İklim krizi, doğadaki kimyasal kirlenme, nüfus artışı, orman ekosistemlerinin tahribi gibi günümüz uygarlığının güncel sorunları bir kez daha ciddi bir su krizine neden olacak gibi görünüyor. Uluslararası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 3. Tahmin Raporu’na göre Türkiye önümüzdeki yıllarda ciddi kuraklık tehdidiyle karşı karşıya kalacak. Örneğin Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’yu kapsayan bölgelerde yağışlar yüzde 20-50 oranı arasında azalacak. Üstelik zamanla artacak nüfus suya yönelik talebi daha da artıracak. Ancak bu tahminlere sulardaki kimyasal kirlenme dahil değil. Oysa nüfus artışı ve iklim krizinin doğuracağı su kıtlığı sorununun, sulardaki kimyasal kirlenme sorunuyla birlikte değerlendirilmesi gerekiyor. Kimyasal maddelerle kirlendiği için içilebilir olma özelliğini yitirmiş bir su varlığını tükenmiş, kullanılamaz bir varlık olarak görmek gerekir. Böyle bir durumda su kıtlığının yol açacağı sorunların çok daha şiddetli olacağı da açıktır.

[Haber görseli]

Taşıdığı atık debisinin 6 katı
Ülkemizde mevcut su varlıklarını dikkatle korumak gerekirken mevcut durum bunun tam aksinin yapıldığını gösteriyor. Kocaeli bölgesi ve Ergene Nehri’ndeki kirlenme bunun tipik bir örneği ve bu bölgeler ülkemizde yeraltı ve yerüstü sularının kimyasal maddelerle belki de en çok kirletildiği yerler. Ergene Nehri’ne sanayi tesislerinden boşaltılan atıklar nehrin doğal debisinin 6 katı. Her gün 240 bin metreküp kentsel kullanımdan açığa çıkan atık su da herhangi bir arıtma işlemi yapılmadan nehre boşaltılıyor. Ergene Havzası’nda 2000’den fazla sayıda sanayi tesisi var ve bu tesislerin yüzde 82’si Tekirdağ, yüzde 10’u Kırklareli, yüzde 8’i Edirne’de yer alıyor. Suların kirlenmesine neden olan en önemli sektörler tekstil, deri, kimya, gıda ve metal sektörleri. Endüstriyel kirliliğin fazla olduğu bir diğer bölge Türkiye’nin İstanbul’dan sonra ikinci büyük sanayi merkezi olan Kocaeli ili. Gerek Ergene ve gerekse Kocaeli kanser tartışmalarında sıklıkla gündeme gelen bölgeler.

Endüstriyel atık
Araştırmada 1440 su örneği çalışıldı. Bu sularda tespit edilen bazı pestisitlere ve poliaromatik bileşiklere dün değinmiştim. Bu örneklerde ayrıca endüstriyel ve tarımsal faaliyetlerden sulara bulaşan arsenik, kurşun, kadmiyum, civa gibi ağır metallerin yanı sıra; alüminyum, antimon, bakır, baryum, berilyum, bizmut, çinko, demir, gümüş, kalay, kobalt, krom, manganez, molibden, nikel, selenyum, sezyum, stronsiyum, lityum, vanadyum ve talyum elementleri araştırıldı. Çalışma sonuçları endüstriyel faaliyetlerin çok sınırlı olduğu Antalya ili ile kıyaslanarak Ergene Havzası ve Kocaeli ilindeki kirlilik düzeylerinin endüstriyel faaliyetlerden açığa çıkan atıklardan kaynaklanıp kaynaklanmadığı anlaşılmaya çalışıldı.

[Haber görseli]

YÜZ ÖRNEĞİN yarısında alüminyum
Yukarıdaki grafikte bazı ağır metallerin analiz edilen her 100 su örneğinin kaç tanesinde tespit edildiğini gösteren bilgiler yer alıyor. Grafikte de görülebileceği gibi Ergene Havzası’nda yer alan illerde ve Kocaeli ilinde Antalya’ya kıyasla araştırılan elementlerin kalıntısına daha fazla rastlandığı açıktır.
Grafikteki bilgiler, Kocaeli’nde ve Ergene Havzası’nda yer alan illerde suların yaygın bir kirlenmeye maruz bırakıldığını söylüyor. Örneğin Antalya ilinden alınan 100 su örneğinin sadece 18’inde alüminyum kalıntısı çıkarken; Kocaeli’nden alınan örneklerde bu değer 56 olarak belirlenmiştir.
Burada doğal olarak akla gelecek soru suda bulunan kalıntı miktarlarının ne olduğu ve bir sağlık zararına yol açıp açmayacağıdır. Bir kimyasal maddenin zehirli etki gösterdiği miktarla bir başka kimyasal maddeninki aynı değil; her bir kimyasal madde farklı dozlarda zehirli etki gösteriyor. Dolayısıyla gıdalarda ve sularda bulunması muhtemel zehirli maddelerin sağlık zararlarına yol açmaması için hangi sınır değerleri aşmaması gerektiği araştırmalarla belirlenmektedir. Bu sınır değer maksimum kalıntı sınırı olarak adlandırılır. Bu sınırın aşılması sağlık sorunlarına neden olur. Maksimum kalıntı sınırını aşan kimyasal maddeleri içeren gıdaların ve suların yenmemesi veya içilmemesi gerekir. Örneğin içme sularında bulunması muhtemel zehirli maddelerden biri olan arsenik için sınır değer 1 litre suda 10 mikrogram (gramın milyonda biri) olarak belirlenmiştir. İçinde 10 mikrogramdan fazla arsenik bulunan sular içme suyu olarak kullanılamaz. Alüminyum için konulan sınır değer ise 200 mikrogramdır.
[Haber görseli]
Antalya’nın 15 katı

ARSENİK MİKTARI SINIRLARI AŞMIŞ
Yukarıdaki grafik Antalya ilinden alınan su örnekleri ile Ergene Havzası’nda yer alan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinden alınan su örneklerindeki arsenik miktarlarını kıyaslamalı olarak gösteriyor. Grafiği iki ayrı grafiğin üst üste binmiş hali olarak görmeli. Mavi renkli kısım Antalya; kırmızı renkli kısım Ergene Havzası illerini gösteriyor. Kocaeli ilinden alınan su örneklerinden sadece birinde arsenik tespiti yapıldığı için elde edilen bu veri grafiğe konulmadı.

Farkı ortada...
Grafikte en solda yer alan mavi renkli kısım Antalya ilinden alınan 569 su örneğinden arsenik tespiti yapılan 20’sini (yüzde 3.5) gösteriyor. Grafiğin tam ortasından geçen çizgi 10 mikrogram olarak belirlenen aşılmaması gereken arsenik sınırını gösteriyor. Antalya ilindeki örneklerden sadece birinde arsenik miktarı maksimum sınır değer olan litrede 10 mikrogramı aşıyor. Grafikte kırmızı renkle gösterilen kısım ise Ergene Havzası’nda yer alan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerini gösteriyor. Sadece görsel olarak bile farkın ne kadar büyük olduğunu görmek olanaklı.
Ergene’deki 3 ilden alınan 764 su örneğinin 316’sında (yüzde 41.4) arsenik tespit edildi ve bu değer Antalya’dan 15 kat fazla. Örneklerden 25’i (yüzde 3.3) sınır değeri aşıyor ve bu suların içme suyu olarak kullanılmaması gerekiyor. En çok arsenik tespit edilen iller Tekirdağ 140 örnek (8’i sınır değer aşımı); Kırklareli 74 örnek (13’ü sınır değer aşımı) ve Edirne 106 örnek (4’ü sınır değer aşımı) olarak belirlendi.
[Haber görseli]
Ağır metaller kol geziyor

HEPSİ DE ENDÜSTRİ MERKEZİNDE
Alüminyum sulara yerkabuğundan, arıtma tesislerinde kullanılan alüminyum içeren bileşiklerden ve en çok da endüstriyel atıklardan bulaşıyor. Dünya Sağlık Örgütü alüminyumu suda sağlık için önem arz eden kimyasallardan biri olarak değerlendirmiş ve sularda bulunabileceği maksimum miktarı litrede 200 mikrogram olarak sınırlandırmıştır. Bu sınır değerin üzerindeki suların içilmesinin çeşitli sağlık sakıncaları doğuracağı düşünülüyor. Yukarıdaki grafikte analiz edilen sularda tespit edilen Alüminyum miktarları gösteriliyor. Grafik 3 ayrı grafiğin üst üste konmuş hali olarak görülmeli. Turuncu renkli kısım Kocaeli; ortadaki mavi renkli kısım Antalya ve en sağdaki kırmızı renkli kısım Ergene Havzası illerini gösteriyor.

İçilmemesi gerek
Grafikte en altta yer alan ve başında 200 yazan çizgi aşılmaması gereken sınırı gösteriyor. Görülebileceği gibi gerek Kocaeli ilinde ve gerekse Ergene Havzası’ndaki sularda bulunan alüminyum düzeyleri endüstriyel faaliyetlerin çok zayıf olduğu Antalya iline kıyasla çok yüksek. Ergene’de analiz edilen toplam örnek sayısı 764; alüminyum tespiti yapılan örnek sayısı 181 (yüzde 24) ve litrede 200 mikrogram olan sınır değeri aşan örnek sayısı ise 29 (yüzde 3.8) olarak belirlendi.
Kocaeli ilinde analiz edilen örnek sayısı 106; alüminyum içerdiği tespit edilen su örneği sayısı 49 (yüzde 46) ve sınır değeri aşan örnek sayısı ise 10 (yüzde 9.4) olarak tespit edildi.
Her bir analiz örneği bir köy ya da mahalle bazında bir yerleşim noktasından alındı. Dolayısıyla sınır değerin aşıldığı yerlerdeki suların içme suyu olarak kullanılmaması gerekiyor.
Antalya ilinde ise analiz edilen 569 örnekten sadece biri alüminyum için belirtilen sınır değeri aşıyordu ve tespit edilen alüminyum düzeyleri genel olarak çok düşüktü.
Sonuç olarak Ergene Havzası’nda arsenik kirliliğinin; Kocaeli’nde ise alüminyum kirliliğinin daha yoğun olduğu elde mevcut kısıtlı bilgiyle bile söylenebilir.
Burada arsenik ve alüminyum üzerinden yapılan değerlendirmenin genel olarak diğer ağır metaller için de geçerli olduğu söylenebilir. Kocaeli ili ve Ergene Havzası’ndaki sularda gözlenen ağır metal kirliliği jeolojik bulaşmalarla açıklanamaz. Tarımsal ama özellikle endüstriyel faaliyetlerden kaynaklanan bir kirliliğin göstergesi olarak görülmelidir. Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışmada bölgedeki topraklardan, Ergene Nehri’nin değişik noktalarından, arıtma ve deşarj noktalarından alınan örneklerde de kirlilik tespiti çalışmaları yapılmıştır. Bu verilerin tamamının üst üste konulması çok daha doğru ve kesin bir bilgi sağlayacaktır.

[Haber görseli]
Önceki yazılarda çeşitli gıdalarda ve sularda tespit edilen kimyasal maddelere dair bulgulara yer vermiştim. İlk yazıda araştırmada analiz edilen gıdalar ve sularda bulunan pestisit kalıntıları, arsenik ve bazı kimyasal kirleticilere yer vermiştim. Dün yayınlanan yazıda ise Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illeri ile Kocaeli ili ve Antalya ilinde çeşitli yerleşim noktalarından alınan su örneklerinde tespit edilen arsenik ve alüminyum kalıntılarını ele almıştım. Bu yazıda öncelikle sularda önem arz eden bir başka kirletici olan kurşun açısından durumun ne olduğuna değineceğim. Son olarak neler yapılabileceğini dile getirmeye çalışacağım. Yukarıdaki grafik Antalya ilinden alınan su örnekleri ile Kocaeli ve Ergene Havzasında yer alan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinden alınan su örneklerindeki kurşun miktarlarını kıyaslamalı olarak gösteriyor. Grafiği üç ayrı grafiğin üst üste binmiş hali olarak görmeli. Mavi renkli kısım Antalya; turuncu Kocaeli ve kırmızı renkli kısım Ergene Havzası illerini gösteriyor. Grafiğin en altındaki 10 rakamı ile başlayan çizgi 1 litre suda 10 mikrogram olarak belirlenen aşılmaması gereken kurşun sınırını, yani maksimum kalıntı sınırını gösteriyor. Grafikte en solda yer alan mavi renkli kısım Antalya ilinden alınan 569 su örneğinden kurşun tespiti yapılan 12’sini (%2) gösteriyor. Antalya ilinden alınan örneklerin hiçbiri kurşun için belirlenen sınırı aşmıyor. Grafikte turuncu renkli kısım Kocaeli iline ait. Kocaeli’nden alınan 106 su örneğinin 17’sinde (%16) kurşun kalıntısı tespit edildi. Grafikte kırmızı renkle gösterilen kısım ise Ergene havzasında yer alan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerini gösteriyor. Sadece görsel olarak bile farkın ne kadar büyük olduğunu görmek olanaklı. Ergene’deki 3 ilden alınan 764 su örneğinin 156’sında (%20 ,4) kurşun tespit edildi ve bu değer Antalya’dan hem 10 kat fazla ve hem de tespit edilen miktarlar genelde daha yüksek. Antalya ilinden alınan örneklerin hiçbiri kurşun için belirlenen sınır değeri aşmadı. Kocaeli ilinden alınan örneklerin 2’si; Ergene Havzası illerinden alınan örneklerin 4’ü sınır değeri aşmıştır. Bu suların içme suyu olarak kesinlikle kullanılmaması gerekiyor.
[Haber görseli]
52 bölgenin suyu içilemez
Dün çıkan yazıda Antalya, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Kocaeli ilinde çeşitli yerleşim bölgelerinden alınan sularda mevzuatta belirlenen sınır değerlerin üstünde arsenik ve alüminyum tespit edildiğini yazmıştım. Bugünkü yazıda ise kurşun açısından durumun ne olduğunu göstermeye çalıştım. Araştırma çalışmasından elde edilen bilgilere göre maksimum kalıntı sınırını aşan miktarda arsenik, alüminyum ve kurşun içeren 52 yerleşim bölgesinin suları içilemez niteliktedir. Bu yerleşim yerlerinin neresi olduğu yandaki tabloda belirtilmiştir. Bu bölgelerdeki suların içme suyu olarak kesinlikle kullanılmaması gerekiyor.

Bakanlık inandırıcı değil
Bakanlık bu yazı dizisine verdiği yanıtta projenin bitmediğini, elde edilen verileri değerlendirme çalışmalarının hala devam ettiğini belirtiyor. Yapılan açıklama inandırıcı değil. Çalışmanın yapıldığı zamandan bu yana üç buçuk yıl geçtiğine göre en azından arsenik, kurşun ve alüminyum miktarlarının sağlığa zarar verecek kadar çok çıktığı bölgelerde hangi önlemlerin alındığını açığa çıkarabilmek için aşağıdaki soruları sorabiliriz. 1) Yandaki tabloda belirtilen bölgelerdeki sular içme suyu olarak kullanılmakta mıdır? 2) Bu bölgelerde yaşayan insanlar içme suyu ihtiyaçlarını nasıl karşılamaktadır? Bu suların içilmemesini sağlamak için gereken önlemler alınmış mıdır? Bu sular gıda maddeleri üretiminde kullanılmakta mıdır? 3) Sularda bulunan arsenik, kurşun ve alüminyumun kaynağı belirlenmiş midir? Bu kirleticilerin sulardaki miktarını azaltmak için hangi çalışmalar yapılmıştır. Bu yazıda Baryum, Bakır, Molibden, Krom ve Nikel başta olmak üzere ele alınmayan başka kirleticiler de var. Bu kirleticilerin de Ergene Havzası ve Kocaeli’nden alınan su örneklerindeki miktarlarının Antalya’ya kıyasla daha yüksek olduğunu ve daha fazla su örneğinde tespit edildiğini belirtmeliyim. Elde edilen bilgiler hangi mahalde ne düzeyde bir kirlenme olduğuna ve o mahalde bulunan endüstriyel tesislerin çevreye yaydığı kirleticilerle bir ilişki kurmaya imkân sağlıyor.

[Haber görseli]

5 milyon insanı doğrudan ilgilendiriyor
Araştırma çalışmasında sadece gıdalar ve sular yok. Bunlara ek olarak hava kalitesi ölçümleri, atık su ölçümleri, Ergene Çayı boyunca alınan ölçümler, toprak, Marmara Denizi’ndeki Enez, Saroz ve İzmit Körfezi’ndeki balıklar ve deniz suyunda yapılan analiz çalışmaları da var. Araştırma projesi geniş bir coğrafi bölgede yaşayan en az 5 milyon insanı doğrudan ilgilendiriyor. Marmara körfezindeki belli bölgelerdeki dip çamurları, körfezdeki kabuklu deniz canlıları ile balıklarda yapılan çalışmalar da dâhil edildiğinde projenin çıktıları İstanbul ilinde yaşayanları da yakından ilgilendirmektedir. Buna ek olarak Türkiye’nin en önemli meyve ve sebze ürünleri üretim bölgesi olan Antalya ili de hesaba katıldığında araştırma projesinin sonuçları ülke genelini yakından ilgilendiren bir noktaya taşınmaktadır. Bakanlık araştırma çalışmasına dair elde mevcut veri dosyasının tamamını açıklamalı. Sadece özet bir değerlendirme raporundan söz etmiyorum. Tıpkı bu yazı dizisinin ikinci yazısında değindiğim Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi’nin (EFSA) raporu örneğinde olduğu gibi kapsamlı bir değerlendirme raporunun açıklanmasından söz ediyorum. Bu konularda duyarlılık taşıyan siyasetçiler, akademisyenler, halk ve çevre sağlığını önemseyen kişi ve sivil toplum kuruluşları Sağlık Bakanlığı’ndan bu “olağanüstü kapsamlı” araştırma projesinin sonuçlarının açıklanmasını talep etmelidir. Verilerin ilgili kişi ve kurumlarca gözden geçirilebilmesi ve kamusal bir tartışma (olabildiği kadarıyla!) başlatılabilmesi için bu kesin bir gerekliliktir. İçinde olduğumuz ve hukuku, parlamentoyu, kamu bürokrasisini, akademik kurumları, medyayı felç eden koşulların kamusal tartışmaları mümkün kılacak eylem ve çabalardan kaçınmamıza yol açmaması gerektiğine inanıyorum. Her şeyin tarumar edildiği bu dönemde bizi birbirimizden sorumlu kılacak kamusal bir dilde ısrar etmenin daha da önemli olduğunu düşünüyorum. Mücadele etmek için umuda ihtiyacımızın olmadığı zamanlar da var. Her şeyden önce, bunu yapmak kimyasal olarak kirletilmiş o bölgelerde yaşadıkları için çaresiz hastalıklara yakalanan insanlara karşı da bir borçtur. Araştırmada sadece su çalışmasından elde edilen bilgiler bile Ergene Havzası ve Kocaeli ilindeki yerleşim bölgelerinde halk sağlığını koruma amaçlı acil bir eylem planı hazırlanarak hızla yürürlüğe konulması gerektiğine dair tartışmalara güçlü bir kanıt sunuyor.

En büyük zarar çocuklara
Kimyasal maddelerle havası, suyu, toprağı ve gıda maddeleri kirlenmiş bölgelerde yaşamanın en çok mağdur ettiği kesim çocuklar. Kimyasal maddelerle kirletilmiş bölgelerde yaşayan çocuklarda beden gelişiminde, bilişsel yeteneklerde gerileme olduğu, astım, alerjiler ve obezite gibi çeşitli hastalıklara yakalanma sıklığının arttığı çeşitli yayınlarda dile getiriliyor. Yazı dizisinde değindiğimiz pestisitler ve ağır metaller gibi pek çok zehirli madde hormonal sistem bozucu ve en büyük zararı da çocuklara veriyor. Dolayısıyla kimyasal kirlenme meselelerini çözümsüz bırakmak gelecek nesillerden vazgeçmek anlamına geliyor.

Su yasası çıkarılmalı
Su kalitesinin korunması için yapılması gereken kontrol ve izleme çalışmalarındaki eksiklikleri bir an önce gidermek gerekiyor. Bu çerçevede öncelikli olarak su varlıklarını sadece insan için değil doğadaki bütün canlılar için güvence altına alan ve suyu bir meta olarak değil bir varlık olarak tanıyan bir “Su Yasası” çıkarılmalı. Türkiye’de kentsel atıklar, tarım ve sanayi faaliyetleri sonucu açığa çıkan ve sulara bulaşması muhtemel 259 kimyasal kirletici madde var. Bu kirleticilerin 174’ü (%66) için herhangi bir kontrol ve izleme faaliyeti yapılmıyor. Dolayısıyla bu kimyasal maddelerin kalıntılarının sularda bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Çıkarılacak yasa ile su kalitesinin korunması konusunda faaliyet gösteren bütün kamu kurumlarını tek bir çatı altında toplamak; kirlilik önleme, kontrol ve izleme çalışmalarındaki dağınıklıkları ve eksiklikleri gidermek mümkün olabilecektir. En acil işlerden biri budur.
-BİTTİ-

Hiç yorum yok: