Şu, ‘Hayat Tarzı’ Konusu
Özellikle “içki yasağı” tartışmalarında yine sökün etti ve savunma reflekslerinin merkezine gelip oturuverdi o sık kullandığımız “karşı çıkış” gerekçesi: “Kimse hayat tarzımıza karışamaz.”
Şüphesiz!
Giyim kuşam gibi içki konusu da insanların “hayat tarzları” ile ilgilidir. Hele siyasi iktidarların “hayat tarzına” müdahalesi, laik ve demokratik toplumlarda “faşizan girişim” olarak görülülür. Laik ve demokratik toplumlarda, siyasal iktidarlar, dinsel temelli kuralları veya yaşam biçimlerini, topluma “örnek olunması, olması, yapılması, uyulması, yaygınlaşması” gerekenler olarak dayatamazlar.
Anadolu’da bütün kentlerde belediyeler aracılığıyla içki içilen tek lokanta bile bırakmıyorsanız, “kent merkezleri dışında birkaç göstermelik içkili lokanta” açılmasına izin veriyorsanız, Türkiye’nin her yerinde “kır düğünleri” veya toplantılarında içkiyi yasaklıyorsanız, jandarma bölgelerinde bile içki konusunu “mülki yetkililerin” (doğrudan hükümete bağlı) “evet” veya “hayır”ına bırakıyorsanız, insanların yaşam tarzlarına ve özgür iradeleri ile hareket etmelerine kayıt şart koyuyorsunuz demektir.
“Yaşam tarzına müdahale” itirazları bu bakımdan tamamen haklıdır. Bu kıskacın, ilerideki zamanlarda, “iktidarca veya hempalarınca bir ava dönüştürülme tehlikesi” var demektir. (“İçki polisi” gibi.)
Tamam da, bundan çok daha önemli, acil, içinde yaşadığımız bir tehlike var: Düşünme tarzına müdahale.
“Yaşam tarzına müdahale”, aslında sadece bir sonuçtur.
“Düşünme tarzına müdahale”nin bir sonucu veya ürünü.
Biz, “yaşam tarzı” diye muhalefet ederken aslında düşünce özgürlüğümüzün, özgür düşünmenin zemini, insan temel haklarının bu en önemli öğesi kayıyor elimizden.
Düşüncelerimiz biçimlendiriliyor. Nasıl düşünmemiz gerektiği konusunda, iktidarın, bizzat Erdoğanca örneklerini yaşıyoruz.
“Bertaraf olursunuz ”, bu düşünce biçimlendirmesinin doruktaki örneğidir.(*) Ergenekon da, artık bütün topluma benim gibi düşünmelisin dayatmasının hukuki davasına dönüşmüş durumdadır.
İktidarın hukukçuları, bu ülkeyi “suskunlar toplululuğuna” dönüştürmenin araçları olmaktadır. Sevgili Balbay, Özkan, Haberal ile Perinçek ve arkadaşları artık resmen “faşizmin esirlerine” dönüşmektedir.
Balyoz davasının nasıl sahte uydurulmuş belgelerle hazırlandığına ilişkin bütün kanıtlar ortaya çıkmasına rağmen, medyada bunu haykıracak cesur sesler iki-üç tanedir.
Bir yürekli hâkim veya savcıyı ara ki bulasın. İktidarın referandumla oluşturduğu yargı kurumları, Silivri’de hoşlarına gitmeyecek bütün yargıçları ayıklamakta ve sadece mostralık olarak, tek oy olarak, bir mahkeme başkanını bırakmaktadır.
Tehlikede olan, yarım yamalak demokrasimizdir. Bugüne kadar asla gerçek demokratik bir niteliğe kavuşmamış olan, evet, askerlerin güdümünde siyasetçilerin harala gürele yönettikleri, gerektiğinde kesip biçtikleri, öldürüp astıkları, bazı Amerikan kuklası generallerin yaş küçültüp çocukları astıkları bir Türkiye’nin siyasal rejimi, şimdi daha otoriter bir niteliğe bürünmektedir. Bunun ucu, dinsel faşist bir yönetime kadar açıktır.
Bana sorarsanız, oraya kadar gidemezler, fakat bırakırsanız giderler!
Evet, b ı r a k ı r s a n ı z!
Ama Türkiye bırakmaz! Bunu, yaşayarak öğreneceklerdir Öğrenmektedirler de!
Özetlersek : Hayat tarzına (**) karışmaya karşı çıkmak iyi hoş da, mesele çok daha ciddi ve siyasal boyutlu.
Siyasal özgürlükler elden gidiyor.
Erdoğan, TÜSİAD’ın onur konuğu olarak zuhur etti. Bertaraf etmeye kararlı olduğu işadamlarına, “kimin hayat tarzına karıştık” dedi, Danıştay’a saldırdı. Yine de, Bayan Boyner endişelerini dile getirmekten çekinmedi. Seçime beş var! Bir yandan da gülücükler dağıtmasının temel nedeni! “Muhafazakâr demokrat” olduklarını vurgulayarak “korkmanıza gerek yok” güvencesine sığındı! Aklıma, TÜSİAD’da bir kırmızı şapkalı kız öyküsü geldi! Anlatayım mı!??)
İktidarın adamları da konunun “hayat tarzı” olarak dile getirilmesinden son derece mutlu! Geçenlerde telefonla katıldığım bir TV programında, karşıma çıkartılan bir iktidar profu da, mal bulmuş mağribi gibi, “kimin hayat tarzına karıştık” diyordu. “Türkiye neden uluslarararası kuruluşlar tarafından demokratik olmayan melez rejim olarak sınıflandırılıyor” sorusuna da, öküz gibi bakıyordu.
Not : Hayat tarzı konusuna çok daha derinden yaklaşan “Yaşam Biçimi ve Laiklik Neyin Sorunu” başlıklı, 2008’de yayımlanan bir yazımı, bugün blogumda yayımladım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder