Amerika’nın imparatorluk projesi çökerken geride düş kırıklığı ve öfke bırakıyor; faşizmi anımsatan siyasi biçimlerin yeşermesine uygun verimli bir toprak oluşuyor. Arizona’nın, Tucson kentinde, geçen hafta, bir senatörü başından ağır yaralayan, biri hâkim olmak üzere altı kişiyi öldüren, en az 20 kişiyi yaralayan silahlı saldırıyı bu bağlamda okuyabiliriz.
‘Özel bir ülke’
ABD’de, halkın, “kaderi dünyayı yönetmek olan” özel bir ülkede yaşadıklarına olan inancı, egemen ideolojinin bel kemiğini oluşturur. Ancak bu inançla, gerçeklik arasındaki mesafe, özellikle 1990’ların sonuna doğru, ABD’nin küresel çapta ekonomik üstünlüğünün, kültürel liderliğinin sarsılmaya başlamasıyla giderek büyüdü.
Böylece oluşan açığı, askeri güce dayanarak kapatma çabası, bir imparatorluğa geçiş projesi, 11/09 saldırısından sonra, Bush yönetimince, abartılı iddialarla birlikte uygulanmaya kondu. On yıl sonra, bu imparatorluk tacının ilk mücevherleri olması beklenen Afganistan ve Irak, birer fiyasko oluşturuyorlar. Çin, ABD’nin en büyük rakibi ve kreditörü olarak yükseldi. Dünyada kıymetli minerallerin tekelini eline geçirmeye doğru ilerleyen Çin’in, şimdi de bir “hayalet uçak” yapmayı başarmış olması, ABD’yi mali olarak çok güçlü bir ülkeyle silahlanma yarışına girme olasılığıyla karşı karşıya bıraktı (Silahlanma yarışının, SSCB üzerindeki etkilerini anımsıyor musunuz?).
Üç yıldır, ABD halkı yüksek işsizlikle, belirgin bir yoksullaşma ile boğuşuyor; tüketim seviyesi ve refahı düşüyor. Devletin mali krizi, uluslararası alanda iktidarsızlık, egemen ideolojinin realite içindeki temel destekleyicilerini giderek yıkıyor.
‘Ya oyla gidersin ya da başka türlü’
Dışarıda “günah keçisi”, Çin olarak şekillenirken içerde, göçmenler, Müslümanlar, Obama’nın başkan seçilmesinden sonra, bu ikisini, siyahlıkla birleştirdiği varsayılan Demokrat Parti, muhafazakâr kesimin “poligonuna” çıkarılıyor. Metafora devam edersek, tüfek de şimdilik “Çay Partisi” gibi örgütlenmelerin, Sarah Palin gibi siyasilerin, Türkiye’ye de girmeye başlayan Murdoch gibi medya imparatorlarının sözcüsü kanaat önderlerinin elinde.
Aslında, Poligon, tüfek metaforu bana ait değil. Tüfek, mermi, “dürbündeki hedef”, seçimleri kaybettikten sonra, “geri çekilme, yeniden doldur” gibi ifadeler, Çay Partisi’nin önde gelen sözcülerinin ağzından düşmüyor. Bunlar, her fırsatta, II. Anayasa’ya (iç savaştan sonra köleliği kaldıran anayasaya) nefreti, anayasanın silah taşıma, devlete karşı kendini silahla koruma hakkı verdiği varsayılan II. Maddesi’ne inancı dile getiriyorlar… Bu günkü Amerika’yı, bir tiranlık rejimi, ZOG (Siyonistlerin işgalinde bir hükümet) ile yönetilen bir ülke olarak tanımlayıp, bu bağlamda da “Bağımsızlık savaşına” hazırlanmaya gönderme yapıyorlar; kimileri de Obama’nın sağlık reformuna karşı silahlı ayaklanma öneriyor.
Geçen yıl, ara seçimlerde, muhafazakâr adayların, silah, mermi gösterdikleri, Tucson’da vurulan senatör, Gabrielle Gifford’un, karşısına çıkan, çok az bir farkla kaybeden muhafazakâr adayın taraftarlarını M16 ile talim yapmaya çağırdığı, taraftarlarının Musevi asıllı senatöre yönelik “ya seçimle gidersin ya da başka türlü” tehditleri savurduğu da biliniyor. Seçim kampanyaları sırasında Palin’in internet sitesinde, Gifford ve 18 Demokrat senatörün, ABD haritası üzerinde, bir tüfeğin dürbününden görülen hedefler olarak sunulduğu da… Geçen yıl, Gabrielle’in bürosuna kimliği belirsiz birileri ateş açmış, Gabrielle, Palin ve benzerleri için, “Bu tür konuşmalara son verin, bunların bir sonucu olacaktır” uyarısında bulunmuş.
Şimdi, aşırı sağın birçok söylemini, özellikle “ZOG” kavramını kullanan hareketlerin sloganlarını, YouTube’de dile getiren, bir gencin, haftalarca hazırlık yaptıktan sonra, Senatör Gabrielle’in düzenlediği bir sokak toplantısına gelerek ateş açması, göçmenlerle ilgili bir davada görev aldığı için sürekli tehdit edilmekte olan bir hâkimi öldürmesi, bir süredir giderek gerginliği arttıran, rakiplerine karşı şiddeti meşrulaştıran bu sağcı kışkırtmalardan bağımsız düşünülebilir mi?
ABD’de her 100 kişiden 90’ı silahlı. Bu silahlar her yıl 30 bin kişi öldürüyor. Bu halkın öfkesi giderek artıyor, akacak bir kanal arıyor. Genelde, imparatorluk projesinin çökmeye başlamasıyla oluşan düş kırıklığının, özelde, yerel politikada, bağnazlığıyla ünlü bir eyalette, Musevi asıllı bir Demokratın senato seçimlerini kıl payı kazanmasıyla oluşan düş kırıklığıyla birleşerek, bu suikasta ve katliama yol açtığını söylersek abartmış olmayız. Şunu da eklemek gerekir: Bu tip olayların maddi zemini, önümüzdeki dönemde ortadan kaybolmak bir yana, giderek daha da güçleneceğe benziyor!
‘Özel bir ülke’
ABD’de, halkın, “kaderi dünyayı yönetmek olan” özel bir ülkede yaşadıklarına olan inancı, egemen ideolojinin bel kemiğini oluşturur. Ancak bu inançla, gerçeklik arasındaki mesafe, özellikle 1990’ların sonuna doğru, ABD’nin küresel çapta ekonomik üstünlüğünün, kültürel liderliğinin sarsılmaya başlamasıyla giderek büyüdü.
Böylece oluşan açığı, askeri güce dayanarak kapatma çabası, bir imparatorluğa geçiş projesi, 11/09 saldırısından sonra, Bush yönetimince, abartılı iddialarla birlikte uygulanmaya kondu. On yıl sonra, bu imparatorluk tacının ilk mücevherleri olması beklenen Afganistan ve Irak, birer fiyasko oluşturuyorlar. Çin, ABD’nin en büyük rakibi ve kreditörü olarak yükseldi. Dünyada kıymetli minerallerin tekelini eline geçirmeye doğru ilerleyen Çin’in, şimdi de bir “hayalet uçak” yapmayı başarmış olması, ABD’yi mali olarak çok güçlü bir ülkeyle silahlanma yarışına girme olasılığıyla karşı karşıya bıraktı (Silahlanma yarışının, SSCB üzerindeki etkilerini anımsıyor musunuz?).
Üç yıldır, ABD halkı yüksek işsizlikle, belirgin bir yoksullaşma ile boğuşuyor; tüketim seviyesi ve refahı düşüyor. Devletin mali krizi, uluslararası alanda iktidarsızlık, egemen ideolojinin realite içindeki temel destekleyicilerini giderek yıkıyor.
‘Ya oyla gidersin ya da başka türlü’
Dışarıda “günah keçisi”, Çin olarak şekillenirken içerde, göçmenler, Müslümanlar, Obama’nın başkan seçilmesinden sonra, bu ikisini, siyahlıkla birleştirdiği varsayılan Demokrat Parti, muhafazakâr kesimin “poligonuna” çıkarılıyor. Metafora devam edersek, tüfek de şimdilik “Çay Partisi” gibi örgütlenmelerin, Sarah Palin gibi siyasilerin, Türkiye’ye de girmeye başlayan Murdoch gibi medya imparatorlarının sözcüsü kanaat önderlerinin elinde.
Aslında, Poligon, tüfek metaforu bana ait değil. Tüfek, mermi, “dürbündeki hedef”, seçimleri kaybettikten sonra, “geri çekilme, yeniden doldur” gibi ifadeler, Çay Partisi’nin önde gelen sözcülerinin ağzından düşmüyor. Bunlar, her fırsatta, II. Anayasa’ya (iç savaştan sonra köleliği kaldıran anayasaya) nefreti, anayasanın silah taşıma, devlete karşı kendini silahla koruma hakkı verdiği varsayılan II. Maddesi’ne inancı dile getiriyorlar… Bu günkü Amerika’yı, bir tiranlık rejimi, ZOG (Siyonistlerin işgalinde bir hükümet) ile yönetilen bir ülke olarak tanımlayıp, bu bağlamda da “Bağımsızlık savaşına” hazırlanmaya gönderme yapıyorlar; kimileri de Obama’nın sağlık reformuna karşı silahlı ayaklanma öneriyor.
Geçen yıl, ara seçimlerde, muhafazakâr adayların, silah, mermi gösterdikleri, Tucson’da vurulan senatör, Gabrielle Gifford’un, karşısına çıkan, çok az bir farkla kaybeden muhafazakâr adayın taraftarlarını M16 ile talim yapmaya çağırdığı, taraftarlarının Musevi asıllı senatöre yönelik “ya seçimle gidersin ya da başka türlü” tehditleri savurduğu da biliniyor. Seçim kampanyaları sırasında Palin’in internet sitesinde, Gifford ve 18 Demokrat senatörün, ABD haritası üzerinde, bir tüfeğin dürbününden görülen hedefler olarak sunulduğu da… Geçen yıl, Gabrielle’in bürosuna kimliği belirsiz birileri ateş açmış, Gabrielle, Palin ve benzerleri için, “Bu tür konuşmalara son verin, bunların bir sonucu olacaktır” uyarısında bulunmuş.
Şimdi, aşırı sağın birçok söylemini, özellikle “ZOG” kavramını kullanan hareketlerin sloganlarını, YouTube’de dile getiren, bir gencin, haftalarca hazırlık yaptıktan sonra, Senatör Gabrielle’in düzenlediği bir sokak toplantısına gelerek ateş açması, göçmenlerle ilgili bir davada görev aldığı için sürekli tehdit edilmekte olan bir hâkimi öldürmesi, bir süredir giderek gerginliği arttıran, rakiplerine karşı şiddeti meşrulaştıran bu sağcı kışkırtmalardan bağımsız düşünülebilir mi?
ABD’de her 100 kişiden 90’ı silahlı. Bu silahlar her yıl 30 bin kişi öldürüyor. Bu halkın öfkesi giderek artıyor, akacak bir kanal arıyor. Genelde, imparatorluk projesinin çökmeye başlamasıyla oluşan düş kırıklığının, özelde, yerel politikada, bağnazlığıyla ünlü bir eyalette, Musevi asıllı bir Demokratın senato seçimlerini kıl payı kazanmasıyla oluşan düş kırıklığıyla birleşerek, bu suikasta ve katliama yol açtığını söylersek abartmış olmayız. Şunu da eklemek gerekir: Bu tip olayların maddi zemini, önümüzdeki dönemde ortadan kaybolmak bir yana, giderek daha da güçleneceğe benziyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder